Makale

Ömer Âlî Bey

Ömer Âlî Bey

Prof. Dr. Nesimi Yazıcı
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Geçmişin olumsuzluklarını bilmek ve onlardan dersler alarak, tekrarlanmamalarını temine çalışmak gerekir. Bu sayede fertler ve onlardan oluşan toplumların sıkıntıya düşmeleri, ıstırap çekmeleri önlenebilir. Fakat bunun kadar önemli bir husus daha bulunmaktadır ki, o da başarı ve başarılıların unutulmamasıdır. Bu sayede de yeni yetişen nesiller kendilerine uygun örnekler seçebilir; iyi, doğru ve güzel hedefler istikâmetinde cesaretle yürüyebilirler. Nitekim medenî toplumların tamamında, her alandaki hizmet erbabı, bu özellikleri öne çıkarılarak tanıtılmaktadır. Bu durum aynı zamanda da onlara olan şükran borcunun ödenmesine imkân vermektedir.
Bizim tarihimizde de, yakın ve uzak çevresine, milletine ve yer yer bütün insanlığa hizmet etmiş çok sayıda örnek şahsiyet bulunmaktadır. Fakat bunların tanıtılmasında, çoğu defa, yeterli çabayı gösterdiğimizi söylememiz mümkün değildir. Hatta bunların önemli bir bölümü ölümlerinden bir süre sonra veya kendilerini doğrudan tanımış olanların bu dünyadan ayrılmalarıyla, unutulmuşluğun karanlığına gömülür, mütevazı kabirlerinde, şaşmaz hesabın görüleceği günü beklerler. Halbuki onlara, onların iyilik, güzellik ve doğruluk yolundaki fedakârlıklarının rehberliğine, İlâhî hesaplaşmadan da önce, hâlâ yaşamakta olanların ihtiyaçları vardır. İşte bu yazımızın konusu olan Ömer Âlî Bey de böyle örnek bir şahsiyettir.
Günümüzde çoğu arşivlerimize malzeme oluşturmuş bulunan belgelere göre Ömer Âlî Bey, 25 Eylül 1843’te Adana’da doğmuştur. Ramazanoğulları ailesindendir, dedesi Osmanlı ordusunun çeşitli kademelerinde hizmet etmiş Arif Paşa, babası ise Tarsus’ta Kaimmakamlık yapmış bulunan Ahmed Paşa’dır. Ömer Âlî Bey, özel öğretmenlerden Coğrafya, Harita, Cebir, Hikmet, Tarih gibi dersler almış, Arapça, Farsça, Rumca ve Ermenice okumuştur. Son iki dile hakkıyla vâkıf olan Ömer Âlî Bey, Arapça’yı ise konuşabilmektedir.
Ömer Âlî Bey memuriyet hayatına, Adana’da Tahrirât Kitâbeti Refaketi’yle başlamış, daha sonra Rumeli bölgesi hariç, dönemin Osmanlı ülkesinin farklı yörelerinde Mektupçuluk yapmış, Karesi (Balıkesir), Tekirdağ, Bingazi Mutasarrıflıklarında bulunmuş, Kastamonu Valiliği görevini yerine getirmiştir. 25 Şubat 1920’de İstanbul’da vefat eden Ömer Âlî Bey’in mezarı, Fatih Camii avlusundadır. Ömer Âlî Bey’in bugün için elimizde, her ikisi de Cumhuriyet öncesinde yayınlanmış olan, Cemal Bey ve Türkmen Kızı isimli iki romanı ve kayıtlara Ömer Âlî Bey’in Balıkesir’e Ait El Yazması Hatırâtı ve Şiirleri (kısaca Hatıra Defteri) adıyla geçen bir yazma eseri bulunmaktadır. Ona ait ayrı bir Hatırât’tan daha bahsedilmekte ise de, şimdiye kadar buna ulaşmamız mümkün olamamıştır.
