Makale

DEPREM SONRASI BÖLGEDE GÖRDÜKLERİMİZ

DEPREM SONRASI BÖLGEDE GÖRDÜKLERİMİZ

Harun ÖZDEMİRCİ

Milletimizi, büyük acıya boğan depremin olduğu gün, deprem bölgeleriyle irtibat kurma imkanı olamamış, içinde bulunduğumuz asrın en gelişmiş teknolojisi olan telekomünikasyon şebekelerimiz de depreme yenik düşmüştü. Deprem Ankara’da da hissedilmiş, televizyonlardan, çok şiddetli bir depremin yaşandığı duyurulmuştu. 17 Ağustos sabahı Başkanlığa geldiğimizde, hemen acil durum konumuna geçilmiş, Diyanet İşleri Baş- kanımız Sayın Mehmet Nuri Yılmaz, Başkan Yardımcılarını ve birim amirlerini olağanüstü toplantıya çağırmıştı. Bu toplantıda, Başkanlık olarak, ilk etapta acilen yapılması gereken işlemler ile alınması gereken tedbirler görüşüldü ve derhal faaliyete geçildi. Bölgeye gönderilecek yardımların ulaştırılması, bölgeyle gerekli irtibatın sağlanması, planlanan faaliyetlerin organizeli bir şekilde yürütülebilmesi için Başkan Yardımcımız Rıdvan Çakır’ın başkanlığında “Diyanet İşleri Başkanlığı Deprem Kriz Merkezi” oluşturuldu.
Başkanlığımızın deprem sonrası için aldığı tedbirleri ve bölgeye götürdüğü hizmetleri, Sayın Başkanımızın 24 Ağustos 1999 tarihinde yaptığı basın toplantısındaki açıklamalarını ilerleyen sayfalarımızda yayınlayacağımız için burada tekrarlamak istemiyorum. Ancak, bu tekrar bile olacak olsa ifade etmeliyim ki, Başkanlığımız bölgede üzerine düşen görevleri yerine getirmek için Başkanıyla, Başkan Yardımcılarıyla, Daire Başkanlarıyla, Müfettişleriyle, Din İşleri Yüksek Kurulu ve APK Dairesi Uzmanlarıyla, civar il ve ilçelerdeki Müftü ve Din görevlileriyle bu bölgedeydiler. Ve büyük bir fedakarlıkla bölgenin acılı insanlarına hizmet götürme gayreti içerisinde çalışmalarını sürdürüyorlardı.
Başkanlıkta ise başta Başkanımız, Kriz Masası Başkanı ve Üyeler APK Daire Başkanı Ömer Faruk Turan, Dış İlişkiler Dairesi Başkanı Yusuf Kalkan, İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanı Kadir Bozlu, Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdür Yardımcısı ve Genel Müdür Vekili Recep Yıldırım, Şube Müdürü Nurettin Sığınç bölgeden gelen haberleri günü gününe değerlendiriyor ve yapılması gerekenleri Başkanlığımızın tüm personeliyle yardımlaşarak yerine getirmeye çalışıyorlar ve tüm il ve ilçe müftülüklerinin de bu bölgeye yardım temin etmesine öncülük ediyorlardı. Kısacası Diyanet, 80.000’i aşkın personeliyle bu bölgedeki acıları dindirmek ve yaraları sarmak için seferber olmuştu.
Bu çalışmalara, yurtiçinden ve yurtdışından ha- miyetperver vatandaşlarımızın verdiği destek ise her türlü takdirin üzerinde idi. Biz, her acı ve zor günümüzde Devlet ve Milletçe el ele vermeyi, tek yumruk olmayı her zaman başarmış büyük bir Milletiz. Bu hasletimiz bu elim olayda da bütün açıklığı ve gerçekliğiyle ortaya çıkmıştır. Cenab-ı Allah böyle büyük acıları bir daha yaşatmasın ve acılı anımızda ortaya koyduğumuz birlik ve beraberlik şuurundan biz- leri mahrum etmesin.
20-21 Ağustos tarihlerinde, Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Mehmet Nuri Yılmaz, bu büyük felaketten sağ salim kurtulmuş olan vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerini iletmek, yakınlarını kaybetmiş olan vatandaşlarımıza taziyede bulunmak, mahallinde yürütülen çalışmalar hakkında bilgi edinmek ve Başkanlığımız personelince yerine getirilen hizmetlerle ilgili incelemeler yapmak ve ihtiyaçları yerinde tespit etmek üzere beraberindeki bir heyetle deprem bölgesine ziyarette bulunmuştur. Başkan yardımcılarımız Rıdvan Çakır ve Sami Uslu ile birlikte bölgeye giden heyet arasında ben de vardım. Televizyonlardan görüntülerini seyrederken bile dayanılmaz olan manzarayı yerinde görmek daha da dayanılmazdı. Ya bu felaketi bizzat yaşayanlar, onların durumunu satırlara dökmek adeta imkansız. Yaşanmışı görmenin dayanılmazlığı bir tarafa, bu manzaranın her bir karesinde yer alanların çaresizliği, hüznü, yüreklerinde hissettikleri acı ve ızdırabın yüzlerindeki yansıması insanın yüreğini dağlıyor ve iliklerine kadar titretiyordu.
Seyahatimizi karayoluyla yapıyorduk. Bolu’dan Düzce istikametine doğru yol aldıkça depremin ilk belirtileri tahribatın büyüklüğünü bizlere gösteriyordu. Sakarya’ya yaklaştıkça işin vahameti daha da artıyordu. En son 1998’in mayısında geçmiştim Sakarya’dan ve Sakarya benim için çok tanıdık bir şehirdi. Arabamızla şehrin içerisinden Valiliğe doğru yol alırken sağlı sollu enkazlar arasından geçiyorduk. Her bir enkazın başında bir grup insan arama ve kurtarma faaliyetlerinde bulunuyorlardı. Daha önce defalarca geçtiğim sokaklar tanınmaz haldeydi. Biz sessizce ilerliyorduk. Adeta dilimiz tutulmuş, dizlerimizin bağı çözülmüştü. Aracımızın ön koltuğunda oturan Sakarya İl Müftümüz Hüseyin Çınar bize dönerek, “sokaklar kayboldu, Sakarya yerle bir oldu. Yaşadığımız 45 saniyelik dehşetten geriye kalan manzara bu.” dedi ve gözlerindeki yaşı bize göstermek istemezcesine hemen önüne döndü. Yıllık iznini kızının yanında geçirmek için Sapanca’ya gelen Adana Müftümüz İsmet Selim’i kızı ile birlikte, Mecidiye Camii görevlileri İsmail Gümüş ve Yıldırım Ak- bulut’u, 32 Evler Hacı Bayram Camii görevlisi Dursun Yılmaz’ı, fahri görevlimiz Nejdet Ciyra- noğlu’nu, emekli imam-hatip Mevlüt Erdem’i ve Müftülük Hizmetlisi Metin Demir’i kaybettik derken, Müftümüz, Hüseyin Çınar’ın gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Sakarya’nın Akyazı İlçesinden olan ve ortaöğrenimini bu ilde tamamlamış bulunan Başkan Yardımcımız Rıdvan Çakır beyle aracın arka koltuğunda birlikte oturuyorduk. Bir ara ona döndüm. Rıdvan Bey nemli gözlerle, önünden defalarca geçtiği ama şimdi yerlerinde ezilmiş ve dağılmış bisküvi gibi istiflenmiş enkaz yığınları arasında tanıdık bir taş, bir tuğla arar gibi dikkatlice etrafa bakınıyordu.
