Makale

SÖZÜ DOĞRU ANLAMAK ya da SÖZ-BAĞLAM İLİŞKİSİ

SÖZÜ DOĞRU ANLAMAK ya da
SÖZ-BAĞLAM İLİŞKİSİ

Doç. Dr. Halil Altuntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

"Arkadaşlarımın dediğini dinleseydim, bugün daha hızlı atlara biniyor olacaktık."
Bu sözün bize çağrıştırdığı anlam normal olarak şudur: Bir at yetiştiricisi, at yetiştirme konusunda arkadaşlarının tavsiyelerine uymamıştır ve bu sebeple insanlık olarak yarış atlarının ıslahı konusunda olabileceğimiz noktanın daha gerisinde bulunmaktayız, bu yüzden de sözün sahibi kendini suçlu hissetmektedir.
Yukarıdaki sözün, Amerika’lı ünlü otomobil üreticisi Henry Ford’a ait olduğunu hatırlatalım. Şu anda beynimizde, işleyen çarkların aniden ters yönde dönmeye zorlanmasına benzer bir hal yaşamıyor muyuz? "Henry Ford" adı ve "otomobil" kelimesi , sözün gerçek anlamı konusunda ne kadar yanılmış olduğumuzu bize fark ettirdi değil mi?
Eğer yukarıdaki sözün, tarih boyunca sosyal, askeri ve ekonomik alanlarda son derece fonksiyonel konumda olan atı büyük oranda devre dışı bırakan otomobilin sektörel anlamda babası sayılan Henry Ford’a ait olduğunu ve onun at yetiştiriciliği ile ilgisi bulunmadığını bilseydik bu söze yükleyeceğimiz doğru anlam şöyle olacaktı:
"Otomobil üretimi alanındaki girişimlerimle ilgili olarak arkadaşlarımın dediğini dinleseydim, işimde başarılı olamayacaktım. Otomobil atın fonksiyonlarını aşamayacaktı. At hâlâ geleneksel fonksiyonlarıyla revaçta olacaktı. İnsanlar tüm dikkatlerini bu hayvanın soyunun ıslahına yöneltecekler ve daha hızlı koşan atlar yetiştireceklerdi.Böylece bu gün, mevcutlara göre daha hızlı atlara biniyor olacaktık. Ama bu hız, bu gün otomobilin ulaştığı hızın çok altında olacaktı.Otomobil teknolojisinde ve seri otomobil üretimi alanında başardıklarım dolayısıyla insanlık bana çok şey borçludur."
Ford’un söylemek istediği bu. Karşımıza çıkan bir sözün kime ait olduğunu bilmeyişimiz, o sözü tam ters yönde anlamamıza sebep oldu. Eğer Ford’un sözünü, "Ünlü Amerika’lı otomobil üreticisi Henry Ford şöyle diyor" diye başlayarak ak- tarsaydık, hemen bu şahıs hakkındaki bilgilerimizi yoklayacaktık. Onun at yetiştiricisi olmadığını, dolayısıyla daha hızlı koşan atların yetiştirilmemiş olması ile onun bir ilişkisinin bulunmadığını hatırlayacaktık. Böylece de Ford’un, bu sözüyle kendini suçlamadığını, tam aksine, işi konusunda kendisine fikir verenlerin yanıldıklarını fark edip, kendi planlarını kararlılıkla uygulayarak elde ettiği başarısını vurgulamakta olduğunu anlayacaktık.
Sözlerin de tıpkı canlılar gibi tabii ortamları vardır. Bu ortamdan koparılırlarsa, temel fonksiyonlarını, gerçek anlamlarını yitirirler. Sözlerin tabii ortamı, onların bağlamlarıdır. Geniş anlamıyla bağlam, bir sözü söyleyen kişi, sözün söylendiği yer, zaman ve söyleniş amacı gibi maddi ve zihinsel yapı taşlarından oluşan bir alandır. Bu yapı taşları tümüyle göz önünde bulundurulmadıkça o sözün "doğru" anlaşılması mümkün olmaz. Buradaki "doğru" kelimesi, söyleyenin maksadına paralel oluşla eş değerdedir. Yoksa yukarıdaki örnekte olduğu gibi, sözün, mantık dokusu doğru olan her delaleti genel anlamıyla doğrudur.
