Makale

İSLÂM’DA CEMAATLE KILINAN NAMAZLAR

İSLÂM’DA CEMAATLE KILINAN NAMAZLAR

Eşref EDÎP

Namaz, bizim iç ihtisâsâtımızın, kalbimizin içindeki niyazın arzıdır. Namaz, kalbimizin teranesidir. Namaz, Hâlık ile mahlûk arasındaki bağ­lılığın şirazesidir. Namaz, rûhun sükûneti, muzdarip kalbin şifası, me’yus gönüllerin tesellisidir. Namaz, fıtratın sesidir. Namaz, hayâtın özü, hülâ­sasıdır.

İnsan, bir kudret-i mutlaka karşısında başını eğer, secdeye kapanır; O’nun huzurunda duâ eder, feryat eder, müşkülleri hal için teselli arar. 13u, insan fıtratının icâbıdır. Gönlün derinliklerinden gelen bir sesin kar­şılığıdır. Kur’ân-ı Kerim, muhtelif yerlerinde insanın fıtrî ahvâlini tasvir eder:

— Siz herhangi bir musibetle karşılaşırsanız, herhangi bir sıkıntıya bir ızdıraba duçar olursanız, denizde dalgaya yakalanırsanız, gemide batma tehlikesi geçirirseniz, Allah’tan başka elinizden tutan kim vardır?

Namazdan maksat, kalbin huşû’ ve huzûudur. Âdâp ve erkânı; bu huşu’ ve huzûu temin etmek, insanın iç duygulan üzerinde ruhi tesirler husule getirmek içindir. Zahirî keyfiyetler, insanın iç keyfiyeti üzerinde tesir eder; rûhânî feyz ve bereket elde etmeğe istidat ve salâhiyet kesbeyler.

Bu, rûhî bir usuldur ki, insanın her hal ve hareketinde cârî ve mües­sirdir. Buna binâen yalnız olarak kılınan namazdan, Camilerde, Mescit­lerde, cemâatle kılınan namaz elbette ki, rûh üzerinde daha tesirlidir. Mescid ve Camilerde cemâatin, manzaranın keyfiyeti, gönüllerin hal ve vaziyeti başkadır. Büyük büyük işler, hep toplulukla birlikte yapılır. Or­dular aynı şekilde bir tek tip ve nizâma tabidir.

İşte bu zahiri muharrikler, cemâatin iç ahvâli üzerine tesir icrâ eder. Bu tesir, bütün gönülleri kaplar, bu, içtimâi, rûhî bir meseledir ki, inkârı kabil değildir.

İslâmda ibadetin bir kısmı, her ne şekilde olursa olsun, hiç bir kayıt ve şarta tâbi olmaksızın yapılır. Bu nev’î ibadetin umumî ismi: teşbih, tehlil ve zikr-i ilâhîdir. Bu, infirâdî bir ibâdettir ki, her fert, kendi başı­na bu ibâdeti bildiği gibi yapar. Burada toplu bir hususiyet yoktur.

Hususî âdâp ve usûl ile edâ edilen bir ibâdet şekli de vardır ki, bunun adı “Namaz”dır. Bu ibâdet şekli, hakikatte toplu bir ibâdet usûl ve şekli olduğu için, bu ibâdetin cemaatle birlikte toplu bir halde eda edilmesi va­cip olmuştur.

Umumî olarak zikr, tefekkür, tehlîl ve teşbih, infiradî ibâdetin usul ve şeklidir. “Namaz” ın şiarı ise cemâattir, toplu bir halde ifâsıdır. Ce­mâatin her ferdine, her ne halde bulunursa bulunsun, bunu eda eylemesi zaruridir. Fakat bir kimse özüründen dolayı bu farizayı cemâatle eda etmiyebilir. O zaman yalnız başına eda etmesi lâzımdır. Fakat Namazda, esas, cemaatla, toplu bir halde edâ olunmaktır.

Cemâate katılamayıp yalnız başına bu farizayı edâ eden adam, o askere benzer ki, taburu ile beraber yürürken herhangi bir sebeple geri­de kalarak yalnız başına arkadan yola devam eder. Bu asker, askerlik vazifesini yapmış olmakla beraber, gideceği yere taburu ile birlikte git­memiş, yalnız başına gitmiş olur.

Toplu bir ibâdet şekli olan Namaz, vahdet nizamının usulüdür. Bu usul, hakikatte İslâmın asıl sırrıdır; belki de sırlarının sırrıdır. İslâmda Namaz, tevhidin hakikat ve keyfiyetinin mazharıdır. Hülâsa bu vahdet nizamını bütün vüzuhu ile ortaya koymak, tevhidin remzi ve şiarı olan yüz milyonlarca kalbi, yüz milyonlarca vücudu tek bir kalb, tek bir vü­cut haline getirmek, ancak bir nizam altında, bir kumandana tebâiyet ile hep aynı şekil ve surette, hep aynı fiil ve harekette bulunmakla mümkün olur. Nitekim insan topluluklarının bütün vahdet nizamları, bu esasa ibtina etmektedir.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, her gün beş vakit namazı İslâm cemâatiyle birlikte toplu olarak kılmışlardır. Hattâ son nefeslerine kadar bu hususta ihmal göstermedikleri malûmdur. Peygamberimiz, bilhassa sabah nama­zında büyük bir neşve, rûhânî bir zevk içinde kırâati uzatırlar, hattâ yüz âyet-i kerîme tilâvet buyurdukları olurdu (Sahîh-i Müslim, Kitâbüssalât Babû’l-kırâe).