Valiliğe geldiğimizde Vali Yener Rakıcıoğ- lu’nu, 1967 depreminde hasar gördükten sonra yanlarından takviye yapılmak suretiyle tekrar faaliyete geçirilmiş olan ve belki de bu sayede son depremden hasar almadan kurtulmuş bulunan Valilik binasındaki makamında, alınması planlanan yeni tedbirleri görev arkadaşlarıyla görüşürken bulduk. Başkanımız Sayın Mehmet Nuri Yılmaz bölgeye ziyaretini, burada yürütülen hizmetler ve faaliyetler açısından dakikaların bile çok önemli olduğunu dikkate alarak, çalışmaların aksamaması için Valiliklere bildirmemişti. Vali Bey Diyanet İşleri Başkanını karşısında görünce, “gelişinizi neden haber vermediniz Sayın Başkanım, karşılardık” dedi. Sayın Başkan ise, “şimdi karşılanma beklemeye değil işin bir ucundan da biz tutmaya geldik” dedi. Vilayet binasında Sayın Validen yapılanlar ve ihtiyaçlar hakkında kısa bir bilgi aldıktan sonra Başkanlığımızın hizmet alanı ile ilgili konuların görüşülmesine geçildi. Vali Yener Rakıcıoğlu, başta il müftüsü olmak üzere burada görev yapan din görevlilerimizle, civar illerden takviye edilen din görevlilerinin cenazelerin defin işlemlerinin yürütülmesinde canla başla çalıştıklarını ve bu işlemlerin yürütülmesinde herhangi bir aksaklığa meydan verilmediğini. Başkanlığımızın bölgeye gönderdiği yardımlardan dolayı da teşekkür ettiklerini ifade ettiler.
Başkanımızla birlikte yöre halkına geçmiş olsun demek için, kıyamet sonrasını andıran ve ölüm kokan, enkaz yığınından ibaret sokakları dolaşmaya başladık. Diyanet İşleri Başkanını karşısında gören halk, bir yakınım görmüş gibi hemen ona koşuyor, eline sarılıyor ve “ne yapalım Sayın Başkanım Yüce Allah’ın takdiri, ilahi takdire boynumuz kıldan ince, kaybettiğimiz evlatlarımızı, yakınlarımızı O’nun yüce rahmetine tevdi ediyoruz. Sizden geride kalanlar için yapılacaklara öncülük etmenizi ve kaybettiklerimize ve bizlere dualarınızı bekliyoruz, sizi böyle bir anımızda yanımızda görmek, en büyük tesellimiz, Allah sizler- den razı olsun.” diyorlardı. Bu ise, bizim milletimizdeki iman, tevekkül ve kadere rıza anlayışının en güzel örneği idi.
İKİNCİ DURAĞIMIZ KOCAELİ
Depremde tamamen yıkılmış bulunan Sakarya’daki Tozlu, Mecidiye ve İhsaniye camilerinin önünden geçerek, heyet halinde Kocaeli İlimize hareket ettik. Yol güzergahı ve Kocaeli İlimizde gördüğümüz manzara Sakarya’dan farklı değildi. Enkazlar, enkazlar... Sokaklarda koşuşturan insanlar. Her enkazın başında, acaba canlı var mı ümidiyle seferber olmuş yerli, yabancı kurtarma ekipleri. Vilayet binasına geldiğimizde, tıpkı Sakarya’da olduğu gibi yazılı ve görsel basın mensupları Diyanet İşleri Başkanımızın etrafını sardılar. Artık depremin dördüncü günüydü ve enkaz altından çıkartılan cesetler, kokuşmuş ve parçalanmış vaziyetteydi. Dolayısıyla cesetler yıkanamıyordu. İşte basın mensupları bu konuları bir biri ardına soruyorlardı. Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Mehmet Nuri Yılmaz, “Dinimizin kolaylık dini olduğunu, depremde hayatını kaybedenlerin hükmi şehit olduklarını, yıkanamaz durumda olan cesetlerin teyemmüm ettirilmek suretiyle kefenlenerek defnedilebileceklerini, bunun da imkan dahilinde olmaması halinde yıkanmadan definlerinin mümkün olduğunu, civarda salgın hastalıkların çıkmaması için vakit kaybetmeden, cesetlerin ilaçlanması suretiyle toplu olarak definlerinde de bir beis olmadığını, yaşanan felaketin büyük bir felaket olduğunu” açıklıyor ve Milletçe acımızın büyüklüğünü vurgulayarak, gidenlerin geri getirilmesinin mümkün olmadığım, dünyanın biz insanlar için bir imtihan dünyası olduğunu, Cenab-ı Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’de buyrulduğu üzere mallardan, canlardan, evlatlardan ve ürünlerden eksiltmeyle bizleri denediğini, bizim ise buna sabırla mukavemet göstermemiz gerektiğini, ancak bu depremden herkesin ders almasının lüzumunu, bundan sonra insanların deprem bölgelerinde gereken tedbirleri almak zorunda olduklarını, dinimizin tevekkül dini olduğunu, ama tevekkül için tedbiri de ön şart olarak ortaya koyan bir din olduğunu sözlerine ekliyordu.
Valilik Makamına geldiğimizde, Vali Mem- duh Oğuz, Devlet Bakanımız Haşan Gemici, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Sefa Sir- men ve Kocaeli Milletvekillerinden Ahmet Arkan ile Vali Yardımcıları durum değerlendirmesi yapıyorlardı. Bölgeyle ilgili kısa bir bilgi aldıktan sonra. Başkanımız, Başkanlığımızın faaliyet alanlarıyla ilgili çalışmalardan bir aksamanın olup-olmadığım ve herhangi bir ihtiyacın bulunup-bulunmadığım sordular. Belediye Başkanı Sefa Sirmen ve Vali Memduh Oğuz İl Müftülüğünün organizesinde illerdeki din görevlileriyle birlikte civar illerden gelen din görevlilerinin beş ayrı yerde nöbetleşe çalıştıklarını, defin işlemlerinde herhangi bir aksamanın söz konusu olmadığını ifade ettiler. Başkanlığımızın ilk günden itibaren bölgeye ulaştırdığı, yardım malzemeleri sayesinde kefen, tabut gibi ihtiyaçların karşılanması yanında, uyku tulumu, gıda maddesi gibi yardımlarla da bölge halkının’ ilk andaki ihtiyaçlarının karşılanmasına katkı sağlandığını belirterek Başkanlığımıza şükranlarını bildirdiler.
