Makale

TÜRKİYE OLMANIN ÖNEMİ

TÜRKİYE OLMANIN ÖNEMİ
Dr. Abdülbaki KESKİN

Bu sözcükler, Batılı, ünlü derginin (1), 24-30 Ağustos 1991 tarihli sayısında, Türkiye ve AT ilişkileri hakkında yayınladığı bir makalenin ana başlığıdır.
Makalede, ülkemizin Batı açısından önemi ve Avrupa’ya entegrasyonu ile, Batının, konuya ilişkin tereddütleri anlatılırken şöyle deniliyor:
Türkiye, (Sovyet komünizminin çöküşü ile varlığının hikmeti ortadan kalkmış olmasına rağmen) Batılıların oluşturduğu askeri ittifakın, NATO’nun üyesidir.
Türkiye’de, fandamantalizm, potansiyel bir tehlike olmakla beraber, bu ülke, Müslüman, laik ve demokratik modernizasyonla kararlı bir devlet olarak Batı ile İslâm Dünyası arasında bir köprü durumundadır.
Türkiye son Körfez Savaşının verdiği şanstan faydalanarak, Batının menfaatlerini savunma konusunda ne kadar yararlı olduğunu ispat etmiştir.
Türkiye, topraklarının % 95 ’i Asya Kıtasında olmasına rağmen, gerçek bir Avrupalı olma arzusundadır. Bunun nedeni de, ülkenin Cumhurbaşkanının yazdığı bir kitapta izah edilmiştir.
Türkiye, bu sebeplerle Avrupa Ekonomik Topluluğuna katılmak üzere 1987 de resmen başvuruda bulunmuştur.
Bu başvuru, bir İslâm ülkesi ile Batı arasındaki ilişkilerin ne ölçüde birbirine yak-laşabileceğinin bir deneyidir. Bu adeta, Batının başarısız olmaya gücü yetmeyeceği bir deneydir...
Bir defa, Türkiye ile Avrupa’nın sergileyeceği dostluk örneği, gerek Akdeniz Bölgesindeki Müslüman kitlelerin ve gerekse Türk halkının Batılılara karşı sempati duymasında büyük ölçüde yardımcı olacaktır.
Diğer taraftan, Türkiye bizzat bölgede ağırlığı artan bir ülke haline gelmektedir. Şimdiden 57 milyon nüfusu ile İngiltere’yi geride bırakan Türkiye,’ demograph" (2) uzmanlarına göre, bir nesil sonra da, Birleşik Almanya’yı geçecektir.
Türkiye, Almanya’dan, Sovyetlerin güneyine kadar uzanan bölgede Türkçe konuşan milyonlarca insanı etkileyecek ve güçlenecek ekonomisi ile başka bir Asya "Dragon"u Ejderhası haline gelecektir.
Türkiye’nin, Batıya entegrasyonu için George Bush gibi güçlü bir destekçisi vardır.
Bütün bunlara rağmen Avrupalılar, konuya sıcak bakmamaktadırlar. Nitekim Türkiye’nin ATa başvurusu ile ilgili herhangi bir görüşmenin en erken 1993 ten önce yapılamayacağını belirtmişlerdir.
Bununla beraber, Türkleri büsbütün küstürmekten de korkan Avrupalılar, meselenin ele alınmasının geciktirilmesini haklı kılacak bir sürü neden ileri sürmektedir.
Meselâ, Kıbrıs problemi, Türk demokrasisi hakkındaki şüpheler, insan haklarına saygı, Irak’a yapılan atak (6 Ağustosta, Irak topraklan içerisinde PKK ya karşı yapılan sınırlı askeri operasyon kastediliyor), Türk ekonomisinin durumu (3) gibi hususlar...
Bilindiği gibi, bütün bunlar, AT ve Türkiye ilişkileri söz konusu olduğu zaman gerek Türk yönetimi ve gerekse Avrupalılar tarafından karşılıklı olarak ileri sürülen görüşlerdir. Dergi, bilinen bu görüşleri kaydettikten sonra, Türkiye’nin Avrupa Ortak Pazarına üyeliği için, Avrupalılar tarafından ileri sürülen bahanelerin eninde sonunda birer birer ortadan kalkacağını da söylüyor.
Ancak, gerçek ve fakat telaffuz edilemeyen asıl sebebin, Türkiye gibi geniş bir Müslüman ülkenin, Avrupa kulübünün üyesi olup olmayacağı şüphesidir diyor.. Kafalardaki bu soruya, kulübün kaidelerine uyulması teminatı ile açıkça evet diye karşılık verilmelidir diyen dergi, uyulması gereken kaideleri de şöyle sıralıyor: Üyeler, Avrupalı ve demokratik olmalı,
Üyeler, Hristiyanlığa ait değerlerin, temel teşkil ettiği toplumun kanunlarına saygılı olmalıdır...
Laik ve Müslüman o-lan Türkiye bu kaidelerle yaşayabileceğini gösterecektir. Avrupa da, Türkiye’yi topluluğun dışında bırakmak için yeni bahaneler icat etmek yerine, Türkiye’nin Avrupa’ya entegrasyonunu kolaylaştıracak yeni yollar keşfedecektir, şeklinde bir ifade kullanıyor.
