Makale

PEYGAMBER EFENDİMİZ

DOĞUMUNUN YIL DÖNÜMÜNDE:

PEYGAMBER EFENDİMİZ

Kemal Edîb KÜRKÇÜOĞLU

Yine böyle bir gecenin sabahında, tan-yeri ağarırken ve karanlık, yerini aydınlığa bırakırken, muztarip insanlığın yüzünü güldüren bir çocuk dünyâya geldi. Babası: Kureyş oymağının belli ve temelli bir ailesinden olan Abdullâh cenâbları, annesi: Vehb kızı Âmine Haz­retleri idi. Allâh’ın kulu demek olan Abdullâh’ın bu güneş yüzlü, aydın bakışlı oğlu, Hazret-i İbrahim ocağının sultanî gülü: he­nüz anne karnında iken babasız kalmıştı; Hakk’tan yetimlik berâtı al­mıştı. Ona, daha önce kimseye konulmamış bir ad verdiler; Muhammed dediler.

Hazret-i Âdem, daha yeryüzüne inmeden, kaç nesil sonraki oğ­lunun ününü duymuş, Hazret-i Havva, henüz Cennet’te iken onun şânının âşinâsı olmuştu.

Salât ona, selâm ona;

Olanca ihtiram ona!...

Tevrât’ta yâdı vardı; İncil’de adı vardı. Zâten insanlığın gözü yol­da idi. Haktan batıla sapanları, “Hâlik” i unutup mahlûka tapanları, îmân ve im’ân dışı iş yapanları uyaracak biri gerekti. O: er-geç gelecekti; Vicdân ve iz’ân burcunda bayrak olarak yükselecekti. Bir bayrak ki, yalnız gölgesine giren: kurtulacak, bir bayrak ki, ancak vecdine eren, davâsını deren: saadet ve selâmet bulacaktı.

Salât ona, selâm ona;

Olanca ihtirâm ona!...

O: birer birer hepimizin, ümmet ve millet olarak hepimizin, müslümân ve insan olarak hepimizin Efendisidir; asâletin, necâbetin ta kendisidir.

O: gözlerimizin nûru, gönüllerimizin sürürüdür. Sevgisi: vicdan huzûrudur.

Salât ona, selâm ona;

Olanca ihtirâm ona!..,.

Kur’ân-ı Kerîm’inde, Cenâb-ı Hakk sevgili Resûlüne, o sevgililer sevgilisi büyük Muhammed’e: “Seni, âlemlere ancak rahmet olarak yolladık hitâb ve iltifâtında bulunuyor. (Enbiyâ, 107). Allâh: ona buyurmuş, o da: bize duyurmuş. Âyette geçen “âlemler” sözü: “yaratılan her şey” ma’nâsınadır, Bu i’tibârla Efendimiz’in dünyâya gelişleri, bi’set fermâniyle nübüvvet ve risâlet evcine yükse­lişleri, Kur’ân’a muhâtab oluşları, insanlık yönünde, insânların en önün­de bulunuşları Allah’ın sonsuz rahmetidir. Ne mutlu o rahmetten nasîb alanlara!... Ne yazık ondan mahrum dalâlet hüsranına mahkûm kalan­lara!....

“Kişi sevdiğiyle beraberdir” buyurulmuş. Resûlullâh’ı sevenler: onunla olurlar; onunla olanlar: önlerinde, yönlerinde, yanla­rında ve cânlarında onu bulurlar.

Açtığı, ışık saçtığı yol; hak yoldur, ak yoldur; Hakk’a varacak tek yoldur; yegâne hakikat yoludur; yegâne hidâyet yoludur. Giden: kurtulur. Gitmeyen: bulacağını bulur.

Gösterdiği yön: ikbâl ve i’tilâ yönüdür; medeniyyetin en önüdür. Salâh: orada; felah: orada!...

Öğrettiği dîn: âdetler üstü saâdettir. Tutan halâs bulur. Tutmıyan: ebedî husrân fırtınasına tutulur helak tayfununa yutulur.

Getirdiği Kur’ân: Gerçek inkılâb, gerçek rönesans düstûrudur; medeniyyet kaynağıdır; terakki âmilidir. Kur’ân ehli: fazîlet hâmili, in­sanların en kâmilidir. Kur’ân’la ilgilenen; imân ve irfanla bilgilenir.

Kur’ân: “Söyle, hiç bilenlerle bilmiyenler bir olur mu?” der. (Zümer, 9)

Kur’ân: ilmi tervic, ta’lîme, taallüme tergib, âlimi takdir eder. Bun­dan dolayıdır ki onu biz insânlara tebliğ, eyliyen zât: “İlm pâyesi, pâyelerin en üstünüdür” beyânında bulunur.

Salât ona, selâm ona;

Olanca ihtirâm ona!...

İslâm Dîni: çalışmayı, çalışmaya, alışmayı, kazanıp zengin olmayı, servet husûsunda denizler misâli engin olmayı tavsiye eder. Beşerî ma’nâda fakri, yoksulluğu hoş gören, zenginliği boş gören hiç bir dîni hüküm yoktur.

