Makale

SORUN SÖYLEYELİM

SORUN SÖYLEYELİM

Hazırlayan: Şükrü Özbuğday
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Tedavisi İmkânsız Bir Hastalığa Yakalanan Kişinin Hayatını Sona Erdirmeyi İsteme Hakkı Var mıdır? Böyle Bir İstek Yerine Getirilir mi?
Tıp dilinde buna "ötanazi" denmektedir. Sözlükte "iyi ölüm, kolay ve rahat ölüm" anlamına gelen ötanazi terim olarak; iyileşmesi imkânsız bir hastalığa yakalanan ve acılar içerisinde kıvranan bir kişinin hayatını, kendi veya kanunî temsilcisinin isteği üzerine, acı vermeyen bir yöntemle sona erdirmeye denir. Ötanazi iki kısma ayrılır:
1. Aktif Ötanazi: İyileşmesi tıbben mümkün görülmeyen bir hastanın, acı ve ızdıra- bını gidermek amacıyla, hayatını kısaltacak veya hayata son verecek maddelerin, kendisinin veya kanunî temsilcisinin isteği üzerine bilerek kullanılmasına "aktif ötanazi" denir. Hastanın zehirli iğne ile öldürülmesi gibi.
2. Pasif Ötanazi: Hastanın hayatının devamı için zorunlu olan tıbbî tedavinin durdurulması, başka bir deyişle, hastanın ölüme terk edilmek suretiyle icra edilen eyleme "pasif ötanazi" denir.
İslâm dini, insana ve insan hayatına büyük bir değer vermiştir (Tîn, 4; lsra,70). Savaş hâli, nefis müdâfaası veya yetkili kurum ve makamların karara bağlayıp onayladığı bir cezanın infazı gibi haklı ve meşru (hukukî) bir sebep olmadıkça insan hayatına son verilmesini yasaklamış, gerek başkasının canına kıymayı, gerekse intiharı yani kişinin kendi canına kıymasını en büyük günahlardan saymıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: "... Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır..." (Mâide, 32)
"... Kendinizi öldürmeyiniz. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir." (Nisâ, 29) Hz. Peygamber de, vücudundaki yaranın ızdırabına dayanamayarak kendini öldüren kimse için Yüce Allah’ın: "Kulum ölüme teşebbüs etmekle benim önüme geçti. Ben de ona cenneti haram kıldım" buyurduğunu beyan etmiştir. (Buhârî, Cenâiz, 84; Enbiyâ, 50) Dinimizde yoksulluk, hastalık, çeşitli bunalımlar gibi maddî sebeplerle -değil kendini öldürmek veya başkası tarafından öldürülmesine razı olmak- ölümün temennisi bile yasaklanmıştır. Bu bağlamda Hz. Peygamberin şu hadisini örnek olarak zikredebiliriz: "İçinizden hiç kimse, sakın ölümü temenni etmesin..." (Buhârî, Temennî, 6; Müslim, Zikr, 13; Nesâî, Cenâiz, 1)
Bu ve benzeri nassları (âyet-hadis) dikkate aldığımızda insanın hayata devam etme veya hayatına son verme gibi bir seçim hakkının bulunmadığını görürüz. İnsan, kendisi böyle bir hakka sahip olmadığı gibi, hayat hakkının kullanımını, kanûnî temsilcisi de olsa, başkalarına devretme hakkına sahip değildir. Çünkü bu, kişinin sahip olmadığı bir hakkın başkasına devredilmesi anlamına gelir. Bu nedenle bir kimsenin, kanunî temsilcisi de olsa, başkasının hayatı hakkında tasarrufta bulunması kesin olarak geçersizdir. (Kâ- sânî, Bedâinu’s-Sanâî, VII, 236) Nitekim günümüz hukukunda da kişinin hayat hakkı üzerinde tasarrufta bulunması geçersiz kabul edilmiştir.
