Makale

BAŞÖRTÜSÜ, SONRADAN ORTAYA ÇIKARILMIŞ BİR ÂDET DEĞİL, ALLAH'IN EMRİDİR...

BİTMEYEN ÇİLE BAŞÖRTÜSÜ


BAŞÖRTÜSÜ, SONRADAN ORTAYA ÇIKARILMIŞ BİR ÂDET DEĞİL, ALLAH’IN EMRİDİR...

HASAN DEMİR

Hürriyet ve insan hakları hesabına çok gelişmeler oldu. Bloklar yıkıldı, nice tabular yerle bir oldu. Ama bazı üniversite kapılarında başörtülü kızlarımız hâlâ gözyaşı akıtmaktadır.
Devlet-Millet bütünlüğü içerisinde, Milletle-Devleti karşı karşıya getirmeden bu mesele halledilemez miydi ?.


Kılık Kıyafet Yönetmeliği
1980 öncesi üniversitelerde yer yer ve zaman zaman başörtülü öğrencilere karşı tavır konulsa bile bu tavırlar genel bir uygulama halini almamıştı.
7 Aralık 1981 gün ve 17537 sayılı Resmi Gazete’de "Milli Eğitim Bakanlığı ile diğer Bakanlıklara bağlı okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine İlişkin Yönetmelik" adı altında bir yönetmelik yayınlandı. Bakanlar Kurulu Kararı olarak yürürlüğe konulan bu yönetmelikle, her dereceden okuldaki kadın-erkek, görevlilerle, kız-erkek öğrencilerin, okul içinde başlarını açık bulundurma mecburiyeti getirilmiş; kadın görevlilerle kız öğrencilerin başlarını örtmeleri yasaklanmıştır.
Artık Türkiye’de "Başörtüsü" konuşulacaktır.
Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı
Milli Eğitim Bakanlığı bu kıyafet yönetmeliğini hazırlamadan önce Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun görüşüne müracaat etmiş, adı geçen Kurul başörtüsü konusundaki dinin hükmünü bildiren 30.12.1980 tarih ve 77 sayılı kararını, bağlı olduğu devlet Bakanlığı kanalıyla Milli Eğitim Bakanlığına bildirmiştir. Bu kararda ö-zetle şöyle deniliyordu:
"Kur’an-ı Kerim’de Nûr Sûre’sinin 31. ayeti kerimesinde "Mü’min kadınlara da söyle. Gözlerini bakılması yasak olan şeylerden çevirsinler. İffetlerini korusunlar. (El. yüz, ayak, ile bu uzuvlarda bulunan yüzük, kına ue sürme gibi) kendiliğinden görünenler müstesna, linetlerini açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar..." buyrulmuştur.
İslâmiyeten önce (Cahiliyyet Devrinde) kadınlardan baş/arını örtenler, örtülerini enselerine bağlarlar veya arkalarına salıverirler, boyun ve gerdanlarını açık bırakırlardı. Cenab-ı Hak bu âyet-i celile ile Cahiliyyet Devri’ni bu adetini kesinlikle yasaklamış, Müslüman kadınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in mücmel hükümlerini açıklama yetkisi, onu tebliğ ile görevli Peygamberi zişan Efendimize aittir. Bu ayet-i celilede "kendiliğinden görünenler" ifadesiyle mücmel olarak beyan edilen uzuvların hangileri olduğunu, muhterem eşi Ümmü’l-mü’minîn Hz.Aişe (r.a.)’nn nakletmiş olduğu bir hadis-i şerifinde Resulullah (s.a.s.j Efendimiz, Hz. Aişe’nin ablası Hz. Esma’ya yüz ve ellerini işaret ederek: "Ey Esma, kadın ergenlik çağma erince, vücudunun şurası ve şurası dışında kalan yerlerini göstermesi caiz olmaz.." (Süneni Ebi Davûd. 4/62. Hadis No. 4104) buyurmuş, böylece âyeti celilede istisna edilen uzuvları bizzat açıklamıştır.
Yukarıda meali verilen âyet-i celile ile Hz. Aişe (r.a.)’nin naklettiği hadisi şerif ve benzeri diğer hadisi şeriflerden. İslâm müetehid ve fakihleri, Müslüman kadınların sadece namaz kılarken değil, namaz dışında da vücudun el yüz ve ayaklar dışında kalan k. sim/arını, aralarında dinen evlilik caiz olan yabancı erkekler yanın da açık bulundurmamaları gerek tiği hükmünde ittifak etmişlerdir İslâm’ı hükümlerin iki temel kay nağı olan Kitap ve Sünnet delille ri yanında, ashab ve tabiin devirle rinden itibaren bu husus daima böyle anlaşılmış, böylece kadınların tesettürü konusunda her asırda icmai ümmet de meydana gelmiştir. Nitekim. İslâm’ın doğuşundan, günümüze kadar bütün
İslâm ülkelerinde her asırdaki uygulama da böylece devam ede gelmiş. hiç bir İslâm âlimi söz konusu hükme aykırı bir beyanda bulunmamıştır.