Vermiş olduğumuz bu kısa hizmet çizelgesi ve sayılan eserleri yanında onun bir kısım hayırlı icraatı vardır ki, işte bunlar bu küçük yazının ortaya çıkmasının da başlıca sebebidirler. Bir defa o, bütün memuriyet hayatı boyunca görevini eksiksiz yapmıştır. Onun memuriyetlerinin hepsini başarıyla tamamladığına, vatanını milletini severek hizmet ettiğine, kendisinden bahseden arşiv kaynakları ve hakkında çalışma yapanlar şahadet etmektedirler.
Ömer Âlî Bey, 12 Kasım 1896’da Karesi (Balıkesir) Mutasarrıflığına başlamış, bu görevini 12 Şubat 1905’e kadar sürdürmüştür. Onun bu görevi sırasında 29 Ocak 1898’de Balıkesir’in hemen tamamını, Bigadiç ve Kepsut’la, buralara bağlı çevredeki ova köyleri etkileyen çok şiddetli bir deprem "Koca Zelzele" vuku bulmuştur. Yöre açısından gerçek bir felâket olan bu deprem sonrasında Ömer Âlî Bey’in örnek şahsiyeti bilhassa dikkat çekmiştir. O, küçük de olsa kendisinin de yara aldığı bu deprem sonrasında, ortaya çıkan sıkıntıların atlatılabilmesi yolunda, sıradan bir yöneticinin göstermesi mümkün olmayan üstün bir performans sergilemiş, maddî ve manevî çalışmalarıyla yöre halkına önder ve örnek olmuştur.
Depremin hemen akabinde mahallî imkânları, basiretle ve plânlı bir biçimde devreye sokan Ömer Âlî Bey, bir taraftan şiddetli soğukla baş etmek durumunda olan halka kendi kömürlüğündeki yakacağı dağıtırken, öte taraftan da Fatma Kadın Hama- mı’nın çöken kubbesi altında kalan 27 hanımın sağ olarak çıkarılmasını temin etmiştir. Onun bundan sonra da gerek yiyecek temini ve dağıtımı ve gerekse barınma, sağlık, yakacak temini gibi, deprem sonrasının zaruri çalışmalarını, başkent İstanbul’dan dönemin padişahı II. Abdülhamid tarafından gönderilen Hey’et-i Mahsûsa ile birlikte, dirayetle yürütmüş olduğunu görüyoruz. Nitekim bu durum Hey’et-i Muhsûsa’nın 25 Şubat 1898 tarihiyle Padi- şah’a sunduğu raporda, daha kolay anlaşılması için sadeleştirerek verecek olursak, şu şekilde dile getirilmiştir: Karesi Sancağı Mutasarrıfı muhterem Ömer Âlî Beyefendi, gerek depremin oluşundan Hey’eti- mizin buraya ulaşmasına kadar ve gerekse ondan sonra geceyi gündüze katarak çalışmış ve bunun sonucunda az zamanda birçok faydalı eserler meydana getirildiği gibi, şimdi yenilerinin gerçekleştirilmesine de devam edilmektedir. Ömer Âlî Bey, bizim burada bulunduğumuz sürede, bir taraftan görevinin gereği olan günlük devlet hizmetlerini eksiksiz yerine getirirken, diğer taraftan asayiş ve inzibatın korunarak devam ettirilmesi, depremin ortaya çıkardığı fevkalâde sıkıntı verici problemlerin halledilmesi yönünde, lüzumlu tedbirlerin alınması ve uygulanmasında, aralıksız bir gayret ve çalışma içerisinde bulunmuştur. Bu nedenle onun ve onunla birlikte aynı istikamette, samimi olarak üstün bir gayret ve çaba içerisinde bulunan askerî ve sivil mahallî memurlarla, ileri gelenlerin takdir ve taltif edilmeleri gerekir. Böylece onların samimi çabaları, ülkenin her tarafındaki vatandaşlarımıza da örnek olarak takdim edilmiş olacaktır.
