Makale

İslâm'a Sokulan Bid'atler

İslâm’a Sokulan Bid’atler

Celâl Yıldırım
Emekli İzmir Müftüsü

Bid’at, sözlükte: Aslında mevcut olmayıp sonradan ortaya çıkarılan şey demektir. Diğer bir anlatımla, sistemin aslında olmayıp sonradan ortaya çıkarılarak sisteme mal edilen bir takım uygulama, kural ve benzeri şeydir de denilebilir.
Dinî terim olarak, Resûlüllah (S.A.S.) Efendimiz’in kalbinde, dilinde, tebliğat ve o tebligatı açıklamasında kemale erdirilen Islâm Dini’ne, Efendimiz’in (S.A.S.) vefatından sonra sokulan ve çoğu sünnete aykırı olan uygulama ve ibâdetle ilgili fazlalık veya noksanlıklardır.
İlim adamları bu tarîf çerçevesinde bid’ati, "bid’at-i basene" ve "bid’at-i seyyie" diye iki kısımda toplamışlardır.(l)
Diğer yandan bid’ati geniş anlam ve kapsamda kullananlar olduğu gibi, sadece din adına sonradan ortaya çıkarılan birtakım ilâveler ve noksanlıklar şeklinde dar kapsamlı ele alanlar da olmuştur. Kanaatımca isabetli olan kısım bu dar çerçevede tutulanıdır. Aksi halde âdetle ibâdet, itikadla âdet birbirine karışır ve hepsi için tek kıstas din olurdu. Bu da sünen-i huda ile sünen-i zevâid bid’at kapsamına almayı neticelendirir ve o yüzden günlük yaşayışımıza, adet ve geleneklerimizi sürdürmemize birçok zorluklar getirir ve İslam’ın evrenselliğini kavramakta zorluk çeken bazı fanatikler, gelişen teknolojiye karşı ters bir tavır ortaya koyabilirlerdi.
Bilindiği üzere sünen-i zevâidin terkinde kerahet yoktur. Bu sünnet, Resûlüllah (S.A.S.) Efendimiz’in günlük hayatında oturup kalkması, giyim ve kuşamı, yeme ve içmesi, uyuması ve benzeri beşerî davranışlarıyla ilgili âdetleridir.
O bakımdan İmam Mâlik, Bey- hakî, Ibn Hacer, Ibn Teymiyye, Şâtıbî ve benzeri ilim adamları ikinci kısım bid’at üzerinde durmuş, Resûlüllah’ın (S.A.S.) günlük yaşayışındaki âdetlerini bunun kapsamına almamışlardır.
Şüphesiz dini, her türlü bid’at ve hurafeden uzak tutmak, ona sokulan bir bid’at varsa, kitap ve sünnetin ışığında belirleyip ayıklamak vâciptir. Çünkü dinin vâzı’ı Allah, mübelliğ ve naşiri ise Hz. Peygamber (A.S.)’dır. O bakımdan dinî kuralları, hükümlerin ana temalarını belirleyip koyan bizler değiliz, bizzat Allah ve Peygamberidir. Bizim görevimiz bu kural ve ana temaları kitap ve sünnetin bütünlüğü içinde değerlendirip açıklamak ve esasa dayalı olarak birtakım kıyaslarda bulunmaktır.
İşte dinde en önemli ve duyarlı konulardan biri de budur. Dini tebliğ ve tebyîn edildiği mana ve muhtevada -elfazı da dikkate alarak- tuttuğumuz sürece onun tazeliğini, asliyetini koruma şansına erişebiliriz. Bunun dışına çıktığımız takdirde onun orijinalitesi bozulmuş olur ve o zaman İslam’a giren her bid’at veya hurafe bir sünnetin terkine veya unutulmasına yol açar ve bu tarz bir kayıtsızlık devam ettiği takdirde din ağır yara alır ve bir gün gelir de bazı bölge ve toplumlarda tanınmaz bir hüviyete bürünebilir.
Tevrat ve İncil’in aslı ve İlâhî özelliği bu tür kayıtsızlığa . terkedilmesinden zedelenmiş ve birçok hükümleri, kuralları değişime uğrayarak aslı kaybolup bir bakıma unutulmuştur.
Gerçi Kur’an-ı Kerim’in muhafazasını bizzat Cenab-ı Hak kendi üzerine almış,(2) Resûlüllah (S.A.S.) Efendimiz de İslam’ın iki ana kaynağına sımsıkı sarılmamızı emir ve tavsiye buyurmuş ve kendisinden sonra maksatlı ellerin veya bilgisizce müdahalelerin İslam’a sokacağı bid’at ve hurafeleri her asırda ayıklayıp dini tazeliğine ve ilâhî aslına, yani orijinalitesine kavuşturacak mücedditlerin -ilâhî tedbîr doğrultusunda- gönderileceklerini müjdelemiştir. (3)
Ancak bu iki beyanın taşıdığı hikmetli mesajı çok iyi anlamamız gerekiyor. Şöyle ki, basîretli, bilgili din âlimleri beşerî güçleri nisbetinde İslam’ın sadeliğini, tazeliğini korumakla yükümlü bulunuyorlar. Bu yükümlülük şuuru ilâhî muhafazayla imkân ve irade sınırında buluşup birleşmelidir.