Müslüman hanımların başlarını örtmeleri, vücutlarının el, yüz ve ayaklar dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlenme caiz olan yabancı erkekler yanında a-çık bulundurmamaları, bazı çevrelerde sanıldığı gibi belli bir zümrenin sonradan ortaya çıkardığı bir âdet veya işaret değil, İslâm Di-ni’nin bir hükmüdür. 8u husus yukarıda delilleriyle açıklanmıştır. Bu emirlerin bir gereği olarak kadınların örtünmesi milletimizin de bir örfü haline gelmiştir. Ülkemizdeki hanımların çoğunluğunun, yaşlı hanımların ise hemen hemen tamamının günümüzde de başlarını örtmeleri bunun en açık (camlıdır. Üstelik hanımların söz konusu kıyafetlerinde (yani başlarını kapatmalarında ve dinin emrettiği şekilde örtünmelerinde), kamu düzenine, genel ahlaka ve kanunlara aykırı bir durum olmadığı da açıktır. Bu hususun devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının genel ahlâkın ve genel sağlığın korunup korunmamasıyla da bir ilgisi yoktur. Bu itibarla Müslüman hanımların dinî tesettüre uymalarının kanunla sınırlandırılması da Anayasamızın 11. maddesi uyarınca söz konusu olamaz. Kaldı ki, Anayasamız 10. maddesiyle "devleti, kişinin temel hak ve hürriyetlerini fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan surette sınırlayan siyasî, iktisadî ve sosyal bütün engelleri kaldırmak ve insanın maddi manevi yarlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamakla" yükümlü kılmıştır...
Milli Eğitim Bakanlığı yazısında kadınların örtülü kıyafetlerinin "Atatürk ilkelerine tamamen aykırı" olduğu ifade edilmekte ise de, genel ahlâka ve kanunlara aykırı olmayan her türlü kadın kıyafetinin Atatürk devrim ve ilkelerine aykırılığı söz konusu değildir. Nitekim bizzat Atatürk "Eğer kadınlarımız Şer’in rausiye ve dinin emrettiği bir kıyafetle, faziletin icab ettiği tavrı hareketle içimizde bulunur, milletin ilim, san’at, içtimaiyat hareketlerine iştirak ederse bu hali, emin olunuz, milletin en mutaassıbı dahi takdirden men-i nefs edemez" demiştir. (Prof. Dr. Afet İnan, Atatürk ve Türk Kadın Haklarının kazanılması, Tarih Boyunca Türk Kadınının Hak ve Görevleri, s. 104, İstanbul 1968, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlarından)
Bilindiği üzere İmam-Hatip Liseleri ve Kur’an kurslarında, Kur’an-ı Kerim’in usulüne uygun olarak tilâveti yanında, bu okullardaki eğitim ve öğretimin bir gereği olarak dini hükümler de öğretilmekte ve bu hükümlere her Müslümanların uymasının gerekli olduğu anlatılmaktadır. Dinimizin kadın kıya/etiyle ilgili hükmü, yukarıda belirtilmiştir. Sözü edilen eğitim ve öğretim kurumlarında dinimizin kadınların örtünmeleriyle ilgili hükümleri de tabiatıyla öğretilecektir. Bu durumda, bir taraftan Müslüman kadınların örtünmelerinin dinen zorunlu olduğu öğretilirken, diğer yandan Müslüman kızların başlarını açmaya zorlanmaları, izahı kabil olmayan bir çelişki olacağı gibi, onların vicdanında da son derece olumsuz etkiler meydana getirecektir. Şüphesiz bu durumun eğitim ve öğretim açısından da fevkalâde sakıncalı ve olumsuz sonuçları olacaktır.
Diğer taraftan İmam-Hatip Liselerimizde ve özellikle Kur’an kurslarımızda Kur’an-ı Kerim öğretimi, temel dersler arasında yer almaktadır. Bilindiği gibi, Kur’an-ı Kerim okumak bir ibadettir. İbadet esnasında Allah’ın emirlerine tam bir itaat halinde olmak gerekir. Kız öğrencilerin yaptıkları bir ibadeti başı açık halde yapmaya zorlanmaları, onların vicdanına a-çık bir baskı teşkil eder.
Vatandaş vicdanına baskı daima reaksiyonla karşılaşır ve toplumun huzursuz olmasına sebep 0lur. Şayet bu baskılar devletten geliyorsa, devlet-millet ilişkilerinin 0lumsuz yönde etkilenmesine sebebiyet verir.
İmam-Hatip Liseleri ve Kur’an kursları gibi dini" öğrenim kurumlarında okuyan öğrencilerin ve onların Delilerinin vicdanlarına yapılacak baskıların okul-veli-öğrenci ilişkilerini olumsuz yönde etkileyeceğine şüphe yoktur. Çünkü sözü edilen eğitim ve öğretim kurumlarına çocuklarını gönderen veliler, çocukların öğrenimlerini dini hükümlere uygun olarak yapmalarını ve onların dini emirlere riayetkâr olarak yetişmelerini istemektedirler.
Kaldı ki, ilk nazarda sadece okul-veli-öğrenci ilişkilerinde olumsuz gelişmelere sebep olabileceği sanılan bu gibi durumlar, genişleyerek toplum vicdanında da rahatsızlıklara sebep olabilir.
Belirtilen sebeplerle, İmam Hatip Liseleri’nin Yönetmeliğinde dinimizin Müslüman kadınların örtünmesiyle ilgili hükümlerine aykırı, Anayasamızın tanıdığı, kişinin temel hak ve hürriyetlerini zedeleyici ve sözü edilen okulların yönetim, eğitim ve öğretim faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyici nitelikte hükümlerin yer almasının uygun olmayacağı mütalaa 0lunmuştur..."

