Makale

MİLLİ SİNEMA ANLAYIŞI

MİLLİ SİNEMA ANLAYIŞI

İbrahim URAL

1991 yılının Kasım ve Aralık ayları, sinema ve film konusunun en çok konuşulduğu aylar oldu. Televizyonda, radyoda, gazete ve dergilerde Türk Sinemasının sorunları tartışıldı. Antalya Film Fes-tivalinin ve dışa yönelik tanıtım faaliyetinin etkileri gündeme getirildi. Sanatçıların ve film şirketlerinin
Kültür Bakanlığından istekleri ifade edildi. Mâli ve ekonomik açıdan kriz içinde olan sinemanın problemleri kamuoyunun dikkatine sunuldu... Kış aylarında düzenlenen Sinema Günleri programı içinde de aynı konular işlenmektedir, ilk kez dış satım için tertiplenen fuara katılan ülkeler arasında bazı İslâm Ülkeleri de vardı. Bu vesileden faydalanarak, islâm Ülkelerinden gelen iş adamlarıyla görüşülerek, o ülkelerdeki islâmî filmler ve bunların gerçekleştiricileri hakkında bilgi edinilmeliydi...
İslâm Ülkelerinin, özellikle de Osmanlıların, Avrupa’da gerçekleştirilen yeni teknik buluşları ülkelerine sokmadıkları, iddiaları yakın tarihimizin en çok tekrarlanan tezlerindendir. Bu iddianın doğru olmadığı, tarihe meraklı aydınlarımızca bile biliniyor.
İcadından bir süre sonra, fotoğrafın Osmanlı başkenti İstanbul’da yaygınlaştığı, başta resmî evrak olmak üzere süreli yayınlarda kullanıldığı basın tarihimizin sayfaları arasında yer almaktadır. 1896 yılında Osmanlı(Yıldız) Sarayında ilk kez film gösterilmiş... 1908 yılındaki ikinci Meşrûtiyetten sonra büyük şehirlerde sinemalar açılmış... 1914 yılında ilk Türk(belgesel) filmi çekilmiş... 1931 yılından itibaren sesli film dönemi başlamış. 1945den sonra ise, başta gayri müslim girişimciler olmak üzere, bir grup iş adamı bu sektöre yatırım yapmış... Film ve sinema Türkiye’de sosyal değişimin simgesi sayılmış. Elektrik, sinema ve radyo şehir hayatının en cazip unsurları olmuş. 1960’dan sonra renkli filmler dönemi başlamış. 1974’den itibaren ise televizyonun rekabeti karşısında, sinema, kriz dönemine girmiş...
Hareketli resimlerin beyaz perdede gösterilmesi esasına dayanan sinema, Türk insanınca hiç bilinmeyen bir şey değildi. Tarihî geçmişi Osmanlı’nın ilk dönemine kadar uzanan Karagöz Oyunu temâşâ (seyir) sanatları, arasında ayrı bir yere sahiptir. En son temsilcisini Hayalî Küçük Ali’nin şahsında gerçekleştiren bu gelenek tasvir ettiği tipleri, yaşayış biçimlerinin gerçekçi bir tarzda ser-gilenişi, Anadolu halkının fıtrî zekâsını yansıtması itibariyle her devirde ilgiyle izlenmiştir. Din bilginleri,
İslâm’ın öngördüğü şartları aşmayan Karagöz Oyunlarının izlenmesinde sakınca görmemişlerdir. Son yıllarda kimi genç sanatçıların bazı "Karagöz" denemelerine şahid olduk. Ancak kullanılan lisan, konuların seçilişi ve orijinal özelliklerin bulunmayışı sebebiyle bu tür özentilerin kültürümüze pek fazla bir katkısı olamaz.
Sinemanın ve filmcilik sektörünün gelişmesi İslâm Dünyasının çeşitli sorunlarla (sömürgecilik, bölünmüşlük, teşkilâtsızlık, yoksulluk vs.) yoğun olarak meşgul bulunduğu bir döneme rastlamış. Batı Medeniyetinin hayat felsefesi bu kanaldan halk kesimlerine nüfuz etmiş. Türkiye, Mısır ve Hin-distan kıtası (Pakistan dahil) yabancı kültürel etkinliklerin en çok teksif edildiği sahalar olmuş... Sovyetler Birliğinde İslâmiyet kötülemek için film endüstrisinin imkanlarını kullanmışlar... "Mosfilm", "Uzbekfilm" ve öteki bazı kurumlarla Dûşenbe ve Frunz’un film stüdyoları islâm karşıtı filmler yapmayı 1980’li yıllara kadar sürdürmüşler... Ülkemizde 1947-1970 döneminde yüzlerce film yapıldığı halde, dinî-milli kültürün mesajını veren, filmlerin sayısı yok denecek kadar azdır. Bazı muhafazakar rejisörlerin yaptıkları filmler ise yerli-arabesk türünden eserlerdir. 1975 den itibaren lümpen kültüre ve seks furyasına iyice meyleden Türk Sineması kendi krizinin temellerini de bizzat atmıştır. Bugünlerde yetkililerden destek bekleyenler, kendi kendilerine, bir öz eleştiri yapmalıdırlar. Televizyonun rekabetini ileri sürerek bir yere varılamaz. Nitekim Avrupalı film şirketleri kendilerine rakip olarak televizyonu değil, Amerikan(yani A.B.D.) sinemasını görüyorlar. Amerikan sinema endüstrisinin Batı ve Orta Avrupa Ülkeleri üzerinde belirgin bir ağırlığı var. Bu ülkelerdeki sinema binaje salonlarının yüzde kırkı Amerikan firmalarına ait... Avrupalı sinemacılar kendi ürünlerim korumak için 1988 yılında bir dizi karar aldılar. AB. Devletlerine ait film şirketlerinin başka ülkelerdeki sinema salonlarını kiralaması şeklindeki uygulamalar, yerli film sektörü için ağır bir darbe olarak görülüyor.
