Makale

GÜNDEM: ALEVİLİK

Son günlerde gerek kamuoyunda, gerekse basın-yayın organlarında "ALEVÎLİK" Türkiye gündeminin ilk sıralarına getirildi. Konunun bir boyutu da bizi ilgilendiriyordu. Diyanet’in Alevîlerle ilgilenmediği, bu sebeple Diyanet’te "Alevîlik Bürosu" kurulması, camilerden ayrı olarak "Cemevleri" açılması gibi hususlar dile getirildi.
Nedir Alevîlik? Neden belli dönemlerde hep böylesi konular gündeme getiriliyor?
İlgilileriyle, Yetkilileriyle, Dedesiyle, Müridiyle konuştuk. Köylerine, Ocaklarına misafir olduk....


GÜNDEM: ALEVİLİK

YÖNETEN: Hamdi Mert

Süleyman ER
(Dede)
Amasya’nın Uygur Kasabasından 1329 (1914) Doğumlu Süleyman Dede kendisini şöyle tanıtıyor.
"Mesleğim rençberlik. Eski yazıdan ikinci sınıfa kadar okudum. Yeni yazıyı gece mektebinde öğrendim. Askerliğimi jandarma olarak yaptım. Askerden dönünce dedelik sıran geldi, dediler. Köyde 65 kadar delikanlı vardı. Onlara ders verdim. Bu derslerde insanlık nedir, Müslüman nasıl yaşar, Allah’ı nasıl tanır, Peygamberi nasıl sever, Kur’an’ı nasıl bilir, onu öğrettim. 1976 yılında Kerbelâ’ya gittim. Halep’te Zekeriya Peygamberi; Şam’da Yahya Pey-gamberi ziyaret ettim. Şam’ı Şerifte Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) Efendimizin Sakal-ı Şerifine; Hz. Hüseyin Efendimizin türbesine yüz sürdüm. Ehl-i Beytin bacılarını, Muhiddin Arabi’yi selâmladım. Bağdat’ta Abdülkadir Geylâni’yi, İmam Azam Efendimizi, Sama-ra’da Muhammed Mehdi’yi; Musul’da 3 Peygamber Nebiyi; Ne-cef’te Hz. Ali (K.) yi; Gazze’de Şah Velî Hüseyin’i; Kum şehrinde Masume Hatun’u, Nişabur’da Hacı Bektaş Veli’nin Babasının türbesini ziyaret ettim...
Türkiye’ye döndüğümüzde çevre köylerden de ziyaretime geldiler. Alevî köyler de, Sünnî kardeşler de bana Dede derler. Yani Ocakzadeyim, dedeyim. Ecdadım imam Bakır".
SORU: Dede olduğunuzu söylediniz. Yaşadığınız Uygur Kasabasında Alevi vatandaşlar yaşıyor. Çevre köy ve kasabalarda ise Sünnî vatandaşlar... Bir dede olarak, bir sıkıntınız oldu mu?. Sünnî-Alevî vakıası açısından...
CEVAP: Asla... 77 yaşındayım. Yarım asırdır Ocağımızı temsil ediyorum. Kendi cemaatimden gördüğüm saygıyı; aynen Sünnî kardeşlerden de gördüm. Hatta daha fazlasını... Eskiden Kasabamız daha tutkundu. Ama yine iyiyiz, tutkunuz. Çevre Sünnî köylerden ise aynı eski saygıyı - sevgiyi görüyoruz.
SORU: Yani 80 yıla yakın ömrünüzde hiç Alevî-Sünnî ayrımı görmedim mi diyorsunuz?
CEVAP: Alevî; Alevî olduğu için, Sünnî; Sünnî olduğu için aralarında bir ayırım, tefrika olmaz. İnançlarımızı yaşıyorsak, inançlarımızdan kaynaklanan bir aydık olmaz demek isti-yorum.
SORU: Ya Çorum, ya Kahramanmaraş olayları?
CEVAP: Onlar siyasî-onlar ideolojik kavgalar...
Bizi, Alevi - Sünnî olarak toptan üzen hadiseler. Alevîlikle, Sünnîlikle ne alâkası var onların!?
SORU: Dede, şu Alevîlikle -Sünnîliğin tarifini, temel inanç bakımından farkını bir anlatır mısınız?
CEVAP: Temelde bir farkımız yok. Dinimiz İslâm, Kitabımız Kuran, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa. Ahirette dirilip, Mizanın başında hep beraber hesap vereceğiz. Kabirde, Münker-Nekir bize Alevî misin, Sünnî misin diye sormayacak. Dinin nedir, Kitabın hangisidir, Peygamberin kimdir? diye soracak.. Temel inançlarda bir fark yok...
SORU: Öyleyse fark nerede? Detayda da olsa bu fark nereden kaynaklanıyor?
CEVAP: Tarihî hadiseler... Cemel Vakası, Sıffin Vakası, Hakem Olayı... Biraz daha geriye dönersek, Hilâfet ve Biat hadiseleri.. Görülüyor ki, imanın, İslam’ın şartlan ile alâkası yok bunların... Siyasî tercihler... Teferruat konulan... Ama temelde, inançta biriz...
SORU: ibadet dediniz. Namaz, oruç, hac, zekat farz.. Alkollü içkiler, kumar haram... Bunlarda da bir fark yok mu?
CEVAP: Bunlar nasıl soru? Farzda, haramda fark olur mu? Madem müslümanız, farza da, harama da inanmak zorundayız. Yapıp-yapmamak başka... İçki içen de, onun zararını-günahını bilir. Allah’ın emri-yasağı olduğuna inanır, kabul eder. Yasağı yaparsa günaha girer ama, inanmazsa İslâm dairesinden çıkar.
SORU: Aksini söyleyenler var ama... Alevîlikte namaz yok, içki helâl diyen de var.. Şüphesiz siz de bunu duyuyorsunuz...
CEVAP: Duyuyoruz. Duyuyor ve üzülüyoruz. Sanıyoruz ki bilmiyorlar... Belki de başka maksatları var.. Şunu söylüyorum: Bu görüşler, bu yanlışlar bizi asla temsil etmez... Ağzımızın tadını bozmasınlar.. Şunu ilâve edeyim: Bizde bir içki olayı var. Fakat bu bir sembol... Alkollü içki asla değil. Bunu içeriden de yanlış anlayanlar var, dışarıdan da... Bizim bütün problemimiz cehalet.. Bilmemek, öğrenmemek..
SORU: Bir soru daha: Bir kişi dedenin, meselâ sizin elinizi öperse, siz onun günahını affeder misiniz, affedebilir misiniz?
CEVAP: Affeden Allah’tır. Bizim elimizin öpülmesi bir semboldür, saygıdır. Biz herkese dua ederiz ama, kimseyi affedemeyiz. Bizim ümidimizde. C. Hak tarafından affedilmek...
- Teşekkür ediyoruz... Buraya kadar zahmetler ettiniz...
- Asıl ben size teşekkür ediyorum. Bizi davet ettiniz. Bize değer verdiniz. Şimdi Diyanet’i, sizleri daha iyi tanıdık, daha çok sevdik. Ne iyi! Bakınız şu masanın etrafında hepimiz aynı şeyi söylüyor, düşünüyoruz. Hepimiz biriz. Allah birliğimizi dirliğimizi, vahdetimizi, daim eylesin...

Hüseyin ÇELİKCAN
Atatürk Kültür Merkezi Türk Şiveleri ve Rusça Kursu Genel Sekreteri