Kuyuya Atılan Taş
Bu gelişmelerden sonra, başörtüsü konusunda genel nitelikteki ilk karar 1982 yılında Üni-versitelerarası Kurul tarafından alındı.
Karara göre üniversitelerde başörtüsü yasaklanıyor, başörtüsü ile üniversiteye giren öğrenciye hangi cezaların verileceği ise belirtilmiyordu.
Bazı yöneticiler kumlun bu kararını heyecanla uygulamaya koyarken, bazı üniversite yöneticileri makamlarına uygun düşmeyen davranışlar içerisine girerek başörtülü öğrencileri sıkıyönetim komutanlığına şikayetle tehdide başladılar.
Kız öğrenciler "Biz okumak istiyoruz. Anayasanın, İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesinin din hürriyeti ve eğitimde hak ve fırsat e-şitliği imkânlanndan yararlanmak istiyoruz" diyerek okullarına gelmeye devam ettiler.
Kamuoyunun da baskısıyla YOK, Üniversitelerarası Kurul kara-nna Türban Kararnamesi" ile esneklik getirdi.

Peki Türban ne?
YÖK’ün getirdiği esneklik üniversiteler arasında farklı uygulamalara sebep oluyor, türbanın ne olduğu tartışılmaya başlanıyordu.
Başlarını örten kızlar yine disiplin cezaları alıyor, yıl kaybediyor, bunalıma giriyor ama basın, üniversite, siyasiler, türban nedir, ne değildir onu tartışıyordu. Kimisi, "Batı ülkelerinde de var" diye olayın özüne inmiyor, çevresinde dolaşıyor; kimi, Hint başlığıdır, diyordu.
Bir kız öğrencinin Samsun Asliye Hukuk Mahkemesine başvurusu üzerine Mahkeme, türbanı giyimci bilirkişilere tevdi ediyor ve "Baş ve boyunu kapatacak şekilde sarılan sarık" cevabını alıyordu.
Bilirkişilerin raporu başörtüsüne karşı olanları tatmin etmedi. Zira boyun ve kulaklar kapatıldığı için bu karar İslâm dininin örtünme emriyle paralellik gösteriyordu. Öyleyse mü-samaha olamazdı...
(h) fıkrası
Herkes türbanı tartışır, mağdur öğrenciler ise Türk ve Dünya kamuoyuna "Lütfen kaplumbağa yumurtasına gösterdiğiniz hassasiyetin onda birini bizim insanca ve serbestçe okuma, öğrenme arzumuza da gösterin" feryadında bulunurken YÖK, Öğrenci Disiplin Yönetmeliğinin 7. maddesine bir (h) fıkrası ekleyiverdi.
Bu fıkraya göre başlarını örterek okumaktan başka bir arzu ve niyeti olmayan kız öğrencilere üniversite kapılan adeta kapatılıyordu. Zira (h) fıkrası başörtülülere cezaya ihtarla başlıyor, okuldan uzaklaştırmaya kadar gidiyordu.
Peki, ne oldu? Bu (h) fıkrası yüzünden başörtülü öğrencilerin bir kısmı okullarından atıldı, kimileri okulu bıraktı, bazılarının devamsızlıktan kayıtları silindi, birkaçı da kaydını don-durarak okulunu bitirmek için müsait zamanı beklemeye başladı.