İngiltere’de doktora öğrencisi olarak bulunduğum 1971-76 yıllarında, İngiliz siyasî çevrelerinde hararetle tartışılan bir konu vardı: İngiltere ve AT ilişkileri..
Ülkenin büyük siyasî partilerinden biri olan İşçi Partisi "Labour Party", ortaklığın aleyhinde, Muhafazakâr Parti "Conservative Party" de, lehindeydi.
Yıllar süren ve halen tazeliğini koruyan bu tartışmala-n, konu münasebeti ile burada, birkaç cümle ile özetlemek istiyoruz.
İşçi Partisinin lider milletvekillerinden ve meseleye muhalefet eden grubun ileri gelen simalarından sol eğilimli Mr. Anthony VVedgevvood Benn, ".. Eğer Stras-burg’daki parlamentonun (Avrupa Parlamentosu kasd ediliyor) alacağı kararlar, İngiltere’de bizi bağlıyacaksa, bu açıktan açığa ülkenin hükümranlığının ihlalidir." derken, Ortaklığı savunan Muhafazakâr Partinin liderlerinden eski Başbakan Harold Mac Millan da, ".. Adına ne derseniz deyiniz, ortak olduğumuz bu birlik, sadece ekonomik değil, içten bağlı olduğumuz manevî değerlerimiz üzerine oturtulmuş siyasî nitelikte bir Hristiyan birliğidir.. Eğer bu birliği daha önce kurmaya muvaffak olabilseydik belki de,
İkinci Dünya Savaşı gibi bir facia ile karşılaşmayacaktık.."diyordu.
Batılıların büyük bir çoğunluğunun, Avrupa Ekonomik Topluluğuna Mac Millan istikametindeki bakışların, dünyadaki bunca radikal gelişmelere rağmen, temelde değiştiğini söylemek bize göre büyük bir yanılgıdır.
Ayrıca, son yıllarda Hıristiyan Dünyasında gördüğümüz güçlü "Evangelist" akım, siyasî, hatta ekonomik birlikleri bile kolayca Hıristiyan-Müslüman meselesi haline getirebilecek bir yapılanma içerisindedir.
Nitekim yazımızda bir özetini verdiğimiz ve Türk tezini savunan bir hava içerisinde kaleme alınmış olan makalede, Türkiye-AT ilişkileri konusunda, Avrupalılar tarafından ileri sürülen Kıbns sorunu, Türk demokrasisi, Türk ekonomisi, insan hakları gibi meselelerin aslında birer bahane olduğu, asıl engelin, Türkiye’nin Müslüman olmasında yattığı ve fakat bunun açıkça telaffuz edilemediği kaydediliyor.
Batılıların bugüne kadar anlayamadıkları veya anlamak istemedikleri İslâm , pluralistik topluma, çoğulcu kültüre hoşgörü ile bakan evrensel bir dindir.
Bu sebepledir ki, gerek Yahudiler, gerek Hristyanlar tarih boyunca Müslüman ülkelerde bütün haklarına sahip olarak barış, güven ve refah içerisinde yaşamışlardır. (4)
Şimdi buraya bir nokta koyarak, Türkiye-AT ilişkilerinde, madalyonun öbür yüzüne de bir göz atalım.
Türkiye’nin Batı gözündeki önemi veya Türkiye’den duyulan endişe, şüphesiz onun, jeopolitik konumundan, Müslüman olmasından ve nihayet büyüme ve güçlenme potansiyeline sahip bulunmasından kaynaklanmaktadır.
Türkiye, bölgede her an bir karışıklık ve istikrarsızlık yaratabilecek Sovyetler, İran, Irak, Suriye, Yunanistan ve Bulgaristan gibi ülkelerle komşudur. Bu konumu dolayısıyla da, düne kadar Türkiye’ye verilen rol, daha çok, Sovyet komünizmine karşı jandarmalıktı. Bugünkü rolü de, anlamlı ve stratejik bir tabir ile ifade edilen, Batı ve İslâm Dünyası arasında bir köprü görevidir.
Bölgedeki çıkarlarının korunması için Türkiye’ye bu rolleri biçen Batılılardan bir kısım entellektüel, bunun karşılığında, her şeye rağmen, Türkiye’nin Ortak pazara üye olmasından yanadır. Tamamına yakın çoğunluk ise, bilinen nedenle buna karşı çıkmaktadırlar.
Öyleyse, Türkiye’nin bu ortaklıktaki çıkarları nedir? Burada, herhalde, daha enteresan olan, bu ortaklığa kabul edilmeyen Türkiye’nin zararı ne olacaktır, sorusuna verilecek cevaptır.
Bu cevabı başka bir yazımızda ele alacağız.

(l)The Economist. PP. 1314.
(2| Toplumların durumunu tcsbit etmek için. Doğum, ölüm, hastalık gibi konularla ilgili istatistiki bilgiler ortaya koymaya çalışan bir ilim dalı.
(3|Türkiye yıllık milli gelirinin. AT üyelerinin en fakiri olan Portekiz’in yıllık milli gelirinin üçte biri civarında olduğu iddiası gibi.
(4| Dr. A. Baki KESKİN. Doğu Batı Üzerine Tespitler, Diyanet Aylık Dergi. Mayıs 1991.5. Sayı.