Hüseyin Çelikcan kendisini söyle tanıtıyor:
Atatürk Kültür Merkezi, Türk Şiveleri ve Rusça Kursu Genel Sekreteri
1936 yılında Çorum ili Merkez Kuşsaray Köyünde doğdum, ilkokulu köyümde, ortaokulu Amasya’da okudum.
Harita Astsubay Meslek Okulunu da Ankara’da bitirdikten sonra Harita Teknisyen Astsubay olarak Harita Genel Komutanlığı’nın çeşitli birimlerinde görev yaptım.
1974 Kıbrıs Harekâtına katıldım. KIBRIS GAZİSİ’yim.
Silahlı Kuvvetlerdeki görevimin gereği olarak güzel yurdumuzun hemen her yerini gördüm.
1978 yılında kendi isteğimle emekliye ayrıldım.
Okuma yazma meraklısı, kültürel konulara önem veren, özellikle İslâm Tarihi ile ilgili konuları araştırmaktan zevk alan bir yapıya sahibim. Çeşitli konularda çeşitli dergi ve gazetelerde makale ve inceleme yazılarım çıkmıştır.
1960’lı yıllardan beri şiir yazarım. Çeşitli yarışmalarda derece alan ve bestelenmiş şiirlerim vardır.
1966 yılında ’SEVDİKLERİM", 1976 senesinde "BİZİM ELLER" adlı iki adet şiir kitabım yayımlanmıştır.
Şiir yazmaya devam ediyorum. Muharip Gaziler Derneği ve kısa adı İLESAM olan TÜRKİYE İLİM VE SANAT ESERLERİ SAHİPLERİ MERKEZ BİRLİĞİ üyesiyim.
Emekli olduktan sonra bazı kuruluşlarda idari görevler yaptım.
Hâlen AKM deki Türk Şiveleri ve Rusça Kursunun Genel Sekreterliğini yapmaktayım.
SORU: Siz Silâhlı Kuvvetlere intisabettiniz. Devlet memuriyetine, Silâhlı Kuvvetlerde başladınız. 21 yıl astsubaylık yaptıktan sonra oradan emekli oldunuz. Türk Ordusundaki 21 yıllık hizmetiniz sırasında herhangi bir güçlükle karşılaştınız mı?
CEVAP: Kesinlikle... Aksine çok güzel hatıralarım var. Ben dinine, geleneklerine bağlı bir kişiyim. Namazımı kılmaya çalışırım, orucumu mutlaka tutarım. Benim bu tutumum, namaz ve orucunda ihmali olan Sünnî arkadaşlar arasında hep takdir gördü. Hayatımın her safhasında takdir gördüm. Bir büroda 6 masada 6 astsubay arkadaş idik. Sadece ben Alevîliğe mensubum... Ama sadece ben orucumu tutuyorum. Sigara dumanlan arasında... Bu yaşayışımla da her zaman iftihar ettim.
SORU: Konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Alevî-Sün-nî vakıasını... Bugünlerde de yeniden gündeme çekilmek isteniyor...
CEVAP: Alevî-Sünnî gerçekliğini gündeme çekmek yanlış. Gündemde tutmak yanlış. Tartışmak yanlış. Başka yanlışlar da var. Alevîlik Diyanet’te temsil edilsin deniyor. Ne kadar yanlış.
Alevilik bir din midir, hayır... Bir mektep midir, hayır... Bir tarikat mıdır, hayır... Öyleyse neyi, nerde, niçin, nasıl temsil edeceksiniz? Bu T.C. Devletinin bütünlüğü ile nasıl bağdaşır? İslâmiyetin bir bütün olması esprisi ile nasıl bağdaştınlır?
Diyanet kimi temsil ediyor? Bütün Müslümanları.. Aleviler Müslüman değil mi? Bu tartışmalar yanlış, çok yanlış!..
SORU: Peki, şu Alevî-Sünnî vakıası (gerçekliği) nereden çıktı o zaman?
CEVAP: Bu herkesçe malûm: Sevgili Peygamberimiz rahatsızlanır, ağırlaşır. Her fani gibi O da bu dünyadan göç eder. Hz. Ali (K.), Hz. Abbas (R.) başta bir grup insan defin işleriyle meşgul olmaktadır. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer’in de (R.) içinde bulunduğu bir Sahabî de, Peygamberimizden sonra ne olacak, O’nun yerine kim geçecek diye Halife nasbiyle uğraşmaktadırlar. Bir tarafta Halife seçilir, diğer tarafta defin meşguliyeti, ye’si, yası sürer.. Definle meşgul olanların seçim işinden, seçim yapanların defin meşguliyetlerinden haberleri yoktur.
Hz. Ali (K.) seçim ve biat olayını duyunca, içinde bir burukluk hisseder. kırılır.
Biat bir süre gecikir. Hz. Ebubekir (R.) de üzerine varmaz.. Nihayet bir gün Hz. Ebubekir, Hz. Ali’yi hanesinde ziyaret eder, konuşurlar, biat meselesi biter...
Şimdi şunu söyleyeceğim: Hz. Ali (K.) Hakka, haklılığa çok önem verir. Hakkı, insanın şerefidir. "Hakkının kıymetini bilmeyen, şerefinin de kıymetini bilmez" diyen o büyük insandır. Eğer Halifeliğin kendi hakkı olduğuna inansaydı, ne pahasına olursa olsun, ihkak-ı hak için mücadele ederdi. O’nun kendisi için aramadığı hakkı şimdi biz mi O’nun adına arayacakmışız?.
Öyleyse Alevîliğin önce adını koyalım. Alevilik ne dindir, ne mezhep.. O bir siyasî tavırdır. Başlangıçta bir siyasî hareketin adıdır.
Sonuç olarak, Alevîler ırkî açıdan ya Üçok’tur, ya Bozok’tur, özbeöz Türk’tür. Din olarak ta Müslümandır. Hz. Ali söz konusu ise, işin içinde Hz. Hasan, Hz. Hüseyin varsa, Zeynel Abidin, Mehdi ve 12 İmam varsa, Hacı Bektaş Veli varsa, bunun adı Müslümanlıktır.
Alevîler Hz. Ali’yi sevdiğine göre, Hz. Hasana, Hz. Hüseyin’e hasret duyduklarına göre. 12 İmama ve Hacı Bektaş Veliye muhabbet beslediklerine göre bütün Alevîler bilsinler ki, kendileri Müslüman’dırlar... Bütün Sünniler bilsinler ki, Alevîler Müslüman dır.. Alevî kardeşlerden "Ben Müslüman değilim" diyen var mı? Varsa, bilsin ki o Alevî de değildir..
SORU : Bir de namaz, oruç konusu var.
CEVAP: Bu da iki yönlü’ Alevîler namaz kılmaz, oruç tutmaz" deniyor. Zaman zaman duyuyorum: "Aleviler içki İçer" deniyor. Şimdi şuradan Sakarya Caddesine doğru bir yürüyelim, içkili yerlerde Sünnî mi çok, Alevî mi? Bakınız, bu benim yaklaşımım bile yanlış.. Şunun için: içki içilmese iyi olur. Namaza, oruca riayet edilse yahşi olur.. İçki içen, namaz kılmayan sadece Alevîler mi?
Meselenin 2’nci, yani madalyonun öbür yüzü ise başka.. Alevî toplumu adına söz edenler.. Alevîlikte namaz yok, oruç yok, içki helâl diyenler. Bunlar Alevîliğe önder olan büyüklerin hayatlarını iyi okusunlar. Hz. Ali, Hz. Hasan-Hüseyin, 12 İmam, Hacı Bektaş Veli.. Hatta da-ha beriye doğru.. Elimde Ali El-Nakî ile ilgili bir kıssa var,. Herkes okusun.. 1 vakit namaz için bile nasıl mücadele vermişler!..
- Teşekkür ediyoruz size... Çok güzel, etkili birlik - vahdet mesajları verdiniz.
- Asıl ben size teşekkür ediyorum. Bu fırsatı bize verdiniz... Bizi dinlediniz... İçimizi döktük... Türklük ve Müslümanlık dersek herşey biter.

Aşık Kul Semaînin şu vasiyeti buluşma noktamız olsun:
"Adem Babamızdır,
Havva Anamız.
Albayrak nişanedir,
İslâm kanımız.
Semaî der, Hak
Muhammed dinimiz.
Allahımız birdir,
Kur’anımız bir."




Nusret HATİPOGLU
M.E.B. Talim ve Terbiye Kurulu Baş Uzmanı

Nusret Hatipoğlu kendisini şöyle tanıtıyor:

1934 yılında, Sivas’ın Gemerek llçesi’ne bağlı Karaözü Köyünde doğdum. Karaözü bugün Kayseri Sarıoğlan llçesi’ne bağlı... Karaözü yüzde yüz Alevî bir köy... Malatya’nın

