Makale

İslam'da Tebliğ

Doç. Dr. Fahri KAYADİBİ /Kocaeli Müftüsü

İslam’da Tebliğ

Tebliğ, İslam’ın insanlara anlatılma seklidir. Bir uyarma ve müjdeleme biçimidir. Tevhid akidesinin, iyinin, güzelin, İlâhi emir ve yasakların insanlara en güzel şekilde sunuluş üslûbudur. İslam dininin, tam ve mükemmel seklini, insanlara, Hz. Muhammed Aleyhisselâm tebliğ etmiştir (1). O’nun tebliğatı, Nuh Aleyhisselâmın da, Musâ ve İsâ Aleyhisselâmların da, tebligatlarını içine almış bulunmaktadır (2) o sadece bir kavmin değil tüm insanların davetcisidir. Yüce Allah (c.c.) “Biz, seni, ancak bütün insanlara bir müjdeleyici, bir uyarıcı olarak gönderdik. Fakat, insanların çoğu, bunu bilmezler.” (3) buyurmuştur. “Ey Peygamber. Biz seni, hakikaten bir şâhid, bir müjdeleyici, bir uyarıcı ve Allah’a, kendisinin emriyle bir Dâvetci ve nûr saçan bir Mes’ale olarak gönderdik" (4) seklindeki İlâhi ifade O’nun tüm insanlığa tebliğci, davetci ve yol gösterici bir ısık olarak gönderildiğini göstermektedir. Abdulmuttalip oğullarına yaptığı ilk hitabında, “Ben, özel olarak size, genel olarak da, bütün insanlara peygamber gönderildim.”(5) buyurması tebliğ görevinin evrensel [cihanşumûl] olduğunun kendisi tarafından ifadesidir. Hz. Muhammed (s.a.s.) kendisine verilen bu tebliğ görevini en güzel şekilde yapmıştır.
Tebliğ görevini ifâ zor bir sanattır. Bu zor sanatı icra etmek için önce Hz. Muham- med’in (s.a.s.) bu görevi nasıl ifâ ettiğini bilmek, sonra çağın usûl ve metotlarıyla en uygun tarzda uygulamak gerekir. Bilmeden, gelişi güzel yapılan tebliğ faydadan çok zarar doğurabilir. Usûlüne uygun yapılan tebliğ ise başarılı bir ameliyatın hastayı sağlığına kavuşturması gibi iyi netice verir. Bu sebeple tebliğ için gerekli bazı hususları ve metotları şöyle sıralayabiliriz.

TEBLİĞCİNİN ÖRNEK OLMASI ESASI

İyiliği, güzelliği, doğruluğu dinin esaslarını başkalarına tavsiye ve tebliğ eden kişinin önce başkasından yapmasını istediği hususların kendisinde var olup olmadığına bakması lazımdır. Kendisinin yasamadığı veya kendisinde olmayan bir fazileti başkasından istemesi beyhûdedir. Peygamberimizin peygamberliğini ilân ettiğinde insanların onu kabullenmesinde en etken tesir peygamberlik yaşı olan 40 yaşına kadar daima doğruyu söylemiş olması ve emin=güvenilir sıfatını almış olmasıdır. Güzel ahlâkıyla insanlara numûne olmasıdır. Özü sözüne, işi sözüne uygun olduğundan herkes onun ilahi peygamberlik görevini tereddütsüz kabul etmiştir, inanmayanlar ise inat ve gururlarından dolayı direnmişlerdir.
Ayrıca söz ve fiil uygunluğu, samimiyet, Kur’an-ı Kerim’in önemle üzerinde durduğu bir husustur: “Ey insanlar, yapmadığınız şeyleri niçin söylersiniz? Yapmadığınız şeyi söylemeniz Allah katında büyük gazaba sebep olur.”(6) Suayb (a.s.) kavmi- ne, “Men ettiğim hususu yapmak sûretiyle size muhalefet etmek istemiyorum. Gücümün yettiği kadar, ıslâh görevimi yapmak istiyorum.” (7) buyurmuştur.
Kendisi doğru ve samimi olmayan bir kişinin başkalarını düzeltmesini beklemek boşunadır,(8). Bunun için tebliğcinin söylediği, tavsiye ettiği şeyi herkesten önce kendisinin yapması, yapmayın diye nehyettiği şeylerden de herkesten önce yine kendisinin kaçınması gerekir. Şüphesiz, eğer bir sözün sahibine toplumun ve cemaatin güveni yoksa, o sözün de herhangi bir değeri yok demektir. Güven duyulmayan bir söz boşlukta kalan bir sözdür. Adetâ bir küle üflemek gibi bir şeydir (9).
Başkalarını değiştirmenin tek yolu kişinin kendisini değiştirmesine bağlıdır. Kendisini fetheden dünyayı fetheder, kendi içinde İslami ilkelerin bütünüyle yerettiği insan bizzat islami dirilişe doğru en temel adımı atmış demektir. Çünkü ölüp, gerçekte yeniden dirilen insandır ki, çevresindeki dünyayı diriltebilir ve ona yeniden can katabilir |101. Bu sebeple dini yönden kişi önce kendisini ıslâh etmedikçe başkalarını ıslâh edemez.

