Makale

Müslümanların Dertleriyles İlgilenmenin Önemi

Müslümanların Dertleriyle İlgilenmenin Önemi

Dr. Durak PUSMAZ
Haseki Eğitim Merkezi Müdürü

Yüce Rabbimizin en güzel şekilde yaratmış olduğu insanlar, yaratılış itibariyle sosyal birer varlıktırlar. Yaratılışlarındaki bu cevher insanları toplu halde yaşamaya zorlar. Toplu halde yaşayan insanlar cemiyetleri ve milletleri meydana getirirler. Milletlerin kalkınma ve ilerlemesi, huzur, sükun ve barış içerisinde yaşamaları, toplumu meydana getiren fertler arasındaki sosyal münasebetlerin iyi bir şekilde tanzim edilmesine ve tatbik olunmasına bağlıdır. Bu açıdan bakılınca yüce dinimiz İslamiyet’in erişilmez bir noktada olduğu görülür.
İslamiyet’e göre müslümanların görev ve sorumlulukları sadece Allah’a karşı değildir. Müslümanların hem kendilerini yaratan Allah’a karşı ve hem de insanlara karşı görev ve sorumlulukları vardır. Bundan dolayı denilmiştir ki: İslam dini iki mühim esas üzerinde kurulmuştur:
1- et-Ta’zimu li emrillah: Allah’ın emrine saygı gösterip onu her şeyin üzerinde tutmak,
2- eş-Şefekatü alâ halkıllâh: Allah’ın yaratıklarına karşı şefkatli ve merhametli olmak.
Yüce Rabbimiz, bizlere, kendisine nasıl ibadet yapacağımızı, kulluk görevlerimizi hangi ölçüler içerisinde yerine getireceğimizi bildirdiği gibi, insanlara karşı olan görevlerimizi ve sorumluluklarımızı da bildirmiştir.
İslamiyet sadece insanlarla Allah arasındaki münasebetleri tanzim eden ve fertlerin vicdanlarında mahkum edilmesi gereken hükümler manzumesi değildir. Din insanlar için gönderilmiştir. Gayesi insanların ve insanlardan meydana gelen toplumların, milletlerin her iki cihanda da huzur ve saadetleridir. Müslüman da insanlarla iç içe olup hem kendi huzur ve saadeti için, hem de diğer insanların huzur ve saadeti için çalışmalıdır. İslamiyet’te toplumla hemhal olmak ve onların eza ve cefalarına katlanıp dertlerine deva olmaya çalışmak asildir.
İslamiyet kurtuluşu cemiyet ve cemaattan uzakta bulmak isteyenlerin dini değildir.
İslamiyet cemiyette olup bitenlerden habersiz yaşayanların ve çevresindeki olaylara bigâne kalanların dini değildir.
İslamiyet sadece kendilerini düşünen, başkalarının dert ve sıkıntılarına karşı ilgisiz kalanların dini değildir.
İslamiyet çaresiz ve ızdırap içerisinde yaşayanlara karşı gözlerini yuman, kulaklarını tıkayanların dini değildir.
İslamiyet cemiyet dinidir, cemaat dinidir.
Bu açıdan bakıldığında genellikle iki tip insan vardır:
a- Kimsenin dert ve sıkıntısıyla ilgilenmeyip, bir köşeye çekilerek kendilerini ibadet ve taata vererek, hayatlarını böyle sürdüren kimseler.
b- Hem ibadet ve taatlarını yapıp hem de insanlarla iç içe olan, onların eza ve cefalarına katlanan, dert ve sıkıntılarına çareler aramaya çalışan kimseler.