işte bu gerekçelere dayanarak "aktif öta- nazi"nin, intiharla aynı anlama geldiğini ve bu yöntemle hayatının sona erdirilmesini isteyen veya onaylayan kişinin intihar suçu işlediğini dolayısıyla büyük günah yüklendiğini söyleyebiliriz.
Islâm hukukçularının çoğunluğuna göre de, hastasının yaşaması için gerekli tedaviyi uygulamayan (pasif ötanazi yapan) doktor, görevini ihmal nedeniyle sorumludur ve tazminat ödemekle yükümlüdür.
Sonuç olarak, tedavisi, imkânsız bir hastalığa yakalanan kişinin hayatını sona erdirme istemi veya izni (ötanazi) İslâm dinine aykırıdır. Böyle bir istem veya izne istinaden, bir insanın hayatına son veren kimse dinen sorumlu olur.
Bazı Kişiler Haklı Olduğunu İlgililere Duyurmak ve Kamuoyunun Desteğini Sağlamak İçin Ölüm Orucuna Başlıyorlar. Bu Davranışın Dinî Yönden Hükmü Nedir?
Bilindiği gibi oruç, tan yerinin ağarmaya başlamasından, güneşin batmasına kadar olan süre içinde, yemekten içmekten ve cinsî faaliyetten, kişinin ibadet maksadıyla kendini alıkoyması demektir. Bu itibarla sözü edilen davranışın terim anlamında oruç sayılması mümkün değildir.
Böyle bir davranışın dinî hükmüne gelince:
Dinimizde hayatın ve sağlığın korunması emredilmiş, sağlığı tehlikeye düşüren davranışlar ve intihar (yani kişinin kasden kendini öldürmesi veya buna sebebiyet vermesi) kesinlikle yasaklanmıştır. Bir kimsenin hayatını sürdürecek ölçüde yeme ve içmesi farz olup, bundan kaçınarak "ölüm orucu" denen açlık grevi yapması, Islâm bilginlerince intihar hükmünde görülmüştür (Ibn Rüşd, Bidâyet’ül- Müctehid, Beyrut 1989, 1, 405). Çünkü Ölüme yol açabilecek bir açlık tehlikesinde İslâm, haram gıdaların bile yenilip içilmesine müsaade ederek, insan hayatını korumayı ve kurtarmayı esas almıştır. Bu itibarla, hangi maksatla olursa olsun kişinin hayatını ve sağlığını tehlikeye düşürecek ölçüde aç durması veya böylece hayatına son vermesi dinen caiz değildir.
Kişi ne kadar haklı olursa olsun Islâm’ın yasakladığı bir yolla hakkını araması ve bu uğurda hayatını fedâ etmesi kesinlikle doğru değildir. Hakkını, dinen meşru ve kanunî yollardan aramalı, dinimizin yasakladığı yollara başvurmamalıdır.
İntihar Ederek Ölen Kişiye Diğer Cenazelerden Farklı Bir İşlem Yapılır mı?
İslâm bilginleri, intihar eden müslümanın, intiharı sebebiyle ahirette çok şiddetli bir azap göreceğini ifade etseler de, intihar edenin imandan çıktığını ve kâfir olduğunu söylememişlerdir. Çünkü iman ve küfür, davranış bozukluğuyla değil, inanç ve düşünce ile ilgilidir. İntihar edenin inanç durumu ise, kendisi ile Allah arasındaki meseledir.
Fıkıh bilginlerinin çoğunluğuna göre, intihar ederek ölen bir Müslüman, diğer Müslüman cenazelerinde olduğu gibi yıkanır, kefenlenir, cenaze namazı kılınır ve Müslüman mezarlığına gömülür, (bk. Ibn Rüşd, ı, 405). Çünkü Kelime-i Tevhidi söyleyen herkese, yaşadığı sürece, öldüğünde, mezara gömülünceye kadarki işlemlerde Müslüman muamelesi yapmak, bundan ötesini Allah’a havale etmek gerekir.