Meclis Cumhurbaşkanı Mahkeme
Artık, başını örterek okumak isteyen öğrencilerin hak arama mücadeleleri TBMM, Cumhurbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi arasında pingpong topu gibi gidip gelecek, başlar ümitle bu üçlü arasında bir o yana bir bu yana çevrilecektir. TBMM ilk olarak 3503 sayılı
Yasa ile başörtüsüne bir rahatlama getirmek istemiş ancak yasa, Cumhurbaşkanlığı tarafından bir daha görüşülmek üzere iade edildiğinden yürürlüğe girmemiştir. Daha sonra 10.12.1988 günlü; 3511 sayılı Yasa çıkarılacak, Milletin vekilleri, Milletin başörtülü çocuklarının üniversitelerde okutulmalarını sağlayacaklardı. Ancak bu mümkün olmadı. Cum-hurbaşkanı, kanunun iptali için bu defa Anayasa Mahkemesine başvurdu.
Anayasa Mahkemesi kanunu iptal etti. İptal kararına, Anayasa Mahkemesi Üyesi Sayın Mehmet Çınarlı karşıoy verdi.
Çınarlı, gerekçesinde Anayasanın çeşitli maddelerini saydıktan sonra şöyle diyordu:
"Bütün bu hükümlerde kişinin hak ve hürriyetleri esas alınmıştır. Bu hürriyetleri kişinin istediği şekilde kullanması kaide, bu hürriyetlerin bazı zaruretlerle sınırlandırılması istisnadır. Bu sınırlandırmaların ne sebeple ve nasıl yapılabileceğini Anayasanın 13. maddesi göstermiştir.
Bu maddede sayılan sınırlama sebeplerinin hiç birisi dinî inanç dolayısıyla boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılmasını yasaklamaya dayanak olamayacağı gibi, Anayasanın öteki maddelerinde de Kanun Koyucuyu böyle bir yasak getirmeye mecbur edecek bir hüküm yoktur.
Dinî İnanç ve Kanaat Hürriyeti" kişinin mensup olduğu dinin emrettiğine inandığı bir başörtüsü veya türban kullanarak saçlarını ve boynunu kapatmasına izin verilmesini gerektirir. Anayasaya aykırı olan bu "kapatma" hakkını tanımak değil; başörtüsü veya türban kullanan öğ-rencileri hor görmek, tedirgin etmek, derse veya sınava sokmamaktır. Çünkü, Anayasa "Kimse... dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz" demektedir.
Evet, Anayasa Mahkemesi, kararına karşı oyu ile Çınarlı böyle diyordu ama Dini inançlarının gereğini yaparak okumak isteyenlerle, başörtülü kızları başörtüleriyle okutmamak isteyenler arasındaki mücadele devam etti.
1989 yılında TBMM’de yeni bir kanun çıkarılması çalışmaları yapılırken YÖK, Disiplin Yönetmeliğine eklediği, çok canlar yakan (h) fıkrasını nihayet iptal etti. Neden sonra?!...