Burada da halk ve yaralılar ziyaret edildi. Defin bölgeleri gezildi. Cenazelerin çokluğu nedeniyle adeta bir morg gibi kullanılan Kocaeli Buz Pateni Salonu’na gidildi. Televizyonların ilk günlerde gösterdiği yoğun cenazeler yıkanmış ve defnedilmiş olduğundan Buz pateni salonunda 80 kadar cesedin bulunduğu, bunların da bir an önce defnedilmesi için gerekli çalışmaların yapıldığı ilgililer tarafından ifade edildi.
Daha sonra, Müftülük hizmet binası hasarlı olduğundan, Müftülüğün hizmetlerini yürüttüğü Pertev Mehmet Paşa Yeni Cami avlusuna gelindi. Burada İl Müftümüz Hikmet Kutlu, depremle ve deprem sonrası yürütülen hizmetlerle ilgili bilgiler verdi. Kocaeli’nde bulunan Fevziye, Yalı, Veli Ahmet, Dere ve Mehmet Ali Paşa camilerinin büyük hasar gördüğünü, diğer bir çok camide de hasar bulunduğunu anlattı. Şimdiye kadar edindikleri bilgiye göre Körfez İlçesinde müezzin-kayyım olarak görev yapan Zeki Be- yaz’ın eşi ve üç çocuğu ile birlikte, Gölcük ilçesinde görev yapan Kur’an Kursu Öğretmeni Mustafa Taşpınar, imam-hatip Mustafa Kaymak ve müezzin kayyım Salih Sağkol’un da eşi ve çocukları ile birlikte vefat ettiklerini öğrendiklerini, halen enkaz altında bulunan görevlilerimizin de olduğunu söyledi.
Yeni Cuma Camii’nden ayrılmak üzere iken Vakfımızın göndermiş olduğu, ceset torbaları, ilave kefen bezleri ve yardım malzemeleri ulaşmıştı. Bir grup insan bunları caminin içine taşıyordu. Bu kişilerin Bartın ve Zonguldak İllerimizden Kocaeli’ne gönderilen görevlilerimiz olduğunu öğrenince, Başkanımız bu görevlilerimizin gösterdikleri gayret ve çalışmalarından dolayı kendilerine tek tek teşekkür etti.
Bu arada görevlilerimizin sadece defin işlemleri ile ilgilenmediklerini, kriz masasında da görev yaptıklarını, hatta kurtarma ve arama faaliyetlerine iştirak ettiklerini, bir din görevlimizin on kişilik bir ekip oluşturarak kurtarma faaliyetlerinde bulunduğunu, bu faaliyetler esnasında da onun üzerinde insanımızı enkaz altından sağ olarak kurtarılmasını sağladıklarını da öğrendik.
YALOVA YERLEBİR
Geceyi geçirdiğimiz İstanbul’dan feribotla Yalova’ya geçtik. Yalova’ya geldimizde de, durum diğer şehirlerimizle aynı idi. Yine sokaklar kıyamet sonrasını andırıyor ve ölüm kokuyordu. Doğrudan kriz masasının görev yaptığı, şehir stadyumunun yanındaki prefabrik Emniyet Müdürlüğü binasına gittik. Burada Vali Nihat Öz- göl depremin Yalova boyutu hakkında bilgiler verdiler. O günki tarihle, 1666 ölü, 4600 yaralı bulunduğunu, vefat edenlerin cenazelerinin defin işlemlerinin Yalova Müftüsünün organizesinde süratli bir biçimde yürütüldüğünü, bu konuda herhangi bir aksamanın olmadığını diğer Valilerimiz gibi ifade ettiler.
Buradan, seyyar hastanelerin kurulu bulunduğu stadyuma geçildi. Diyanet İşleri B şkanımız buradaki yaralıları ziyaret etd, tek tek yaralılara geçmiş olsun dileklerini iletti. Daha sonra tekrar kriz merkezine dönüldü ve burada Müftümüz Yaşar Yaprak, bu günkü tarihle vefat sayısının Vali Bey’in açıkladığı gibi 1666 olduğunu, bu cesetlerden 1200’ünün yıkanarak, 100’ünün yıkanması mümkün olmadığı için teyemmüm ettirilerek, geri kalanının da yıkanmadan kefenlenerek namazları kılınmak suretiyle defnedildiğini, Civar illerden gelen görevlilerle birlikte defin çalışmalarını hızla yürüttüklerini, dini vecibeleri yerine getirilmeden defnedilen tek bir cenazenin bile bulunmadığını, görevlilerimizden vefat edenin olmadığını, ancak bir çok görevlimizin yakınlarının, eş ve çocuklarının enkaz altında kaldığım ve bu kişilerden ümit kesildiğini, görevlilerimizin buna rağmen kendi acılarını bir tarafa bırakarak, buradaki çalışmalara büyük bir özveri ile katıldıklarını ifade etti.
Başkanımız Mehmet Nuri Yılmaz, burada görüştüğü basın mensuplarına da cenazelerin defin işlemlerinde artık cenazelerin yıkanama- yacak durumda olduğunu ve bu cenazelerin yıkanmadan defnedilmesinde dini açıdan bir mahzur olmadığını tekraren ifade ettiler.

DEPREMİN MERKEZİ GÖLCÜK
Yalova’dan Gölcük’e doğru ilerlerken, geçtiğimiz Karamürsel, Değirmendere birer hayalet şehir gibiydi. Gölcük ise kelimenin tam anlamıyla yok olmuş, sanki haritadan silinmişti. Caddeler, sokaklar birbirine karışmış, her şey ama her şey yerle bir olmuştu. Bina enkazları bile diğer şehirlerdeki enkazlara benzemiyordu. Burası depremin merkeziydi ve deprem en fazla burayı vurmuştu. Depremin ilk günlerinde, ulaşılamayan ve hiçbir haber alınamayan Gölcük maalesef en fazla hasar alan yerleşim biri- mimizdi. Gölcük semalarım artık ceset kokuları sarmıştı. Gölcük adeta büyük savaş uçaklarını bombardıman ettiği bir savaş alanına benziyordu.