Hekimhan ve Araban ilçeleri’nden gelme bir soy.. Karaözü’iü olmaktan, Alevî çocuğu olmaktan her zaman haz ve gurur duydum. İlkokulu köyümde bitirdim. Sivas / Yıldızeli İlk öğretmen Okulu’nda 5 yıl okudum. Antalya / Aksu İlk öğretmen Okulu’ndan İlkokul öğretmeni olarak mezun oldum, Sivas/Kangal Sıçan-höyük Köyü’nde öğretmen olarak, 1956 yılında ilk memuriyetime başladım. Sivas ve Kayseri’de öğretmenlik yaptım. 1961 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fesi Bölümünü bitirdim. Kastamonu ilk öğretmen Okulu ve aynı il Abdurrahman Paşa Lisesi’nde öğretmenlik yaptım. Kastamonu Milli Eğitim Müdür Yardımcısı olarak çalıştım. İstanbul Levazım Okulu ve Lüleburgaz’da askerliğimi tamamladıktan sonra, doğduğum köy olan Karaözü Ortao-kulu’na öğretmen olarak atandım. Aynı okulda 7 yıl da müdürlük görevi ita ettim. Bilâhare Hacıbektaş Lisesi Müdürlüğü, Ankara Seyranbağları 50 Yıl lisesi Müdürlüğü ve Ankara 2 Yıllık Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü yaptım Bir süre Ankara Kuşcağız Ortaokulunda Matematik öğretmeni olarak çalıştıktan sonra Talim ve Terbiye Kurulu’na şube müdürü olarak atandım. Halen bu kurulda uzman olarak görev yapıyorum.
SORU: Köyünüze yüzde yüz Alevî Köyü deme ihtiyacı duydunuz. Karaözü’lü olmaktan gurur duyduğunuzu da söylediniz. Köyünüzü de taratır mısınız, nasıl bir köy bu Alevi Köyü?...
CEVAP: Köyümün ilk sosyal yapısı cami imiş. Cami köyle yaşıt yani.. İkinci yapı ilkokul.. 1928 -1929 öğretim yılında açılmış.
Bu yıllarda, düşününüz ki, bugün bağlı bulunduğumuz Sarıoğlan İlçesinde ve çevre ilçeler olan Gemerek ve Şarkışla’da bile ilkokul yok.. Bizde, Karaözü’de var.. 1958 - 1959 ders yılında Ortaokul, 1974 - 1975 yılında ise Lise açılmıştır.
Daha 1944 yılında 100 tane öğretmen yetiştirmiş, Türk irfanına tahsis etmişti Karaözü..
Okuma-yazma oranı yüzde yüzdür. Köyümüzde Sağlık Ocağı, Ziraat Bankası Şubesi, Tanm Kredi Kooperatifi, Ziraat Teknisyenliği var..
Bunlar var da, hırsızlık, zina fuhuş, kan davası – kan gütme, cana-mala namusa tesaddi yok. Niçin yok? İşte bunun için yok. Okulla - cami, imamla - öğretmen, sağlık - ziraat tedbirleri yan yana.. Onun için bizde kötülük bilinmez. Yaz-kış kapılanınız açık.. Alet edavat tarla -bahçe - seki ortada.. Herkes birbirini sever, tanır, sayar..
SORU: Ben şu cami olgusuna da dikkat çekmek istiyorum. Çevrede ilkokul yokken sizde var. Cami de köyle yaşıt.. Çevreye o konuda da örnek ve öncü o zaman.. Biraz anlatır mısınız?
CEVAP: Aynen öyle.. Biz gözümüzü camide açtık. Rahmetli babamı, annemi, köyün olgun yaşta ve ileri gelenlerini hatırlıyorum. Namazlarını topluca camide kılarlardı. Oruç ayı Ramazan topluca karşılanır, yaşanırdı. İlkokul yıllarımı hatırlanın: Sadece köyümüzün halkı değil, civar köylerdeki Alevî kardeşler de Diyanet gelirlerdi, Karaözü Köyü Camiine.. Hatta Sünnî köylerden de Cuma ve Bayramlarda bize gelirlerdi. Nasıl çevre köy ve kasabalar ço-cuklarını Karaözü İlkokulunda okutuyorlarsa, cami ve ibadet konusunda da Karaözü bir merkez idi..
SORU: Bu söylediklerinizden sonra şu köyü görmeye merak eder oldum.. Bugün nasıl Karaözü?
CEVAP: 300 haneli bir büyük köy... İstanbul’da 162 hane;
Ankara’da 125 hane; İzmir’de 86, Kayseri’de 70 hane Karaözü’lü var. Adana merkez de, Tarsus, Mersin ve Antalya’da var. Türkiye’nin her yanında, her iş kolunda Karaözü’lü var. Hepsi de vatanına, milletine bağlı; milletimizin büyümesine gelişmesine tutkun..
Bütün bu doğruların camiden ve okuldan geçtiğine inanıyorum. Daha doğrusu gönül ve kafa sağlığından.. Sevgiden ve bilgiden..
SORU: Siz ömür boyu öğretemem, müdür, öğretim üyesi, her seviyede Türk Milli Eğiti-mine hizmet verdiniz. Şimdi de Milli Eğitimin beyni olan Talim ve Terbiye Kurutandasınız. İs-tikbali nasıl görüyorsunuz?
CEVAP: İyi görüyorum. Çok iyi görüyorum. Öncelikle şu teşebbüsünüz. İstanbul’dan, Amasya ve Ankara’dan Alevî aydınlarını topladınız. Danışıyor, tanışıyorsunuz. Geçmişe ait bir problem görmüyorum. Fakat bugün ülkemizin geldiği noktada, sunî problemler icad ediliyor. Gündeme çekilmek istenen Alevî-Sünnî vakıası da öyle.. Bu bir tarihi gerçeklik.. Batı’da olduğu gibi bizim aramızda kan ve kavga yok. Bugünkü gündemden de, işte böyle diyaloglarla çıkabiliriz.

Bir Türk Aydını olarak size, Diyanete teşekkür ediyorum.