Yurdumuzda millî sinema akımının başlangıcı Yücel Çakmaklıya kadar uzanıyor. Mesud Uçakan 1978 yılında Sur Film’i kurarak önemli bir faaliyeti gerçekleştirdi. Salih Diriktik, ibrahim Tabakoğlu, Şenol Demiröz, Tuncay Öztürk, Yavuz Ta-rakçıoğlu ve öteki genç rejisörler başarılı eser-leriyle gelecek vaad eden elemanlardır. Mısırlı yönetmenler arasında El-Akkad’ın adını, Batılılarla ve Amerikalılarla yaptığı ortak eserler dolayısıyla, biliyoruz. İslâm Ülkeleri arası diyalog noksanlığı bu sahada da müşahede ediliyor. Arap Ülkeleri arası ilk film festival: Ocak/1986’da Avusturya’da düzenlendi. Onbeş gün süren festival boyunca onsekiz kadar film gösterilmiştir. Belgesel ve tarihî olanların dışındakilerde Fransız kültürünün belirgin bir etkisi vardı. Ara-bia adlı derginin Mart 1986 sayısında bununla ilgili olarak geniş bir haber-yorum yazısı yeralmıştır
Millî kültüre ve millî sinema anlayışına bağlı Türk yazarlarım senaryo ve metin yazacağı iki önemli konu vardır: Biri Anadolu Köy gerçeği, ötekisi ise Avrupa’daki Gurbetçiler... 1960’lı yıllarda Anadolu Köyü ile ilgili olarak yapılan filmlerden bir kısmı ideolojik temaları işlemektedir ve Türk köylüsünü kötümser ve olumsuz tasvirlerle anlatmaktadır. 1945-1960 yılları arasında köy öğret-menliği yapmış olanlardan pek çok yazar, hikayeci ve romancı yetiştiği halde, köylerde görev yapan din görevlilerimizin bu tür faaliyetlere ilgisiz kalması önemli bir boşluktur.
Batı Avrupa’daki üç milyonluk gurbetçi topluluğu her yönüyle önemli bir konudur. Türkiye’deki insanların çoğu, gurbetçilerimizin sorunlarını yeterince bilmemektedir. Öte yandan Avrupa’daki Türkler arasında son onbeş yıldan beri hızlı bir şuurlanma gözlemleniyor. Başka açıdan bakıldığında; kültürel ve sosyolojik yozlaşma ve yabancılaşma had safhaya varmıştır. Yabancılar arasında ihtida olayları artmıştır. Üçüncü nesil arasında Türkçe’yi vasat düzeyde bilenlerin sayısı azdır. Almanlar arasında yabancı düşmanlığı artmıştır...vs. Bütün bu konular ve vuku bulmuş dramatik olaylar eğitimci bir anlayışla konulu film ve melodram olarak işlenebilir. Batı Avrupa Ülkelerinde, gerçek mekânlarda çekilecek bu tür filmlere belgesel bazı özellikler kazandırılarak egzotik bir hava verilebilir. Din görevlileri ve öğretmenler, gözlemci bir bakış açısıyla çevreyi etüd ettikleri takdirde, senaryo konusu olabilecek pek çok nesnel olay bulacaklardır. Edebiyatçılarımızın son yıllarda basılı roman ve hikâye kitapları yerine, senaryo metni yazmaya meyletmeleri belli bir gelişmenin işareti olarak değerlendirilebilir. Belgesel sinema metin yazarlığı ise, daha çok, tarihçileri ve basın arşivcilerini ilgilendiriyor...
