Makale

Cumhuriyet Dönemi Şiirinde Ebediyet-Sonsuzluk

Cumhuriyet Dönemi Şiirinde
Ebediyet-Sonsuzluk

Rıfkı KAYMAZ
Polis Akademisi Türk Dili Okutmanı

Yeryüzü dar ve sınırlıdır. Buna karşılık, insanın manevî yönü, ~ ruhu sonsuzdur, sınırsızdır. Ruhun bu sınırsızlığı, insana sonsuz arzular, ihtiraslar vermektedir. Bundan dolayı insan, ebediyete aşıktır.
Sonsuzluk sevgisi, bir kamçı gibi insana nihayetsiz hamleler verir. Bu hamleyle insan, madde- eşya âleminden boğulmadan kurtulur. Maddenin ötesinde sonsuzluk vardır. Ona duyulan sevgi, iyi- güzel doğrunun kaynağını gösterir. Bu sevgiyle insan kemâle doğru yol alır. Bedenin, toplumun baskılarından, çerçevesinden kurtularak sonsuzluğa açılır.
Hakikate sonsuzluk arzusuyla kavuşulur. Bu hakikat maddenin ötesinde, fakat âlemi çepeçevre kuşatan, idare eden sonsuz bir kudrettir. Ezelî ve ebedî olan Allah’tır. İnsandaki bu ebedî olma, ölümsüz olma arzusunun da kaynağı O’dur.
İnsanı derinden kuşatan sonsuzluk, ölümsüzlük ihtirası, çeşitli şekillerde ortaya çıkmaktadır. İnsan, kısacık ömrünün sonsuz olmasını istediği gibi, maddenin de sonsuzluğunu istiyor. Madde ömrünün kısalığına karşılık, ruh, sonsuzdur, ebedidir. Mezar, bedenin, maddenin bittiği mananın başladığı bir kapıdır. Bu kapıdan, madde geçemez. Basit, maddî, değersiz meselelerin burada yeri yoktur. Burada; ebediyet, ölümsüzlük vardır. İnsana yerleştirilen ölümsüz olma arzusu, mezarın ötesinde ölümsüz olan âlemde gerçekleşecektir.
Necip Fazıl, bu ebedî varlığa kavuşmak, “bulmak için kaybetmek” gerektiğini söyler. Ebediyet, ölümden sonradır. Ebediyetin anahtarı mezardır. Ölüler;
“Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar:
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar”(l) dır. Şair, ölümden kurtulan, ebediyeti bulan ölüleri düşünüyor ve mezarlığı;
“Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;” olarak görüyor.
Şair, Allah’tan ebediyet ister.
O’na yalvarır;
“Sen ol dersin ve olur!
Pırıltı dolu billûr,
Çığlık içinde fağfur.
Bir renk bize öteden
Ve bir ses, o besteden;
Nur bize Allah’ım, nur!
Büyük divan ve huzur...
Sonsuzluk, ölümsüzlük,
Bitmez, tükenmez düzlük;
Nur bize Allah’ım, nur!” (2)
“Davetiye” şiirinde, hakikatin, “sonsuz gerçeğin” çağrısı duyulur:
Sonsuz gerçek; habercisi ezelin; Kitaplar, gelin!
En güzeli, en güzeli, güzelin;
Habercisi, habercisi, ezelin;
Tellerinde şafak söken bir gelin;
Anneler, babalar, çocuklar, gelin!...” (3)
Varlık petek, insan kâinattan, varlıklardan süzülmüş bir baldır. Onun, “Itrim” ezel süzmüştür. Onda, ezelin kokusu duyulur:
“Sen, fikir kadar güzel;
Ve tek, birden daha tek!
Itrim süzmüş ezel;
Bal sensin, varlık petek...” (4)
“Büyük Doğu Marşı” şiirinde, ezel ve ebedi bir sembol olarak ele alan Necip Fazıl, Hakkın karşısında bâtılın yok olacağı gerçeğini anlatıyor. Ezel ve Ebed, Hakk’ın sembolüdür.
“Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!
Avlanır, kim sana atarsa kement,
Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebed.” (5)
Ahmed Hamdi Tanpınar’da; ebediyet, kadın, ölüm, sanat... düşünceleri bir bütün halinde, mühim bir yer tutar.
Tanpınar’ın ebediyeti, yaşanılan hayatta güzel olan şeylerin bir devamıdır.
“Yavaş Yavaş Aydınlanan” şiirinde, “yosunlu bir boşluk” şairi çekmektedir;
“Yavaş yavaş aydınlanan
Bir denizaltı alemi,
Yosunlu bir boşluktan
Çekiyor kendine beni.
Şairi, su yüzünde gördüğü bir parıltı göklere yükseltir.
“Ey sükûtun bir nefeste
Yaktığı billur avize!
Bu esrarlı müselleste
Gökler yakınlaştı bize...”
“Aydınlığın hendesesi
Sonsuzluk bahçendir senin;
Dinleyin geliyor sesi
Arıların, böceklerin!” (6) mısralarında, şairin ebediyeti arzuladığını görüyoruz. Su yüzünde gör- dügü bir parıltı ile göklere çıkan şair tekrar yeryüzüne iniyor.
Tanpınar, şiiri mistiğin Tanrı’ya ulaşmasına, yükselme hadisesine benzetmektedir. Şair, ebediyeti şiir vasıtasıyla aramaktadır.
Tanpınar, ebediyete ulaşıyor ve bu durum onu mesut ediyor;
“İçimizde sonsuz çalkalanan deniz,
Gülümseyen yüzü kaderin bize,
Yıldızların altın bahçesindeyiz,
Ebediyetinle geldik dizdize.” (7)
Şaire göre ebediyet, dünyadaki güzel şeylerin ebedî oluşudur.
Ebediyet, Tanpınar’ın şiirlerinde çeşitli sembollerle anlatılmaktadır:
“Bırak Aydınlığa” şiirinde aydınlık; hayatın, şiirin, ebediyetin bir sembolü olarak anlatılmaktadır;
“Bırak aydınlığa kendini, sarhoş
Ve hülyalı bu renk deryasında yüz.
Bak, mücevher kanatlı bir kuş olmuş
Kuru yaprakların telâşında güz.”
“Asıl maviliğe, iç doya doya
Denizin yaldızlı laciverdini,
Sonra tamamlansın istersen rüya
Git, uzak akşamda dağıt kendini.” (8)
Yine “Gül” şiirinde gül ebediyetin sembolüdür. Gül, şairi yıldızlar alemine yükseltmektedir;
“Ey bâkir ten cümbüşü her özleyişten sıcak,
Bin uykuya yaslanmış sessiz kamaşan şafak;
Her bahçenin üstünde ve her ufuktan başka,
Yıldızların tuttuğu ayna, ezelî aşka,
Bir sır gibi hayattan ve ölümden öteye
İlk arzunun toprağa mal olmuş lezzetiyle...
Doldurur hiç durmadan uzattığı bu tası,
Gül, ey bir ana sığmış ebediyet rüyası!” (9).
“Raks” şiirinde rakkase sonsuzluğu arayan insanın sembolüdür.
“Ve ümitsiz avı bin sonsuzluğun;
Bekliyor ruhunun eşiklerinde.” (10)
Yine, “Musıki şiirinde, gökyüzüne çıkmış, metafizik alemi uzaktan seyrediş vardır;
“Kimdir yıkananlar bu loş çeşmede
Tekrar doğar gibi ay ışığından?
Bir altın uçurum derinleşmede
Ve meçhule doğru süzüldü kervan.” (11)
Şiirlerinden anlaşıldığı gibi, Tanpınar ebediyeti aramaktadır.
Fakat onun ebediyeti, dünyada en güzel olan şeylerin devamıdır. Bu güzel şeylerin, güzelliğin vasıtasıyla Tanpınar, ebediyete ulaşmak ister. Fakat güzellik, onu “ebediyetin eşiğinde” bırakır. O daha ilerisine, metafizik aleme varamaz. Çünkü o ebediyeti kendi içinde, yaşanılan zamandan ayrı bir zamanda aramaktadır. O’nun ebediyeti bu bakımdan diğer şairlerimizden farklı bir mana taşımaktadır.
Arif Nihat Asya, “ebedden ezeli” seyreder. Bu manzara şimdiye kadar gördüklerinden fazlasıyla güzeldir;