Kriz merkezinin görev yaptığı, Gölcük Belediyesi Kongre Salonu’na enkaz aralarından zorlukla gelebilmiştik. Kriz merkezi ana-baba günüydü. Depremzedelere yardım getiren gönüllü kuruluşlar akın akın kriz masasına geliyorlar ve getirdikleri yardımları teslim etmeye çalışıyorlardı. Herkes büyük bir yardımlaşma anlayışı içerisinde koşturuyordu. Diyanet İşleri Başka- nımız bir müddet kriz masası görevlileriyle görüştü ve onlardan bilgiler aldı. Daha sonra Kaymakam Halil Kalan ve Belediye Başkanı İsmail Barış’ın birlikte çalıştıkları odaya geçtik. Burada görevlendirilen Zonguldak Vali Yardımcısı Dursun Ali Şahin, Kaymakam ve Belediye Baş- kanından son çalışmalarla ilgili bilgiler aldık. Verilen bilgiler korkunçtu. Binin üzerinde bina yıkılmış, yıkılan bina enkazında arama ve kurtarma çalışmaları hızla sürdürülüyor.
Bu arada Kaymakamın evinin de yıkıldığını, Belediye Başkanının ise 7 yakınım kaybettiğini öğreniyoruz. Kaymakam Halil Kalan deprem sabahı kendini dışarıya attığını ve bir an önce kriz masasını harekete geçirmek için çaba sarfettiğini, ancak Emniyet Müdürü ile Belediye Başkanına ilk anda ulaşabildiğini, Gölcük’te bir çok kamu görevlisinin de enkaz altında bulunduğunu, haberleşmenin ve ulaşımın kesilmesiyle de ilk günlerde kurtarma ekiplerinin ve yardımların bu bölgeye ulaşamadığını, ama şimdi ise her türlü ihtiyacın karşılanmış olduğunu ifade ettiler.

GÖLCÜK’E İLK ULAŞAN EKİP DİYANET’Tİ
Televizyonlardan deprem üssünün Gölcük olduğunu öğrenir öğrenmez İznik Müftülüğümüzden bir ekibi Gölcük’e sevk etmiştik. Diyanet İşleri Başkanımızla Gölcük’te incelemeler yaparken, İlçe Kaymakamı ve Belediye Başkanı, Gölcük’e dışardan ilk ulaşan ekibin, İznik Müftülüğümüz personeli olduğunu, Diyanet’in burada seyyar mutfak dahil her türlü ihtiyacı karşılamaya hazır bulunduğunu kendilerine ifade ettiklerini söylediler ve Başkanımıza bu nedenle özellikle teşekkür etmek istediklerini bildirdiler. Civar illerden gelen görevlilerin de gayretiyle cenaze defin işlemlerinde herhangi bir aksamanın olmadığını da sözlerine eklediler.
Başkanlığımız, elbette ki bir yardım kuruluşu değildi, ama böyleşine büyük bir felaket karşısında halkın yanında olmayı, onların ihtiyaçlarını imkanlar ölçüsünde karşılamayı şiar edinmişti ve bunun gereklerini de yerine getirmişti. O günlerde bazı basın organlarında, imam bulunamadığından cenazeler dini vecibeleri yerine getirilmeden gömülüyor tarzında yer alan asılsız iddiaların cevabı buraya kadar anlattığımız her deprem bölgesindeki açıklamalarda açık ve seçik ortadadır. Burada Millet ve Devletin her zamankinden daha çok el ele vermesi gerektiği bu günlerde, bazı özel televizyonların münferit bazı olayları ekrana taşıyarak, acılı insanlarımızın o anki durumlarından istifade etmek suretiyle milleti kışkırtıcı yayınlarının nasıl bir sorumsuzluk örneği olduğunu okuyucunun takdirlerine arz ediyorum. Gün tartışma günü değil yardımlaşma günüdür. Gün kışkırtma günü değil, birleştirme, kaynaştırma ve birlikte yaraları sarma günüdür. Her kesimin ve herkesin bu bilinç içerisinde hareket etmesi insani ve milli bir davranış biçimidir. Aksi ya fırsatçılık, ya da gaflettir. İşte bütün bir millet devletiyle el ele vererek yaraları sarma çabasındadır. Ümit ediyoruz ki, bu yaralar en kısa zamanda da sarılacaktır.

DONANMA KOMUTANLIĞINDA
Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Mehmet Nuri Yılmaz, halka geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra Gölcük Donanma Komutanlığı Tabi Afet Koordinasyon Merkezi’ni de ziyaret etti. Burada Donanma Komutanı Koramiral Bülent Alpkaya’ya başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerinde bulundu.
Donanma Komutam Koramiral Bülent Alpkaya, o günki tarih itibariyle subay, astsubay ve er olmak üzere toplam 105 ölü, 156 yaralının olduğunu, 70 kişinin de enkaz altında olduğunu, 336 kişiden ise henüz bir haber alamadıklarını ifade ettiler. Halkın adeta yardım yağdırdığını, ancak ihtiyaç olmayan yardımların ise muhafaza edilemediğini, dolayısıyla gönderilecek yardımların önceden belirlenecek ihtiyaçlar doğrultusunda olması gerektiğini, Gölcük’te gıda yardımına ihtiyaç kalmadığını, daha çok temizlik malzemesi, çocuk maması, çocuk bezi ve sağlık malzemesi gibi şeylere ihtiyaç bulunduğunu belirttiler. Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Nuri Yılmaz da belirtilen ihtiyaçların giderilmesi için Başkanlık olarak katkıda bulunulacağını söylediler.
Donanma Komutanlığından ayrıldık ve harabe şehrin enkazları arasında zorla ilerleyerek İzmit yoluna güçlükle çıkabildik. Son durağımız Bolu’nun Gölkaya İlçesi oldu. Bu İlçede de 200 binanın tamamen yıkıldığını bir çok evin ise hasar gördüğünü 21.08.1999 tarihi itibariyle 72 kişinin ölmüş olduğunu, 250 civarında yaralının bulunduğunu, kriz masasında ziyaret ettiğimiz Kaymakam Recai Akyel’den öğrendik. İlçe Müftümüz Mehmet Sönmezoğlu ise, Cumakırı, Gök ve Fatih camilerinin tamamen yıkıldığını, görevlilerimizden bir kısmının evlerinde büyük hasarların olduğunu, vefat edenlerin arasında Kazım Arslan isimli bir emekli imam-hatibin bulunduğunu söyledi.
Görüştüğümüz idarecilere ve halka geçmiş olsun dileklerimizle buradan da ayrılarak Ankara’ya hareket ettik.