İslâm Dîni’nin en büyük muallimi, İslâm ümmetinin en büyük mürebbisi: “üst el, alt elden (= Sadaka veren el, hasbelkader sadaka alan, sadaka almak mecbûriyyetinde kalan elden) hayırlıdır.” der. Bütün eller, birer “üst el” oluncaya kadar çabalamak: dînimizin şiârıdır; göz ve öz duygunluğu o şiarın icâbıdır,

“Kanâat: bitmez, tükenmez hazinedir.” buyurulmuş. Şahlanan ih­tirasları kanâat dizginler. Azgınlaşan nefsâniyyeti yine kanâat kös­tekler. Hayât hamlesini ma’nevî tokluk destekler.

Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı azîm’inde: “Bir kerre de azm ettin mi (işe sarıldın mı) hemen Allâh’a bağlan emrini verir Allâh’a bağlanma; yenilmemesiye, yanılmamasıya sağlanmadır.

Tevekkül: meskenete, tenbelliğe uzaktır. Azimsizlik: hayat yolu­na, Şeytân’ın kurduğu, insanlığa ket vurup durduğu korkunç tuzaktır. İslâm Dîni: tevekkülü emrederken azmi şart koşar.

Resû1ullâh’ın işâret ve irşadı ile on dört asra yakın zamândan beri elde edilen dünyevî ve uhrevî başarılar, İslâmî ikbâl, ala­nında kıyamete kadar ulaşılacak merhaleler: beşeriyyetin refahıdır.

Onun mübârek doğum gecesinde, bu mukaddes kandil akşamında bütün bunları hatırlamak: insânlık ve müslümânlık borcumuzdur. Bir borç, ki ödedikçe kudretimiz artacaktır. Resûlullâh’ın izinden ayrılmamak: dünyâda, âhirette yüzümüzü ağartacaktır.

Salat ona, selâm ona;

Olanca ihtirâm ona!....

“Dünyâ: kazanç dünyâsıdır.” derler; doğrudur. Fakat en verimli, en erimli kazanç olarak: “İnanç dünyâsıdır.” İnancı olmıyanın kazancını el götürür, yel götürür, sel götürür.

İnsânı hâdiselerin sağanağından koruyan: dîn sığınağıdır, imân: vâkıalara karşı kalkandır. îrfân: vukuata karşı zırhtır. O kalkanın ar­dına sığınmıyanlar, o zırha bürünmiyenler: mehlekelerle yüz yüzedir.

İslâm Dîni: kuvvetlenmeyi, ferd olarak, cem’iyyet olarak, ümmet ye millet olarak hâzırlıklı bulunmayı İster. Dünyâ şartları: her zamândan fâzla kuvvetli, herkesten çok hâzırlıklı olmayı gerektirir. Bunu ihmâl, hattâ imhâl edenlere hayât: dayanılmaz ıztırâblar çektirir.

Resûlullâh: yiğitlik timsâlidir, 11 asırdan beri İslâm âlemine kılıçla önderlik, kalemle yönderlik eden Türk milleti, kahramân Mehmedçiklerin gazâ ufuklarını, savaş meydânlarını saran, fezâlara va­ran “Allâh, Allâh!...” sesleriyle o yiğitliğin sayısız misâllerini vermiştir. Resû1ullah, bir Hadîs-i şeriflerinde: Türk milletini: “Benî Kântûra: Kantura oğulları” ta’bîriyle takdîr ediyor. Mehmedçiklerimiz, Büyük Muhammed’in bu cihân-değer takdirine olan liyâkatinin imtihanlarını Sırp Sındığı’nda, Niğbolu’da, Varna’da, Büyük Feth’te, Mohaç’ta, Viyana kapılarında, Sivastopol’da, Plevne’de, Domeke’de, Çanakkale’de,. Sakarya’da, Dumlupınar’da... ve nihayet Kore’de yüz aklığıyle geçirmiştir. Târih, buna ebediyyen tanıktır; aksini düşünen; Halik nazarında da, halk nazarında da sanıktır. Bizde bu iman ol­dukça, içimiz Âllâh korkusu, Resûlullâh sevgisi ile doldukça aşmıyacağımız engel, yenmiyeceğimiz güçlük yoktur. Birliğimiz, bir­lik içinde dirliğimiz: her türlü başarının, en feyzli kalkınmanın garan­tisidir.”

Çekinen: düşer; duran: geriler; şaşıran: ezilir. Ferd olarak, cem’iyyet olarak, ümmet ve millet olarak bize yakışan; çekinmek değil, ye­kinmektir, bize yaraşan: durmak değil, hareket karâriyle azmin, sebatın, gayret ve himmetin gülbankini vurmaktır. Bize düşen: şaşırmak değil, Fâtih gibi gemileri sırtlardan aşırmaktır.

Şimdi hepimiz tek yürek ve tek dilek hâlinde Allâh’a yalvaralım; bütün hulûsumuz, bütün ihlâsımızla Resûlullâh’ın mâ’nevi hüzûrunâ varalım!...