TEBLİĞDE BİLGİ VE KÜLTÜR FAKTÖRÜ

Tebliğ yapanın tebliğ için gerekli ilim, kültür, fikir ve sanata sahip olması şarttır. Cehalet saptırır, ürkütür, korkutur, kaçırır, soğutur, rencide eder. Bilgi ve kültür ise sevdirir, cezbeder, doğrultur, dinlettirir, aydınlatır, kötülüklerden iyiliğe sevkeder. Bunun için tebliğcinin mutlak sûrette tebliğ edeceği konuda yeterli bilgiye sahip olması şarttır. Muhataba tesir daha çok ilmi ehliyete sahip olmakla mümkündür. Bilgisi, kültürü olmayan, dünyadaki değişime ve gelişmeleri takip etmeyen bir kişinin muhatabına etkili olabilmesi imkânsızdır. Problemler içinde bocalayan bugünkü dünya insanına İslam’ın tebliği bilgi ve ustalık ister. Bunun için tebliğcinin daima inceleme, araştırma yaparak kendisini yenilemesi, din sosyolojisi, din psikolojisi ve diğer dinleri bilmesi lâzımdır.
İslam dini Cihanşumûldür. Bu evrensel dini bütün dünyaya tebliğ etmek için tebliğcinin dünyada geçerli yabancı dillerden hiç değilse birine sahip olması çok yararlı olur. Yoksa neyle tebliğ görevini yerine getirebilecektir. Günümüz İslam dünyasının, meselelere vakıf, fedakar ve kabiliyetli bir elit tabaka, yani lokomotif görevi yapacak şuurlu ve münevver bir zümre yetiştirmesi gerekir. Daha sonra bu münevver zümrenin topluma dağılarak, halk ile aydın kesim arasındaki sürtüşme ve güvensizliği ortadan kaldırması sağlanmalıdırI11).

