Makale

Dünden Bugüne HURAFELER

Dünden Bugüne
HURAFELER

YAŞAR DERİN / Başkanlık Müfettişi

İslâm’ın en fazla mücadele ettiği konulardan biri, şüphesiz batıl inanç, hurafeler ve bıdatlardır. Bunun için, halkımızı "din" konusunda aydınlatma görevi olan Diyanet Işleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun Tasarısı’nın gerekçelerinden biri de bu kuruluşun "... dinle ilgili işlerin aynı zamanda ilmî etüdünü yapabilecek, halkı hurafelerden, batıl inançlardan kurtaracak seviyeye gelmesinin zarurî olduğu; bunun için batı ülkelerindeki emsallerine uygun şekilde, bu vazifeyi başaracak din adamlarına ihtiyaç bulunduğu..."(1) yolundadır.
"İsrâiliyat" denilen ve İslâm’ın ilk yıllarından itibaren başlayan, uydurma ve yalan haberler, bu gün, çeşitli görünümlerle hâlâ devam etmektedir. Batıl inanç, hurafeler ve bid’atlar olarak karşımıza çıkan bu gibi uydurma haberler ile ilgili yeterli çalışmanın yapıldığını söyliyemiyoruz. Halbuki, ülkemizde gerek Isrâiliyat’ ve gerekse batıl inanç ve bid’atlarla mücadele edebilecek, din alimleri mevcuttur. Diyanet İşleri Başkanlığının çeşitli kademelerinde çalışan görevlileri-mizce bu konular kolaylıkla ayırt edilebilmekte ve doğru olan, halkımıza sunulabilmektedir.
Halkımız arasında, "Niyet Mektubu" adı altında yayılan bir mektup ile "Bismillahirrahmanirrahim" diye başlayıp, "Sayın din kardeşlerim. Cenab-ı Hakk’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun. Ben 13 yaşında bir kız çocuğuyum muzdarip olduğum amansız hastalığa doktorların tüm çabalarına rağmen çare bulamadıkları anda göz yaşlarımı silmeden şehitler şehidi Hazreti Hüseyin’in kız kardeşi Zeyneb’in türbesini ziyaret ettim. Uykum sırasında, Zeynep hanım ağzıma su döküp bana Allah’ın izni ile iyi olduğumu müjdeledi ve dedi ki, başından geçen bu olayı halka yazıp dağıt dedi..." şeklinde devam eden hir başka mektuptan, zannederim bazılarımızın haberi vardır. Bu mektupların yazılış şeklindeki dilbilgisi kurallarından, bunların hatalarından bahsetmek bir yana, 13 yaşındaki kız kimdir? Ne zaman böyle bir hadise meydana gelmiştir? Nerede vaki olmuştur? Neden Ehl-i Beyt istismar edilmiştir? Aynı mektupta daha pek çok sorular cevapsız kalmaktadır. Hastalıklarına çare arayanlar, bu mektupta belirtilen türbeye ziyarete gitmişler midir? Onu da bilmiyoruz. Fakat ümit ediyoruz ki halkımız bu gibi şeyleri daha mantıklı değerlendirerek böyle şeylere itibar etmemişdir.
Halkımız arasında dolaştığını bildiğimiz bir "Bal Tefsiri" uydurmacası var(2) "Bir gün Hazreti Ali Efendimiz kazadan geldiğinde (Herhalde Gazadan olacak), Ebu-bekir, Ömer, Osman Efendilerimiz İmamı Ali Efendimizin hanesine gelip Kazanız (Gaza-cihat olması gerekir) Mübarek olsun Ey Allah’ın Aslanı dediler. Hazreti Ali bir kalaylı tasla bal getirdi önlerine koydu, buyurun dedi. Hazreti Ebubekir Mübarek elini uzattı, gördü ki balın içinde bir kara kıl var, almak istedi Hazreti Ömer kılı aldırmadı ve dedi ki: Bizler Rasülü Ekrem’in vezirleriyiz. Belki Fatımatüzehra, Resu lullah bizleri tecrübe için koymuştur. Dördümüz üçer tevil edelim münasip olmaz mı dedi..." şeklinde devam eden ve içinde Hz. Peygamberin de tevilinden bahsedilen bu Bal Tef-sir’inin hadis literatüründe yeri olmamasına karşılık, maalesef halkımız arasında yayıldığını biliyoruz. Yine mantıklı düşünen halkımız, bu Bal Tefsir’indeki dilbilgisi hataları bir yana, bunun uydurma olduğunu kolayca anlayacaktır.
