Makale

Mimari Miras ve Sevgi

Mimari Miras
Ve Sevgi

Aliye Abdurrahman

Kültür, tarihî bir birikimdir. Bu birikim süreci içerisinde maddî, manevî tüm eserler kültürel mirasımızı oluşturur. Toplumun kültür olarak algıladığı değerler bütününün bir parçasını ise mimarî yapılar meydana getirmektedir. Bir toplumun kimliğini oluşturan dil, teknoloji, din ve toplumun sahip olduğu bilim ile birlikte mimarî yapılar da toplumlarda paylaşılan ve ayırt edici özellikleri oluşturan kültürel öğelerdendir. Bu öğeler, toplumların sosyal kimliğinin de simgesi durumundadırlar.
İnsanın düşünce, tutum ve davranışlarını da etkileyen bu öğelerin korunması ise bugün en dertli olduğumuz konulardan birisidir. Özellikle mimarî mirasımıza karşı işlenen cinayetler inanılmaz bir hızla ilerlemektedir. Her ne yana baksak atalarımızın bu topraklardaki mühürleri konumunda olan eserlerin büyük bir hızla gözden kaybolduğuna şahit oluyoruz.
Ruhumuzu, alın terimizi, gözyaşımızı, kısacası hamurumuzu kattığımız ve estetiğin, yaratıcılığın ve fiziğin bir araya geldiği bu mimarî eserler, bizim tarihî birikimimiz, kimliğimiz ve zenginliğimizdir aynı zamanda. Hatta bunların bazıları artık bizim mirasımız olmaktan çıkmış, bütün insanlığın mirası hâline gelmiştir. Bu bakımdan onlara karşı işlenen bir cinayet tüm insanlığa karşı işlenmiş bir cinayettir. Bununla birlikte bu yapıtlar tarih, çevre ve mimarî şuuru sağlam olmayan kişiler tarafından yok edilmeye devam edilmekte. Birçok tarihî eserin çinileri sökülmekte, halılar çalınmakta ve çoğu kez de Avrupai yapıda şehir inşa etmek uğruna kültürel yapımızı simgeleyen bu eserler tahrip edilmektedir. Bu yaklaşım da Avrupalılaşma ile kültürel mirasımızın korunması arasında bir çelişki olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Oysa Beşir Ayvazoğlu’nun çok yerinde tespitiyle Avrupai manada düşünmek, mevcut yapı stokunu ortadan kaldırmak değil, onları korumaktan geçiyor. Kültürel mirasımıza ve dolaylı olarak kendimize karşı işlenen bu cinayetleri bir sevgi sorunu olarak gören Ayvazoğlu’na göre çevreye karşı sorumluluk, vatan sevgisinin ve vatandaşlık şuurunun işaretidir.
Gerçek o ki, yaşadığı ülkeyi seven, kendini mensubiyet hissiyle o topraklara bağlı hisseden, onu korumak için dikkat ve itina gösterir. Yanan her ağaçla birlikte yanar, yıkılan her bina ile birlikte yıkılır, kırılan her kitabeyle birlikte kırılır. Şöyle bir düşünelim, bu topraklara ilâve ettiğimiz zenginlikleri yıkmak demek kendimizi yıkmak anlamına gelmez mi?
Mimarî mirasımızın korunması ile ilgili karşı karşıya olduğumuz sorun belki de gerçekten bir "sevgi" sorunudur. Sevgi yetisine sahip olmayan ve herşeyden önce kendini sevmekten mahrum olan bir insanın kendini bu topraklarda ifade ve temsil eden değerlere karşı da aynı ölçüde sevgisiz olması tabii bir sonuç olmaz mı?
O halde mimarî mirasımıza karşı işlenen cinayetlerin ve tahribatların önüne geçmek için yasaklar ve kurallar koymaktan çok, içinde bulunduğumuz sevgisizlik ortamının iyileştirilmesi konusu öncelikli önemi haizdir. Önce bu konuya bir çözüm bulunmalı, daha sonra da kültürel mirasımızın korunması ve sonraki nesillere aktarılmasını mutlaka sağlayabilmeliyiz. Kimliğimiz demek olan kültürel mirasımızın sonraki nesillere aktarılması, kültürümüzün yüzyıllarca daha ayakta kalması demektir.