Hüseyin TUĞCU
Mamak İ.H.L Meslek Dersleri öğretmeni

Hüseyin Tuğcu kendisini şöyle tanıtıyor
1959 yılında Emet İlçesi’nin Bahatlar Köyünde doğdum. Köyün adı aslen Bahadırlar olup, yeni yazıya geçişte yanlış okuma nedeniyle Bahatlar olarak geçmiş. Köyümüz Alevî-Bektaşi köyüdür. Çevrede bulunan 4 Alevi köyünden biridir. Bu Alevî köyleri; Şeyh çakır, Merkez Şeyhler, Samrık ve Bahatlar köyüdür. Ayrıca Alpımız (Uzun-çam) ve Köpası (Karbasan) köylerinde de Alevî-Bektaşîler vardır. Köyümüzden iki ilahiyat Fakültesi, bir Gazi Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yönetim Bilimleri Fakültesi, bir de Eğitim Enstitüsü mezunu vardır. Yedi öğrenci İmam - Hatip Lisesi mezunudur. Köyümde cami vardır. Rehber denilen Dede’nin evi aynı zamanda Cemevi olarak kullanılır. Köyümüzden Kur’an Kurslarında okuyanlar da vardır. Seçimlerde hemen hemen her partiye belli oranlarda oylar çıkmaktadır.
İlk ve ortaokulu Emet İlçesinde bitirdikten sonra, liseyi kendi isteğimle ve özellikle ailemin desteğiyle Kütahya İmam-Hatip Lisesinde okudum.
o zamanlar meslek lisesi mezunları üniversitelerin bazı bölümlerine alınmadığı için dışarıdan fark derslerini vererek Kütahya Lisesinden de diplomamı aldım.
İmam-Hatip Lisesi diploması ile Konya Yüksek İslâm Enstitüsü’ne girdim. Enstitünün fakülteye çevril-mesiyle Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldum. İlk tayinim Manavgat İmam - Hatip Lisesine çıktığı halde, ikinci fakülte olarak Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim - Yönetimi ve Planlaması bölümünü kazandığım için göreve Ankara’da başladım. Ayrıca İlahiyat Fakültesinde okuduğum yıllarda Konya-Çumra Akören Kasabası Akcamii’nde iki ay kadar imam-hatiplik görevinde bulundum.
Çocukluğumdan beri görev yapacağım yerin Alevî-Bektaşî toplumundan oluşan bir bölgede olmasını istedim. Hamdolsun, öğretmenlik görevim Ankara Çankaya Dikmen-fiker Mahallesinde, çoğunluğunu Doğu Anadolu (Tokat - Malatya -Elazığ - Erzurum, Sivas’dan) ailelerin bulunduğu bölgede başladı. Akşemseddin Ortaokulunda görev yaptığım 6 yıllık dönemin iki yılı da müdür muavini olarak geçti. Dolayısıyla hem öğrencilerle hem de Alevî-Sünnî velilerle çok samimi ilişkilerim oldu.
Daha sonra Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde İslâm Tarihi Anabiiim Dalında ve aynı anda Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi diploması ile Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Anabilim Dalında yüksek lisansa başladım. İslâm Tarihi Anabilim Dalı için altı ay kadar Konya’ya gidip gelerek derslere devam ettim. Daha sonra bırakarak çalışmalarımı Sosyoloji üzerinde yoğunlaştırdım.
Şu anda master tezimin son aşamasındayım.
1988’de Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığının açtığı sınavı kazanarak bir yıl süreyle Suriye’de araştırmalarda bulundum. Suriye’de Şia’nın kolları olan Nusayrî, Dürzî ve İsmailiyye mezhebinden arkadaşlarla tanıştım, görüşmeler yaptım. Hatta Başkan Hafız Esad’ın yakın köylüsü olan, Nusayrî asıllı ve Şam Üniversitesi ilahiyat Fakültesinde okuyan gençlerle görüştüm. Dünyada sadece Pakistan’da ve Suriye’nin Hama İline bağlı Selemiye Kasabasında mensupları bulunan İsmailî mezhebinden arkadaşlarla Şam Üniversitesi Öğrenci Yurdunda devamlı ilişkiler içinde bulundum.
Suriye’nin Süveyda bölgesinden olup, Şam’da tıp öğrenimi yapan Dürzî gençlerle beş ay kadar yine Üniversite yurdunda aynı odada kaldım.
Bütün Alevî ve Bektaşîlerce kutsal sayılan Hazreti Hüseyin’in Kerbelâ’da kesilen başının getirilip konduğu makamı, Kerbelâ şehitlerinin bir kısmının ve Sahabe-i Kiram’ın bazılarının kabirlerini ve makamlarını ziyaret ettim, bilgiler aldım.
Hazret-i Hüseyin’in kız kardeşi olan Seyyide Zeynep’in kabri civarında yerleşen ve her gün yüzlerce kişinin ziyaret ettiği bölgelerde araştırmalarda bulundum. Özellikle burada Şii İranlılarla ve Şii Afganlılarla sohbetlerim oldu. Afganlıların medreselerindeki Şii yetkililerle görüştüm. Irak Necef asıllı Şii kitapçılardan Şia ile ilgili kaynak kitaplar aldım.
Suriye’den döndükten sonra kendi isteğimle Ankara Mamak İmam- Hatip Lisesinde göreve başladım. Bu arada Aralık 1990’da başlayan ve altı ay kadar süren Kültür Bakanlığının başlattığı "Türk Şiveleri ve Rusça Kursum katıldım. Kursta Doğu Türkistanlıların konuştukları Uygur lehçesini öğrendim. Kurs bitiminde Haziran -1991’de yine Kültür Bakanlığının desteği ve Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığının izni ile kursiyerlerle beraber Gürcistan ve Azerbaycan’a gittim, özellikle Azerbaycan’daki halkla ve ilim adamlarıyla röportajlar yaptım. Onların da Alevî-Sünnî-Şiîlik hakkındaki görüşlerini aldım.
Türkiye’de yüksek lisans ve doktora yapan Iran Azerileri ile halen ilişkilerim sürmektedir.
İkinci Fakülteyi okuduğum yıllarda Tunceli ve Tokatlı Alevî arkadaşlarımla bu konu üzerinde söyleşirdik.
Ağustos 1990’da Nevşehir - Hacıbektaş törenlerinde izleyici olarak bulundum. Gözlemlerimi Eylül-1990’da Haftalık Bayrak Gazetesinde üç hafta süreyle ’Hacıbektaş İzle-nimlerim’adıyla yayınladım.
Ortaokul yıllarında okuduğum Alevîlik-Bektaşîlik ile ilgili pek çok kitabın ve ilkokuldan beri babamın köydeki ve ilçedeki statüsü nedeniyle katıldığım pek çok ’Cem" ’İkrar" ve Düşkünlük törenlerin de etkisiyle İmam - Hatip Lisesinde iken kendimi araştırmaya verdim. Akaid, Kelâm, İslâm Tarihi ve Mezhepler Tarihi derslerini derinlemesine inceledim. İlahiyat Fakültesine girdiğim 1979 yılından bu yana sistemli olarak hem Alevî dedeler ile hem de Sünnî öğretim üyeleri ile yaptığım görüşmeleri düzenli bir şekilde sınıflandırdım, sisteme soktum.
İlahiyat Fakültesinde Lisans tezi olarak "Kerbelâ Olayı sosyolojik ve psikolojik açıdan inceledim. Bunun için Iran, Irak ve Suriye’nin Ankara Başkonsolosluklarda bazı yazarlara mektuplar yazdım.
Eğitim Bilimleri Fakültesinde muhterem hocam, Sosyolog Prof, Dr. Mahmut TEZCAN beyden aldığım bir ödev konusu olarak Bir Bektaşî Köyünde Öğretmen, İmam ve Bektaşi Dedesinin Rolleri" başlıklı otuz sayfalık bir çalışma yaptım.
Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalında yüksek lisansta yaptığım bir seminer çalışmasında "Bir Sosyal Kurum Olarak Bektaşîlikteki Değişmeler" başlıklı araştırma sundum. Halen master tezi olarak "Türk Aile Yapısında Bektaşî Geleneklerinin Yeri ve Bir Bektaşî Köyü" konulu çalışmam devam ediyor.
SORU: Bir Alevi - Bektaşî anne-babanın çocuğu olarak, böyle bir kültür ortamında hatta Cem âyinlerine katılarak yetiştiğiniz halde, niçin İmam-Hatip lisesine gitmeyi ve İlâhiyat Fakülte okumayı tercih ettim.
CEVAP: Ünce. Şuradan başlayayım: Kelimenin özüne bakarsak. "Alevi" deniliyor. Yani Ali’yi seven. Ali’nin yanında olan. ona destek veren anlamında. Ali kim? Önce onu bilmek lâzım. Kısaca İslâm Peygamberinin damadı, amcaoğlu ve soyunun devam ettiricisi. Öyleyse, önce İslâmiyet nedir, bunun içindeki Alevîlik nedir bunun özünü bir öğreneyim düşüncesiyle, meseleye tam anlamıyla vakıf olmak amacıyla işe başladım ve İmam-Hatip Lisesini tercih ettim. Ve Allah’a şükür şu anda meseleyi, mevzuyu sağlam bir şekilde bildiğime kesinlikle inanıyorum.
Alevî-Sünnî olayı, önce dini ve sosyal bir olgudur. Meseleyi kaynaklarından bilmek gerekir. Bilgisi masal ve hikâyelerden ibaret olan Ehl-i Beyt muhibbi bazı dedeler ile, olaya Ateist, Materyalist açıdan bakanların meseleye çözüm getireceğine inanmıyorum. Hele bazı kışkırtıcı basının tamamen yanlış ve kasıtlı yayınlan ile Alevî-Sünnî kardeşliği düşmanlığa dönüştürülmek isteniyor. İşin aslını, özünü bilmek, öğretmek lazım. Ben bu yolu seçtim.
SORU: Şu anda İmam Hatip Lisesi’nde meslek dersleri (Kuran ı Kerim, Tefsir, Fıkıh, Hadis, Siyer-i Nebi, Dinler Tarihi ve Din Kültürü)ni okutuyorsunuz. Bu konuda bir güç-lüğünüz oluyor mu?
CEVAP: Meselenin aslını, her iki yönüyle bilen bir kişi olarak bu konuda hiç bir güçlük ve sıkıntım olmadı. Hastalığı tedavi etmek doktorun görevidir, hasta ölümcül olsa bile.. Alevîlik ve Sünnîlik hakkında bilgisi olmayanların (hem Alevî, hem Sünnî olarak) zaman zaman yersiz ve gereksiz tartışmalara girdiklerini görüyorum Bunlar iki taraf için de üzücü şeylerdir. İki tarafın da eksiklikleri ve hatalarını kaynaklardan öğrenerek ortaya koymalan, bütün güçlükleri ve sıkıntıları ortadan kaldıracaktır.
SORU: Siz, Din ilimlerini öğrendiniz ve öğretiyorsunuz. Eğitim Bilimleri ve Sosyoloji alanında da tahsiliniz oldu. Bilen bir kışı olarak Ak Sünnî vakıası (gerçekliği) hakkındaki görüşünüzü alabilir miyiz? Siyasî, ideolojik yaklaşımlar ve bilmemeye dayanan yönleri ile...