Yukarıdaki misalleri çoğaltmak mümkün. Daha başka batıl, hurafe ve bid’atlardan bir başka yazımızda bahsetmek üzere, esas üzerinde durmak istediğimiz; "Şeyh Ahmet Vasiyetnamesi" adı altında, Suudi Arabistan ve Mısır gibi İslâm ülkelerinde yayıldığını tespit ettiğimiz ve memleketimize kadar da gelen (3) vasiyetname ile ilgili bir Tenkitin tercümesidir.(4) Dipnotta tam ismi verilen eserin dördüncü risalesi olarak yayınlanan bu tenkitin bazı bölümleri tercüme edilmiştir.
"...Selamım Aleykum. (Medine’de) Hz. Peygamber’in türbeda-rı olduğunu iddia eden Şeyh Ahmet isimli birisinin "Haremu’n-Nebevî Eş-Şerif’in Tür-bedarı Şeyh Ahmet’ten bir Vasiyetname adı altında bir yazıya muttali oldum, şöyle diyordu! Bir Cuma gecesi Kur’an okuyordum. Bitirdikten sonra yatmaya hazırlanırken, Rasûlullah’ı gördüm, bana; Ya Şeyh Ahmet, dedi, ben de buyur Ya Rasûlallah, dedim. (Cevaben) İnsanların (ümmetimin) yaptıkları kötü işlerden dolayı, ne Allah’a (C.C.) ve ne de meleklere karşı yüzüm kalmadı. Çünkü bir hafta içinde (geçen Cuma’dan bu Cuma’ya kadar) 160 bin kişi öldü, ancak bunların hepsi kafir idi, dedi ve sonra yapılan kötü işleri saydı. Daha sonra: (bu söylediklerim) Allah’tan (C.C.) bir vasiyettir, diyerek kıyamet alametlerinin bazılarından bahsetti ve onlara (ümmetime) bu vasiyetnameyi anlat, çünkü bu Levh-i Mah-fuz’dan, Kudret Kalemi’nden nakledilmiştir. Bu vasiyeti kim, yazar bir yerden bir yere ulaştırırsa, O’nun için Cennet’te bir köşk yapılacaktır. Bu vasiyeti yazıp dağıtmayana şefaatim yoktur. Yazan kimse fakir ise, bu vasiyet bereketiyle Allah (C.C.) O’nu zenginleştirecektir, borçlu ise borçlarını ödeme imkânı verecektir, günahkâr ise, hem kendisi ve hem de anne-babası affedilecektir. Bu vasiyeti yazıp dağıtmayan kimsenin yüzünü Allah, Dünya’da ve Âhiret’te kara çıkarsın, dedi. Sonra da O (Şeyh Ahmet) üç defa yemin ederek, bu vasiyet bir hakikattir. Eğer yalan isem kafir olayım, inanan Cehennem azabından kurtulur, inanmayan kafir olur, dedi."
