GÖRÜLMEYEN YARATIKLARDAN CİN VE ŞEYTAN
Dr. Ali Arslan AYDIN
Nûrânî ve rûhânî varlıklar olan meleklerden başka, Allâhu Teâlâ’nın yaratmış olduğu gözle görülmeyen bir kısım gizli mahlûkları vardır ki, onlara (cin) adı verilir. Şeytan da cin tâifesindendir.
1 — Cin ve Şeytan kelimelerinin lügat ve ıstılah mânâları:
“Cin” ismi, (Cenne) kelimesinden gelir. Cenne; örttü, gizledi, gölgeledi, sakladı veya korudu demektir. Kelimenin aslı, bir şeyi histen gizlemek mânâsım ifade eder. Arap dilcileri, kelimenin kökünde ve aslında müttefiktirler. Meselâ: Cenne; bahçenin ağaçları toprağı örttüğü ve gizlediği için, bahçe mânâsına da gelir. Nitekim toprağı örtülmüş bağ, bostan ve bahçe’ye, aynı kökten gelen (Cennet) adı verilir. Cünne, kalkan ve siper mânâsında, (cenin) ana rahminde saklı kalan çocuk, (cenan) göğüs içinde bulunan kalb, (cunün) nefis ile akıl arasında perde olan delilik mânâsına gelir. Bu kelimelerin hepsinde histen gizleme mânâsı vardır. Bu esâsa göre cinn, gizli mahlûklar cinsine delâlet eden bir “ism-i cins”tir. Müfredi “cinni”dir.
Dilcilerden Râgıb-ı Isfehânî’nin El-Müfredât’ında bildirildiğine göre, gizli kuvvetler mânâsına gelen (cinn), iki türlü kullanılır:
1) Cin (ins) kelimesi mukabilinde kullanılan ve histen, insan gözünden gizli olan bütün rûhânî varlıklardır. Bu, cinn kelimesinin genel
mânâsıdır. Bu mânâda meleklere ve şeytana da cin denilebilir. Çünkü melek de şeytan da gözle görülmeyen gizli varlıklardır.[1]
2) (Cinn) rûhânî varlıkların hepsinin değil, bir kısmının adıdır. Çünkü rûhânî varlıklar üç kısımdır:
Birinci kısım, rûhânîier, Allah’a itâat ve ibâdet eden Meleklerdir ki, bunlar yanlış iş yapmazlar ve insanı aldatmazlar.
İkinci kısmı teşkil edenler, şerir ve isyankâr olan Şeytanlardır. Bunlar insanı aldatırlar; şer ve kötülük için çalışırlar.
Üçüncü nevi’ rûhânîler ise, ikisi ortası olan gizli yaratıklardır. Bunların hayırlısı ve Allâh’a itâat edeni olduğu gibi, şerlisi ve Allâh’a isyân edeni de vardır. Özel mânâsıyla Cin, bunlara denir. Cin deyince, bu iki sınıfı da (yâni mü’min ve kâfiri de) olan rûhânî yaratıklar olduğunu anlamak meşhur ve müteâref olmuştur.
“Cinn Sûresi”nde etraflı olarak bahsedilen cinler, Rahmân sûresi âyet 15, 33’de geçen (Cinn) ve (Cânn) bunlarda: Cinn’in, müfredi “Cinnî”, çoğulu ise “Cinne” gelir. Nitekim En-nâs sûresinin 6. âyetinde “... Mm’el Cinneti ve’n-Nâs” buyurulmuştur.[2]
Şeytan kelimesi ise;
Dilcilere göre, azgınlıkta, şer ve kötülükte emsalsiz olan, şerir ve anut (inatçı) mânâsına gelen, her mütemerrit’e (azgına) verilen bir isimdir. Bu bir “cins isim”dir. Şeytan kelimesinden daha çok (cin) cinsinden olan “Cin Şeytanı” anlaşılırsa da, kötü ruhlu insanlara da bu ad verilir. Hattâ kötü hayvanlara da... Meselâ Arap dilcileri, yılan’a “Hayye” dedikleri gibi, “Şeyâtînu-l Arap — Arap şeytanları” da derler.