Kısaca, bir sözün doğru anlaşılması, o sözün, kim tarafından, kime, ne zaman, niçin ve nasıl söylenmiş olduğunun dikkate alınması ile doğrudan ilişkilidir. Sözü bağlamından koparmak bazen bilerek, bazen de bilmeyerek olur. Sözü, bilmeden bağlamından koparmanın halk dilindeki adı, "lafın başını, dibini bilmeden konuşmak" tır. Bu niteleme ciddi bir eleştiri anlamı taşımakta ve yöneltildiği kişiyi inceden inceye "hafiflik" ile itham etmektedir. Bu yaklaşım, Türk dilini besleyen feraset ve kültürün, söz sahibinin maksadına ne derece saygılı olunduğunun ince ve güçlü bir göstergesidir.
Bir sözü bilerek bağlamından koparmak ise işin daha farklı ve çok daha ciddi bir yönüdür. Bu noktada sözü söyleyene iftira da söz konusudur ve konu sadece bir anlama konusu olmaktan çıkar, işin hukukî ve ahlâkî boyutları da devreye girer. Burada bir saptırma ve sonuç olarak iftira söz konusudur. İletişim teknolojisinin baş döndürücü bir hızla geliştiği çağımızda, bu alanda, söz-bağlam-anlam ilişkisi alanında sergilenecek kötü niyetli yaklaşımların ne derece olumsuz etkiler gösterdiği yaşayarak gördüğümüz gerçeklerden biridir.
Söz bağlam ilişkisi önemi özellikle kutsal metinlerin anlamlandırılmasında ve doğru anlaşılmasında çok daha büyük bir önem arz etmektedir. Tefsir ve hadis bilimlerinde önemli birer başlık oluşturan "Sebeb-i nüzul" ve "sebeb-i vürud" konuları büyük ölçüde, sözün bağlamı ile ilgilidir.
Sahabîlerden Urve b. Zübeyr, "Şüphesiz, Safa ile Merve (tepeleri) Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac veya umre niyetiyle Kabe’yi ziyaret ederse, onları da tavaf (her iki tepe arasında sa’y) etmesinde günah yoktur." (Bakara,158) ayetine bakarak sa’y etmenin mübah olduğu, yani say etmemekten dolayı hac ve umre ibadetlerinde bir eksiklik olamayacağı kanaatine varmıştı. Oysa Urve işin arka planını, bilmediği için ayeti yanlış anlamış ve sa’yin hükmü konu- , sunda yanlış sonuca ulaşmıştı. Hz. Aişe, Urve’yi bu hatası konusunda şöyle uyarmış ve işin hakikatini açıklamıştı:
-"Ey kardeşimin oğlu, ne fena söz söyledin! Eğer ayetin hükmü senin yorumladığın gibi olsaydı ayet, ’Safa ile Merve arasında sa’y etmemekte günah yoktur" şeklinde olurdu. Ne var ki, ayet Ensar (Medine’li Müslümanlar) hakkında inmiştir. Onlar, müslüman olmadan önce, Müşellel adlı mevkide bulunan Menât adlı puta ibadet için ihrama girerlerdi. Bu amaçla ihrama girenler, kendi putları karşısında bulunan Safa ve Mer- . ve tepeleri arasında sa’y etmeyi günah sayarlardı. Müslüman olduktan sonra da (eski inançlarının etkisi ile) Resülüllah’a, ’Ey Allah’ın Resülü, Safa ve Merve tepeleri arasında sa’y etmek bize ağır geliyor’ dediler.Bunun üzerine Allah Teâlâ bu ayeti indirdi. Resülüllah (s.a.s.) Safa ile Merve arasında sa’y etmeyi • (Kur’an dili ile) meşru kıldı. Bunlar arasında sa’y etmeyi terk etmek kimse için caiz değildir." (Buhârî, Hac, 79)
Kısaca ayet, Medineli Müslümanların, eski inançlarının etkisi ile Safa ve Merve arasında sa’y etmelerini, günah olacağı konusundaki endişelerini gidermektedir.
Görüldüğü üzere Urve b. Zübeyr, iniş sebebini, bağlamını bilmediği için ayeti yanlış anlamış, onu, verilmek istenen mesaja aykırı bir şekilde yorumlamıştır. Hz. Aişe ise ayetin arka planı hakkında bilgi sahibi olduğu için Urve’nin bu hatasını düzeltmiş ve ayeti, sa’yin gerekli olduğu şeklinde anlamıştır.
Bağlamından koparılmış söz sinsi ve acımasızdır. Ne zaman ve nasıl vuracağı belli olmaz. Kurbanları ise çoğu kez, merak etme zahmetine kapanmayanlardır.