Rasulullah’a (S.A.S.) atfedilen ve senelerden beri insanlar arasında elden ele dolaşan yalan vasiyetin özeti budur. Bunu sık sık duyduk. Pek çok kişinin arasında da revaç bulduğunu öğrendim. Halbuki vasiyette, pek çok yanlışlıklar vardır. O’nu ortaya atan (Şeyh Ahmet) Peygamber Efendimizi uykuya hazırlanırken gördüğünü söylüyor. Bunun manası Hz. Peygamberi uyanıkken gördüğünü iddia etmesidir ki, apaçık bir yalan ve batıl bir durumdur. Bu vasiyetin yalan ve batıl olduğuna dair geçen yıl (1975) halkı uyarmıştım. Son neşrini görünce, O’nu yazanın yalancılığı nedeniyle, halk arasında itibar bulacağnı zannetmiyordum. Ancak pek çokları tarafından ilgi gördüğünü ve elden ele dolaştırıldığını, bazılarının bu vasiyete inandığını dostlarım haber verdiğinde, O’nun batıl olduğunu ve Peygamber Efendimize bir iftira olduğunu açıklamam gerekti ki, böyle şeylere kimse inanmasın. Aslında bunun yalan ve iftira olduğunu ilim, iman ve akl-ı selim sahibi kimseler mantıklı bir düşünüşle anlayabilirlerdi. Çünkü bu vasiyetname pekçok yönden yalandır ve Rasûlullah’a (S.A.S.) bir iftiradır. Vasiyetname’nin nispet edildiği Şeyh Ahmet’in akrabaları olduğu ileri sürülen şahıslardan Şeyh Ahmet’i ve bu vasiyetnameyi sordum; böyle bir vasiyetin uydurulmuş olduğunu söylediler. Aslında Şeyh Ahmet seneler önce ölmüş birisi idi. Kaldı ki, ister Şeyh Ahmet olsun, ister O’ndan daha hayırlı kimseler olsun, uyanık oldukları halde, Hz. Peygamberi gördüklerini ve O’nun da böyle bir vasiyette bulunduğunu iddia etselerdi, yine de yalan olduğunu ve Şeytan tarafından söylendiğini, pekçok sebepten dolayı ifade ederdik:
1. Bir kere uyumamış bir kişi, Rasûlullah’ın (S.A.S.) vefatından sonra O’nu asla göremez. Bazıları böyle şeyler ileri sürmüşler ve "Mevlüt Gecelerinde görülebileceğini söylemişlerse de aslı yoktur ve bir aldatmacadır. Çünkü bu iddia Kur’an’, Sünnet’e ve Icma’ya aykırıdır. Zira Allah (C.C.): "Sizler, bütün bunlardan sonra ölürsünüz. Şüphesiz Kıyamet Günü tekrar diriltilirsiniz."(5) buyurmaktadır. Öyleyse ölüler ancak Kıyamet Günü diriltileceklerdir, yoksa Dün-ya’da iken değil. Kim buna aykırı bir şey söylerse, o apaçık bir yalandır, bir aldatmacadır. Selef-i Sâlihîn, Ashab-ı Kiram ve Tabiî’nin öğrettiği ’doğru yol’ bu değildir.
2. Rasûlullah (S.A.S.) gerek hayatta iken ve gerekse vefatından sonra (uykuda, rüyada görülmesi halinde) her zaman doğruyu söylemiştir. Ancak bu ’vasiyet’ pekçok yönden O’nun getirdiği İslâm’a aykırıdır.
Bu vasiyeti ortaya atanın, Hicrî 14 ncü asırda yaşadığı ve islâm’ı bozmak, yeni bir din getirmek isteyen birisi olduğu anlaşılmaktadır. Güya, buna inananların Cennet’e gireceği, kabul etmeyenlerin de Cehennem’e gideceği ileri sürülmektedir. Bu vasiyet Kur’an’ndan daha büyük ve faziletli olarak gösterilmektedir. Çünkü, onu yazıp dağıtana Cennetle bir köşk verileceği, böyle yapmayanlara ise Hz. Pey-gamber’in şefaat etmeyeceği iddia edilmektedir. Bu ise en kötü bir yalandır, böyle bir yalanı söyleyenin hayasızlığına ve cüretkârlığına en açık bir delildir. Kaldı ki -bırakın böyle bir yalan vasiyeti- Kur’an’ı bile bastırıp bedava dağıtan kimse dahi, bu derece bir fazilete ulaşamaz. Aynı zamanda, eğer bir kimse, Kur’an’a inanıyor ve O’na tâbi oluyorsa -bastırıp bedava dağıtmasa bile-Hz. Peygamber’in şefaatından mahrum olmaz. Bu iftira bile, böyle bir vasiyeti ortaya atanın yalancı olduğuna ve vasiyetin de batıl olduğuna yeterli delildir, binlerce yemin edilerek doğru olduğu ileri sürülse de yine yalandır ve Rasûlullah’a (S.A.S.) bir iftiradır.
