Makale

"Millet" DEMEKLE YANLIŞ MI YAPTIK?

"Millet" DEMEKLE
YANLIŞ MI YAPTIK?

Doç. Dr. Halil Altuntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Dil, toplumlara âit değerlerin bir aynası durumundadır. Kültürel hayatın bütün yansımalarını dilde görebiliriz. Benliğini koruyabilmiş bir dilin, o dili konuşan milletin tarihi geçmişine ışık tutar. Tüm örselenmelere rağmen Türkçe’mizde bu yargıların doğruluğunu gösterecek "ince" örnekler yer almaktadır. Bunlardan birisi de "millet" kelimesidir.
Kur’an-ı Kerim, vahiy kaynaklı emir, yasak ve değerler bütününe atıf yaparken, esas itibariyle din ve millet kavramlarını kullanır. Kavramların, sözlük anlamlan ile terim anlamlan arasında bir bağın bulunduğunu düşünecek olursak, temelde "itaat" ve "boyun eğme" anlamına gelen "din" kelimesi ile, peygamberlerin Allah’tan alarak insanlara sunduğu İlâhî sisteme niçin "din" denmiş olduğu kolayca anlaşılabilir. Çünkü bütün peygamberler, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilsin diye gönderilmişlerdir. (Nisa, 64)
Yakın zamana kadar dilimizde "söyleyip birine yazdırmak" ve "ezbere yazmak" anlamlarında kullandığımız "imla" kökünden türeyen "millet", "Rızasını kazansınlar diye Allah’ın, peygamberler aracılığı ile kullan için koyduğu esaslar bütünü"nü ifade eder. (Râğıb el-lsfehânî, Müfredat, m -I -I) Bir başka yaklaşıma göre "millet", mutlak anlamda "takip edilen yol" demektir. Buna göre, yanlış ya da doğru; uyulan, uygulanan her usûl, yol ve sistem millettir. (Zemahşerî, Esâsü’l-Belâğa, Lübnan, 1996, s.433) Millet’in takip edilen doğru ya da eğri yol anlamına geldiği, söz içindeki bağlamından anlaşılır. İbrahim’in milleti ile elbette doğru bir yol, tevhid dini kastedilmiş olur.
İslam bilginleri, din ve millet kavramları arasındaki farkları çeşitli bakış açıları ile ortaya koymaya çalışmışlardır. Buna göre, "din" gramatik olarak, Allah’a ve kullara isnat edilerek, "Allah’ın dini", "falan şahsın dini" şeklinde kullanılırken, "millet" bir peygambere isnat ile meselâ "İbrahim’in milleti" şeklinde kullanılır. Allah’a ve bireylere isnat edilerek hemen hemen hiç kullanılmaz. Yine, dini oluşturan esaslardan biri ya da bir kaçı için değil, dinin bütünü için kullanılır. Mesela "Allah’ın milleti", "falanca şahsın milleti", "benim milletim" denmez. Aynı şekilde, sözgelimi, "namaz" anlamına gelmek üzere "millet" denmez. (Şehristânî, a.g.e. aynı yer) Allah’ın koyduğu bir sistem olarak bakıldığında, vahiy kaynaklı emir, yasak ve değerler bütünü için "millet" kelimesi kullanılır. Bu sistemi uygulayan insanlar dikkate alınacak olursa, bu sefer sözlük anlamı ile itaat demek olan "din" kelimesi kullanılır.
Kur’an’da kullanıldıkları bağlamlar açısından da din ve millet kavramlarının farklı konumlarda olduğunu söylemek mümkündür. "Din" kavramının kullanıldığı yerlerde, hedeflenen bir vahiy kaynaklı değerler bütünü, hidayet kaynağı bir yapı söz konusudur. Bu noktada, tebliğ ve çağrı, bünyenin bütününe sindirilmiştir. Âdeta, "güzellikler" ortaya konmuştur, insanlar onları "insiyaki" olarak alacaklardır:
"Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır" (Âl-i İmran, 19), "O (Allah) sizi seçti ve dinde size hiçbir güçlük yüklemedi." (Hac, 78)
Buna karşılık "millet" kavramının kullanıldığı hemen her yerde bir cedel üslûbu hakimdir. Muhatapların ilahî sistemi kabul etmeleri uğrunda, peygamberlerin verdiği fikrî ve fiilî mücadelelerin havası hissedilir:
"Kendini bilmeyenden başka kim İbrahim’in milletinden (dininden) yüz çevirir." (Bakara, 130)
"Yusuf dedi ki: ’Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkar eden bir toplumun milletini (dinini) terk ettim."
Buraya kadar söylenenlerden de anlaşıldığı üzere "millet", bir toplumun benimseyip üzerinde yürüdüğü toplumsal kabuller ve o topluma hakim olan yönelişler, inançlar bütünü ve gidişattır, dindir. Yani millet de din gibi, beşerî bir kitleyi değil, kitlelerin sahip olup yaşadığı değerler bütününü ifade eder. Millet kavramı üzerinden beşerî kitleye atıf yapılması durumunda "ehlü’l-mille" yani "millet"i benimseyen, ona sahip olan toplum, "insan kitlesi" ifadesi gündeme gelir. "Meselâ, Yahudilik ve Hıristiyanlık birer millettir fakat Yahudiler ve Hıristiyanlar ’ehl-i millet’, ’sahib-i millet’tirler, diğerleri de öyle..." (Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat I, 483-484) "İslâmî eserlerde Kur’an’daki mânâya (din, İslâm) uygun olarak yer almış ise de kelimeye nadir tesadüf edilir. Harfi tarif ile ’el-Mille’, Peygamber’e vahyedilmiş olan hakiki dini...dolayısı ile ’ehlü’l-mille’yi yani Müslümanları ifade eder." (Wensinc, I.A., "Millet") Kelimenin bu anlamda kullanılışı mecazîdir. Arap dillinde ve İslâmî literatürde, bu çerçevede genellikle "kavim" ve "ümmet" gibi kelimeler kullanılmaktadır. Yukarıda da değinildiği üzere İslâmî eserlerde çok sık rastlanan "millet" kelimesi, beşerî kitle (müslümanlar) anlamına daha da az kullanılmıştır.