Sabah namazının imtiyazı hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyet-i mahsûsa vardır: “İnne Kur’âne’l-fecrî kâne meşhûden”.

Bu âyet-i kerîme İsrâ Sûresindedir.

Haftada bir kere îfâsı emredilen Cum’a namazında da büyük bir sır ve kıymet vardır. Bu, bir nevî umûmî toplantıdır ki, şehrin bütün Müslümanları hep bir araya gelirler. Vaziyet ve ahvalden haberdar olur­lar. Karşılaştıkları hâdiselerde tutacakları yolun istikametini tâyin eder­ler. Varlıklarını koruma yolunda lâzım gelen tedbirleri alırlar. Bu suret­le İslâm cemâati arasındaki içtimaî tesânüt kuvvetlenir, askerî hasâis yerleşir.

Cum’a namazının, böyle umûmî şekilde topluluğun İslâm cemiyeti üzerinde büyük bir kıymet ve değeri vardır. İslâm cemâatinin, İslâm top­luluğunun birbirine bağlı olduğunu, her türlü müşkilâta karşı gelecek, her türlü hâdiselere göğüs gerecek bir durumda olduğunu yar’ü âğyara gösterir.

Bu sûretle bu toplu ibâdet, İslâm cemâatini daimî bir tenebbüh, bir teyakkuz, bir uyanıklık halinde bulundurur, millî şuuru canlandırır. Ah­lâkın salâh ve yükselişinde büyük faydası olur. Herhangi bir fert yanlış bir yola sapsa, İnsanî bir zaafa maruz kalsa, İlâhî rahmet onun elini tu­tar. Yanlış sola saptığını anlar. Yolunu şaşıran, yanlış yola saptığından pişman olur. Allâh’a karşı utanç duyar. Bu suretle cemâatin ahlâki duy­guları harekete gelir. Fenalık bertaraf edilmiş olur, salâh ve fazilet yer­leşir.

Toplu bir halde edâ edilen namazlar, müslümanların birbirleriyle ül­fet ve muhabbetlerini temin eder. Birbirleriyle görüşürler, tanışırlar. Ya­bancılık, uzaklık ortadan kalkar. Gönüller bir noktada birleşir. Cemâat arasında muhabbet ve ülfet hâsıl olur. Birbirine yardım etmeğe alışır­lar. Hâdiselere karşı alınacak tedbirleri düşünürler, kararlaştırırlar. Ce­mâat arasında hizipçilik, fırkacılık ortadan kalkar. Samimî, can ve gö­nülden bir ülfet ve muhabbet, bir rabıta, bir bağlılık, bir dert ortaklığı husule gelir.

İnsanlar arasında toplu bir halde yaşamak, fıtrî bir meseledir. Bü­tün milletler bu hususta muhtelif zamanlarda türlü türlü kanunlar koy­muşlardır. Üniversitelerde konferanslar tertip edilir, celseler kurulur, ce­miyet hayatının faideleri ortaya konur. Topluluktan ayrılmanın zarar­ları göz önüne getirilir, buna karşı çareler aranır. Bu yolda çalışanların mesaisi olmasa, İçtimaî kütlenin rengi değişir, millî vahdet sarsılır. Bu­nun için İslâm, günlük umumî cemâat namazlarında, haftada bir kere Cum’a namazlarında, senede iki kere bayram namazlarında ümmetin bir araya toplanmasını mukarrer kılmıştır ki, bu içtimalar, bu toplu namazlar, fıtrî bir zarurettir; İslâm cemiyetinin vahdet ve nizamını temin eden ye­gâne bir esastır. İşte bu suretle İslâmiyet, müslümanların İçtimaî vazi­yetini böyle ülfet ve muhabbete, böyle ihlâs ve samimiyete, müstenit sağlam temeller üzerine kurmuştur.

Milletlerin bekası, cemâatlerin nizam ve İntizamına bağlıdır. Bu bağ çözülürse, millet arasında rabıta kopmuş olur, millet dağılır. İslâm’da na­mazlar cemâatle, toplu bir halde kılınması, müslümanların yaşayışları­nın amelî misâlidir.

Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, bu amelî mi­sâli, ümmetin önüne koydu. Hayatları nizam ve intizamdan mahrum, darmadağınık kütleleri saf saf bir halde durmaya, omuz omuza dayan­maya, aym hareketlerde bulunmaya sevk etti. Bu sûretle İslâm cemiye­tinin vahdeti, millî hayatta millet efradının birbirlerine yardım etmeleri­ne birbirlerinin dertlerine ortak olmalarına mütevakkıf olduğunu anlattı.