Kur’an-ı Kerim’de bu’inceliğe geniş yer verilerek mü’minler, özellikle de ilim adamları uyarılmaktadır: "Size Rabbınızdan indirilene uyun. Ondan başka dostlar edinip cadde-i haktan (doğru yoldan) saparak bâtılı savunanlara uymayın. Ne de az öğüt tutuyorsunuz."(4)
"De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.”(5)
"Peygamber size ne verir (ne emreder)se onu alın. Sizi neden men’ederse ondan sakının. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah’ın azabı şiddetlidir."(6)
"Bir şey (bir konu) hakkında anlaşmazlığa düşüp tartışırsanız onu Allah’a ve Peygamber’e götürün. Tabii eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız..
Böyle yapmanız daha hayırlı, sonuç itibariyle daha iyidir."(7)
Resûlüllah (S.A.S.) Efendimizin de bu konuda birçok uyarı ve tavsiyeleri bulunuyor. Onlardan birkaç tanesini meâlen nakletmek suretiyle, âyetle hadîs arasında sağlam bir irtibat kurmuş olacağız:
"Şüphesiz sözün en doğrusu ve hayırlısı, Allah’ın kitabıdır. Yolun hayırlısı Muhammed’in (S.A.S.) yoludur. Umurun (daha çok dinle ilgili işlerin ve konuların) en kötüsü (din adına) ortaya çıkarılan şeylerdir. Dinde (din adına) sonradan ortaya çıkarılan her bid’at sapıklıktır..."(8) Unutmamalıyız ki, İslam bütün birimleriyle açık ve belirgindir. Resûlüllah’ın ifadesiyle, onun gecesi de gündüzü kadar aydınlıktır. O bakımdan Islâm Dinini kendi kişisel mantığımızla ve yüzeysel bir değerlendirmeyle zedelemeye, bozmaya hakkımız yoktur. İyi niyetle de olsa, ibâdetlere yeni yeni şeyler katmak, birtakım ilâve veya eksiltmelerde bulunmak, ölçüsüzlük ve haddini bilmezliktir.
O bakımdan Resûlüllah (S.A.S.) Efendimiz’in dinde izlediği yol ve sergilediği ölçü ve davranış biçimini ve bunun sınır ve çerçevesini çok iyi tesbite ihtiyaç vardır. Müctehidlerin, uzmanlığına güvenilir ilim adamlarımızın bu hususta çok ciddi araştırma ve tesbitleri bulunuyor. Sahîh, zayıf ve uydurma hadîsler üzerinde akıllara durgunluk verecek anlam ve muhtevada çalışmalar olmuştur.
Bunun için Resûlüllah (A.S.) Efendimiz her vesileyle ümmetine şu gerçeği hatırlatmıştır: "Şüphesiz şu (benim getirdiğim) ilim, sizin dininizdir. Onu kimden alıyorsanız, ona dikkat edin!."(9)
Tarihî bir misal:
İbâdet, riyazet ve takvada sünnet sınırlarını zorlayıp aşmak temayülünde olan birkaç sahabi, kalkıp Resûlüllah (S.A.S.) Efendimiz’in eşlerine gelerek O’nun ibâdetinden sordular. Kendilerine anlatılınca da onu azımsar gibi oldular ve "Biz nerede, Resûlüllah (S.A.S.) nerede? Onun gerçekten geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır’1 dediler ve onlardan biri: "Bana gelince, doğrusu ömrüm oldukça geceleri uyuma- yıp namaz kılacağım", bir diğeri: "Ben de yılın tamamını oruçlu geçirerek iftar etmiyeceğim", üçüncüsü ise: "Ben de kendimi kadınlardan uzaklaştırıp asla evlenmeyeceğim" dediler. Az sonra Resûlüllah (S.A.S.) Efendimiz çıkageldi ve: "Az önce şöyle şöyle söyleyen sizler misiniz? Ama Allah’a and olsun ki, ben sizden en çok Allah’tan saygı ile korkanınız ve daha çok takva üzere bulunanızım. Lâkin ben hem oruç tutuyorum, hem iftar ediyorum, hem namaz kılıyorum, hem uyuyorum ve hem de kadınlarla evleniyorum. Artık kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir" buyurdu. (10)