3. Bu vasiyyette deniliyor ki! "...iki Cuma arasında -bir haftada- yüzaltmışbin kişi öldü, bunların hepsi kafir idi..." Bir kere bu husus, sadece Allah’ın (C.C.) bildiği konular arasındadır, Hz. Peygamber dahi bilemez. Üstelik Peygamber Efendimiz vefat etmiş ve vahiy de kesilmiştir. Kaldı ki Rasûlullah (S.A.S.) hayatta iken de bu tür şeyleri bilmezdi. Çünkü Allah (C.C.)! "De ki, size Allah’ın hazineleri elimdedir demiyorum; gaybı da bilmiyorum..."(6) "Ey Habibim, de ki, göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur..."(7)
4. Bu vasiyetin batıl ve yalan olduğuna başka deliller de vardır: Vasiyette deniliyor ki;"... bu vasiyeti fakir bir kimse yazarsa Allah (C.C.) O’nu zenginleştirir. Borçlu bir kimse yazarsa, borcunu ödeyebilmesi için fırsat yaratılır. Günahkâr ise, günahları affedilir. Annesi ve babası da affedilir..." Böyle devam eden vasiyet en büyük yalandır, bunu söyleyen kimsenin yalan olduğuna ve Allah’tan (C.C.) ve kullarından utanmadığına en açık bir delildir. Çünkü (bu sayılan şeyler) Kur’an’ı yazmakla elde edilemezken, batıl bir vasiyeti yazmakla nasıl elde edilir! Öyleyse bu vasiyeti ortaya atan kimse insanları doğru yoldan çıkarmak isteyen birisidir. Heva ve hevese kapılmaktan Allah’a (C.C.) sığınırız.
5. Bu vasiyetin batıl ve yalan olduğuna şu sözleri de delildir; Deniliyor ki"... kim bu vasiyeti yazmazsa -dağıtmazsa- dünya ve âhirette yüzü kara olsun..."r\ Rasûlullah’a atfen söylenilen bu söz bile, onun batıl olduğuna apaçık bir delildir. Meçhul birisinin, Rasulullah’a (S.A.S.) iftira ederek, böyle bir vasiyeti yazmayanın yüzünün kara olacağını söylemesine nasıl inanılır! Sonra, bunu yazıp dağıtanın zenginleşeceğine, borçlarını ödemeye fırsat bulacağına ve günahlarının affedileceğine nasıl inanılır! Ne büyük bir iftira! Deliller, bu müfterinin yalancılığını, Allah’tan (C.C.) ve kullarından hayasızlığını ortaya koymaktadır... böyle şeylere inanmaktan ve günahlardan Allah’a (C.C.) sığınırız. Çünkü İslâmiyet, böyle bir mükafaat ve ceza getirmemiştir. Böyle, yalan olan ve içinde inanılması küfrü gerektiren vasiyetten dolayı, bu şekilde bir mükafaat veya ceza olur mu!
6. Bu vasiyetin yalan ve batıl olduğunu şu sözleri de göstermektedir, deniliyor ki; "...bu vaziyete inanan Cehennem’den kurtulur, inanmayan ise kafir olur..." (Bu korkutma ile) insanlar, batıl ve yalan olan bir şeyin tasdikine zorlanmaktadır. Bu da Allah’a (C.C.) bir iftiradır. Halbuki böyle bir vasiyete inanan küfre girer, yoksa inanmayan değil. Çünkü, o batıldır, yalandır, sahih değildir ve bunu uyduran yalancıdır. Yeni bir şey icat etmek istemekte ve Allah’tan (C.C.) gelmeyen birşeye insanları inandırmaya çalışmaktadır. Halbuki Allah (C.C.) 14 asır önce dinini tamamlamıştır. Böyle şeylere inanmaktan sakınınız. Böyle şeyler aranızda itibar görmesin... sizlere müşkül görünen şeyleri ilim sahiplerine sorunuz. Yalancıların yeminlerine kanmayınız. Çünkü Şeytan da atanıza (Hz. Adem-Hz. Havva) yeminle, doğruyu söylediğine dair teminat vererek "Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti"(8) denilmek suretiyle Şey-tan’a inanılmaması istenmiştir.