SON SÖZ
17 Ağustos depremi, milletçe hepimizi büyük bir acıya boğmuştur. Yüce dinimiz İslamiyet musibet ve belalara karşı sabretmemizi, bunların imtihan için geldiğimiz şu dünyada bir deneme vasıtası olduğunu, bu imtihandan ise ancak sabredenlerin başarıyla çıkacaklarını beyan etmektedir. Dinimiz sabır dinidir ve tevekkül dinidir. Ancak bu tür hadiselerden ders çıkarmamız ve ileriye dönük tedbirler almamız bu tevekkül anlayışımızı zedelemez.
Bize düşen el ele verip, bu yaraları bir an önce sarmaktır. Her zamankinden daha çok birlik ve beraberlik içerisinde olmaktır. Bu deprem bize gösterdi ki, milletimizin yardımlaşma anlayışı her türlü takdirin üzerindedir. Bu hasletimizin varlığı acılarımızı ve üzüntülerimizi az da olsa dindirmiştir.
Ülkemizin karşılaştığı bu deprem felaketi karşısında tüm dünya ülkelerinin yardım elini uzatmış olması da ayrı bir mutluluk kaynağı olmuştur. Yurt içinden ve dışından depremzedelerin yardımına koşan, adeta yardımlaşmada yarışan herkese buradan şükranlarımızı sunuyoruz.
Milletimizin başı sağ olsun, Yüce Allah bu aziz millete böylesine acıları bir daha yaşatmasın.

Röportaj:

DİYANET İŞLERİ BAŞKANI MEHMET NURİ YILMAZ:

"Takdire karışamayız, ancak tedbirli olmak zorundayız."
Sayın Başkamın, bildiğiniz gibi 17 Ağustos sabahı bütün ülke yasa büründü, çok şiddetli bir deprem felaketi ile karşı karşıya kaldık, on binlerce insanımız enkaz altında kaldı. Vefat edenlerimiz, yaralılarımız var. Bütün Türkiye kan ağlıyor. Depremle ilgili bir değerlendirme alabilir miyiz?

Bu sarsıntı, diyebiliriz ki son yüzyılın en büyük sarsıntılarından birisi olmuştur. Cenab-ı Hakk ölenlere rahmet eylesin. Memleketimizi, bütün insanları bu tür felaketlerden korusun. Zelzele hakikaten çok korkunç bir şey, Kur’an-ı Kerim de kıyametten önce bir zelzeleden söze- dilir. “Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının, kıyamet zelzelesi şüphesiz büyük bir şeydir. O gün bu sarsıntının şiddetinden ve dehşetinden emzikli kadınlar çocuklarını bırakacaklar, hamile olan kadınlar çocuklarını düşürecekler.. İnsanları o günde sen sarhoş görürsün ama onlar sarhoş değildirler.” Bu deprem felaketinde de bunu müşahede ettik. Deprem bölgelerinde gezdiğimiz yerlerde insanların dehşete kapıldıklarını, sarhoş gibi dolaştıklarını gördük, şok içerisine girmişler. Tabi çok büyük bir afet, çok büyük bir felaket. İnsan bu felaket karşısında kendisini, şuurunu kaybediyor, şoka giriyor. Allah böyle bir afetle bizleri imtihan etmesin. Bu İlahî bir takdirdir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Yüce Mevla kainatı yaratırken bazı yerleri zelzele bölgesi olarak halk etmiştir. Bu bölgede yaşayan insanların bu tür felaketlere maruz kalmaları kaçınılmazdır. Biz takdire karışmayız, takdir bizim mechulumüzdür. Ancak insanlar tedbirli olmakla yükümlüdürler. Nitekim Kur’an-ı Ke- rim’de: "Ey inananlar, tedbirinizi alınız" buyurulmuştur. Afet bölgelerinde yaşayan insanlar! tedbirli olmak durumundadırlar. Ben vatandaşlarımızı veya herhangi bir kimseyi suçlamak istemiyorum. Ancak bizim dinimiz tevekkülü, teslimiyeti emreden bir dindir.
Yalnız tevekkülü, teslimiyeti, takdiri tedbire bağlamıştır. Allah’ın yazdığı mutlaka zuhura gelecektir. Ömür bitince herhangi bir şey vesile olacaktır. Bu hastalık olabilir, deprem olabilir, suda boğulma olabilir. Bir hikmet noktasından bakıldığı zaman, Kur’an ayetlerine de baktığımız zaman durum böyledir. Ancak biz kul olarak yine Kur’an-ı Kerim’de emrettiği şekilde takdire rıza göstermekle birlikte, tedbir almak mecburiyetindeyiz. Depreme dayanıklı binalar yapılmalıydı. Nitekim Japonya’da görüyoruzJaponlar depreme dayanıklı binalar yapıyorlar. Bizim ülkemizde deprem bölgelerinde, şayet söylendiği gibi çok sayıda binanın yıkılması müteahhid hatası ise, malzemeden çalınması veya diğer kusurlar sebebiyle bu binalar yıkılmışsa, bu insan hayatına kastetmektir. Ölüme sebebiyet vermektir. Bu insanları bağışlamak, affetmek doğru değildir. Buna göre mevzuat çıkarılmalı kanun yapılmalı ve her eline müteahhit belgesi alana da izin verilmemelidir. Yani devlet bu hususta üzerine düşeni gereği gibi yerine getirmelidir. Bu bir tedbirdir.
Ayrıca oradaki insanlar daha önce de uyarılmalıdır. Deprem anında nasıl hareket edilmesi gerektiği yönünde eğitilmelidirler. Uzmanlar yetiştirilmelidir. Orada şunu müşahade ettik. Amerika’dan, Fransa’dan, Belçika’dan gelen insanlar teknik olarak gayet hassas şekilde titizlik göstererek kurtarma çalışmaları yapıyorlar. Kamera ile tespitlerde bulunuyorlar. Enkaz altında bulunan canlının yerini tesbit ettikten sonra çalışmalar başlatılıyor ve öldürülmeden insanları çıkarmayı başarabiliyorlar. Bu tekniğin bizde de olması lazım.
Tek kelimeyle yani ilmin, dinin emrettiği şekilde önlemler alınmalıdır. Hiç değilse bu bizim için bir ders olmalı. Bundan sonra da bu tedbirler artık ihmal edilmemeli, çünkü insan hayatı çok önemlidir. Allah Teala şu kainatı insan için yaratmıştır. Dinimiz insan hayatına o kadar önem veriyor ki, bir cana kıyan bütün insanlığa kıymış gibi oluyor. Bir can kurtaran bütün insanlığı kurtarmış gibi oluyor.
Böyle bir afete maruz kalmış olan vatandaşlarımıza sabır tavsiye etmekten başka çaremiz yoktur. Çünkü başka yapılacak bir şey yoktur.
