BÜYÜK İSLAM FAKİHÎ İMÂM-I A’ZAM EBU HANİFE
Dr. M. Esad KILIÇER
İslâm Dîni’nin büyük âlimlerinden bir tanesi de İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’dir. İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’nin adı Nu’mân, babasının adı ise Sâbit’tir. Irak’ın Küfe şehrinde Hicrî 80 yılında doğmuş, 70 yıllık bir ömürden sonra Bağdat’ta 150 (Hicrî) yılında ölmüştür. Önce, İslâm ilimlerinden Kelâm ilmi konusunda çalışmış, daha sonra fıkıh yâni İslâm hukuku alanına geçerek bu ilimde derin bilgi sahibi olmuştur.
Ebû Hanîfe küçük yaşta iken birçok Sahâbî’yi yâni Peygamberimiz’in arkadaşlarını gördüğü için kendisi “Tabiîn”den sayılmıştır. Ebû Hanîfe’nin Hammad adındaki oğlu da babası gibi takvâ ve ilim sahibi idi. Ham- mad’ın oğlu İsmâil ise, Abbâsî Halîfesi Me’mum zamanında Basra Kadılığında bulunmuştur. İmam Şafiî’nin naklettiğine göre; İmam Mâlik îbn-i Enes’e:
— Ebû Hanife’yi gördünüz mü? diye sorulunca şöyle cevap vermiştir:
— Evet, gördüm, öyle bir kimse idi ki, eğer bu sütünün altından yapılmış olduğu husûsunda seninle konuşsa, muhakkak delil ve hüccetim getirir ve isbât ederdi.
Şu cümleler de İmâm-ı Şafiî’ye aittir:
“Sahih hadîs isteyen kimse Mâlik’e, cedel isteyen kimse Ebû Hanîfe’ye, tefsir öğrenmek isteyenler de Mukâtil İbn-i Süleymân’a mürâcaat etsinler. Fıkıh’da derinleşmek isteyenler, Ebû Hanîfe’ye muhtaçtırlar. O, fıkhı, Hammad îbn-i Ebî Süleymân vâsıtasıyla, İbrahim en-Nehâî rivâyetinden almıştır. İbrahim zamanında Kûfe’de ünlü dört Sahâbî vardı, bunlar: Enes İbn-i Mâlik, Abdullah İbn-i Ebi’l-Evfâ el-Ensârî, Ebu’t-Tufeyl Âmir İbn-i Vasile ve Sehl İbn-i Sa’d es-Sâidî’dir. Bu devirde Tâbiîn’den de bir topluluk mevcut bulunuyordu: Eş-Şa’bî, En-Nehâî, Alî İbn-i Hüseyin ve diğerleri gibi. Bunların hiçbirinden Ebû Hanîfe doğrudan doğruya ilim öğrenmemiştir. Kendisinden ise, birçok kimseler ilim almışlardır.”[1]
Ebû Hanîfe’nin Enbâr şehrinde doğduğunu ileri sürenler varsa da, doğrusu, Kûfe’de doğmuş olmasıdır. Ebû Hanîfe ipek tüccarı olup ticâretinde emindi. Hiç kimseyi aldatmaz ve hîle yapmazdı. Eğer ayıph bir mal satacak olursa onu mutlaka söylerdi. İlimle ve bilhassa fıkıh ilmi ile uğraşmaya başlayınca da, yine ticârete devâm ettiği anlaşılmaktadır. Ebû Hamfe’nin babası Sâbit de aynı ticâreti yapmıştır. Hâlis bir İslâm ailesi içinde yetiştiğinden, küçükken Kur’ân-ı Kerim’i ezberlemişti. Büyüklük çağlarında da Kur’ân-ı Kerîm’i çok okurdu. Kırâet ilmini meşhur imam Âsım’dan Öğrenmiş olduğu rivayet edilmektedir.