TEBLİĞDE YUMUŞAKLIK VE HOŞGÖRÜ

Tebliğcinin insanlara karşı yumuşak davranması ve iyi mumale yapması çok önemlidir. İnsanlar yaratılışları gereği sertlik ve kabalıktan nefret ederler. Yumuşaklık, nezaket ve incelikten hoşlanırlar. Bu sebepten Cenab-ı Allah Peygamberimize : “Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi."1121 buyurmuştur.
Tebliğcinin yumuşaklıkla, nezaketle insanlara nüfuz etmesi ve onların kalplerini fethetmesi
lâzımdır. Hz. Allah Mûsa ile Ha- rûn’u (a.s.) azgın Firavun’a gönderirken: “Firavun’a gidin, o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar." 1131 buyurarak azgınlığı ve inatçılığıyla meşhur Firavun’a dahi yumuşak tebliğ yapılmasını istemiştir.
Kur’an-ı Kerim, İslam tebliğ- cilerine kötü muamele ve çirkin davranışlara bile yumuşak davranışı, tatlı sözü, hüsnü muameleyi emretmektedir: “İyilik ile kötülük bir değildir, sen kötülüğü en güzel şekilde önle. (14) Çünkü bu, muhabbet ve sevgiye vesile olur. “0 zaman görürsün ki, sizinle arasında düşmanlık bulunan kimse bile sanki yakın dostun olmuştur.” (15) buyurmuştur.
Tebliğde muhatabın hatasını yüzüne vurmak ve insanlar arasında küçük düşürmemek de esastır. Kendi şahsına yapılan kötü söz ve davranışlara karşı “Aff (kolaylık yolunu) tut. İyiliği emret, cahillere aldırış etme." (16) âyeti gereği hoşgörüyle muamele etmelidir. Sert ve kırıcı konuşma, şiddet gösterme, nefret ve düşmanlık doğurur. Böyle olunca da, hakkı kabul etmeye yatkın olanlar bile kırılır, hatalar bulmaya çalışır, muhalefet etmeye kalkışır ve inatlaşırlar. Tabiatıyla böyle bir davranışın sonucu da bir hiç olur (17). Bilgisi ve çenesinin kuvvetiyle karşısındakini yerin dibine batıran kimse İslam adına hiçbir şey yapmamıştır. Galibiyet arzusu çıkış noktası olunca, karşımızdaki kisi de mecburen aynı pozisyona girecek, neticede ir- şad ve tebliğ yerine gurur mücadelesi başlayacaktır (18).
Tebliğci herkesten çok müsamahalı olmalıdır. Başkalarının düşünce ve fikirlerine saygı göstermelidir. Taassuba asla yer vermemeli ve kaçınmalıdır. Letafeti gerektiren yerde latif, yumuşaklığın istendiği yerde yumuşak ve temkinin olduğu yerde temkinli olması gerekmektedir ,(19).

TEBLİĞDE AŞIRILIK VE USAINIDIRICILIK YERİIME SEVGİ ESAS ALINMALIDIR

Tebliğci, tebliğinde aşırılık yaparak karşısındakileri usandırıcı, bıktırıcı ve nefret ettirici olmamalıdır. Esasen tebliğcinin tebliğdeki metodu “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz”(20) hadis-i şerifi olmalıdır, itici değil, çekici; usandırıcı değil, sevdirici olmalıdır. Karşındakinin sözünü dinlemeli, nefret ve isteksizliğe sebep olan davranışlardan uzak olmalıdır.
Tebliğ konusunda orta yolu tutmak lâzımdır. Çünkü din, inançta, ibadette, muamelede, düşüncede, ahlâkta vasatlığı istemektedir. Peygamberimiz (s.a.s.) “Din’de aşırılıktan sakınınız, Çünkü sizden öncekiler yalnızca dinde aşırılık yüzünden mahvoldular.”(21) buyurmuştur.
Tebliğci içinde bulunduğu toplumun bir sosyal mühendisidir. Toplumun dini konulardaki, noksanlarını, aşırılıklarını, bidatlarını, dertlerini tespit eder, çareler üretir. Bu sıkıntıları giderici en güzel tedbirleri alır. Kişiler ve toplumlar hiç farkına varmadan içine düştükleri buhran ve sıkıntılardan arındırılırlar. Küfürden imana, günahtan sevaba, kötülükten iyiliğe dönüş yaparlar. Bütün bu güzellikler tebliğ- cinin aşırı, bıktırıcı, usandırıcı tavırlarından uzak kalması ve kişilere sevgiyle yaklaşması, sunacağı konuları sevdirmesiyle mümkündür. Bilgisiz ve sevgisiz yapılan tebliğ fayda değil zarar verir.
Aşırı zorlamalar muhatabı adeta faydalı yağmur suyunu kabul etmez bir sert taşa dön- derttirir. Cna ne verseniz kabul etmeyeceği gibi belki de karşı tepki gösterir.
Tebliğcinin hedefi temel esaslar olmalıdır. Talî ve Cüzî meselelerde ısrarlı davranmak karşıyı ürkütür, ibn Mesûd’un rivayetinde Peygamberimiz (s.a.s.) “Çok ince ayrıntılara dalanlar mahvoldu, buyurdu ve bu sözü üç kere tekrarladı.”(22)
Aşırılığın en kötü yönlerinden birisi karşısındakine küfür damgası vurma hastalığıdır. Günah işleyen, islediği günahta ısrar eden ve sözlerini duyup da kabul etmeyip, aynı safta yer almayan kimseleri hemen küfürle itham etmeleri çok yanlıştır. Oysa bu durum, o insanların İslam’a girmelerinden çok, İslam’dan çıkmalarına sebep olur. Halbuki İslam, kolay kolay kimseyi küfürle itham etmez (23). Tebliğci her kötünün bir iyi tarafını araştırır ve yakaladığı iyi özellikten muhatabını yakalayarak onu kötülük uçurumlarından çeker kurtarır.
Aşırılığın en kötü yönlerinden birisi de güzel ve kolay dini, muhatabın zor ve sıkıcı gibi algılamasına neden olmaktır. Birden yüklenmek, sık boğaz etmek, muhataba sevimli dini sevimsizmiş gibi gösterir. Bunun için tebliğci muhatabını adeta kendisinin engin sevgi denizinde banyo ettirerek onu çirkinliklerden arındırması lâzımdır.