Bu esâsa göre, "Şeytan” kelimesi, kötü ruhla alâkası olan, görülen veya görülmeyen her kötü ve haktan uzak şeylere ıtlak olunur. Cin şeytanı denildiği gibi, insan şeytanı, hayvan şeytanı da denir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Şeyâtîn-i ins” ve “Şeyâtîn-i cin” tâbirleri geçmektedir.[3] İnsan ve hayvan görülür fakat ruhta gizli olan kötülük ve habâsetin esâsı görünmez. O, eserleri ile anlaşılır.
O halde; insan şeytanında da şeytanlık, gizli bir haldir. Bu sebeple şeytan isminden, genel olarak; gizli, kötü bir kuvvet, kötü ve habis bir ruh anlaşılır, insan şeytanı, aslolan cin şeytanına tâbidir. Ona bağlıdır.
Ehl-i Sünnet’e göre, şeytan isminden maddî kötü kuvvetler de anlaşılır ise de, bilhassa görülmeyen bu gibi kötü ve haktan uzaklaşan gizli ruhlara delâlet eden bir “Cins ismi”dir. Yaratılışta her cins bir “Ferd-i Evvel", yâni ilk fert ile başladığından, “şeytan” denilince, bu cinsin ilk ferdi olan ve babası sayılan ilk şeytan, yâni “iblis” akla gelir ve ona has (özel) isim gibi olur. Ruhlar âleminde iken, Allâh’a isyân ederek ve tekebbür göstererek, insan ırkının ilk ferdi Âdem Aleyhisselâm’a (ta’zîm gayesiyle) secde etmeyen (iblis) ilk şeytandır.[4]
Dilci imamlara göre (Şeytan) kelimesi uzaklık mânâsına gelen (Şatana) maddesinden veya ihtirak (Yanmak), yâhut butlan mânâsına gelen (Şeyata)’dan gelir. Birincisine göre “Fi’lân” vezninde, haktan uzak olan, İkincisine göre ise, “Fu’lân” vezninde yanmış ve bâtıl demektir.[5]
2 — Cin ve Şeytan’ııı mâhiyeti ve vasıfları:
Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiğine göre cin ve şeytan, aynı cinsten olan ve görülmeyen yaratıklardır. Çünkü şeytan cinsinin ilk ferdi olan “İblis”in, cin’den olduğu şöylece tasrih edilmiştir:[6]
“Hani biz Meleklere, Âdem’e secde edin demiştik de, İblis’ten başkası hemen secde etmişti. O ciıı’den idi. Kabbinin emrine karşı gelmişti.”
Hak Teâlâ İblis’e; “Sana emrettiğim halde, secde etmene mâni’ olan ne var, niçin secde etmiyorsun?” diye sorduğu zaman[7]
“Ben ondan hayırlıyım (Âdem’den üstünüm). Beni ateşten yarattın, Onu ise çamurdan...”
Cinler ve cin cinsinden olan şeytan saf ateşten, yâni dumansız ateş alevinden yaratılan nûrânî lâtif varlıklardır. Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’de:[8] “Cinni de yalın saf bir ateşten yarattı.”[9]
“Cinleri de dalıa önce alevli (dumansız) ateşten yarattık.”[10] buyurulmuştur.