CEVAP: Olay sadece siyasî ve ideolojik boyutlu değil; dinî, ilmî, sosyolojik, psikolojik ve hatta ekonomik boyutlan da var. İster siyasî, ister ideolojik ve dinî olsun olay geçmişte İslâm âlemini yaralamıştır. Emevilerin Ehl-i Beyt soyundan gelenlerle mücadelesi; Abbasilerin kendilerinden destek gördükleri \ie yakın akrabaları olan Ehl-i Beyt soyuna yardımcı olmayıp cephe almaları; Fatımilerin ve Büveyhilerin Selçuklu İmparatorluğuna karşı cephe alışları; İlhanlıların ve Moğollarnın Anadolu içlerine kadar gelip Anadolu Selçuklularını güçsüz bırakmaları; İslâmı yanlış yorumlayan ve şiddete başvuran Batınîlerin faaliyetleri; İran-Osmanlı mücadeleleri geçmişte İslâm Dünyasını ve Müslümanlan devamlı zayıf, güçsüz ve yorgun bırakmıştır. İslâmın insanlığa olan mesajını batıya iletmeyi bir görev sayan Osmanlı, devamlı olarak arkadan hançerlenmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun üç büyük kıtada yüzlerce farklı milletlere ağabeylik yapması, İran tarafından sürekil olarak kösteklenmek istenmiştir. Birlik beraberlik ve ittifak edilen noktalar hep gözardı edilmiştir. Zaman zaman her iki tarafın da haksızlıkları olmuştur. Nadir Şahın Osmanlılarla bu Alevî - Sünnî ayırımını ortadan kaldırmak için yaptığı çalışma ve gayretler devam ettirilememiştir.
Osman Gazi ile Orhan Gazinin, Hacı Bektaş Veb" ile olan ilişkileri devamlı gö zardı edilmiştir. İkinci Beyazıd’ın, Dördüncü Muradın, Sultan Abdülaziz’in, Alevî-Sünnîler için yaptıkları gayretler bir kenara bırakılmaktadır. Hazret-i Peygamberin kendisini ve ordusunu övdüğü Fatih Sultan Mehmed’in -Akkoyunlularla torunu Yavuz Sultan Selim’in Safevilerle yaptığı tamamen siyasî olan, dinî hiçbir yönü bulunmayan mücadeleler devamlı farklı yorumlanmıştır. II. Mahmud’un Batı’daki reform, rönesans ve sanayileşmeyi görerek Osmanlı toplumunun başına bela olan Yeniçerileri kaldırması ve Sultan II. Abdülhamid’in Doğu Anadolu’da oluşturduğu Hamidiye Alaylarının yaptıkları bazı hatalar pireyi deve gösterme şeklinde yorumlanmıştır. Özellikle son dönemlerde, ülkemizdeki bazı siyasi partiler olaya sadece taraftar kazanmak açısından bakmışlardır. Olayın sosyolojik bir gerçek olduğu, dinî, millî, kültürel ve hatta ekonomik karakter taşıdığı gerçeği genellikle arka plâna itilmiştir.
Son zamanlarda bu konuda pek çok yayın ortaya çıkmıştır. Hatta geçen sene Cumhuriyet Gazetesinin yayınlamış olduğu bir tefrikada deniliyor ki; "Son beş yıl içinde 160 civarında Alevilîk-Bektaşilik ile ilgili kitap yazıldı. "Doğrudur, hatta daha da fazladır. Çünkü son bir iki seneden beri yayınlar daha da fazlalaşmıştır. Fakat ne yazık ki bunların bir kısmı Alevîlikle alakası olmayan insanlar tarafından yazılmaktadır.
Çünkü bunda ticari bir kâr vardır . Bazı dergiler Alevîlik-Bektaşîlik ile ilgili yazılarla tiraj artırmaya çalışıyorlar. Yayıncı derginin ön kapağına koyduğu Alevîlik ile ilgili bir resim ile o derginin sayısını fazlasıyla satıyor, birkaç gün içinde o sayıyı bulmak mümkün olmuyor. Tabii ki köşeyi dönenler Alevîler-Bektaşîler değil, genellikle bu yayın organları oluyor. Dertli olanlar başka, kaymağı yiyenler başka Hattâ bir gazete ortaya çıkıyor, ilk sayılarında Alevîlik-Bektaşîlik ile ilgili konular tefrika edilmeye başlanıyor, yani yayıncılar belli bir tirajı önceden garantilemiş oluyorlar
SORU: Siz, Yüksek islâm Enstitüsü’nü bitirdiniz. Şam’a gittiniz, Şeriat Fakültesinde okudunuz. Bu işi derinliğine ele aldınız. Müslümanlığı, Bektaşîliği, Alevîliği, kısaca İslâm Tarihini incelediniz, araştırdınız, tezler hazırladınız. Hangi noktaya geldiniz? Yani, bütün bu araştırmalardan sonra, bir Alevî-Bektaşî aileden, kültürden gelmiş bir kişi olarak, genç bir bilim adamı olarak istikbali nasıl görüyorsunuz?
CEVAP: Şu anda vardığım kesin sonuç, Alevî ve Sünni arasında temelde hiç bir farkın olmadığıdır. Temel aynıdır. Düşünün ki, futbol takınılan var, Fenerbahçe, Galatasaray ikisi de futbol takımıdır. Fakat, taraftardan kaynaklanan, taraftarın biraz aşırılığından kaynaklanan zaman zaman sert tartışmalar olur. Hattâ biz buna rekabetler diyebiliriz. Aslında bu da güzel bir şeydir. Mesela; Trabzon sporla Samsun spor taraftan aynı bölgenin insanları olduğu halde, birbirine girdiği olur. Bunu abartmamak gerekir. Bu durum, aslında, bizim kültür mozayiğimizi oluşturan parçalardan biridir. Yani "Müslümanların ihtilafında rahmet vardır." Hadis-i Şerifi gereğince davranılmalı-dır. Dolayısıyla, hoşgörü ve sevgi bağlan içinde hatalar, yanlışlıklar, ihtilaf gibi görülen şeyler çözümlenmelidir. Aslında Marksist ve Ateist olduğu halde Alevîlik maskesi altında ideolojik yaklaşım ve iddialar var. Diyorlar ki, "Diyanet’te biz de temsil edilmeliyiz." Bunu Alevîler söylemiyor. Bir Alevinin bunu söyleyeceğine inanmıyorum. Bunu Marksistler söylüyor. Bazı çıkar çevreleri söylüyor. Bu kesinlikle yanlış. Suyu bulandırmak istiyorlar. Mesela şu toplantıda 9 kişiyiz. İkimiz Sünnî, diğer iki kişi Alevî. Ne farkımız var? Bu bir: İkincisi; "Bizim için bir Alevî bürosu kurulsun." diyorlar. Bu da yanlıştır. Biz Ehli sün-net veya Müslümanlar olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda bir Hanefî bürosuna da karşıyız, Şafî bürosuna da karşıyız. Bu yanlıştır. Böyle bir şey yoktur ve olmaması gerekir. Yani Diyanet İşlerinin herkese açık olması lazım. Bildiğim kadarıyla. Diyanet Teşkilatında da çok sayıda Alevî-Bektaşî memur ve hizmetliler var. Hattâ merkez teşkilatında tanıdıklarım var. Yakından tanıyorum. Ancak, hiçbirisi siyasî polemiğe meydan vermemek ve ayırım yapmamak için kendilerinin Alevî-Bektaşî olduklarını söylememektedirler. Zaten söylenirse yanlış olur. Hiçbir Sünnî de ben Hanefiyim veya Şafiyim diye ayırım yapmıyor. Bu tahrikçiler Diyanet teşkilâtında Alevî-Bektaşî kökenli imam görmek istiyorlarsa, masa başında konuşmasınlar, gidip köylerde yerinde görsünler. Tabi Müslüman halkın camisine girmeye tenezzül edebilirlerse...
Kesinlikle Alevî bürosu da istemiyoruz, Hanefi bürosu da, Şafiî bürosu da...
Bir de bazı çevrelerin devamlı üzerinde durdukları "Alevîlere baskı vardır." sözü. Böyle bir şey kesinlikle yoktur. Alevî-Bektaşî kökenli vatandaşlardan devlet kademelerinde görev yapan çok sayıda insan var.. Asker, sivil, politikacı.. Tabii ki ehliyetli, liyakatli insanlar bunlar. Bunların içinde bakanlar var, valiler var, emniyet müdürleri var, orduda yüksek rütbeli subaylar var. Bu güzel bir olay. Kesinlikle baskı diye bir şey yok. Baskı söz konusu edilecekse kanaatimce inancını samimi olarak yaşamak isteyenler üzerinde var.. Üniversitede, basında vb. yerlerde var.. Zamanla bu da kalkacak..
Bir iddia da şu: "Bütçeden pay almalıyız, vergide hakkımız vardır." Bunlar yanlış lâflardır. 0 zaman iki gün sonra Nakşiler, Kadiriler ve baş-kalan "Ben de alacağım." derse razı olacaklar mı? Zaten bu sözleri Alevî vatandaş söylemiyor. Sade Alevî vatandaş, kendi adına bu şekilde değerlendirmelerden rahatsız...
Bir de şu var: Cemevleri’nin kurulmasına izin verilsin" deniyor. Zaten bunu engelleyen yok ki! Cemevleri kurulsun tabi. Halkın eğitilmesi anlamında Cemevleri güzel bir şeydir. Fakat Cemevini siyasî açıdan ele almamak gerekir. Cemevine giden Müslüman camiye de gider. Marksistler, Ateistler, camiye, kiliseye ve havraya gitmedikleri gibi, Cemevine de gitmezler.
"Bütçeden pay almalıyız. Vergide hakkımız var" deniliyor. Başkaları da Hak iddia ederlerse buna razı olacaklar mı?
SORU: Bu bilgilerden sonra son sorumuz şu: Problem nasıl sona erer?
CEVAP: Problem olacak bir şey yok. Kanaatimce Alevî-Sünnî ayınmı iddialarını ortadan kaldırmanın bir tek yolu var: Pozitif ve dinî ilimlerin, halkımızın tümüne ve ilmî gerçekler ışığında öğretilmesi.. Bunun içine camideki imam da, Cemevindeki Dede de dahildir.
Anayasamızda yer alan din eğitimine önem verilmelidir. Özellikle ortaokul ve liselerde Türk Tarihi başta olmak üzere, İslâm Tarihi geniş bir perspektifle ele alınmalıdır. İslâm
Peygamberinin hayatı (siyer-i nebi) iyi bilinmelidir. Mezheplerin ihtiyaçtan kaynaklandığı ve herkesin birbirlerinin düşüncesine hoşgörülü davranması gerektiği üzerinde durulmalıdır.
Alevî-Sünnî kardeşliğini hangi platformda ele alacağımızı iyi tespit etmeli, ayrılıklar yerine üzerinde ittifak edilen noktalar ön plana çıkarılmalıdır.
İş ehline bırakılmalıdır. Marksistler ve Ateistler ellerini yakamızdan çeksinler. Biz Alevî müminler ve Sünnî müminler, oturur, kendi işimizi kendimiz hallederiz. Son söz de bu, ön söz de bu, öz söz de.. Kısacası sözün özü bu!..