Böyle şeylerden sakınınız. Ce-nab-ı Allah beni ve sizleri diğer müslümanları, Şeytanın şerrinden, fitnesinden, dalâlete meyledenlerden, İslâm Nurunu söndürmek isteyenlerden, İslâm’ı karıştırmak isteyenlerden korusun. Allah (C.C), inkarcılar, kafirler, şeytan ve O’na tabi olanlar istemeseler bile Nuru’nu (Dinini) tamamlayacaktır.
Yukarıda bahsettiğimiz "Risale"nin bazı bölümlerinin ve bu konuda yapılan tenkitlerin tercümesini verdikten sonra birkaç cümle söylenmesi gerekirse:
Cenab-ı Allah "...Bu gün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım..."^) buyurmakta, anlaşılmasında güçlük çekilen bir durum varsa, "...Eğer bilemiyorsanız ilim sahiplerinden sorunuz."(10) şeklinde çıkış yolu göstermektedir. Hz. Peygamber de "Size iki şey bırakıyorum. Bu ikisine tabi olduğunuz müddetçe dalâlete düşmezsiniz. Bu ikisi; Kur’an ve benim sünnetimdir."( ¡1) buyurmaktadır. Öyleyse Kur’an ve Sünnet’e uymayan şeyleri kabul etmek mümkün değildir. Eğer "Din" adına bir şeyler söyleniyorsa, Din’in aslî kaynakları açısından değerlendirmek gerekmektedir. Bu nedenle, falcılık, ruh çağırma v.b. gibi gaybdan haber vermek, baykuş ötmesi, elden sabun ve makas almak, onüç rakamı gibi şeyleri uğursuz saymak, türbelere adak yapmak, türbe pencerelerine mum yakmak, bazı ağaçlara bez bağlamak, mavi boncuk, nazarlık takmak, at nalı gibi şeyleri asmak, kurşun dökmek, arabalara göz resmi yapıştırmak gibi gerçekle alakası olmayan, aslı esası bulunmayan hurafe ve batıl inançların İslâmiyet ile alakası yoktur.

Merhum Mehmet Âkif bu durumu ne de güzel ifade etmiş;
Hurafeler üfürükler düğüm
düğüm bağlar, Seraser oturup hasta baktıran
sağlar.
Ataletin o mülevves ters batı
bütün,
Numune işte biziz... Görmek
isteyen görsün. Bakın ne hale getirmiş cehlimiz
dini,
Hurafeler bürümüş en temiz
menâbiini.

(1) Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun Tasarısı, Başbakanlık Devlet Matbaası, Ankara, 1961.
(2) Bal Tefsiri, Aslından Türkçeye Çeviren Hamdi Çalıkıran, Kaleiçi Merdiven Karşısı, Kayseri (Bir sayfalık teksir).
(3) Y.Z. Ersal, Şeyh Ahmet Vasiyetnamesi ’nin Tenkidi, D.I.B. Yay. No: 51, Sadeleştiren: Talat Karaçizmeli, 1982, s. 18.
(4) Abdulaziz b. Abdullah b. Baz, Et-Tahziru Min-EI Bidai, Medine İslâm Üniversitesi Yayını, H. 1396 (1976), S. 18-22.
(5) Mü’minûn: 15-16.
(6) En’am:50.
(7) Nemi: 65.
(8) A’raf: 21.
(9) Mâide:3.
(10) Enbiya: 7.
(11) El-Fethu’l-Kebir, 1/451,11/27.