İSLAM’IN SÜR ATLE YAYILIŞ SEBEPLERİ
Doç. Dr. İsmail CERRAHOĞLU
İslâmiyet, engin bir sapıklık içinde yüzen, göçebe bir hayat yaşayan cahil toplulukları yirmi küsur sene zarfında bir fikir etrafında toplamış, Arap Yarımadasında sağlam bir devletin temelini atmıştı. Bu devletin sınırlan bir asırdan daha kısa bir zaman içerisinde, Çin sınırlarından, Atlas Okyanusuna kadar uzanmıştı. Bu kadar sür’atli bir yayılma ve gelişmenin bir eşi dinler tarihinde gösterilemez, işte biz, bu sür’atli yayılmanın en mühim sebeplerinden bazılarım açıklamaya çalışacağız.
1) İslâmın Hakka Daveti: Diğer dinler gibi, Islâm da bidayette davetle işe başlamış, düşmanlarına ve bâtıla kargı hakkı telkin etmişti. İslâmiyetin ilk davetçisi olan Hz. Peygamber, çeşitli zorluklarla karşılaşmış, eziyet görmüş, mahsur bırakılmış, vatanından kovulmuş ve hattâ kam dahi akıtılmıştı. Bütün bunlara sabırla mukavemet etmiş, en ağır tehditler kargısında, doğru bildiği yoldan ayrılmamış, Onun bu haklı direnişi ve sağlam şahsiyyeti, hâdiselere şüphe ile bakanların gönüllerini Çelmişti. Arap Yarımadasındaki bütün kabileler, onunla mücadele etmek ve davetini boğmak için bir araya gelmişler, müslümanlar zayıf nefislerini dâima kuvvetlilere karşı savunmak mecburiyetinde kalmışlardı. Onların Hak’tan başka bir yardımcıları da yoktu. Bu hareket, zaferi kazanıncaya kadar devâm etti. İslâm’ın doğduğu bu yarımadada, yahudi ve hıristiyanhğı kabul etmiş kabileler ve hattâ onların bir devletleri ve hükümdarları da vardı. Onlar, vesenî Arapları kendi akidelerine dâvet etmişlerse de muvaffak olamamışlar, belki onlardan pek az bir kısmını, kendilerine bağlıyabilmişlerdi.
Sapıklık içerisinde bulunan bedevî Arapları, İslâmiyet çok kısa bir zamanda birleştirmiş, hattâ Hz. Peygamber sağlığında komşuları olan Iran, Bizans, Mısır ve Habeş hükümdarlarına dâvet için hey’etler göndermişti. Zayıf ve fakir olmalarına rağmen, hakkı ellerinde tuttukları için kükremişler, az kuvvetlerle, çok kuvvetleri perişan etmişler ve herkesçe bilinen zaferlere ulaşmışlardı.
2) Mağlûbların Yardımları: Müslümanlar, mağlûblara dâima rıfk ve yumuşaklıkla muamele etmişler, dinleri ve ibâdetlerine karışmamışlar, aynı zamanda onları himayeleri altına alarak, İslâm âleminde rahat ve huzûr içinde hayat geçirmelerim temin etmişlerdi. Böyle geniş bir müsamahayı, İslâm’ın dışındaki milletlerde göremiyoruz. Onlar fethettikleri yerlerde, kuvvet ve gâlibiyet delillerini ileri sürerek, mağlûbları gâliblerin dînine meylettirmeğe çalışmışlar, içtimâi ve iktisâdî hayatlarına kayıtlar koymuşlardı. Bunlar kendi milletleri arasında dahi hakkı ve adâleti tevzi edememişler, gayrimemnunlar zümresi çoğalmış, müslümanların idaresine girmenin, hâlihazırdaki yaşayışlarından daha iyi olduğu kanaati onlarda yerleşmişti. Bunun için pek çok şehir ve ülkeler, zâlimlerin istememesine rağmen, mazlum halkın davetiyle ve onların yardımiyle kolaylıkla fethedilmişti.
3) İçtimâi Adalet: İslâm, insanlar üzerine ağır gelen yükleri hafifletmiş, çalman malı sâhibine vermiş, mazlumun hakkını zâlimden almaş, müslümanlarla, müslüman olmayanlar arasında kazâ yönünden tam bir eşitlik ortaya atmıştır. Müslüman olacak bir kimse, şer’î kadı önünde, İslâmî zorla kabûl etmediğine dâir ikrarda bulunması lâzım gelirdi. Emevîler devrinde, cizye (baş vergisi) alabilmek için, gayrimüslimlerin İslâm’a girmesi hoş görülmediğine dâir haberlere rastlanırsa da, böyle bir hüküm Islâm’a mal edilemez. Nitekim bu hususta, Ömer b. Abdilâzîz’in Mısır’daki âmili (vergi tahsildarı) verginin az oluş sebebi hakkında Halîfeye şikâyette bulununca, Ömer b. Abdilâzîz ona, “Hz. Peygamber doğru yolu göstermek için gönderildi, vergi toplamak için gönderilmedi.” diye cevap vermiş, bu husustaki İslâm’ın hükmünü en güzel şekilde ona hatırlatmış ve onu azarlamıştı. Zaten İslâm’ın, gayrimüslimler için koyduğu cizye’de ödenemiyeeek derecede bir ağırlık bahis konusu değildi. Onları hiçbir kuvvet zorlamamış, kendileri seve seve İslâm’a girmişlerdi. Ona hizmet edebilmek için teker teker değil de grup grup, ona koşmuşlardı.