Ocak 1898 depremi sonrasında, kendileri için hazırlanan özel bir çalışma Talimât’ı ve yeterli maddî imkânla donatılarak, vakit geçirilmeksizin Balıkesir’e gönderilen Hey’et-i Mahsûsa, Nisan başına kadar bölgede kalmıştı. Bu sırada Hey’et’in en büyük yardımcısı olan Ömer Âlî Bey, bundan sonra kalıcı konutların yapılması, hasar gören veya tamamen yıkılan kamu binalarının yeniden faal hale getirilmesi, kısacası Balıkesir’in yeniden inşası için tek sorumlu olarak kalmıştır. O da sorumluluklarını sonuna kadar üstlenmiş, özveri ile çalışmıştır. Bu sırada Ömer Âlî Bey’i, bir taraftan her dönemde görülen bürokratik engelleri aşma, öte taraftan da her işin bizzat başında bulunarak ve fedakârlığı öncelikle kendi üstüne alarak örnek olma çabası içerisinde görüyoruz. Nitekim onun çalışmaları yöre halkı tarafından da o kadar iyi kavranmış, o derece takdir bulmuştur ki, Balıkesir’in yeniden inşasında Müslüman olan-olmayan, kadın-erkek, zengin-fakir, güç- lü-zayıf, köylü-şehirli, yaşlı-genç ayırımı olmadan bütün halk el ve gönül birliğiyle güçlerini seferber etmişlerdir. Ömer Âlî Bey’in, Balıkesir’in simgesi hâline gelmiş bulunan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün de 7 Şubat 1923’te minberine çıkarak halka hitap ettiği (Atatürk’ün Balıkesir Hutbesi) Zağnos Meh- med Paşa Camii’nin, yöre halkı tarafından ne kadar büyük bir heyecanla ve ne derecede özveriyle yeniden ihya edildiğini anlatması, bu açıdan son derece dikkat çekicidir. Bu camiin inşasında her sınıftan Balıkesirli, daha sünnet olmamış küçük çocuklara varıncaya kadar bedenen çalışmış, imkânı olanlardan biri minaresini, bir diğeri kapısını, penceresini yaptırmış, kimileri inşaatın üç beş metresine katkıda bulunmuş, kimileri de birkaç tuğlasının alınmasına yetecek para vermiştir, işte Balıkesir’de büyük felâketin yaraları böylece sarılmaya çalışılmış ve aradan geçen zaman içerisinde şehir "inanılmaz surette" bir gelişme göstermiş, çok uygun bir tanımlama ile; "Balıkesir bugünkü gün Anadolu-i Şahanede misline az tesadüf olunan bir mâmure-i lâtîfe-i nazar-pî- râ şeklini almış" tır. Bu dönemde Balıkesir’de yapılan her şeyde en büyük payın Ömer Âlî Bey’e ait olduğuna hiç şüphe yoktur. Bununla birlikte o, hiçbir zaman kendisini öne çıkarmamış, yapılan her şeyin yöre halkının fedakârlıkları ve yorulma bilmez çalışmalarıyla gerçekleştirildiğini, birçok defa ifade etmekten geri durmamıştır.
Bu vesile ile Ömer Âlî Bey’in deprem sonrasında Balıkesir’de, Hacı Ali Camii’ni, birkaç kişinin yardımlarıyla ve büyük çapta kendi maddî imkânlarıyla yeniden inşa ettirmiş olduğunu belirtmeliyiz. O bu caminin bahçesine on talebe odası ve bir de dershanesi bulunan bir medrese yaptırmış, yine burada, başlangıcını kendi kitaplarının oluşturduğu (envâ-i kütüb-i diniyye ve nefîseli nâdiru’l-emsâl bir kütüphane ve mütalâahanesi), daha sonra halkın da katkılarıyla zenginleşecek olan, okuma salonuyla birlikte bir de kütüphane kurmuştur. Bu kütüphane günümüzde hâlâ hizmet vermekte olan Balıkesir İl Halk Kütüpühanesi’nin de nüvesini oluşturmaktadır. Ömer Âlî Bey Hacı Ali Camii ve kütüphanenin hizmetine devam edebilmesi için, daha sonra kendi malından bir de vakıf kurmuştur. Gerçek bir yardımsever olan Ömer Âlî Bey, aradan yıllar geçtikten sonra, o gün için 900 lira tutan bütün servetini de Hilâl-i Ahmer (Kızılay)’e bağışlayacaktır.