Sayın Başkanım, birlikte deprem bölgesini gezdik. Daha önce de televizyon programlarında seyretmiştim. Bizim insanlarımız depremde yakınlarını kaybetmiş; bunu bir takdi- r-i ilahi olarak görüyor ve sizin de belirtiğiniz gibi sabretmekten başka yapılacak bir şeyin olmadığının bilinci içerisinde. Ben burada bir konuya daha değinmek istiyorum. Milletçe biz elele, gönül gönüle verdik. Bu acıyı paylaşmak için Türkiye’mizin her tarafından insanlarımız koşuyorlar. Ama bu deprem haberlerinin verilişi esnasında o acıyı devlet millet bütünleşerek paylaşmak yerine, bazı yayın organlarında insanların acılarına daha çok acılar katabilecek, birtakım devletle ilgili olsun, oradaki yapılan hizmetlerle ilgili olsun bir takım kışkırtıcı yayınlarda bulundular. Böyle bir anda bu tür yayınları nasıl değerlendiriyorsunuz?
O fevkalede yanlıştır. Orada görüldü ki devlet elinden gelen her türlü gayreti gösteriyor. Bütün kurum ve kuruluşlarıyla. Ancak felaket çok büyük. Erzincan depremi gibi değil. Birçok illerimizde, ilçelerimizde, köylerimizde, muhtelif yerlerde öyle bir felaket insanları perişan etmiş. Böyle bir durumda devletin yanında olmak gerekir. Halkı tahrik etmek veya vatandaşın şokun tesiriyle feryat ve figanını televizyona intikal ettirip hiçbir şey yapılmıyor, hatta cenaze namazı bile kılınmıyor, doktor yok, hemşire yok, gıda yok vs. gibi bunu bütün insanların gözünün önüne teşhir etmek yanlış birşeydir. Böyle bir durumda devlet millet elele vererek yaraları sarmaya çalışmalıdır. Ve bugün de yapılan budur. Hepimiz de takdirle karşılaşıyoruz, yani depremin olduğu günden itibaren bütün kamu kurum ve kuruluşları orada. Devlete yardımcı olmak gerekir. Ama maalesef üzülerek ifade edeyim ki bazı özel televizyonlar halkı tahrik etmek için elinden gelen herşeyi yapıyorlar. Bu fevkalede yanlış birşey.
Sayın Başkanım, bu deprem haberi ülkeye duyurulduğu andan itibaren ülkemizin her yerinden yardım yağmaya başladı, herkes o bölgeye koşmaya, adeta yardım götürme yarışı içerisine girdi. Hatta gezimizde de gördük ki yiyecek türü yardım oldukça fazla gönderilmiş. Tabii milletimizle birlikte kamu kuruluşlarının da yardımları var. Daha ziyade bu deprem anından itibaren almış olduğunuz tedbirler, götürdüğümüz yardım ve hizmetler hakkında bilgi almak istiyorum?
Zelzele bölgesine anında ulaşmak mümkün olmadı. Telefonlar yok, haber almak mümkün değil. Yollar kapalı ve böyle bir anda deprem sabahı deprem ekiplerimizi göndermeye başladık. Ekiplerimiz, müfettişlerimiz, uzmanlarımız oraya ulaştı ve bize haber gönderdi. İlk iş olarak böyle bir durumda cenazelerin gömülmesi meselesi ön plana çıkıyor. Biz de hemen civar il ve ilçelerden görevliler gönderdik. Mesela 50 civarında din görevlisini Gölcük’e gönderdik, çünkü oradaki görevlilerimiz de o şoku yaşıyorlar. Bir kısmı enkaz altında. Şu ana kadar 20 civarında imam hatibimiz aileleriyle birlikte vefat etmişlerdir. Müftülerimiz bu şoku yaşamıştır. Onun için hemen acilen görevliler buradan oraya gönderildi ve defin işlemleri başlatıldı. İddia edildiği gibi defin işleri yıkanmadan, kefenlenmeden yapılmış değildir. Sakarya’ya, Gölcük’e, Yalova’ya gittik ve gördük ki, cenazeler dinî vecibelere uygun olarak yıkanıyor, kefenleniyor ve defnediliyor. Ancak bazı cenazeler kokmuş bir hale gelmişlerdir. Bunu biz gözlerimizle gördük, maskeyle bile yaklaşmak mümkün değil. Böyle bir durumda dinimiz yıkanmadan gömülmelerine izin vermiştir. Ve insan sağlığı dinimizde çok önemlidir. Ölen ölmüştür, hiç değilse hayatta olan insanlar, huzur içerisinde yaşasın, salgın hastalığa maruz kalmasın. Bu düşünceyle cenazenin yıkanmadan defnedilmesine, hatta kefenlenmeden elbiseleriyle defnedilmesine müsade etmiştir. İslam dini insanların gücünün fevkinde birşeyi teklif etmez. Böyle bir durumda dinimiz bunları şehit hükmünde saymıştır. Gerçi hakiki şehitlik ayrıdır. Hükmi şehitlik ayrıdır. Bunlar sevap bakımından şehit sayılırlar, bu şekilde defnedilmelerinde hiçbir mahsur yoktur. Bunları biz televizyonlarda söyledik, basına da intikal etti. Ancak yine bazı vatandaşlarımız cenazelerini o kokmuş halde alıp köylere götürüyorlar, yıkanmasını istiyorlar. Bunlara müsade etmemek lazımdır. Onların acılarını biliyoruz ve onları kınamıyoruz, ancak yaptıkları dini açıdan çok yanlıştır. Eğer cenaze kokmuşsa, sağlık açısından dokunmak, yaklaşmak mümkün değilse, o haliyle defnedilmesi lazımdır.
Zaten enkaz altında uzun süre kalan cenazeler parçalanmış oluyor. Su dokunduğu zaman dağılma ihtimali var.
Su olmayan yerlerde mümkünse teyemmün ettirilsin diye görüş bildirdik. Nitekim Yalova’da ve diğer illerde bir kısım cenazelere teyemmüm yaptırılarak defnedildi. Ancak teyemmümün de yaptırılması mümkün olmayan, çok perişan durumda cenazeler var. Parçalanmış, baş kopmuş, beden ayrılmış. Böyle cenazelerle de karşılaştık. O şekilde gömülmesinde dini açıdan hiçbir mahzur yoktur.
Bir de o yerdeki vatandaşlarımızın özellikle üzerinde durduğu bir konu var. Genel sağlık açısından cesetler belirli bir süre kaldığında kokuşması ve burdan çıkacak salgın hastalıklara sebebiyet verecek mikropların önlenmesi için dezenfekte edilmesinden, kireçlenmesinden tedirgin oldu vatandaşlarımız.Normal hallerde cenaze yıkanır, kefenlenir, tabuta konur, musalla taşına getirilir ve namazı kılınır. Ama şimdi bir zorunluluk hali yaşanmaktadır. Böyle bir durumda dinimiz yıkanmadan elbiseleriyle taaffün eden cesetlerin gömülmesine izin vermiştir. Cesetlerin ilaçlanmasında, kireçlenmesinde de bir sakınca yoktur.