4) İslâm’ın Ahlâksızlığa Galebesi: İslâmiyet, ahlâkın fesada uğradığı, sanemlere, ağaçlara, kum yığınlarına, taşlara tapan, hurafeler içerisinde bocalayan, en çirkin hareketleri irtikâb eden, kız çocuklarım diri diri gömen, çok kocalı bir sistemin tatbik edildiği Araplar arasında, zuhur etmiştir. Çok kısa zamanda onlar üzerinde üstünlük sağlıyarak, bu kötü âdetlerini bıraktırmış, onları insanlık için en güzel ahlâk örnekleriyle bezemiş, “Ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” diyen Peygamberinin yolundan ayrılmamağa gayret etmişler ve insanlığa niimûne-i imtisâl olmuşlar ve samimî yaşayışlariyle, insanları arkalarından sürüklemeyi bilmişlerdi.
5) İş ve Din Hürriyeti; Halîfeler, mahâret sahibi gayrimüslimleri birçok İşlerde kullanmışlar ve onları en yüce mevkilere kadar yükseltmişlerdi. Hattâ onlardan biri, Endülüs Emevî Devletinde, ordu kumandanlığına kadar yükselmişti. Emevî Devletinde hıristiyanlar, yüksek mevkilerde bulunmuşlar, hattâ kendilerine ücret mukabilinde, mushaf dahi yazdırılmıştı. İslâm Devletinde muhtelif unsurların, biribirlerinden medeniyet dersi almalarına bir şey manî olmuyordu. Milâdî IX. asırdan i’tibâren, müslümanlar kültür bakımından yükselince, devlet dâirelerinde hıristiyanlara olan ihtiyaç azalmış, onlara zulm yapan münferid hâdiseler olmuşsa da (İslâm istemediği halde), bunlar müslümanların İspanya’da ve diğer ülkelerde uğradıkları zulümle mukayese edilirse, onlara yapılan zulmün bir hiç mesabesinde olduğu görülür. İslâm âleminde dinlere bağışlanan bu geniş hürriyet sayesinde, Avrupa’nın hıristiyan taassubundan kaçan yahudiler, yaşıyabilmek için Endülüs ve diğer İslâm ülkelerine sığınmak mecburiyetinde kalmış olduklarım unutmamak lâzım gelir.
6) İmtiyazları Lâğvetmesi: Cemiyetler arasında bâzı kimseler haksız olarak, bâzılarına nisbetle üstün ve imtiyazlı bir duruma geçerler, başkalarına da zulmederler. İslâm gelince, bütün bu çeşitli tabakaları aynı seviyede görmüş, insana, dîne ve mala hürmet esaslarını vaz’etmiştir. Hâkim huzûruna gelen hükümdarla, fakir bir gayrimüslim arasında asla fark gözetilmez. İslâm Târihinde, kadı huzuruna çıkartılmış hükümdarlar az değildir. Mısır fâtihi Amr İbnu’l-Âsin, Mısır’da inşâ ettiği câminin yakınında, kıptî bir kadının küçük bir kulübesi vardı. Camiyi genişletmek isteyen Amr, bu kulübeyi satın almak istemişse de, kadın râzı olmamış, o da zorla malım elinden almıştı. Kadın onu, Hz. Ömer’e şikâyet etmiş, Ömer de, Amr’a hareketinin kötülüğünü söylemiş ve derhal oradan elini çekmesini istemişti. Bu şekilde hareket eden müslümanlar, insanları arkalarından sürüklemişlerdir.
7) İslâm’a Muhabbet: Diğer maddelerde zikredilen hususlar, İslâm düşmanlarım bile, İslâmi sevmeye şevketmiş, hattâ onun yardımcısı ve dostu olmuşlardı. O, yayılmak için çok fazla bir gayret sarfetmemiştir. Son zamanlarda müslümanlar gaflet İçerisinde olmalarına rağmen Çin’de ve Afrika’da, aleyhindeki propagandaları bir tarafa bırakırsak, İslâmiyet önünde dâvet ediciler, arkasında kılıç olmaksızın yayılmakta ve benimsenmektedir. insanoğlunun İslâm’ı tanıması, bir parça düşünmesi, onun kabûlü için kâfî gelmektedir.
Her milletten insanlar, aklî düşünüşteki suhuleti, hükümlerindeki kolaylığı, şeriattaki adaleti, beşer yaratılışına en uygun oluşu sebebiyle onu kolayca kabûl etmişlerdir. Bu bakımdan İslâm’ın kabûlü için kalb ve akıl kâfidir. Nefisleri cezbetmek için onun ne mala, ne uzun vakte ve ne de çeşitli vesilelere ihtiyaç: yoktur. İşte İslâm’ın kolayca yayılışının aslî sebeplerinden birkaçı...