Cinler de, melekler gibi görünmeyen gizli varlıklar olup, çeşitli şekil ve surete girmeye ve zor işleri yapmaya muktedir, fakat cins ve mâhiyet bakımından meleklerden ayrı yaratıklardır. Daha önce zikrettiğimiz Hz. Âişe (R.A.) hadîsi bu hususu açıkça göstermektedir.[11]
Eski Hukemâ, cinlere “Ervâh-ı Süfliyye = (Süflî kötü ruhlar) ”, “Ervâh-ı arziyye” admı vermişlerdir. Cinler arasında da insanlar gibi evlenme vardır. Onlar da, Allah’a îmân ve ibâdetle mükelleftirler, Bâzıları isyankâr olup kâfir, bir kısmı da itâatlı mü’mindir. Allâh’ın yüce kudreti kargısında hiçbirinin kudret ve hükmü olmayıp, O’nun âciz ve sorumlu yaratıklarıdır. Allâh’ın izni ve hükmü olmadıkça, hiçbir kimseye ne iyilik, ne de kötülük yapabilirler. Cinler Allâh’ın peygamberlerine bildirdiği ilâhî vahyine muttali’ olamazlar, gaybı bilemezler.[12] Çünkü Allâhu Teâlâ gaybına kimseyi muttali’ kılmamıştır. Ancak, seçtiği ve dilediği peygamberlerine insanlara tebliğ etmek üzere emirlerini bildirmiştir.
3 — Hz. Peygamber cinlerin de Peygamberidir:
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Hâtemü’l-Enbiyâ (= Peygamberlerin sonuncusu) ve en büyüğü olduğu için, bütün beşeriyete gönderildiği gibi, cinlere de Peygamber olarak gönderilmiştir. O, ins ve cinn’in Peygamberidir. Cinlerden bir tâifenin Peygamberimiz’i Kur’ân okurken dinleyerek îmân ettikleri, dinledikleri İlâhî hükümleri diğer cinlere bildirdikleri ve onları İslâm’a dâvet ettikleri “Cin Sûresi”nde, ayrıca Ahkâf Sûresinde beyân edilmiştir.[13] Cin Sûresinde şöyle buyurulmuştur:
“(Ey Muhammed!) De ki: Cinlerden bir zümrenin Kur’ân okuyuşunu dinlediği vahyoluııdu. Onlar (Kur’ân’ı) dinlemişler de (şöyle) demişler: Biz gerçekten hayranlık veren bir Kur’ân dinledik ki, o, Hakk’a ve doğruya götürüyor, biz de ona îmân ettik. Rahbimize (artık) hiçbir şeyi ortak koşmayacağız...”[14]
4 — Cinler İlâhî sırlara vâkıf mıdır?
İnsanları aldatarak dalâlete ve küfre sevketmeye, bâtıl ve sapık inançlara yöneltmeye ve onların ahlâkını ifsâda çalışan şeytan, Rabbine isyân eden cin tâifesindendir. Şeytan insanın açık bir düşmanıdır. Bu hususta birçok âyetler vardır.[15] Müşrikler eskiden, İlâhî sırlara vâkıf olduklarını zannettikleri ve bu sebeple korktukları cinleri ulûhiyet derecesine çıkararak, onları ilâhlaştırırlardı. Dev, peri, şeytan, cin ve melek adıyla andıkları, hayra ve şerre kaadir zannettikleri, esrarengiz rûhânî mahlûkâtı ilâh kabul ederek, onlara ibâdet ederlerdi. Her birine çeşitli tılsımlar, sihirler yapan Sâbiîler, Süryânîler, Yunanlılar, Romalılar, Câhiliye Arapları, İslâm’dan önce Şamanist Türkler[16] ve diğer müşrikler, bütün bu görülmeyen gizli rûhânî varlıkları ilâhlaştırarak, onları Allah’a ortak koşar, O’na oğullar ve kızlar uydururlardı.
Kur’ân-ı KerîmMe sok yerde ve özellikle Cin Sûresinde bildirildiğine göre, cinler ve şeytanlar, İlâhî sırlara ve vahye muttali’ değildirler. Bu husus kesinlikle reddedilmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in Peygam- berimiz’e inzâlinden söz edilirken şöyle buyurulmuştur:
Kur’ân, muhakkak İd, Âlemlerin Rabbi Canibinden indirilmedir. Onu; Rûhu’l-Enıîn, inzâr edicilerden olasın diye, senin kalbine mânâsı açık Arapça bir dil ile indirmiştir...”[17] Aynı sûrenin sonlarında ise:
“... Onu (Kur’ân’ı) asla şeytanlar indirmedi. Bo onlara yaraşmaz, esasen buna güçleri yetmez. Şüphesiz onlar, (vahyi) işitmekten uzaklaştırılmışlardır...”[18] buyuruluyor.