Şimdi kendi kendimize soralım: Bu iki tip insandan hangisi daha hayırlıdır? Cevabı, her hususta olduğu gibi bu konuda da Yüce Rabbimizin âlemlere rahmet olarak gönderdiği sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’den dinleyelim. Efendimiz şöyle buyuruyor: “insanların arasına karışıp onların eziyet ve cefalarına katlanan mü’min, insanların içerisine girmeyen ve onların baskılarına katlanmayan mü’minden daha faziletlidir.” İşte Efendimizin verdiği cevap gayet açık. Öyle ise faziletli insan, insanlarla iç içe yaşayan, onların eza ve cefalarına katlanan kimsedir. Nitekim büyük mutasavvıf Bahâeddin Nakşbend demiştir ki: “Halvette şöhret, şöhrette âfet vardır. Hayır cemiyyet- tedir, cemiyyet sohbettir.” t2) Halvet; insanın ıssız bir hücreye kapanıp ibadet, zikir, riyâzat ve murâkabe ile meşgul olmasıdır. Görüldüğü gibi büyük Türk mutasavvıfı Nakşbend (ö.791/1389) hazretleri halvette şöhretin, şöhrette ise afetin oduğunu belirterek hayrın cemiyyette ve cemaatte olduğunu ifade etmektedir. Ebû Saîd Harrâz hazretleri de (ö.286/899) : “Kendisinden çeşitli kerametler sadır olan kimse mutlaka kamil olamaz. Kâmil insan halk ile düşüp kalkan, onlarla yakından ilgilenen, onların arasına karışan, fakat hiçbir zaman haktan gâfil olmayan kimsedir.”™ der.
Müslüman, müslümanların derdini kendine dert edinen, onların ızdırap ve sıkıntılarını gidermeye çalışan kimsedir. Yüce Peygamberimizin ifadesiyle: “Müslümanların derdini kendine dert edinmeyen onlardan değildir.” (4)
Hatta müslüman sadece müslümanların dertleriyle ilgilenmekle kalmaz, bütün insanların dertleriyle de ilgilenir. Çünkü bütün insanlık asıl itibariyle bir ailedir. Aynı kökten gelmektedirler. Babaları Adem, Anneleri Havva’dır. Nitekim şair bu hususu şöyle dile getirmiştir.
En-Nâsü min ciheti’t-timsâli ekfâu
Ebûhüm Ademü ve’l-ümmü Havvâu.
Türkçesi şöyledir:
İnsanlar cins bakımından birbirlerine eşittir Babaları Adem, anneleri ise Havvâ’dır.
Bu sebeple dinimiz, insanlardan meydana gelen toplumu bir tek vücut gibi görür. Vücudumuzun bir yeri, bir organımız rahatsız olduğu zaman, nasıl ki vücudumuzun tamamı rahatsız olur, onun elem ve ızdırabı- na iştirak eder. Bunun gibi müslümanlardan birinin başına bir dert ve sıkıntı geldiği zaman da bütün müslümanlar onun imdadına koşmalı, derdine deva olmaya, sıkıntısını gidermeye çalışmalıdır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Bütün müslümanlar birbirlerini sevme, birbirlerine merhamet etme, birbirlerine şefkat etme ve lütufta bulunma hususunda bir tek vücut gibidirler. Vücudun bir organı hastalanınca, diğer organları uykusuz kalır, hararet içerisinde bulunur, böylece onun elem ve acısını paylaşırlar.”(5)
Şeyh Sa’dî
Adem oğulları bir vücudun organları gibidir.
Çünkü aynı cevherden yaratılmışlardır.
Senin bir organına bir dert getirecek olsa zaman,
Diğer organlarında karar kalmaz hemen
Sen başkalarının derdine yanmazsan eğer
Sana insan denmiş, neye yarar, ne değer.(6)’
Peygamber Efendimiz nereye gitse ve nerede bulunsa hep insanların dertleriyle ilgilenir, ıztırap ve elemlerine çare bulmaya çalışırdı. Buna iki misal vermek istiyoruz:
a- Peygamber Efendimize Medine hayatı boyunca hizmet etme şerefine nail olan ve kendisinden en çok hadis rivayet edenlerden biri olan Enes b.Mâlik (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber bir kabrin başında ölen küçük çocuğuna ağlamakta olan bir kadının yanından geçiyordu. Kadına:
Allah’tan kork; takva yolunu tut ve sabret." buyurdu. Kadın:
*- Geç git, çünkü benim başıma gelen musibet senin başına gelmedi." dedi.
Kadın onun peygamber Efendimiz olduğunu bilmemişti. Daha sonra onun kapısına geldi. Kapıda kapıcıları bulamadı ve huzuruna varıp:
*- Ben seni tanıyamadım." diye özür beyan etti. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
Asıl sabır, musibetle ilk karşılaşıldığında olanıdır." buyurdu.!(7)
b- Yine Enes (r.a) şöyle anlatır:
Ensardan bir adam Rasûlüllah (s.a.s.)’e gelip yardım istedi. Rasûlüllah (s.a.s.):
*- Evinde birşey yok mu?" buyurdu. Adam:
*- Bir yaygı var, bir kısmını giyiyoruz. Bir kısmını da altımıza seriyoruz. Bir de içerisinde su içtiğimiz kap var." dedi. Rasûlüllah (s.a.s.):
■ - Onları bana getir."buyurdu. Adam onları Rasûlüllah (s.a.s.)’e getirdi. Rasûlüllah yaygı ile kabı eline alarak:
Bunları kim satın almak ister" buyurdu. Biri:
*- Onları bir dirheme ben alırım." dedi. Rasûlüllah (s.a.s.) iki veya üç defa:
*- Kim bir dirhemden daha fazla veriyor?" buyurdu. Bir adam
*- Onları iki dirheme ben alırım." deyince Rasûlüllah (s.a.s.) iki parça eşyayı o adama verdi. Bu iki dirhemi alarak Ensârîye teslim etti ve:
*- Bunun bir dirhemi ile yiyecek al, ailene ver, diğer bir dirhemi ile de balta satın al, bana getir." buyurdu.
Adam, Rasûlüllah (s.a.s.)’ in dediği gibi yaptı baltayı alıp ona getirdi. Rasûlüllah (s.a.s.) bizzat kendi eliyle baltaya sap taktı, sonra:
Git, odun topla ve sat. Onbeş gün seni görmeyeyim." dedi." Adam onbeş gün çalıştı. Daha sonra on dirhem kazanmış olarak Rasûlüllah (s.a.s.)’e geldi. Bunun bir kısmı ile yiyecek, bir kısmı ile de giyecek satın almıştı. Rasûlüllah (s.a.s.) ona:
*- Bu senin için, kıyamet gününde dilencilik yüzünde bir leke olarak gelmenden daha hayırlıdır." buyurdu.(8)
Yüce Peygamberimizin hayatından arzettiğimiz bu iki misal, onun, kadın, erkek demeden müslümanların dertleriyle ne kadar ilgilendiğini, maddî ve manevî dert ve sıkıntılarını hafifletmeye çalıştığını en güzel şekilde ortaya koymaktadır. Peygamberimizin nurlu yolundan giderek bizler de din kardeşlerimizin durumlarıyla ilgilenmeliyiz. Onların maddî ve manevî dert ve sıkıntılarına çareler aramalıyız. Şunu hiç aklımızdan çıkarmayalım ki biz, mü’minlerin dert ve sıkıntılarını gidermeye çalıştığımız, elem ve ızdıraplarını hafifletmeye uğraştığımız müddetçe Allah da bize yardım edecek, bizim imdadımıza yetişecektir, Ebû Hüreyre (r.a)’ın rivayet etmiş olduğu hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
“Kim bir müslümanın dünyadaki sıkıntılarından birini giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim darda kalmış birine kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir. Kim bir müslümanın kusurunu gizlerse, Allah da onun dünya ve ahiretteki kusurlarını örter. Kul, din kardeşine yardımcı olduğu müddetçe Allah da ona yardımcı olmaya devam eder.”(9)
Ne mutlu bu yüce şuura erenlere!
Ne mutlu İslâmî gerçekleri görenlere!
Ne mutlu mü’minlerin dertlerini kendilerine dert edinenlere!
Ne mutlu Allah’a gerçek kul, Peygambere ümmet olanlara!

(1) Suyufî, el-Camiu’s-sağir, II, 185
(2) Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatler, 1st., 1981 s,225
(3) Selçuk Eraydın, age,, s.225
(4) Suyûtî, age., II, 164
(5) Müslim, Birr, 66
(6) Bostan Gülistan, s. 339
(7) Buhârl, Cenâiz, 32; Müslim, Müslim, Cenâiz, 14, 15
(8) Ebu Dâvûd, Zekat, 26; Ibn Mâce, Ticârât, 25
(9) Ebû Dâvûd, Edeb, 60; Tirmizî. Hudûd, 3; Blrr, 19; Ibn Mâce, Mukaddime, 17