Ömer Âlî Bey’in Balıkesir’de Mutasarrıf olarak görevde bulunduğu sırada yapımına katkıda bulunduğu çok sayıda ve değişik türdeki eserlerin bir listesi kendisine ait Hatıra Defteri’nde sayılmış bulunmaktadır. Balıkesir ve ilçelerindeki bu eserler, devlet imkânları kadar, yöre halkının da katkılarıyla yapılmış hizmet binaları ve bayındırlık tesisleridir. Biz burada bunların teferruâtına girmek istemiyoruz. Zaten hedefimiz bir yanlışın düzeltilmesi veya az bilinen bir hususun ispatı da olmadığından, buna gerek de bulunmamaktadır. Bununla birlikte ibret ve örnek olması temennisiyle, geçmişin hatalarının ve özellikle de güzelliklerinin gösterilmesinin faydalı olacağını düşünmekteyiz. Bu sebeple, hâlâ her kurban bayramında gündemimize gelmeye devam eden bir konuya değinerek, satırlarımıza son vermek istiyoruz. Kolayca tahmin edileceği üzere bu konu, kurban derilerinin en uygun biçimde değerlendirilmesi meselesidir.
Osmanlı döneminde bir kısım hizmetler için iâ- ne (yardım) kampanyaları açılmakta idi. Bu hizmet yelpazesinin hayatın hemen her alanını içermekte olduğunu düşünmemiz mümkündür. Örnek vermek gerekirse, mahallî çapta bir caminin, okulun, hastahânenin, telgrafhânenin v.b. yaptırılması için iâne kampanyaları düzenlendiği gibi, bütün ülkeyi ilgilendiren hususlarda da ülke çapında iâne organizasyonları oluşturulmakta olmasını gösterebiliriz. Nitekim Kırım Savaşı sırasında böyle kampanya düzenlendiği gibi, Anadolu ve Rumeli’ye yerleştirilen muhacirlerin masraflarının karşılanması için de ülke çapında iâne uygulaması gerçekleştirilmişti. Bu uygulamada sorumluluğu genelde dönemin ileri gelen bir yetkilisi üstlenir ve yapılan yardımlar, gazetelerde ayrıca yayınlanarak, katılanların artması ve ülkede hedef birliğinin temini yönünde, bir teşvik unsuru olması arzulanırdı. Nitekim 1894 İstanbul depreminde olduğu gibi, 1898 Balıkesir depreminde de iâne kampanyaları düzenlenmiş, ülke sınırlarını aşan birincisinde çok büyük yardımlar toplanmış, Balıkesir için yardım verenlerin listeleri de, uzun süre dönemin gazetelerinde yayınlanmıştı. Ömer Âlî Bey’in Hatıra Defteri’nden öğrendiğimize göre, onun görevde bulunduğu sırada, bu kabilden Balıkesirlilerin katıldıkları başlıca kampanyalar şunlardı: Tesisât-ı Askeriye lânesi (2.686.783,05 krş), Girit Muhtacîn-i Islâmiyesi İânesi (151.629,30 krş. ve ayrıca muhtelif yiyecek ve giyecek maddeleri), Aydın ve Denizli Depremzedeleri lânesi
(90.568,20 krş) ve Hicaz Demiryolu iânesi (890.140,21 krş), Evlâd-ı Şühedâ ve Mâlûlîn-i Gu- zât Sergisi’nde satılarak değerlendirilmek üzere pek değerli giyecek ve diğer kıymetli eşya. Bu yardımlar yanında bir de Hicaz Demiryolu İânesi dolayısıyla kurban derilerinin toplanması çalışması vardı ki, Ömer Âlî Bey ve Balıkesirliler, bu faaliyetleri dolayısıyla bütün ülkeye örnek olarak gösterilmişlerdi.