BİR SORU BİR CEVAP

ALEVİ SÜNNÎ EVLİLİĞİ

İslâmî hükümlere göre, Müslüman hanımların, Müslüman olmayan erkeklerle evlenmeleri caiz değildir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.)in insanlığa tebliğ ve hayatında tatbik ettiği dinî hükümlerin doğru ve gerçek olduğunu kabul eden ve "Müslüman’ım" diyen herkes; kendilerine ister Sünnî, ister Alevî denilsin, Müslüman’dır. Buna göre, İslâm’ın sınırlan içinde bulunan kimselerin, kendilerine ister Sünnî, ister Alevî denilsin, Müslüman hanımlarla evlenmelerinde dinen bir sakınca yoktur. Dinin kesin hükümlerinden birini veya bir kısmını inkâr eden veya söz ve davranışlarıyla dinin sınırlan dışında bulunduğunu ilân ve izhar eden kimselerin ise; kendilerine ister Alevî, ister Sünnî denilsin Müslüman hanımlarla evlenmeleri dinen caiz değildir.
(Din İşleri Yüksek Kurulu Fetvalarından)




Abdülkadir SEZGİN
Diyanet İşleri Başkanlığı Baş Müfettişi

SORU : Dinî literatürde veya geleneklerde Alevî gerçeği nedir?..
CEVAP : Alevî kelimesi Arap-çadır. İslâm âleminde müşterek olarak kullanılan kelimelerdendir. Peygamberimiz Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’nın ümmeti, amcası oğlu ve daha sonra da halifesi olmuş bir İslâm kahramanı olan Hazreti Ali’ye yakın insan demektir.
Buradan hareketle Alevî. Hazreti Ali gibi iyi Müslüman olmak isteyen insan demektir.
Peygamberimiz Efendimiz "Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız, uyunuz, yolunuzu bulur, kurtuluşa erersiniz" buyurmuştur ve Aleviler bu parlak yıldızı kendilerine rehber edinmiş Müslümanlardır.
Bu arada şu hususu da belirtmek istiyorum. Eğer Hazreti Muhammed olmasaydı, ne Alevî ne Sünnî olurdu. Ali de, diğer din büyükleri de Hazreti Peygamber sebebiyle vardır ve aslolan Hazreti Muhammed’dir. Onun içindir ki, Bektaşi, Alevî toplantılarında:
"Muhabbetten
Muhammed oldu hasıl, Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl" denilir.
Ülkemizde yaşayan Alevîler de bu öze bağlı, Hazreti Ali gibi "iyi müslüman" olmak için gayret eden insanlardır.
Fakat Batı bizden fazla çalışmakta ve insanımızı "ateist" yapma ve bölme gayreti içindedir. Bizim kendi insanımıza batılı dostlardan daha fazla sahip çıkmamız lâzımdır.
Piyasada Alevîlik adına konuşan, yazan ve meydanda görünenler genellikle Alevî değildir. Ya eski Marksist’tir. Ya da "ateist" olduğunu söyleyen insanlardır. Bunlar açıktan kendilerinin Müslüman olduklarını da söylememektedirler.
Bir hususu daha açık yüreklilikle söylemek istiyorum: Öldüğümüzde kabir sualleri arasında dinimiz, kitabımız ve Peygamberimiz sorulacak.. "Hangi mezheptensin", "hangi tari-kattansın" denilmeyecektir. Hepimizin adı Müslüman’dır. Müslümanlık vazgeçemeyeceğimiz ortak değerimiz ve dinimizdir.
Bir de Tasavvuf terimi olarak Alevîlik var. Buna göre "Alevî tarikat’lar deyimi vardır ve kullanılması yaygındır. Kadiri, Rufaî, Halveti, Cerrahî, Mevlevî tarikatları ile Bektaşî Ahi ve Gülşanî tarikatları da Alevî tarikatlardandır. Memleketimizdeki en yaygın tarikatlar da bunlardır. Meşhur Nakşî tarikatı ise, hem "Alevî" hem de "Bekri"dir. Yani o da aynen Bektaşî tarikatı gibi. hem Hazreti Ali ye bağlıdır, hem de Hazreti Ebubekir’e bağlıdır. Bu iki tarikatın bu iki kolu Şeyh Yusuf Hemedani’de birleşir. Bu zatın iki öğrencisi vardır. Biri Ahmet YESEVÎ. diğeri Abdülhaluk GOCDÎVANÎ" dir. Bektaşîlik YESEVîden. Nakşîlik’de GOCDİVANÎ’den gelir.
Tarikat, mezhep, din gibi kelimelerin ne olduğu, birbirlerinden nasıl aynldıklan bilinmeden bunlar üzerine nasıl konuşulur?
Bu konularda aydınlanabilmek için, yüzyıl, üçyüzyıl, beşyüzyıl önce bunlar nasıldı diye bakmak ve bu tarih olmuş belgeleri incelemek lâzımdır.
Alevîlikle ilgili ortada görünenlerin hiç bir incelemesi yoktur. Kendi yanlışlarını din veya mezhep sanmaktadırlar, olay bu kadar basittir.
SORU : Sık-sık gündeme gelen bir Ebussuut Efendi fetvası var, buna ne diyorsunuz?
CEVAP : Ben müftülük yaptım. Bu sebeple fetva işini iyi bilirim. Fetva doktor reçetesi gibidir ve sadece reçeteye muhatap kişiyi veya olayı ilgilendirir. (A) hasta için yazılan re-çetenin (B) veya (C) hastaya uygulanması doğru değildir. Ebussuut Efendi fetvası da İran’la yapılan savaş için verilmiş, savaşa izin veren bir fetvadır. Bu olay dışında geçerli değildir. Üstelik Türkiye Alevileri ile ve günümüzle bağlantı kurulması akim ala cağı bir iş değildir. Beşyüzyıl öncesi ile ilgilidir. Tabi bunu kullananlar, hem bu inceliği bilmiyorlar, hem de ihtilaf çıkarmak istediklerinden bunu bir malzeme olarak kullanıyorlar.
Hacı Bektaş Velinin meşhur bir sözü var: İLİMDEN GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR. Halkımız doğru bilgileri öğrendikçe bunlara itibar etmeyecektir. Zaten şu anda Alevîlik adına lâf üretenlerin peşinden giden kendileri dışında kimse de yoktur.
Bu arada son olarak şunu belirtmek istiyorum: Türkiye’de yaşayan ve Alevî, Kızılbaş, Türkmen, Çepni, Tahtacı, Sıraç gibi kelimelerle anılan bütün vatandaşlarımız, Müslüman’dır ve bizim öz kardeşimizdir. Hazreti Ali ve Ehli-Beyt’i sevmeyen bir tek Müslüman yoktur. Bu anlam dikkate alındığında şu cümlenin söylenmesi gerekir
Bütün Müslümanlar Ehl-i Beyt muhibbi (Alevî); bütün Alevîler Müslüman’dır. Yeter ki iman esaslarına inanmış bulunsunlar.
Bu; ekmek, çörek, somun kelimeleri gibi aynı şeyi anlatan farklı kelimeler sebebiyle Türk çocuklarını bölmeye kimsenin hakkı yoktur.











Doç.Dr. Süleyman SARITAŞ
Gazi Üniversitesi öğretim Üyesi

Doç. Dr. Süleyman Sarıtaş kendisini şöyle tanıtıyor:

Amasya’nın Gümüşhacıköy İlçesi Konuktepe Köyü’nde doğdum. Yüzde yüz Alevî olan bir köy.. Gümüşhacıköy’ün yarıya yakını Alevi.. Karışık köyler de var. Bize yakın 6 köyün 4’ü Alevî, 2’si Sünnî köy..
İlkokulu köyümde bitirdim. Dinî bilgilerimi köyde, büyükannem ve dedemden öğrendim. Ortaokulu Gümüşhacıköy’de, liseyi Merzifon’da okudum. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Makina Bölümünden mezun oldum. Aynı bölümde asistan oldum. Bizim üniversiteye bağlı Gaziantep Mühendislik Fakültesinde öğretim üyeliği yaptım. İngiltere’de Doktoramı yaptım. Şu anda Gazi Üniversite-sindeyim.
SORU: Hocam, yüz de yüz Alevi olan bir köye mensup olduğunuzu ve dinî bilgilerinizi aile büyüklerinden öğrendiğinizi söylediniz. Köyünüzü biraz anlatır mısınız? Dinî hayat, Sosyal hayat nasıl köyünüzde?
CEVAP: Ben size iki tablo çizeceğim. Birincisi çocukluğumdaki köyümün durumu, ikincisi ise bugünkü durum.
Bizim çocukluğumuzdaki köyümüzün manzarası şu idi:
Sabah namazına dedemle beraber giderdim. Çocukken babaannemle beraber yatardım. Her akşam yatarken okuyacağım duaları bağıra-bağıra tekrar ettirirdi. Cuma Bayram ve Ramazan günleri ayn bir kalabalık olurdu. Cuma ve Bayram namazına, çevredeki Sünni köyler-den de bizim köye gelirlerdi.
Ramazan Orucu, yazın ekin-harman zamanı bile sayı azalsa da tutulurdu. Teravih namazlarında cami öyle dolardı ki, biz çocuklar ayakkabıların üzerinde namaz kılardık.
Bayram günleri özel bayram yemekleri hazırlanır, bayram sofraları, kurulurdu. Çevre köylerden Bayram namazına gelenler, Sünnî köyler dahil sofralarda ağırlanmadan gönderilmezdi.
Dedem uzun süre muhtarlık yaptı. Anlatırlar ki, bizim köyde hiç karakolluk olay olmazmış. Hatta bu konu merak edilmiş, bir uzatmalı çavuşla iki jandarma bu maksatla gel-mişler. İki yıl kadar kalmışlar. Şu anlaşılmış: Bir anlaşmazlık olduğu zaman. Alevîliğin kendi iç mekanizması, var, o şekilde hallediliyor. Muhtar, ihtiyar heyeti, birkaç köy ileri gelenleri , huzursuzluk çıkaranı çağırıyorlar, konuyu hallediyorlar, saygı var, tutkunluk var, köyün gelenekleri var. Osmanlıyı da ayakta tutan kapalı toplum disiplini idi.
SORU : İki tablodan söz etmiştiniz...
CEVAP : Evet bugüne geliyorum: 12 Eylül 1980 öncesi Çorum olaylarına kadar biz Sünnî-Alevî tefriki diye bir şey görmedik. O olayları da kimlerin meydana getirdiği belli. Açıkça söylüyorum: Marksistler bizi kullandılar.
Türkiye’nin her yanında böyle oldu. Bugün de birileri Alevî-Sünnî diye suni bir ayırım yapıyorsa, kesinlikle altında başka maksatlar var...
SORU Dün olmayan problem bugün var mı demek istiyorsunuz hocam?..
CEVAP : Şöyle var: Gündemde tutmak istiyorlar.. Alevîlik ve Sünnîlik temelde ayrı şeylermiş gibi, bazı mihraklar bunu işliyorlar. Bu bir..
İkincisi, Sünnî kardeşlerden hazan çok ağır tenkitler alıyoruz. Mum söndü, cem vb. konularda... Sanki dinde olmayan kötülükler, yasaklar varmış gibi.. Nedir bu cem, nedir bu mum söndü iddiaları, Allah aşkına doğrusu neyse açıklansın.. Bir işin kendi nezaketi, iç disiplini, tasavvufî derinliği var, bir de bu derinliğin hesapsızca senare edilip-kötülenmesi...
Üçüncü yakınmam da şu: Bizim Alevî kesimde de ağır yanlışlıklar var. Beni en çok rahatsız eden şu içki konusu... Sanki alkollü içki içmek bir ibadetmiş gibi de görülüyor veya gösteriliyor. Bazı Alevî toplantılarında ben bu yanlışı gördüm. İşte Dede burada, aklı erenler var aramızda... Söylesinler... Bu içki ve kadeh konusu asla Kuranın yasakladığı sarhoşluk veren içkiler olamaz.. Bu bir sembol.. İçilen de sarhoşluk veren içki değildi. Bir bidat geliştirilmiş..
SORU: Yani sarhoşluk veren içkilerin haramlığı sizde de kabul ediliyor?
CEVAP: Elbette.. Aksi halde nasıl Müslüman olunur, nasıl Hz. Ali takipçisi olunur? İçen içer o başka... İnançtan söz ediyorum.
Ben Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde bulundum. Şiî-Alevî kökenli yabancılarla da çok bir arada oldum.
Azeri Türklerle.. İran Azerbaycan’ından arkadaşlarla İsmailiye Mezhebi mensuplarıyla.. Bunların hemen hepsi Alevî kökenli.. Anadolu’dan İran’a; İran’dan Afganistan ve Pakistan’a kadar. Hepsinde de İslâm şeriatı ve Kurana dayalı inanç sistemi var... İranlı arkadaşlara soru-yorum. Siz de Alevisiniz. Sizde namaz var mı?" Cevaplan ’Tabi var"... "-Ya içki?" Hemen cevap veriyorlar: "Devlet derhal şunu yapıyor, bunu yapıyor".. Bu derece şiddetli şeyler var...
İçki haramsa 10 kadehi de haram, tek kadehi de... Bu bir dejenerasyon...
Şeriatta, inançlarda kesinlikle bir fark olmadığı kanaatindeyim...
SORU : Siyasî - İdeolojik maksatlardan söz ettiniz. İstikbali nasıl görüyorsunuz?
CEVAP : Efendim, Türkiye bir sıçrama noktasında.. Türkiye mühendisini bırakın, usta seviyesinde bile sanayileşmeyi yakaladı. Artı, dışımızdaki Türk potansiyelini biz görmesek bile, dışarıdakiler görüyor. Avrupa’da ABD’ye karşı bir birlik oluşuyor.
Bu ortamda Ortadoğu-Avrupa arasında ve Karadeniz ülkeleri mihverindeki bir güçlü Türkiye potansiyelinin oluşmasını engellemek istiyorlar... Güneydoğu ve Kürt olayı da, Alevî - Sünnî sun’î problemi de hep aynı maksatla tahrik ediliyor. Maksat, Türkiye’nin büyümesini, sıç-ramasını engellemek...
Herkesin aklını başına alması lâzım. Detaydaki farklılıklar, temeldeki ittifak; Müslümanlık ve Türklük müştereği içerisinde değerlendirilmeli...