.. Ve 17’nci Madde
1990 yılında 3670 sayılı kanuna 17. madde eklenerek üniversitelerde kılık ve kıyafet serbest bırakıldı.
Ek madde 17de:
Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile, Yükseköğretim Kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir" deniliyordu. Aynı yasada ek madde 17’yi tamamlayan bir başka hüküm getirildi: "Bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet ile ilgili olarak verilmiş her türlü disiplin cezalan bütün hüküm ve sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkar."
Bir siyasî parti, kanunun iptali için Anayasa Mahkemesine başvurdu. Anayasa Mahkemesi kanunu iptal etmemekle beraber, yorumla başörtüsünün serbest olarak anlaşılmayacağına karar verdi.
Anayasa Mahkemesi bu karara varırken yine çağdaş giyimden bahsetti.
Neticede mesele yine muallâkta denebilecek nitelikte üniversite senatolarına kaldı. Bir kısım üniversiteler kılık-kıyafeti serbest bırakırken, bir kısmı da yasaklamayı sürdürüyor.
Evet, buraya kadar tabiî bir hakkın yılan hikâyesine dönüş öyküsünü sunmaya çalıştık sizlere... Meselenin ’kör bir düğüm" haline gelmesinden zarar gören, acaba sadece bu öğrenciler miydi?...
Devleti Sıyânet Adına
Din ve vicdan hürriyeti ile eğitimde hak ve fırsat eşitliği, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini ve Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesinin en ağırlıklı konularını oluşturmaktadır. Kaldı ki, bu haklar bütün dünya devletlerinin anayasalarında mevcuttur ve T.C. Anayasası da kendi vatandaşlarına bu haklan tanımıştır.
Anayasanın eğitimde hak ve fırsat eşitliği hakkından yararlanarak bin bir maddî-manevî güçlükle liseyi bitiren yüz binlerce gencin arasından üniversiteyi kazanma başarısı gösteren ve yine bin bir zorlukla üniversiteyi basan ile bitiren Hatice’lere, Ayşe’lere "resimleriniz başörtülü" diye diploma vermeyen rektörlerimiz oldu. Okullarını birincilikle bitirdikleri halde, mezuniyet törenlerine alınmayanlar oldu. Bu sebepten ceza alanlar, okullarından atılanlar, okul kapıla-rından kovulan binlerce gözü yaşlı yavrular...
Neticede, mağdur edilen bu öğrenciler yanında, veli ve arkadaş grubuyla, devlete kırgın büyük bir zümre oluştu.
Bir tarafta kendi inanç ve tercihlerini Devletin görüşü olarak sunan insanlar, diğer yanda okumaktan, bilgi ve beceri sahibi olmaktan başka bir hesabı olmayan öğrenciler...
Sadece Başörtüsü mu?
Cumhuriyet kurulalı beri yapıla gelen "kadim" yanlışlık burada da kendini gösterdi. Bir kısım idareciler, madalyonun öteki yüzünü hep görmezlikten geldiler...
Yanlışlık bundan ibaret değildi tabi... Din ve Devleti birbirine karşı gösterme ihtiyatsızlığı, bize çok pahalıya mal oldu. Cumhuriyet kutlamalarında, laiklik ve diğer inkılâplardan söz ederken, geçmişimizi ve dinimizi komikleştirme alışkanlığımız, bazı dindar vatandaşlarımızı küstürmekle kalmadı, onları devlete karşı tereddütlere şevketti.
Bu, devlet hesabına bir taktik hata idi. Bu hatayı devlete yön verenler olarak hep yapa geldik. Laiklik adına konuşurken, laiklik öncesini zemmettik. Atatürk’ten bahsederken, şunları yaptı yerine, şunları yıktı dedik. Harf inkılâbı şapka inkılâbı ve diğer yenilikler için de öyle... Bu yeniliklerin bize kazandırdığı müspetleri anlatmak yerine, onları tabulaştırdık, bir kırbaç yapıp milletin sırtında şaklatıp durduk. Bundan ise dinî hassasiyetler, din adına devlete kırgınlıklar meydana geldi...
4 Kasım 1988 tarihli TERCÜMAN GAZETESİ’ nde yapılan bir değerlendirme, bugün de geçerlidir:
"Endişemiz din için değil, devlet için... Dinin koruyucusu var ve din onu koruyanın murad ettiği yere kadar gidecektir. Stratejik bir coğrafyada, bir gönül işi olan din üzerine hassasiyetler meydana getirmek, dine değil, devlete zarar vermektedir. Kıyı- Diyanet da köşede üç-beş kız çocuğunun başını örtmesi, binlerce yıllık tecrübe temeline oturan güçlü Türk devletine asla zarar vermez. Ama bir ateş çemberi içerisindeki Türkiye’de, ne kadar müşterek değer varsa, hepsini harekete geçirip, o ortak paydalarla bütünlüğümüzü güçlendirmek varken, o bütünlüğü zedeleyecek tutumlara girmek, bizi dağıtmak isteyen istismar odaklarının işine yaramaktadır. Başörtüsü devlete bühtan değil, duadır. Bugünlere o dualarla geldik. Yapmayın, birliğimize, bütünlüğümüze kıymayın..."
O tarihten bu yana köprülerin altından çok sular geçti. Hürriyet ve insan hakları hesabına çok gelişmeler oldu. Bloklar dağıldı, utanç duvar-lan yıkıldı. Ama bazı üniversite kapılarında başörtülü kızlarımız hala gözyaşı döküyorlar.
Aslında ağlayan onlar değil kaderimiz!...
Bekliyoruz: Bu çile ne zaman bitecek ve bu gözyaşları ne zaman dinecek?!..

"CEZA ALANLAR, OKULLARINDAN ATILANLAR, OKUL KAPILARINDAN KOVULAN BİNLERCE GÖZÜ YAŞLI YAVRULAR..."