Bilindiği gibi akıllı ve bulûğa ermiş, mukim, belirli zenginlik düzeyine erişmiş Müslümanların, kendisi için belirlenen zamanda, senede bir defa kurban kesmeleri dinî bir vecîbedir. Kurban kesen Müslüman bunun etini satamaz, kendi aile fertleriyle birlikte yiyebileceği gibi, bir kısmını yiyip diğer kısımlarını da dağıtabilir veya tamamını fakirlere verebilir. Kurban edilen hayvanın derisini de kendisi kullanabileceği gibi, bir fakire veya herhangi bir hayır işine verebilir. İslâm dünyasının genelinde kurban derilerinin ne gibi hayır hizmetlerinde değerlendirilmiş olduğu hakkında, etraflı bir araştırma yapmamış olmamıza rağmen, Osmanlı ülkesinde bunların toplanmasıyla cami, okul, hastâhane v.b. hizmetlerin gerçekleştirilmesine katkılarda bulunulmuş olduğunu düşünebiliriz. Nitekim Balıkesir’de sağlık hizmetleri alanında önemli görevler üstlenecek olan Gurabâ Hastahanesi’nin 1894’te başlayan inşaatı sırasında ve ayrıca yukarıda sözünü ettiğimiz Zağnos Mehmed Paşa Camii’nin 1898 depremi sonrasında, yeniden yapılması sırasında, halktan toplanan kurban derilerinin paralarının da kullanıldığını görmekteyiz. Balıkesir’de kurban derilerinden elde edilen gelirlerin en anlamlı değerlendirilme şekillerinden biri ise Hicaz Demiryolu iânesi dolayısıyla ve Ömer Âlî Bey’in plânlı çalışmasıyla gerçekleştirilmiş, bu başarı örnek olması dileğiyle resmî makamlar tarafından bütün ülkeye duyurulmuştur.
Osmanlı Devleti’nin son dönemde, dışarıdan borç almadan gerçekleştirdiği en önemli projelerden birinin, Şam’dan Medîne’ye kadar olan güzergâhı demiryolu ile birleştirmek olduğu, dost düşman herkesçe kabul edilmektedir. II. Abdülha- mid’in 2 Mayıs 1900 tarihli iradesiyle ve aynı senenin 1 Eylüi’ünde başlayan çalışmalarla, Şam’dan Mekke’ye kadar bir demiryolunun, borç alınmadan yapılması ve böylece siyasî, İktisadî faydaları yanında, özellikle de hacıların mukaddes beldelere kolaylıkla gidip gelmelerinin temini hedeflenmişti. Projenin maliyeti devletin 1901 bütçe harcamalarının % 18’ini oluşturmaktaydı ve istisnasız bütün Avrupa devletleri Osmanlıların bunu, içinde bulundukları teknik imkânsızlıklar ve bilhassa da maddî problemleri dolayısıyla, aslâ sonuçlandırmayacağını düşünmekteydiler. Fakat netice onların düşündükleri gibi olmadı ve 1 Eylül 1908’de Şam-Medine hattı Hayfa şubesiyle birlikte toplam 1464 km. olarak işletmeye açıldı. Böylece Şam’dan Mekke’ye kadar olan yaklaşık elli günlük kervan yolculuğu - Mekke bölümü tamamlanamadıysa da- Medine’ye kadar dört beş güne indi. Maddî kazanç da bu orandaydı ve o günün parasıyla iki liraya Şam’dan Medine’ye ulaşılabiliyordu. Vagonlardan biri "Mescit Vagon" hâline getirilmiş, hacılar ve diğer yolcular için çok büyük kolaylık sağlanmıştı.
Hicaz Demiryolu Hattı’nın yapımında dışarıdan bir kuruş borç alınmadı. Bütün finansman değişik yol ve yöntemlerle temin edildi. Bunun üçte biri de iâne uygulamasıyla bağışlardan temin edilmişti. Bizim amacımız bu yardım şekillerinin tamamının gösterilmesi olmadığından, bu kadarlık bir hatırlatmadan sonra, Balıkesirlilerin bu hattın yapımı için gerçekleştirdikleri kurban derisi toplama organizasyonuna geçebiliriz.