“Durmaz, gezerim alemi bildim bileli...
Son manzara, gördüklerimin en güzeli...
Tırmandım, ömürlerle ezelden ebede...
Bahçem gibi seyrettim ebedden ezeli.” (12)

Şair, ebediyetin sonsuz ninnisine kavuşmak için göklerle kaynaşmak gerektiğini söyler.

"Yer burda, sema orda... yolun, hangisine?
Dalmak dilemez misin ebed ninnimize?
Varlık dağılıp hicret ederken evlân?
Kat mavini, sen de, göklerin mavisine!” (13)

1) Necip Fazıl Kısakürek. Şiirlerim, sh. 173 (Karacaahmet)
2) A.g.e..sh. 24 (Nur)
3) A.g.e,, sh. 204 (Davetiye)
4) A.g.e., sh. 27 (Sen)
5) A.g.e.. sh. 193 (Büyük Doğu Marşı)
6) Ahmet Hamdl Tanpınar, Şiirler, sh.10 (Yavaş Yavaş Aydınlanan)
7) A.g.e., sh. 14 (Şiir)
8) A.g.e., sh. 71 (Bırak Aydınlığa)
9) A.g.e., sh. 69 (Gül)
10) A.g.e., sh. 74 (Raks)
11) A.g.e., sh. 46 (Musiki)
12) Arif Nihat Asya, Şiirler, sh. 71.
13) Arif Nihat Asya, Rubaiyyat-ı Arif, sh. 19.