Bu âyetlerden; şeytanların ve cinlerin vahye ve ilâhî sırlara asla vâkıf olmadıkları, buna güçleri yetmediği, vahyi peygamberlere bizzat Hak Teâlâ’nın gönderdiği ve Cibrîl-i Emin tarafından kalblerine ilka olunduğu kesin olarak anlaşılmaktadır. Bu ve daha birçok âyetlerden[19] anlaşıldığına göre, halk arasında zannedildiği gibi, şeytanlar ne göklere yükselirler, ne de İlâhî sırlan öğrenerek yeryüzüne inerler. Bu, onların ne vazifesidir, ne de buna güçleri yeter. Halk arasındaki bu düşünceler mesnetsiz olup, efsâneden başka bir şey değildir.
Ancak, şu husus da bir gerçektir ki; cinler ve şeytan, saf ateşten yaratılan nûrânî varlıklar olarak, vahyî ve İlâhî sırları öğrenmek gücünde olmamakla beraber, insanların görmediği ve bilmediği birçok mânevî ve âdî hâdiseleri görür ve bilirler. Fakat cinlerin şeytanlıklarına kapılarak ve gaipten sırlar öğrenmek sevdasıyla onların istilâsına düşmemeli, kötü tasarrufuna girmemelidir. Gerçek şudur ki; cinlere verilen tasarruf kudreti, insanlara verilen idrâk kuvvetinden daha yüksek değildir ve bunların hepsi İlâhî kudret ve ceberut önünde bir hiçtir. Ornrn İçindir ki, Allah’a ihlâs ile îmân eden gerçek müzminler onlardan korkmazlar ve istilâlarına uğramazlar. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in nûru onları yakar.
Nitekim Cin Sûresinde bu gerçekler anlatılmış, cinlerin varlığı, mes’ûliyetieri, mükellefiyetleri ve insanlarla olan alâkalan bildirilmiştir. Cin ve şeytanlar, Allâh’a ve İlâhî emirlerine karşı hiçbir şey yapamazlar ve gayba muttali’ olamazlar.[20]
5 — Cin ve Şeytan niçin yaratılmıştır?
İnsanın apaçık düşmanı olduğu bildirilen ve gayesi insanı doğru yoldan çıkararak küfre ve dalâlete şevke çalışmak olduğu anlaşılan şeytan, acaba niçin yaratılmıştır?
Gerçek şudur ki; insan, yaratılış bakımından madde ve ruh’dan teşekkül eder. Maddî cephesi; fizikî görünüşü olan bedeni ve onun tabiî ihtiyaçlarıdır. Mânevî cephesini de, mâhiyeti bilinmeyen ruhu ve aklı teşkil eder. Bu yaratılışının tabiî neticesi olarak Yüce Allah, insana iki çeşit duygu vermiştir:
Birincisi, insanın ruh ve mânâ cephesi ile ilgili olan yüce duygulardır ki, bunlar inşam rûhânî, ulvî bir hayâta sevkeder,
İkincisi ise, insanın maddî ve fizikî yönü ile alâkalı olan birtakım süflî duygulardır, insan bu duygularına tâbi’ olursa, ruh cephesi zayıflar, adetâ maddeleşerek, âdîleşir.
İnsandaki bu iki çeşit duyguya mukâbil kâinatta da iki çeşit varlık vardır: Melekler ve şeytanlar.