Balıkesirliler hat için önce 890.140,21 kuruş iâne toplamış, ayrıca 1000 travers ve dolaylı olarak başka bir kısım yardımlarda bulunmuşlarsa da, en dikkat çekicisi kurban derilerinin toplanmasında gösterdikleri başarıdır. Nitekim Ömer Âlî Bey’in ilgili makamlara gönderdiği yazılardan anlaşıldığına göre, 1904 Kurban Bayramı sonrasında toplanan kurban derilerinin satışından elde edilen para, Balıkesir merkezi için, bir önceki seneden 30.000 kuruş fazla olmak üzere 110.000 kuruş, kazalarınki ise 20.000 kuruş fazlasıyla 125.000 kuruştur. Böylece Karesi Sancağı ve ona bağlı yerlerden Hicaz demiryolu için iki senede kurban derisi bağışından toplam 420.000 kuruş toplanmıştır. Ömer Âlî Bey ve Balıkesirlilerin ulaştıkları bu miktar oldukça dikkat çekicidir. Bu durum hem toplayanlar tarafından bilinmekte ve hem de merkezin dikkatini çekmiş bulunmaktadır. Örnek olması için Balıkesir’deki çalışma şeklinin öğrenilmesine ve bütün ülkeye duyurulmasına karar verilir.
Ömer Âlî Bey ilgililere gönderdiği yazıda özetle şu hususları belirtmiştir: Bir defa taşralarda kimlerin kurban kesebilecekleri önceden bilinir. Ben de mahalle ve köylerin ileri gelenleriyle Kurban Bayramı’ndan önce görüşerek bunu belirledim. Daha sonra her köy ve mahallenin ileri gelenlerine, kurbanların hiçbir dünyevî gaye güdülmeden kesildiğini, etlerini ve derilerini istedikleri gibi değerlendirebileceklerini anlattım. Bununla birlikte şu sırada, Müslümanlara farz olan hac ibadetinin daha kolay yapılabilmesi için, inşa edilmekte olan demiryolunu anlattım. Buraya yapılacak yardımın önemi vurguladım. Bu durumu Bayramdan bir hafta önce tekrar hatırlattım. Her tarafta ve özellikle kasabalarda fakir olsun zengin olsun sözü dinlenir, namus ehli insanlarla işbirliği yaptım. Bayramdan sonra da bizzat işin başında bulundum. Sonuçta bir derinin bile zayi edilmeden getirildiğini gördüm. Görüldüğü gibi Ömer Âlî Bey, esas olarak halkı yapılacak işin önemine inandırmış, kendisi de görevini eksiksiz yapmıştır. Nitekim bu başarı Komisyon tarafından bütün vilayetlere örnek olması dileğiyle yazılmış ve herhalde ilerleyen zamanlarda aynı yöntemler takip edilerek, toplanan kurban derileri miktarı daha büyük toplamlara ulaşmıştır.
Ömer Âlî Bey, yukarıda yaptırdığını bahsettiğimiz kütüphânesinin kitâbesine şu beyti yazdırmıştır.

Çalıştık sâye-i Şâhânede te’sîs-i umrâna
iderler nâmımı hayr ile elbet yâd (1 31 3)

Ruhu şâd olsun, kendisi dünya durdukça hayırla yâd edilecektir ve edilmektedir de. Nitekim hakkında bir kitap yazmış olan Muharrem Eren onun hizmetlerini bir şiirine konu edinmiştir ki, biz de satırlarımızı onun mısralarıyla tamamlamak istiyoruz:

Ömer Âlî Bey

"Üzyüzonüç"te Karesi’de Mutasarrıf Âlim, şâir, faziletli mutasavvıf.
Adanalı Paşabeyzâde Ömer Âlî Bey,
Deprem’de, Balıkesir’in derdine vâkıf.
Depremin açtığı yaralar kanıyordu,
Evsiz kalanların bağrı yanıyordu, iyi kalpli Mutasarrıfın şefkatinden,
Dertli Balıkesir şifalanıyordu.
Ömer Âlî Bey, Devlet’in sâdık kulu,
Yüreği, Balıkesir sevgisiyle dolu, îmar etti beldeyi, incitmeden kimseyi.
Tuttuğu yol, fazilet ve ferâgat yolu. Paşacamii’nin yeniden yapılmasında,
Emsalsiz hayıra, halkın katılmasında,
Delil oldu, varlığını harcadı,
Yaşıyor, Balıkesir’in hâtırasında.
Baş eseri, Hamidiye Kütüphanesi,
Şehrin simgesidir "Saat Kulesi",
Daha nice eserin, odur bânîsi,
Olmuştu, Balıkesir’in hâmîsi.