Ebû Davud’un Sünen’inde ise bu hadîsin sonunda şu cümle de yer almaktadır: "Din adına uydurulup ortaya çıkarılan şeylerden sakının. Çünkü gerçekten her uydurulup ortaya çıkarılan şey sapıklıktır..." Resûlüllah (S.A.S.) Efendimiz’in bu uyarısını dikkate alan ashab-ı kirâm, bid’atler hususunda daha çok titiz ve duyarlı davranmaya başladılar ve tek mi’yar olarak Kitap ve Sünnet’in çizgisinden ayrılmamaya özen gösterdiler. Nitekim Ebû Bekir Sıddîk (R.A.)ın şu hutbesi belirtilen hususta sahabenin anlayış ve kavrayışının derecesini yansıtmaktadır: "Ben şehadet ediyorum ki, Kitap (Kur’ân) indiği gibi korunuyor. Din de meşru kılındığı çerçevede bulunup (muhafaza ediliyor). Hadîs ise, ifade edildiği gibidir; söz de Allah ve Resûlünün dediği gibidir. Ve şüphesiz Allah (C.C.)Hakku,l-Mubîn’dir.,(11)
Şüphesiz Resûlüllah (S.A.S.) Efendimiz dinle ilgili en son sözünü söyleyip öylece âhirete intikal etmiştir. Kıyâmete kadar dinî konularda bütün esas ve prensipler vaz’edilmiş; ortaya çıkan yeni yeni olay ve meselelerin çözüm ve hükme bağlanmasına esas teşkil eden ana kaideler belirlenmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de bu gerçek bütün açıklığıyla şöyle beyan bu- yurulmaktadır: "Bugün size dininizi kemâle erdirdim, nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak Islâm’ı beğendim.."(12)
Evet bu kemale erdirme, günlük hayatımızı her yanı ve yönüyle kapsamakta: dünya ve âhiretle ilgili konu ve meselelerimizi bir bütünlük içinde ana kurallarıyla yansıtmaktadır.
Resûlüllah (S.A.S.) Efendimiz bu âyetin açıklanmasında şöyle buyurmuştur: "Sizi Allah’a yaklaştıran hiç bir şeyi terketmeyip mutlaka emrettim ve sizi Allah’tan uzaklaştıran hiç bir şeyi terketmeyip mutlaka sizi ondan men’ettim."(13)
Böylece Kitab ın noksansız tebliği ve bu tebliğle ilgili Hz. Peygamberin (S.A.S.) tebyîni iki ana kaynağı oluşturmakta ve İlâhî hüküm ve kurallara uymayan veya ters düşen din adına ihdas edilen her çeşit yorum, kişisel mantıkla ilâve ve te’vîlleri kendi bünyesinden atmaktadır. Yeter ki ikmal kavramını hikmetiyle anlayan ve bu kaynakları maksadına uygun ölçüler içinde değerlendiren ilim adamları -Ehl-i Sünnet düzeyinde* yetiştirilsin.
Yılların ihmali ve İslâmî ilimlerin gözardı edilmesi,, özellikle itikad ve ibâdet gibi iki önemli konuda birçok bid’atlerin gelişip yayılmasına zemin hazırlamış ve iyi niyetle de olsa ibâdete bazı beşerî ilâveler veya noksanlaştırmalar girip yerleşmiş ve çoğu yeterli dinî bilgisi olmayan saf ve temiz müs- lümanlar tarafından benimsenmiştir. O kadar ki, farz nafile yerine; nâfile, müstehab ve adab farz ve vacip yerine konmuş ve hafızalarda derin iz bırakmıştır. Böylece sünnet-i seyyieye imkân verilmiştir.
İlim adamlarından bir kısmı bid’at kavramını, hasen ve kabîh diye iki kısımda toplamıştır. Birinci kısım, vâcip, mendup ve mü- baha yönelik olup bunlarla ilgili delillerin kapsamına; ikinci kısım ise haram ve mekruha yönelik olup ilgili delillerin kapsamına alınmıştır. O nedenle bidat beş kısımda toplanmış oluyor:
1. Vâcip olan bid’at, şer’î delillerden vücup kaidelerinin kapsamına giren bid’attır. Meselâ Kur’ân âyetlerini ve surelerini toplayıp mushaf haline getirilişi ve Müslümanların sadece Üçüncü Halife Hz. Osman’ın (R.A.) toplayıp aslına sadık kalarak orijinalitesini bozmadan yazdığı mushafı kabul edip diğer kıraatleri terke- dişleri bu cümledendir. Diğer yandan Kur’an’ı açıklar manhiyet- te yazılan tefsîrleri ve hadîsler üzerinde yapılagelen ciddi araştırmaları, şer’î kaideleri belirleme, füru ve ahkâmı açıklayıp tasnîf etmeyi de buna ilave edebiliriz.