MUHATABI DİNLEME VE SEVİYESİNE GÖRE KONUŞMA

Tebliğde konuşmak kadar dinlemek de esastır. Karşısındakini dinlemek, ona değer vermek, onun bilgisine, kültürüne önem vermek, nazik davranmak muhatabı tebliğe uygun hale getirmenin en iyi yoludur. Esasen muhatabı dinlemek, anlamak ona tebliğin ne şekilde yapılması gerektiği konusunda ipuçları verir. Muhtabın psikolojik durumu ve tebliğde neye ihtiyacı olduğu dinlemekle anlaşılır. Aksi takdirde tebliğci, yetişmeyecek toprağa tohum ekme hatasına düşer. Hakkı tebliğ etmenin ve kabul ettirmenin en iyi yolu muhatabı dinleme, ona değer vermekle olur.
Eğer bizler insanlara gerçekten muhtaç oldukları şeyleri vermek istiyorsak, bu takdirde, bizim onlara söyleyebileceğimiz değil, onların bize söyleyebileceklerinin daha önemli olduğunu öncelikle bilmeliyiz (24). Çünkü insan psikolojisi gereği kendisinin beğenilmesinden, kendisinin medhedilmesinden, kendi duygu, düşünce ve sözlerine değer verilmesinden hoşlanır ve bunu yapan insana sempati duyar. Bu sebeple tebliğ yapılacak muhatabı hem dinlemeli hem de onda bulanan iyi vasıfları öğerek, ona değer vererek kendisine hitabetmelidir.
Muhatabı dinleyip, ona değer verip bilgi kültür seviyesini iyi anladıktan ve neden alacağını, neye ihtiyacı olduğunu öğrendikten sonra onun seviyesine göre konuşmak gereklidir. Konuşma, ihtiyaca, zaman ve şartlara uygun olmalıdır. Tebliğci kendisinden, kendi üstünlük ve faziletinden bahsetmekten kesinlikle sakınmalıdır. Çünkü insanlar yaradılışları icâbı kendisini çok öven insanlardan hoşlanmazlar. Konuşmada münakaşa ve tartışmalara da asla yer vermemelidir.

TEBLİĞ KAVGAYLA DEĞİL, BARIŞLA YAPILIR

Tebliğde kavgalı, çekişmeli, münakaşalı yolu değil barış yolunu tercih etmelidir. Peygamberimiz (s.a.s.) son ve ekmel dini tebliğe, barışla başladı. Muhtelif devlet başkanları- na gönderdiği mektuplar ve bu mektuplardaki tatlı ifade ve üslûp Peygamber Efendimizin ne kadar barışsever olduğunu göstermektedir. Onun savaş açmak yerine, mektuplar yazarak çevresindeki devlet reislerini gerçek sulh dini olan İslam’a davet etmesi tebliğin savaşla, zorbayla değil barışla yapılabileceğinin en güzel misalidir.
Hicret’ten sonra Medine’de Muhacirler ve Ensâr arasında kurulan kardeşlik, dünyada eşine rastlanmaz bir barış hamlesidir. Çağımız insanlığı, Medine’de sergilenen bu kardeşlik ve sevgi bağını aralarında teessüs ettirebilseydi dünyada kanlı savaşların hiç birisi olmazdı.
Gerek yazılan tebliğ mektupları ve gerekse Medine’deki kardeşlik, tebliğin ancak barış, kardeşlik ve sevgi esaslarıyla yapılableceğinin ispatıdır. Öyleyse tebliğci insanlara yaklaşımını bir barış ve kardeşlik havası içerisinde sevgiyle yapmalıdır. Tebilğde şiddet değil barış vardır.