Sayın Başkanım, televizyonlarda açıkladınız. Yoğun cenazeler olunca mezar bulmada da sıkıntılar çekildi. Bazı bölgelerde özellikle Yalova gibi yerlerde toplu defin işlemleri yapıldı. Bu konuda da cenaze sahiplerinin tedirginlik gösterdiklerini gözledik. Bu konu ile ilgili bir açıklama yapar mısınız?
O konuda da açıklama yaptık. Bir kişi bir yere gömülür. Ancak yine zorunluluk halinde birkaç kişinin bir mezara defin edilmesinde dini açıdan hiçbir mahzur yoktur. Hele bu defin edilenler yakını ise. Diyelim bir adam çocuğu ile birlikte vefat etmiş. Onun, çocuğuyla birlikte aynı mezara gömülmesinde hiçbir mahzur yoktur.
Ben bu konunun üzerinde biraz daha durmak istiyorum, yeterli sayıda din görevlisinin gönderilmediği, dolayısıyla cenazelerin bekletildiği, zamanında defin işlemlerinin yapılamadığı, cenaze yakınlarının mağdur edildiği gibi iddialar sözkonusu oldu. Belki birtakım münferit hadiseler ekrana getirildi. Özellikle kefen gibi cenaze malzemelerinin ulaştırılmasıyla, görevlilerin buralarda bulundurulmasıyla ilgili iddialar hakikaten bir eksiklikten kaynaklanıyordu. O bölgelerde dolaştınız, kriz masasından da bilgiler aldınız. Bu konudaki değerlendirmeleriniz nedir?
Müftülerimiz, Diyanet, herkesden önce buraya geldi diye ifadelerde bulundular. Gölcük’te kriz masasına uğradığımızda, hiçbir kimse bu bölgeye ulaşamamışken İznik Müftülüğümüz elemanlarının bölgeye geldiğinde, kriz masasına ulaştıkları, ne yapılması lazımsa Diyanet İşleri Başkanlığı olarak yardıma hazır bulundukları, hatta seyyar bir mutfak bile kurabilecekleri belirtilmiştir. Sayın Kaymakam ve belediye başkanı teşkilatımız adına ayrıca bize bir teşekkür de bulunmuştu. Biz depremi öğrenir öğrenmez hemen kefen göndermeye başladık. 60.000 m. kefen ulaştırdık ve civar il ve ilçelerden din görevlileri hizmet için gönderildi. Bir çok yerde cenazeler yıkanıyor ve kefenlendi, defnedildi. Daha evvel cenazelerin konduğu buz pateninin olduğu yere gitmiştik, orada bir günde 512 cenaze yıkanmış ve defnedilmiştir. Herhangi bir sıkıntı olmadı. Yalnız yollar kapalı olduğundan bölgeye biraz zor ulaşıldı. İkinci günü din görevlilerimiz oraya gittiler ve hizmete başladılar. Ancak Gölcük’te gördüğümüz manzara diğer illerden farklı bir durum arzediyordu. Orada cesetler kokmuş, dolayısıyla yıkanmaları mümkün değildi. Toplu halde mezalara gömülüyor ve mezarlıkta cenaze namazları kılınıyordu.
Sayın Başkanım, bu cenazelerle ilgili yürüttüğümüz hizmetlerin dışında Başkanlığımızın hemen depremin ilk gününden itibaren bölgeye götürdüğü diğer yardım malzemeleri de var. Onlardan da bahseder misiniz?
Evet, tabii ilk saatlerde haber alamadığımız için bölgenin ne tür ihtiyaçları olduğunu bilmemiz mükün değildi. İlk etapta 5 bin civarında uyku tulumu gönderdik, maddi ve manevi elimizden gelen her türlü yardımı yapmayı kendimize şiar edinmiş bulunuyoruz. Yurtdışında ve yurtiçinde yardım kampanyası başlatmış bulunuyoruz. Bundan sonra vatandaşların ihtiyaçları çok olacaktır. Belki okulların büyük bir kısmı yıkılmıştır. Camiler yıkılmıştır. Zaten evlerin % 60 % 70’i yıkılmış durumda, bunun için vatandaşlara elimizden gelen her türlü yardımı yapmak görevimizdir. Depremde gördük ki halk bir birine kenetlenmiş durumdadır. Her taraftan yardım yağıyor. Ancak bu yardımların planlı bir şekilde yapılması lazımdır. Yani kriz masasıyla görüşülmesi gerekir. Yine deprem bölgesinde şuna rastladık; her taraftan gıda maddeleri geliyor, bunları koyacak yerleri yok, depolama imkanı yok, zayi oluyor. Her yerden ekmek gönderiliyor. Ekmeğe şu anda fazla ihtiyaç yok. Bu milli serveti israf etmeye de hakkımız yok. Ayrıca çocuk bezine ihtiyaç var. Bunları temin ettik, gönderdik, battaniye gönderdik, bazı müftülüklerimiz elbise gönderdiler. İhtiyaçlara göre vatandaşlarımızı aydınlatıyoruz. Onlar da bize güveniyorlar. Şu anda bize gönderilmiş malzemeler var ve hergün yenileri de geliyor. Bu malzemeleri önümüzdeki günlerde yine kriz merkezleriyle görüşerek sevketmeyi düşünüyoruz.
Sayın Başkanım, bu depremde 20.08.1999 tarihi itibariyle söylüyorum, vefat eden insan sayısı 14.000’e yükselmiş, temenni etmiyoruz ama bunun 30.000’i aşacağı tahmin ediliyor. Şu anda bölgeye gönderdiğimiz kefen 60.000 metrenin üzerinde. Bu kefen yeterli olacak mı?
İhtiyaç yok, artık bu kadar kefene. Gezdiğimiz deprem bölgelerinde gördük. Camilerde toplu halde duruyor, fazla ihtiyaç olacağını zannetmiyorum. 60.000 metre kefen az değildir. Vatandaşlarımızın çocuk bezine, çadıra ihtiyaçları olduğunu tesbit ettik. İlk gün 75 kadar çadır gönderdik. Ancak piyasada çadır bulamıyoruz. Vatandaşlarımız bu çadırlara gelmeye başladı. Ayrıca vatandaşlarımızın tşört gibi giyim ihtiyaçlarını karşılamak için de elimizde malzemeler var. Bunları da zamanla göndereceğiz. Bu maddi hasarlar onarılır. Yalnız giden canları geri getirmek mümkün değildir. Vatandaşlarımız şunu iyi bilsinler ki ölüm hepimiz için mukadderdir. Kur’an-ı Kerim’de: "Her canlı ölümü tadacaktır" buyuruluyor. Hepimiz öleceğiz ama şu sebep olacak, bu sebep olacak. Uyku halinde, iradeleri dışında vatandaşımızın ölmeleri şehitlik mertebelerini almalarına sebep olmuştur. Bu bizim tek teselli kaynağımızdır.