Ebû Hanîfe, o zamanki Irak’ın ikinci büyük şehri olan Küfe’de yetiştiği için, etrafında bulunan dînî, felsefî mezhep sahipleri ile ve onların görüşleri ile ilgilenmiş ve o kültürü almıştır. Kûfe’deki âlimlerin toplantılarında bulunup, bâzan yapılan münakaşalara bile katılırdı. Ebû Hanîfe, devam ettiği bu Kelâm ilmi meclislerinde bir hayli ilerlemiş olup bu alanda, bize kadar gelen şu eserleri meydana getirmiştir: Kitâbu’l-Fıkhi’l-Ekber, el-Bustî’ye yazdığı Risale, Kitâbu’l-Alim ve’l-Müteallim, Kaderiyyeyi red için yazdığı kitap.
Kelâm ilminden fıkıh ilmi alanına nasıl geçtiğini kendisi şöyle anlatıyor: “Kelâm ilmi ile uğraşırdım. Bu ilimde parmakla gösterilecek bir dereceye ulaşmıştım. Camide Ebû Süleymân’ın oğlu Hammâd’ın ders halkasının yakınında otururduk. Bir gün bana bir kadın geldi. “Bir kimse câriye olan karısını boşamak istiyor, sünnet üzere boşaması için kaç talâk vermelidir?” diye sorunca, Hammâd’a sormasını ve cevâbı da bana haber vermesini söyledim. Hammâd: “Kadın, hayız ve cimâdan temiz olduğu halde, onu bir talâk ile boşar, sonra onu iki hayız daha görünceye kadar öyle bırakır, gusül yaptıktan sonra kadın başka kocaya helâl olur.” dedi. Kadın bu cevâbı bana getirince, fıkıh ilminin önemini anlıyarak kendi kendime, “Benim için artık Kelâm’a ihtiyaç yoktur” dedim ve Hammâd’ın ders halkasına oturdum. Meseleleri dinler ve ezberlerdim. Ertesi gün tekrarlarken Öteki talebeler yanılırlardı. Ben ise ezberlediğim için yanlışsız anlatırdım. Bu sebepten hocam beni ders halkasının başına, kendi yanma oturttu. 10 yıl Hammâd’ın derslerine devâm ettim. Sonra, içimden başkan olmak arzusu geçti. Hammâd’dan ayrılıp kendim için bir ilim halkası meydana getirmek istedim. Bir gün bunu yapmak için câmiye geldim. Onu görünce kendisinden ayrılmak istemedim. Yine onun meclisine oturdum. O gece, Hammâd’ın Basra’daki bir yakınının ölüm haberi geldi. Bütün malları Hammâd’a kalmıştı. Basra’ya gideceği için yerine oturmamı emretti. O yokken bana kendisinden duymadığım birçok meseleler geldi. Bunlara cevap verir ve cevaplarımı yazardım. İki ay geçtikten sonra Hammâd geldi. Verdiğim cevapları ona söyledim. 60 kadar meselenin 40 tânesinde benim görüşümü uygun buldu. 20 meselede benim görüşüme muhâlif görüş beyân etti. Bunun üzerine, kendi kendime Onun ölümüne kadar kendisinden ayrılmayacağıma söz verdim ve Hammâd ölünceye kadar onun derslerine devâm ettim.” Ebû Hanıfe’nin bu talebelik süresi 18 yıl sürmüştür.[2]
İmam Ebû Hanîfe, hocası Hammâd’dan başka, Mekke’de yaşamış olan, Atâ, İkrime ve Nâfi’ adlı âlimlerden de ilim öğrenmiştir. Ayrıca çağdaşı bulunduğu Şii imamlardan, “El-Mecmu” adlı fıkıh kitabının sahibi İmam Zeyd ve İmam Ca’fer-i Sâdık’la da görüşmüştür. Hattâ bu sonuncu imam hakkında Ebû Hanîfe; “Vallahi Ca’fer-i Sâdık’tan daha âlim kimse görmedim” demiştir. Ca’fer-i Sâdık’m fıkıh ilmi ve görüşü pek kuvvetli idi.