Özetleyecek olursak, dinin korunması, tahrifattan ve bidatten uzak tutulması için yapılan ve yapılacak olan her türlü bilimsel çalışma ve bu konuda yazılan her eser vâcip olan bid’at kapsamına girer.
2. Mendup olan bid’at, bununla ilgili kaide ve delillerin kapsamına giren bid’attir. Meselâ Hz. Ömer’in (R.A.) kendi re’yiyle cemaat halinde kılınmasını uygun gördüğü yirmi rekât terâvîh namazı bu cümledendir.
3. Mubah olan bid’at, ibaha kaide ve delillerinin kapsamına giren bid’attır. Meselâ çatal-kaşık kullanmak, masa üzerine sofra düzenlemek, örfe uygun kıyafet edinmek bu cümledendir.
4. Haram olan bid’at, tahrîm kaide ve delillerin kapsamına giren bid’atlerdir. Bunu şöyle özetlememiz mümkündür: Şer’î kaide ve hükümlere aykırı veya ters düşen her bid’at bu cümledendir.
Akşamları iftar etmeden birkaç günü oruçlu geçirmek -ki buna "savm-i visal" denir-, Resülüllah’a (S.A.S.) ait olmayan bir takım sözleri hadîs adı altında O’na isnad etmek, Kur’ân âyetlerini, Kur’an’ın bütünlüğünün ve konunun ana teması dışında bir yoruma tabi tutmak; âyetlerin zahirî mana ve delâletine aykırı bir takım te’viller ortaya koymak, âhiret, hesap, kabir azabı gibi dinî itikadî konuların mecazi anlam taşıdığını iddia etmek; cennet ve cehennem kavramlarının mecazi olup sırf halk tabakasını te’sir altına almaya yönelik bulunduğunu savunmak; Kur’ân âyetlerine batınî mana ve hükümler yüklemek suretiyle murad-i İlâhîyi değiştirmeye çalışmak buna misal teşkil eder.
5. Mekruh olan bid’at, kerahet kaide ve delillerinin kapsamına giren bid’atlerdir. Cuma gününe ve gecesine bir ayrıcalık tanıyıp bir takım ibâdetler ihdas etmek, halkı müslüman olup şer’î bazı hükümlerin rahatlıkla yerine getirildiği bir Islâm ülkesini dârü’l- harp olarak belirleyip cuma namazının kılınamıyacağını, faiz almanın mubah olduğunu iddia etmek bu cümledendir. Hattâ bu son maddenin haram olan bid’at kapsamına girdiğini söyleyebiliriz.
Tahrîmî kerahet kapsamına giren bazı bid’atler daha vardır. Bunları kısaca hatırlatmamızda fayda görüyoruz:
Kabirler, yatırlar üzerine mum dikmek, yatır için kurban adamak, yatırın baş ucunda onun adına hayvan kesmek, yatırların toprağından alıp ona kutsallık atfetmek, yatırın etrafında dönüp tavaf yapmak, yatırların kabir taşına yüz sürmek ve öpmek, yatırlardan meded beklemek, onlara yönelip duâ etmek, kesilen hayvanın veya kurbanın kanını ev halkının alnına sürmek, yatırların yanında yer alan ağaçlara bez ve çaput bağlamak, bu cümledendir.
Sonuç olarak şunu belirtelim ki, Islâm’a ve özellikle de itikad ve ibâdete sokulan bid’atler geniş yer tutmaktadır. Biz bu yazımızda daha çok yaygın olanları üzerinde durduk. Bu konuda Islâm alimleri tarafından birçok eserler kaleme alınmıştır. Onlardan da yararlanılmasını tavsiye ederiz.

(1) Bilgi için bkz: Ali Mahfuz/el-lbda’ fi Madarri’l-lbdita’: 37-39,
Mısır: 1391
(2) HicrSûresi:9
(3) Ebû Davûd/melahim:1, Hâkim-Beyhakî, Câmiussağîr: 1/74, Mısır:
(4) A‘rafSÛresi:3
(5) Al-i Imrân Sûresi:31
(6) HaşrSûresi:7
(7) Nisâ Sûresi:59
(8) Müslim/cuma: 43, Ebû Davûd/sünnet:5, Nesâî/ıydeyn:22, Ibn Mâce mukaddime:7,
(9) Dârimî/mukaddime: 16-23, Ahmed:3/130
(10) Buharî/nikâh:1, Müslim/nikhSh:5, Nesâî/nikâh:4, Dârimf/nikâh:3, Ahmed :2/158
(11) Muhammed Abdusselâm/es-Sünen ve’l-Mübdetaat:4, Beyrut:
(12) Mâide Sûresi:3
(13) Taberânî/sened-i sahîhle- el-lbda’ Fi Madarri’l-lbtida’: 25, Mısır:1391