Bize düşen bir başka görev de çokça dua etmek, unutmamak, hatıralarım yaşatmak. Bunun dışında şunu da söylemekte fayda görüyorum. Basında zelzeleyi şu veya bu sebeplere bağlayan bazı yazılar okuyoruz. Böyle bir acılı günde bu tür yazıların yayınlanmasını doğru bulmuyorum. Cenab-ı Hakk’ın takdiri. Ateşin yakması da Cenab-ı Hakk’ın takdiridir. Yani orada yaşayan insanlar kim olursa olsun iyi kötü bu felakete maruz kalacaklardır. Nitekim masum çocuklar da öldü, günahsız çocuklar da öldü. Onun için bunu şu veya bu günaha bağlamayı ben şahsen doğru bulmuyorum. Elbette Cenab-ı Hakk’ın hikmeti vardır. O ilahi hikmet bizim için mechüldür. Biz yüce Mevla adına fikir beyan etme durumunda değiliz. Ateşe elinizi sokduğunuzda yakar. Felaket geldiği zaman orada bulunan her insan ona maruz kalacaktır. Çünkü o bölgenin gereği bu. Ama insanlar, sözümün başında da ifade ettiğim gibi tedbirli olmak durumundadır. Kur’an’da da bunu emrediyor, Peygamberimiz de bunu emrediyor. Siz tedbirinizi alın, ondan sonra kadere rıza gösterin. Sebeplere tevessül etmek kadere engel değildir. Tevekküle engel değildir. Biz kul olarak önce tedbirimizi alacağız, sonra Allah’a tevekkül edeceğiz.
Basında bir sürü yazıldı çizildi. Bölgenin deprem kuşağında olmasına rağmen inşaatların yapımında kullanılan malzeme deprem bölgesine uygun değil. Tabi üretimi yapan müteahhitlerin malzemeden çaldıkları konusu var. Vatandaşlarımızın mağdur olmasına sebebiyet veren bu kişilerle ilgili devletimizin alacağı mutlaka bir dizi tedbir vardır. Ama dini açıdan bu insanların durumu ne olacak?
Şimdi bu insanların durumu şudur. Allah katında sorumlu tutulacaklardır. Yani Kur’an-ı Kerim diyor ki: Bir can kurtaran, bütün insanlığı kurtarmış gibidir. Yani siz bir yaralıya bir şişe kan verdiğiniz zaman onun hayatını kurtarıyorsunuz. Böylece sizin kanınız bir can kurtarıyor ve bütün insanlığı kurtarmış oluyursunuz. Yine Kur’an diyor ki: Bir cana kasdeden bütün insanlığa kasdetmiş gibidir. Bu adamların durumunu bu açıdan ele aldığımız zaman büyük günah kazanmışlardır. Allah katında mesul olacaklardır.
Ve bu insanlar vicdanen rahat olmamalıdır. Hala görüyoruz ki rahat rahat yaşıyanlar, revaç görenler var. Bundan sonrakiler de bundan ibret almalılar. Devlet de sizin ifade ettiğiniz gibi tedbirini almalı. Yani insanların kendi üzerlerine giyecekleri giyim eşyalarını diken kişilerde bir kalfalık, bir ustalık eğitimi gerekiyor. Ama insanların barındıkları yerleri inşa edenlerde böyle bir eğitim yok. Her müracaat eden vatandaş müteahhitlik belgesi alıyor. İnşallah bu olaylar , bir daha yaşanmaz bundan ders alınır. Gerekli bütün tedbirler alınır.
Sayın Başkanım, hem Başkanlık olarak , önümüzdeki günler için yapmayı planladığınız konular hakkında, hem de buradan halkımızın ne tür bir organizasyonla, neler yapmaları gerektiği hususunda vatandaşlarımızı aydınlatır mısınız?
Bizim dinimiz fedakarlığı emreden bir din. Önce canan, sonra can sözüyle yaşamalıdır müslümanlar. Yani elinde ekmeği varsa ve bir başkası açsa önce onu doyurmalı. Bunu emrediyor. Böyle bir durumda vatandaşlarımıza yardım elini uzatmalı. Devletimizin yardımı var. Yurt dışından da yardım geliyor. Ben eminim ki bizim vatandaşlarımız her türlü yardımı yapacaklardır. Çünkü çok necip bir millettir. Fedakar bir millettir. Ondan hiç şüphemiz yok.
Biz de Diyanet olarak halkımızı bu hususta yönlendirmeyi kendimize şiar ediniyoruz. Bu büyük bir felakettir. Allah milletimizi ve bütün insanları korusun.
Bu yardımlar ferdi olmak yerine Devletin organizesine müracaat edilmeli. Tabi biraz önce de söylediğimiz gibi gıda maddesi gönderiyorsunuz ihtiyaç var mı, yok mu? Bilgi alın, ondan sonra gönderin. Bu yardımlar da bir yerde toplanmalı. Devlet eliyle yapılmalı. Ayrıca diğer televizyonlar aracılığıyla da seslendik; umreye gitmek isteyen kardeşlerimiz de umreye ayıracakları paraları burdaki ihtiyaçlara yatırsınlar.
Zekatlar da buraya verilebilir mi?
Gayet tabii biz bir zekat hesabı açtık, oraya da vatandaşlarımız yatırabilirler.
Sayın Başkanım, bu acıyı Cenab-ı Allah milletimize bir daha göstermesin. Vatandaşlarımız da biliyor ki geçtiğimiz iki cuma üst üste bütün ülke çapında okunan hatimler oldu. Vefat eden insanlarımız için onların duaları yapıldı. Yine bu geçtiğimiz cuma gıyabi cenaze namazları kılındı. Gıyabi cenaze namazı konusunda görüşünüzü almak istiyorum.
Cenaze namazı zaten bir duadan ibarettir. Peygamberimiz Habeşistan Kralının öldüğünü duyunca ashabıyla birlikte sahraya gidip orada namazını kıldılar. Halbuki Habeşistan Kralı Medine’de değildi. Habeşistan’da ölmüştü. Bundan dolayı gıyabi cenaze namazı vardır. Orada, belki bir eksiklik olmuşsa defnedilen cenazeler içerisinde namazı kılınmamış olan varsa, onları da içine almak üzere topluca 76.000 camimizde yani illerimizde, ilçelerimizde, beldelerimizde ve köylerimizde cenaze namazı kılındı.
Sayın Başkanım, verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ediyorum. Vefat edenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Milletimizin başı sağolsun.