Ebû Hanîfe’nin ders halkasının başına geçmesi, Hammâd’ın ölümünden sonra olmuştur. Talebeler, Ebû Hanîfe’yi hatırlayarak: “Ebû Hanîfe’nin bilgisi iyidir. Zengin, cömert ve zekî bir kimsedir. Hocamızın ödevini üzerine almasını ondan isteyelim.” dediler. Ebû Hanîfe onlann isteğine olumlu cevap verdi. Kendini talebelere vakfetti. Onlara her türlü yardımda bulundu. Aslında, ilimle uğraşanlar ve idareciler ona karşı iyi davranıyorlar ve onun ilim meclisine devam ediyorlardı. Bir zaman geldi ki, onun Küfe mescidindeki ilim halkası, öteki âlimlerin ilim halkalarının en büyüğü oldu. Çünkü Ebû Hanîfe’nin sorulan sorulara verdiği cevaplar, onun çok geniş bir ilim sahibi olduğunu açıkça gösteriyordu. İdareciler onun yardımına ihtiyaç duydular, Halîfeler de onu her zaman hatırladılar.
İmam Ebû Hanîfe, kıymetinin bu kadar yüce olmasına rağmen, Emevîler devrinde kendisine teklif edilen kadılık görevini kabûl etmemesi yüzünden eziyete uğratılmış ve kırbaçla döğülmüştür. Emevîlerin yıkılmasından sonra kurulan Abbasî Halifeliği zamanında da aynı teklifi yine kabûl etmediği için İmam, hapsedilmiş ve kendisine eziyet edilmiştir.[3]
Ebû Hanîfe’nin Bağdat’ta hapishânede bulunurken mi öldüğü yoksa evinde mi öldüğü konusunda anlaşmazlık vardır. Kadılığı kabûl etmesi için hapishânede kendisine atılan dayağın etkisi ile veya verilen zehirle orada öldüğü ileri sürülüyorsa da, Halîfe Mansûr’un, İmamı hapisten çıkardığı, fakat ders vermesine ve halkm onun meclisine gitmesine engel olunduğu rivâyeti daha kuvvetlidir. Ebû Hanîfe’nin evinden dışarı çıkması yasaklanmıştı, ölünceye kadar bu durum devam etmiştir.[4]
Ebû Hanîfe fıkıh ilminde birçok talebeler yetiştirmiştir. Bu talebelerin birçoğu, hocaları gibi müctehitlik derecesine ulaşmışlardır. Eh meşhur talebeleri arasında İmam Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, İmam Züfer ve İmam Haşan İbn-i Ziyâd-ı sayabiliriz. Bu İmamlar, hocalarının İçtihatlarım kendi talebelerine öğretmişler, kendi içtihatlarını da bunlara katarak Hanefî fıkhının ana kitaplarım yazmışlardır.[5]
İslâm târihi boyunca, ilim uğrunda hayatlarım’ harcamış olan bütün âlimlere Yüce Allah’tan rahmetler dilerim.
[1] Ebû İshak eş-Şîrâzî (öl. 476 H.), Tabakâtü’l-Fukahâ, Bağdad, 1356 H., s. 67-68.
[2] Menâkibu’l-İmâmi’l-A’zam, s. 55-56.
[3] El-Hatîbu’l-Bagdâdî, Târîhu Bağdâd, Cilt XIII, s. 328.
[4] Muhammed Ebû Zehre, Ebû Hanîfe Hayâtuhu ve Asruh Arâuhu ve Fıkhuh, Mısır 1955, s. 50.
[5] Dr. M. Esad Kılıçer, İslâm Fıkhında Rey Taraftarları, Ankara 1961, s. 84-87.