TEBLİĞDE SABIR ESASTIR

Tebliğci sabırlı olmalıdır. Tebliğ görevini yerine getirirken karşısına çıkabilecek her türlü sıkıntıları metanetle göğüsleyebilmelidir. Bu konuda Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed (s.a.s.)’in sabırla dolu çileli hayatı kendisine örnek olmalıdır.
Tebliğ görevini üstlenen kimselerin davası uğrunda kendilerini fedâkârlıklara alıştırması, tebliğle birlikte gelen zorluklara katlanmayı bilmesi, insanların ânî karsı çıkışlarına, kötü muamalelerine, zan ve düşüncelerinin fesâdına, tabiatlarının cefasına, hakkı geç kabul etmelerine, uyuşukluklarına, şöhret ve menfaat peşinde koşmalarına ve buna benzer basitliklere (24) sabır göstermesi esastır. Nuh [a.s.)’ın sabırla 950 yıl (25) insanları imana davet ettiği halde, sadece az bir insan topluluğuna etkili olduğunu unutmamak gerekir. Gayret insandan, hidayet Allah (c.c.]’tandır.

SONUÇ
Tebliğ, İslam’ın, hakkın, hakkaniyetin, güzelliğin, iyiliğin insanlara aşılanmasında kullanılan bir metottur. Bu iş ise zor bir sanattır. Bilgi, kültür, hoşgörü, ustalık ve sabır ister. Daha da önemlisi tebliğ edilecek konuda önce insanın kendisini örnek olmasını ister. Başkasından isteyeceğin fazileti önce yasayacaksın ki başkalarından bekleme hakkın olsun. Bütün bunları yaparken Resulûllah (s.a.s.]’in örnek hayatı tebliğcinin esas motifidir. Gayret kuldan, tevfik ve hidayet Allah (c.c.]’tandır.

(1) Maide 3.
(2) Sûra 12.
(3) Sebe 28.
(4) Ahzâb 45-46.
(5) Ahmed b. Hanbel-MUsned c. 1, 5, 159.
(6) Saf : 2-3.
(7) Hud : 88.
(8) Uludağ, Süleyman, İslam’da Irsad, 1st. 1984, s. 132.
(9) Kardavi Yusuf, Islami Uyanış Problemleri, Ter. Haşan Fehmi Ulus, 1st. 1986, s. 15.
(1Q) Nasr Seyyid Hüseyin, Islâm ve Modern İnsanın Çıkmazı, çev. A. Ünal, 1st. 1984, s. 216.
(11) Uludağ Süleyman, “Gelişme ve Çöküntü Sebeplerinin Medeniyet ve Kültür Açısından Değerlendirilmesi" [Islâm üzerine Düşünceler) s. 173.
(12) Âl-i Imran 159.
(13) Tahâ 43-44.
(14) Mü’minûn 96.
(15) Fussilet 34.
(16) A’raf 199, Al-ı Imran 159.
(17) I. Lütfi Çakan, Hitabet ve İrşat Açısından Kur’an-ı Kerim’de Söz Çeşitleri, Din Eğitim Dergisi, sayı, 15, 1988, s. 53.
(18) Göktas Mehmet, İslam’ın Genç Davetlilerine, 1986, s. 14.
(19) M. Ali Hâsimi, Kur’an ve Sünnette Müslüman Şahsiyeti, Ter. Rasul Tosun, 1st. 1987, s. 180.
(20) Buhari, İlim, 11 Meğazi, 60, Edeb, 80, Müslim, Cihad, 4.
(21)Darimî, Mukaddime, 19.
(22) Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/219, 3/33.
(23) Buharî, Edeb, 73.
(24) Paul Campbet, Peter Howard, İnsanları Değiştirme San’atı, çev. Mithat San, Ank. 1877, s, 27.
(25) M. Ali Hâsimi, Kur’an ve Sünnette Müslüman Şahsiyeti, Ter. Rasul Tosun, 1st. 1987, s, 257.
(26) Ankebût 14.