Doç. Dr. Mustafa YILMAZKILINÇ
ODTÜ Öğretim Üyesi

Doç. Dr. Mustafa Yılmazkılınç kendisini şöyle tanıtıyor:

1941 yılında Akhisar’ın Sünnetçiler Yatağan Köyü’nde doğdum. Yatağan Köyü hakkında elimdeki bu Bektaşîlik kitabı arkasında bilgiler var... Ve Yatağan Baba zaviyesine ait belgeler.. Bunlardan anlaşılıyor ki, köyümüzde bir zaviye varmış. Tâ İkinci Mahmut zamanından buyana da bu zaviye bir kültür ocağı olarak ilgi görmüş.. İşte ben bu ocakta yetiştim.
İlkokulu köyümüzde, ortaokulu Ankara Yenimahalle Orta Okulu’nda, liseyi İstanbul Kabataş Lisesinde, yüksekokulu İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinde bitirdim. Amerika Birleşik Devletleri’nde İnşaat Mühendisliği Hidrolik dalında master ve doktora yaptım. 1974 yılından buyana Ortadoğu Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışıyorum.
Kendimi daha iyi tanıtmak için şöyle söyleyeyim:
Ben fanatik bir Alevî idim. Her-şeyin fanatiği olur ya işte ben de öyle idim. Anladım ki İslâmiyet’te fanatizm yoktur. Şimdi, Alevîlik lehine de, Sünnîlik lehine ve aleyhine de fanatik düşünmüyorum. Zira fanatizm akl-ı selimi ve objektif düşünmeyi ortadan kaldırıyor.
SORU : Akl-ı selim dediniz. Fanatik de düşünmüyorsunuz. Şu Alevîlik-Sünnîlik konusunu bir değerlendirir misiniz?
CEVAP : İslâmiyetin kaynağı belli: Kuran ve Sünnet... İşe buradan başlamak lâzım.
Bir hadis-i şerif var: "Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessûk ederseniz necat bulursunuz. Biri kitabullah, diğeri Âl-i beyt.." Şimdi hemen Diyanet mensuplan buna itiraz edecekler: "Kuran ve Sünnet" diyecekler. Doğrudur, hadisin o varyantı da var.. Hatta daha başka varyantlan da: "Kuranı bırakıyorum" da var; "Kuran ve Sünneti bırakıyorum"da var; "Kuran ve Âl-i beyti bırakıyorum" rivayeti de mevcut..
İyi düşünürsek, bunların hepsi aynı kapıya çıkıyor. Zira Sünnetin kaynağı Al-i beyttir. (Âl-i beyt tabirine Ehl-i beyt te diyebilirsiniz, ikisi de aynı).. Öyleyse şu sonuç çıkıyor: Sün-net-i seniyyeye sırtını dönen hakiki Al-i beytten olmadığı gibi, Âl-i beyte dost taolmaz.. İşte ölçü bu!.. Biz Al-i beyti seviyoruz. ÂI-i beytten murad ise sünnet-i seniyyedir. Zira Hz. Ali (K.) başını, canını o sünnet için, o kitap için vermiştir.
Bakınız bir önemli husus: Hz. Ali, namaz içerisinde şehid edileceğini (Allahü a’lem) biliyordu. Fakat canını o namaza değişmedi. O, namaz için canını feda etti.
Ölçü bu olunca, yani bu ölçüyle bakınca arada fark kalmıyor. Sünnîler de Alevidir, Alevîler de Sünnî’dir. Siz buna Diyanet olarak itiraz ediyorsanız, "Âl-i beyti sevmiyoruz" deyiniz. Ama Âl-i beyti sevmenin yolu da budur.
SORU : Dediğiniz gibi ise tamam.. Ama aksini söyleyenler de var. Alevîlikte namaz yok, oruç yok. İçki helâl diyenler..
CEVAP : Ben özbeöz Alevî ve Bektaşî bir aileden geliyorum. Köyümüzde bir dede var. Zaman zaman da Hacıbektaş’tan gelirler. Zira biz Hacıbektaş’a bağlıyız. Şimdi size soruyorum: Hacıbektaş-ı Veli ne zaman namazını bırakmıştır? Ne zaman orucunu bırakmıştır? Ne zaman bir damla içki içmiştir?.
Hz. Ali’ye "Kerremellahü vechehû" denilmiştir. Hiç bir sahabiye bu sıfat verilmez. Neden, zira o hiçbir günah işlemeden Müslüman olmuştur. 10 yaşında iken.. Ne puta tapmıştır. Ne içki içmiştir. Tertemizken Müslüman olmuştur. İşte "Masumiyetle oradan geliyor. Tabi masumiyet asıl Peygamberlik sıfatı. Hz. Ali (K.)ye bu manada denilmiş...
Bir kimse Âl-i beyti seviyor, 12 imamı seviyor, yine de içki içiyor, namaz kılmıyorsa, demek sevgide bir eksiklik var. Sünnîler için de, Alevîler için de söylüyorum. Zira iki cema-attan da var bunu yapan.. Namaz kılmıyorsa, içki içiyorsa, günaha girer. Namaz yok, içki helâl diyorsa, işte burada inanç, iman konusu ortaya çıkar ki, ne Alevîlikle ne Sünnîlikle bağdaşır.
Alevîlik ve Sünnîlik konusunu değerlendirmemi istediniz. Temelde fark yok. İnanıyor ve ibadet ediyorsa, ikisi de makbul; inanmıyor ve ibadet etmiyorsa ikisi de mes’ul.. Fark yok
SORU : "Masumiyet" dediniz. Biraz daha açıklar mısınız?
CEVAP : "Masumiyet" bir remz, bir yorum. Yorumu da işte yukarıda verdim. "Mükerrem" oluşu.. Hiç günah işlemeden İslâm’a girişi...
Hz. Ali sevgisinin iki yüzü var. Birincisi, Hz. Ali sevildiği zaman Allah (c.c.) da sevilir. Muhammed (s.a.s.) de sevilir, Kuran da sevilir, İslâm da sevilir... Hem dünyaya, hem Ahirete yönelik sevgi..
İkinci’si Hz. Ali’yi manay-ı ismiyle sevmek. Bu da bir sevgidir. Zatını şahsını sevmek.. Bu sevgi dünyaya yöneliktir.
Biz Hz. Ali’yi ve 12 imamı hem manay-ı ismiyle hem de (ve asıl sevgimiz budur) manay-ı harfiyle seviyoruz. Yani Onun sevdiklerini de seviyoruz. Ve tabiî inandıklarına da inanıyoruz.
İçki içer yine sever, namazı kılmaz yine sever.. İşte burada bir eksiklik var deyişini bundan. Belki de bilmemekten.. O zaman şu akla geliyor: Hz. Ali (K.) nin bir güzel sözü var; "Cahil dostum olacağına, bilgili düşmanım olsun" der...
SORU : Biraz da "Hz. Ali sevgisi" desek?
CEVAP : Suizan etmemek şartıyla kendi şeyhini mehdi bilebilirsin. Yeter ki öbür şeyhlere sebbetme.. Hz. Ali (K.) şah-ı velayettir.
Hz. Ali’nin bir veçhesi daha var: Âli beytin mümessili olması hasebiyle, Nur-u Muhammedîyi temsil eder. Bakınız her namazda son oturuşta "Allahümme salli ala Muhammedin" dedikten sonra "Ve alâ Al-i Muhammedin" diye ilâve ediyoruz.
Ben bunları Alevîlik damarımdan dolayı demiyorum. Biz, siz, hepimiz her namazda bu duayı okuyoruz: "Ve alâ Âl-i Muhammed" diyoruz.
Hz. Ali 4 ’üncü Halife.. Kader bakımından 4’üncü.. Fakat O’nda Nur-u Muhammed, sırr-ı Muhammed saklı.. Bu bakımdan da l’inci.. Hz. Ömer Halifeliği sırasında "Ali olmasaydı, Ömer mahvoluldu" diyor. Ama Hz Ali, Hz. Ebubekir’le harb etmedi. Hz. Osman’la savaşmadı..
Niçin? O şecaat sahibi Ali korktu da ondan mı? Yahut, bugünün deyimiyle çifte standart mı uyguladı? Riyakar mı davrandı? Haşa.. Bir Alevî olarak bunu kabul edemem!.. Kader
O’nu 4’üncü Halife yaptı. Ama her zaman sırr-ı Muhammedi onda kaldı. Onların arasında hiç bir mesele yoktur. O’nun almadığı, aramadığı hakkı ben mi alıp, vereceğim? .. Ona da hâşa..
Onların büyüklüğü karşısında Hilâfet bile küçük kalır.. Kıyamete kadar atapların, mürşitlerin, evliyaların reisi olmuş onlar.
Ortalıkta yanlışlar, yanlışlıklar dolaşıyor. Bunlar bizim yanlışlarımız.. Onların büyüklüğünü küçültmez.
SORU : Son olarak bir diyeceğiniz var mı?
CEVAP : Son olarak diyeceğim şu: Alevîlik Kitap ve Al-i beyte uymaktır. Âl-i beyte uymak, Sünnete uymaktır. Sünnete uymak, Muhammed (s.a.s.) e uymaktır. Yaptığımız şeyler yanlış olabilir. Yeter ki o yanlışı Alevîlik olarak göstermeye kalkışmayalım.