Arşivsel ve dökümanter özelliği dolayısıyla belgesel sinema ilmî-tarihî bir nitelik kazanmıştır. Gerçeği bizzat görüntülemek esasına dayanan bu sanat dalı İslâm kültür ve medeniyetinin arşiv olarak tes-bitinde de, tanıtımında da önemi bir fonksiyon icra edebilir. "Gerçek hayattan alınan herhangi bir vak’ayı kendi tabiî ve kültürel çevresi içinde işleyen ve belli bir amacı yansıtan film çeşidi" olarak tarif edilen bel gesel sinema, İslim Ülkelerinin birbirini tanımalarına da katkı sağlayacaktır. İslim Ülkelerinin ulusal günleri dolayısıyla, zaman zaman televizyonda gösterilen görüntüler, o ülkelerin resmî kurumlarınca hazırlanmış, tek yanlı programlardır. Modern tanıtım ye kitle psikolojisi yöntemleri kullanılarak, islim Ülkelerinin sahip olduğu kültürel ve iktisadî zenginlikler sanatçı bir gözle, edebî bir ifade ile yansıtılmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı 1987 yılından itibaren görüntülü yayınlar ve film konusuyla yakından ilgilenmeğe başladı. Bütçe imkânlarıyla, animasyon ve drama (konulu film) sahasında başarılı çalışmalar yürütüldü. Türkiye Diyanet Vakfı’nın yapımını gerçekleştirdiği bazı belgesel ve tarihî konulu film çalışmalarını da burada zikretmeliyiz. Çocukların yakın ilgisini çeken animasyon türü filmler için Islâm-Türk tarihinde pekçok olay, konu ve tip vardır. Belgesel film sahasında; "İslim Yayılış Tarihi", "islim ve Tıb", "Yunanistan’da Türk Vakıfları", "Sovyetler Birliğinde islim Mimarisi", "Afrika’da Osmanlı Eserleri" vs. ilk olarak akla gelen metin konularıdır. "Surre Alayları" ve "Hac Belgeseli" ilgiyle izlenecek dökümanter film konularıdır. Şair Nâbi’nin ve Cenap Şehâbeddin’in hac hatıraları bu sahada tanınmış seyahatnamelerdir. Eyüb Sabri Paşa’nın Mir’âtül-Haremeyn’indeki bilgiler güvenle kullanılabilir. "Tarihte İslâm Şehirciliği" ismi altında hazırlanacak belgesel bir çalışma, İslâm Medeniyet Tarihçilerini bile harekete geçirebilir.
Sinema Sanatının Kültür Bakanlığınca yakından izlenip, desteklendiği günümüzde; millî sinema anlayışının korunup, geliştirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Görüntülü yayıncılığın diğer bütün yayın dallarını geride bıraktığı bu dönemde, eğitim hizmetlerinin büyük bir kısmı da görüntülü yayının ilgi alanı içine girme eğilimindedir. Özel televizyon kanallarının yaygınlaşacağı gelecek dönemde bu iş için şimdiden hazırlanmak gerekir. Bununla ilgili istişare toplantıları çok önceden yapılmalıdır.
Konuyla ilgili görüş ve tekliflerimizi şu şekilde -maddeler halinde- sıralamayı uygun gördük:
1- En kısa zamanda "Millî Sinema" semineri düzenlenmeli, bu seminer için geniş bir katılım sa-ğlanmalıdır.
2- Vakıflar Bankası, vakıf kütüphaneler hakkında belgesel bir eser hazırlamalıdır.
3- İstanbul’daki Sinema Enstitüsünde, çeşitli resmî kurumların yayıncılıkla ilgili personeli için kurslar düzenlenmelidir.
4- Diyanet İşleri Başkanlığı Dinî Yayınlar Dairesi bünyesi içinde "Görüntülü Yayınlar Şubesi Müdürlüğü" kurulmalıdır.
5- Millî Kültürümüze hizmet amacı güden vakıflarımızın başarılı filmleri desteklenmelidir.
6- Film yapılması düşünülen konularda, ilân ile öykü ve senaryo metni yarışması düzenlenmelidir.
7- Kütahya Çinileri hakkında tanıtıcı belgesel bir film yapılmalıdır. İslâm
Başkentleri Teşkilatı’nın projelerine ilgi gösterilmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığımın yaptırdığı filmlerin TRT televizyonundan gösterilmesi sağlanmalıdır.
9- Fıkıh bilginleri, tümlerde münkir ve menfî tipleri canlandırmak durumunda olan sanatçıların, bu davranışlarının hükmünü araştırarak net bir cevap vermelidir.
10- Celâleddin Harzemşah, Selâhaddin-i Eyyûbî, Şeyh Şâmil, Kılıç Arslan, Hacı Murad, Osman Batur vb. kahramanların mücadelelerini anlatan (gerçekçi) konulu filmler yapılmalıdır.
11- 1960-1970 yılında Diyanet İşleri Başkanlığınca, bir radyo istasyonu kurulması için başlatılan çalışmalar yeniden gündeme getirilmelidir.
12- İslâm Konferansı Teşkilatınca düzenlenen zirve ve üst düzey toplantıları (gizli olmayanları) video-banda çekilmeli, konuşma metinleri Türkçe’ye tercüme edilmeli, video kasetler halinde çoğaltılmalıdır.
İletişim ve enformasyon çağında İslâm Dini’ni ve İslâm Medeniyetini yirmibirinci yüzyılın toplumuna en güzel şekilde sunmak; hem islâm dâvetçilerinin ve hem de Müslüman estetikçilerin görevi olmalıdır.