Şüphe yok ki, süflî nevi’den olan duygu ve arzular, insanın fizikî varlığı için şarttır. Fakat bunlar, çığırından çıkıp, kontrol edilemez bir hale gelirse, insanın iyi ve yüce bir hayâta doğru yönelmesine ve yükselmesine engel olur, tnsanın bu cins duygu ve arzularım kontrol etmesi gereklidir. Eğer bunu yapmakta başarıya ulaşırsa, ne bu fizikî arzular, ne de onu tahrik eden şeytan insana zarar verebilir. Bilâkis mânevî cephesinin emrine girer ve onun yükselmesine hizmet eder. İnsan için bir imtihan ve deneme yeri olan bu dünyâda insanı iyiliğe sevketmek için melek yaratılması nasıl lüzumlu ise, fizikî varlığı içinde onun süflî arzularını kamçüayan kuvvetler, kontrol altına alınmak şartı ile zararsız, hattâ faydalı olabilir. (Şeytanların yaratılmasında bundan başka daha birçok İlâhî hikmetler olduğu muhakkaktır.)
Nitekim Müslim’in İbn-i Mes’ûd (R.A.) dan rivâyetine göre, Peygamberimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:
“İnsanlardan hiçbir fert yoktur ki, onun cinden bir şeytanı olmasnı!” Bunun üzerine sormuşlar: “Yâ Resûla’llâh, bu senin hakkında da böyle midir?” Peygamberimiz cevâben:
“Evet, böyledir. Şu kadar ki ben, Allâh’ın bana olan yardımı ile ona yola getirdim, itaatim altına aldım, onu müslüman yaptım ve böylece şerrinden, bana kötülük telkin etmesinden kurtuldum. Şimdi o, bana hayırdan başka bir şey telkin edemez.” buyurmuştur.
Gerçekte şeytan, önce insana itaati kabul etmez. Onun arzu ve niyeti, insanoğlunu parlak sözlerle ve yalanla süflî arzularını uyandırarak, onu yanlış yola sevketmektir.
İnsan, rûhî inkişâfının ilk safhasında, şeytanın içinde uyandırdığı süfli ve kötü arzulan susturmak için onunla savaşmak zorundadır. Fakat insan bu mücâdelede azmederse, İlâhî vahiy sâyesinde sonunda şeytanı yenecektir. İnsan bu safhayı atlatıp galip çıkarsa, artık yükselir, süflî arzulan dizginlenir ve şeytan ona zarar veremez hâle gelir. Ona iyilikten başka şeyler telkin edemez. Nitekim Hak Teâlâ; “Benden size bir hidâyet rehberi gelecektir. Kim ona uyar, yolundan giderse, onlar için artık korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar...”[21] buyurmuştur.
6 — Cin ve Şeytanların varlığını akıl inkâr edebilir mi?
Saf ateşten yaratılan ve insan gözüyle görülemiyen cinler ile aynı cinsten olduğu Kur’ân âyetleriyle haber verilen şeytan’ın nûrânî gizli varlıklar olduğu, şer’an sâbittir. Bu hususta, daha önce yeri geldikçe zikrettiğimiz birçok âyetler ve Kur’ân-ı Kerîm’de “Cin Sûresi” adiyle anılan müstakil bir sûre vardır. Bu sûre, Kur’ân-ı Kerîm’in 72. sûresi olup, 28. âyettir. Cinlerin varlığını ve kendisinin onlara da Peygamber olarak gönderildiğini Hz. Peygamber (S.A.V.) haber vermiştir. O halde bizlerin müslüman olarak, muhkem âyetler ve sahih hadîslerle, yâni Kur’ân ve Sünnet gibi iki şer’î delille vâr olduğu bildirilen cin ve şeytan’ın, Allâh’ın görülmeyen gizli yaratıkları olduğuna inanmamız gerekir.