Cemâatle toplu bir halde kılman namazlar, müslümanlar arasında kardeşçe müsavatın, İnsanî eşitliğin en güzel örneğidir. Ayni Hâlık-ı Zülcelâle teveccüh eden o saflarda emir ile garip, zengin ile fakir, siyah ile beyaz, Rûmî ile Habeşi, Arapla Acem ayırd edilmez. Hepsi ayni dere­cede, ayni seviyededirler. Müslümanların bu cumhurî muaşeret dersha­nesinin misâli nerede vardır?

Toplu bir halde kılınan cemâat namazları, müslümanların hayat sembolüdür. Müslümanlar nasıl bir imamın işareti ile namazda hareketle­rini ayarlarlarsa, bütün hayatta da bir (Allâhu Ekber) sesiyle harekete gelir, şahlanır, varlığını, vahdetini, mukaddesâtını muhafaza eder.

Cemâatle toplu bir halde kılınan namazlar, bir meclis-i umûmî mâhiyetindedir. Resûl-i Ekrem ve Hülefâ-yi Râşidîn devrinde usul şöyle idi: Mühim bir mesele ile karşılaşıldığı, yâhut herhangi siyâsî ve millî bir müşkîlât zuhûra geldiği, yâhut herhangi dînî bir meseleyi ümmete bil­dirmek îcâbettiği zaman, müslümanlar arasında münâdî şu sûretle ses­lenirdi :

— Haydi câmie, namaza!..

Bu davet üzerine bütün halk câmie koşar, toplanır, meseleye ıttıla, hâsıl ederdi. Yâhut bildirilecek bir husus varsa millete bildirilirdi. Bu toplantı, sanki müslümanların dîni, medenî ve İçtimaî meselelerinin hal vâsıtası idi. Bunun için müslümanlar, hiç bir bahane ve özür ileri sür­meksizin câmie koşarlardı.

Görülüyor ki, toplu bir halde cemâatle kılman namazlar, İslâmın ilk şiârı, ilk dinî, İçtimaî, medenî ve ahlâkî sembolüdür. Namazın intizâ­mı, müslümanlığın intizâmıdır. Namazın düğümlerinin çözülmesi, müs­lümanlığın düğümlerinin çözülmesidir. Cami, Mescit, müslümanların top­lantı yeridir. Namaz bu merkezî toplanmanın zarûrî merasimidir. Bu şekilde bugün herhangi bir toplantı celsesi açılırken, celsenin riyâset ma­damında bulunan zat, bu toplantının maksadını bir nutukla bildirir. Buna açılış nutku denir. Herşey nasıl meclisin sadâret makamını işgal edene tabî ise, İslâm câmiasında namaz kılınan yer de bu meclis hükmünde­dir. Namaz kılınan yer, İslâm camiasının millî toplantı mahallî, Dârüşşûrâsı, müşavere meclisidir. Ayni zamanda ibadethanedir.

İslâm cemâatinin her türlü ilerlemesinin temeli, İslâm efrâdının bir­birine irtibatı, İslâm cemâatinin faydası için efrâdın husûsî menfaatlerim fedâ etmesini, aralarındaki ihtilâfı bir tarafa bırakarak bir merkezde toplanmalarım, “Câmi” dediğimiz bu namaz kılınan yer sağlar. Cemâat birliğinin dağılmamasını, yekvücut, yekpare bir kale hâlinde yaşamasını bu topluluk halde kılınan namaz sağlar. Bu cemâat birliğini sağlamanın şartı, böyle namaz kılınan yerde toplanmaktır. Bu suretle cemâat hâlinde toplu kılman namazlar, İslâm’ın içtimâi vahdet nizâmıdır. İslâm’ın ilk şiârıdır. Buna göre İslâm’ın yaşaması, böyle cemâat halinde namazın yaşa­masına bağlıdır.

İşte Resûl-i Ekrem Efendimizin bu sûretle amel ve tâlimi, millet ha­yâtı üzerinde ne kadar muazzam bir inkılâp vücûde getirmiş olduğu, muhtelif milletleri İslâm câmiasına nasıl toplamış, mutî kılmış olduğu Kur’ân’ın şahâdetiyle sabittir. Minarelerde müezzin “Hayye ale’s-salâh” der demez bütün Ashap dükkânlarını kapatır câmie koşarlardı.

Görülüyor ki “Allâhu Ekber, Hayye ale’s-salâh” sesini işitir işitmez müslümanların câmie koşmaları en mübrem farîza-i dîniyeleridir. Bu, Kur’ân-ı Kerîm’in ve mübarek Peygamber’imizin yoludur. Müslüman Türk diyârı, mülhid bir devletin istilâsından masun kaldıkça müslüman Türk milleti ilâ-mâşâallâh bu yolda devam edip gidecektir.