Mehmet YAMAN
İstanbul/Bakuköy Ticaret Lisesi Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmeni

Mehmet Yaman kendisini şöyle tanıtıyor:

"Erzincan’ın Kemaliye İlçesi’nin Ocak Köyü’ndenim. Köyümüze, Düşkün Ocağı derler. Bir türbe vardır: Hıdır Abbas Türbesi... Hacı Bektaş Veli Efendimizin 366 Halifesinden biridir. Hacı Bektaş Veli Hazretleri buyurmuşlar ki: Sen git, Arapgir Dağı’nda mekan tut.. İşte o köy bizim köyümüz..
Türbenin kitabesinde sene fi hicri 675 tarihi var. Bu tarih Osmanlımızın da kuruluş tarihidir.
Köyümüz Alevî Köyü’dür. Kızılbaş Köyü olarak söylenir. Bu bir tabir... Köyün adı 700 yıldır Ocak Köyüdür. Yakınımızda Dutluca Nahiyesi var. Orası da Sünnî Köyüdür. Birbirine kızanlarımız olursa, biz onlara Yezid, onlar bize Kızılbaş diye atışırız... Tatlı-tatlı.. Ama bu bile gerilerde kaldı. Kardeş gibi, kardeşten de ileriyiz.
İstanbul’dan vakit bulup gittiğimde, hem kendi camimizde, hem Sünnî Dutluca’nın camiinde konuşurum.
Köyüm bu.. İlkokul 3’ü köyümde bitirdim. Allah’ın bir veli kulu diye bildiğim bir muhterem zat ki, ahlâk-ı Peygamberî ile mütehallik idi. Elimden tuttu, ilkokulu bitirtti ve beni İmam-Hatip Okuluna vermek istedi.. Niçin İmam-Hatip Okulu, dedim. Köyümüzden böyle okumuş bir hoca çıkmadı, dedi.. Sevindim, İstanbul İmam-Hatip Okulu’nu, peşinden Yüksek İslâm Enstitüsünü bitirdim.
Askerliğimi Ankara Mürted Havaalanında yedek subay olarak yaptım. Asker dönüşü İstanbul Pertevniyal Lisesinde din dersi öğretmeni oldum. Köyümde ortaokul müdürlüğü yaptım. 0 sırada GERÇEKLER diye bir gazete çıkardım. İlk eserlerimi vermeye başladım. İlk kitabım, KARACAAHMET SULTANI yayınladım. İkinci kitabım ALEVÎ-SÜNNÎ KARDEŞLİĞİ adıyla yayınlandı. 3’üncüsü ise, Hacıbektaş Veli Hazretlerinin peşinden MAKALAT’I SEYİT NİZAM HAZRETLERİ.. o da Resulullah Efendimizin nesl-i pâkinden.. İmam Hüseyin Efendimizin torunlarından. İstanbul Silivri kapı’da türbe ve mescidi var. Köyümün Ortaokul Müdürlüğü’nden İstanbul Imam-Hatip Okuluna naklen geldim. 2 yıl serbest çalıştıktan sonra, şu anda Bakırköy Ticaret Lisesi’nde Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenliği yapıyorum.
SORU: Köyünüz bir ocak ve odak köy galiba.. Cami var, türbe var, okumanın kadri-kıymeti biliniyor. Doğru mu?
CEVAP: Dahası var: Ben Kuran harflerini ilkokula gitmeden önce öğrendim. Molla Hasan Efendiden.. Köyde Mahalle Mektebi tarzında bir medrese varmış. Büyükbabam Yamak zade Es-seyyid Hoca Mehmet Efendi Köyümüzün hocası imiş.. Çocuk okuturmuş.. Köy gençlerine eski yazı okutulan bir dc salon vardı. Sünnî köylerden de camiye ve okumaya gelenler olurdu... Özellikle Sünnî-Alevî karışık Kapados Köyünden... İşte öyle bir ocak, sizin tabirle odak köy.. Çevre köylere örnek, adeta bir kültürel merkez..
SORU: Sayın Mehmet YAMAN, orijinal bir şahsiyetiniz ve geçmişiniz var. Alevî - Bek-taşî Köyü’nden din öğrenimine yönelmişsiniz. Güzel eserler vermişsiniz.. İmam-Hatip Okulu ve diğer okullarda İSLÂMİYET’İ öğretiyorsunuz. Niçin din öğrenimi ve niçin din öğ-retmenliği?..
CEVAP: Cevabını kısmen verdim sanıyorum. Köyümüzdeki o büyük zat dedi ki, İmam-Hatip Okulunda okusan da, Alevîliğin aslını-özünü öğrensen.. Bilmeyenler var. Dinimiz nedir bilmiyoruz. Kur’an-ı Kerim nedir, ne diyor, doğru-dürüst okuyanımız bile yok. Arapça bilen yok. Eski yazı bilenlerin nesilleri tükeniyor. Bir de bizden okuyan olsun.
Okuma masraflarımı da köyümüzün Kalkındırma Demeği üslendi. Biz üslenelim dediler. İmam – Hatip Okulu, Yüksek İslâm Enstitüsü. 11 yıl boyunca beni köyüm, köylülerim okuttu.
SORU: Bunca yıl din tahsili yaptınız. Eserler verdiniz. Hangi sonuca ulaştınız?
CEVAP: Efendim, zahir gözü, dünya gözü görmeyen, fakat gönül gözü gören bir Aşık Veysel var... Diyor ki: "Yezit nedir, ne Kızılbaş / Değil miyiz hep bir gardaş / Bizi yakar bizim ataş / Söndürmekdir tek çaresi". Bunu öğrendim.
Bakınız, şu masanın etrafında 7 Alevî, iki Sünnî kişi varız. Bir düşman hücum etti deseler.. Hepimiz birden kalkacağız. El-ele el-Hakka, Yâ Allah deyip, Hızır Aleyhisselâm’ı çağırıp, si-lâhlanmızla, imanımızla o düşmanı kovacağız... Kovduk zaten... Hep böyle yaptık, yapacağız.. Ayrılık yok.. Ayrılıkta hayır yok..
SORU: Son olarak bir diyeceğiniz var mı?
CEVAP: Yapılacak şeyler var. Bunları küçük sitemler olarak kabul edin:
Aşure Günü ülkemizde hep kutlanır. Sünnîler de kutlar, Alevilerde.. Hz.Hüseyin’in, şehit edildiği gün Aşureler pişirilir, konu komşuya dağıtılır. Ne güzel. Televizyonda Mevlâna, Yûnus Emre., hep anılır. Tasavvuf musikîsi çalınır. Bunlar da güzel.. Peki bir de bu Muharremden, Aşureden söz ediliverse!.. Ne olur, şu kadar Ehl-i beyt muhibbi vatandaşın da gönlünü alıverir.
Bunun gibi, Diyanetimiz de vaazlarında, hutbelerinde Alevî kardeşlerin gönlünü alacak ifadeler kullanıverse.
Yapıyor ama, daha çok yapıverse!..
Bakınız camilerde Hz. Ali Efendimizin diğer halifeler ile beraber adı var. Hiçbirinin çocuklarının adı yok da, Hz. Ali Efendimizin çocuktan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in isimleri var.. Bizim Milletimizin Hz. Ali Efendimize büyük muhabbeti, bağlılığı var... Alevî cemaatında var, Sünnî cemaatında var.. Bunu biraz daha işlesek, diyorum.
İstikbali iyi görüyorum şu teşebbüsünüzü, istişarelerinizi takdir ediyorum. Cümlenizi, cümle ümmet-i Muhammedi Huda’ya emanet ediyorum. Yarınlarımız iyi olsun diyorum..