Şer’an sâbit olan meleklerin varlığını inkâr edemiyen insan akü, aynı sebepten, varlığı şer’an sâbit olan cin ve şeytanı da inkâr edemez. Çünkü bu husus, aklen muhal değildir. Cinlerin de, cısmânî bir bünyesi olabilir. Fakat bizim her bünyeyi görmemiz zarûrî olmadığı gibi, gördüğümüz cisimlerin de her cüz’ünü göremediğimiz bilinen bir gerçektir. O halde, gözlerimizin önünde, bir bünyeye sâhip birçok varlıklar olduğu halde, biz onları görmeyebiliriz. Nitekim mikroplar var olduğu halde, onları gözle göremeyiz. Bu bakımdan, hava içinde hiç hissetmediğimiz dalgalar ve ışınlar bulunduğu gibi, âletle dahi hissedemiyeceğimiz gizli varlıklar bulunabilir. Esasen, bütün cismânî ve fizîkî kuvvetleri henüz keşfedemediğimiz bir gerçektir. O halde çok geniş olan kâinatta, ilişlerimizden gizli ve görme gücüne sâhip olmadığımız rûhânf varlıkların bulunduğunu inkâr etmek doğru olmaz. Her türlü varlığı yaratmaya kaadir olan Yüce Allâh’ın yaratıklarının, yalnız gözle veya âletle görüp bildiğimiz şeylerden ibâret olduğunu sanmak, büyük gaflet olur. Bu ise, Yüce Allâh’m ilâhî kudretini ve kâinâtm azametini bilmemekten başka bir şey olmaz.
[1] Bu mânâ lâfız bakımındandır. Gerçekte İse, cinlerin meleklere mâhiyet ve vazife bakımından alâkaları yoktur. Bu husus, ileriki bahislerde daha çok anlaşılacaktır.
[2] İbn-i Mansur: Lisânu’1-Arab, C. 16, S. 248 ve devamı; Er-Râgıb: El-Müfredât, C. 1, S. 209-210; M. Hamdi Yazır: Hak Dîni Kur’ân Dili, C. 1, S. 238-239, C. 3, S. 2029-2031 ve C. 7, S. 5382-5383; Mevlânâ Muhammed Ali: îslâm Dîni, C. 2, S. 124-125.
[3] Bakare: 14, İsrâ: 27 ve Mülk: 67. âyetlerinin tefsirlerine bakınız.
[4] Bakare: 34, Kehf: 50.
[5] Lisânu’l-Arab: C. 17, S. 104 ve devamı; Hak Dîni Kur’ân Dili: C. 1, S. 238-239.
[6] Kehf: 50 ve Bakare 34. Bu âyetten, tblis’in de melek olduğunu zannedenler olmuşsa da, bu yanlıştır. Çünkü; âyette geçen (İllâ), (İstisna memkatı’) dır. İblis melek cinsinden değildir. Belki o, birçok âyetlerin bildirdiğine göre, saf ateşten yaratılan bir cindir. Eğer melek olsaydı, diğer melekler gibi Rabbinin emrine uyar ve Âdem (A.S.) e secde ederdi.
[7] A’râf: 12-13.
[8] Rahman: 15.
[9] Veya babası İblis’i.
[10] Hicr: 27.
[11] Bkz: "Meleklerin mâhiyeti ve Evsâfı" bahsi.
[12] Şuarâ: 210-212.
[13] Ahkaf: 29.
[14] Cinn: 1-2. Cinler hakkında fazla bilgi için bu sûrenin 1-19. âyetlerinin tefsirlerine bakınız.
[15] Bakare: 168, Mâide: 91, Kehf: 50, Nahl: 98-100, Fâtır: 6, Yâ-sîn: 60-61’de: “Ey insan oğullan! Ben size, Şeytan’a tapmayın, o sizin için apaçık düşmandır. Bana kulluk edin. İşte dosdoğru yol budur, diye emretmedim mi?” buyuruluyor.
[16] Abdulkâdir İnan: Şamanizm Kalıntıları (Türk Tarih Kurumu yayınlarından).
[17] Şuarâ: 192-195.
[18] Aynı sûre: 210-212.
[19] El-lin: 26-27, Es-Sâffât: 6-10, El-Hicr: 16-18.
[20] Hak Dîni Kur’ân Dili, S. 7, 381, 541.
[21] Bakare: 38.