Kaynağını Fransız ihtilalinden alan fikrî ve kültürel akımların Osmanlı toplumu üzerindeki etkisi ile millet kelimesi geleneksel anlamı (din bağının oluşturduğu cemaat) dışında da kullanılmaya başladı. Günümüz Türkçe’sinde ise artık "millet", belli bir coğrafyada yaşayan, din, dil, kültür ve idealler gibi ortak değerler etrafında toplanmış insanlar topluluğu" anlamında kullanılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğunda XVII. yüzyılın sonlarına kadar, "halk" ve "cemaat" karşılığı olarak "ümmet" kelimesi kullanılmakta idi. Osmanlı hakimiyetini kabul etmiş gayrimüslim tebaa için ise "millet" kelimesinin kullanıldığını görüyoruz. Nitekim "Rum milleti", "Ermeni milleti" ve "Yahudi milleti" Osmanlı tebaası azınlıklarını ifade ederdi. (Ercüment Kuran, Türk Islâm Kültürüne Dair, Ankara, 2000, s. 11)
Acaba nasıl oldu da, temel sözlük anlamı ile cemaat, kuşak, ulus demek olan "ümmet" değil de, onun yerine kullanmak üzere "din" anlamındaki "millet" kelimesini benimsedik? Bir bakış açısına göre bunun basit bir açıklaması vardır: Yanlışlık " (Millet kelimesi) dilimize ne yazık ki ümmet (ki gerçekte ulus demektir) deyimi karşıtında ulus anlamında yerleşmiştir. Oysa dinsel topluluk demektir ve biz Türkler buna yanlış olarak ümmet demekteyiz." (Orhan Hançerlioğlu, Islâm İnançları Sözlüğü, ’’Millet’’ maddesi) Birazda anlatım zaafı içeren bu ifadede demek isteniyor ki, illa da bu günkü anlamda "millef’i ifade eden Arapça bir kelime kullanmak gerekseydi bu, "millet" değil, "halk" , "toplum" anlamına gelen "ümmet" olurdu. Biz ise yanlış olarak, "dinsel topluluk" anlamına gelmek üzere "millef’i değil, "ümmet"i kullanıyoruz. Halbuki millet kelimesi ile kastettiğimiz anlamın karşılığı "ümmet"tir. Aslında yapılması gereken, bu anlam için Türkçe bir kelime olan "ulus" kelimesinin kullanılmasıdır.
Türkçe’mizde bugünkü anlamı ile "millet" kelimesinin kullanımını "yanlışlık" ile açıklamak, bize yüzeysel bir yaklaşım gibi geliyor. Zira, "millet" kelimesi özellikle bu günkü anlamda kullanılmak üzere ödünç alınmış bir kelime olsaydı, o zaman bir yanlış kullanım söz konusu olabilirdi. Halbuki Türkler’in "millet" kelimesi ile tanışmaları, Kur’an ile tanışmaları kadar eskidir. Hangi anlam’da kullanılırsa kullanılsın, o "yerli" hüviyetini kazanmıştır. Bu sebeple geçirdiği anlam ve bağlam değişikliğini bir yanlışa bağlamak yerine, konuya "toplumsal bilinç altı" noktasından yaklaşmak daha isabetli olacaktır. Kur’an ve onun şekillendirdiği sosyo-kültürel ortamın etkisi ile asırlar boyu kendisini bir "ehlü’l-mille" ("Din"i benimsemiş toplum) olarak gören bir millet, dünya görüşü, yaşadığı çağ ve şartlar ne olursa olsun, geçmişten getirdiği kültürel izleri silip atamaz. Bunu yapması sağlıklı bir şey olmayacağı gibi böyle bir şey de beklenmez. "Ehlü’l-mille" şeklindeki kullanımın "mille/millet"e dönüşmesi ise bir yanlış uygulamanın sonucu değil, yukarıda da değindiğimiz gibi, bir edebî sanat uygulamasıdır. (Mecazî kullanım) Türk milletinin bilinç altı nihaî olarak, Kutsal Kitabında yer alan ve ağırlıklı olarak beşerî-sosyolojik çağrışım yaptıran "ümmet"i değil de, toplumun din ile ilişkisini de çağrıştıran "millef’i tercih etmesi anlamlıdır. Bu yaklaşım sadece Türkiye Türkçe’si için değil, çeşitli Türk lehçeleri için de geçerlidir. Kazakça’daki "ult", Kırgızca’daki "ulut" ve Moğolca’daki "ulus"a karşılık, Türkiye Türkçe’si yanında, Başkurt, Özbek, Tatar, Türkmen ve Uygur lehçelerinde millet kelimesi bu günkü anlamı ile kullanılmaktadır.Bu küçük detaylandırma, "ulus"un Türkiye Türkçe’sinde neden kök salamadığına işaret eder gibidir. Anadolu insanı bilinç altında, Moğol istilası ile "ulus"u buluşturmuş olabilir mi? Şu halde, "millet" kelimesini benimsemiş olmamızı "millî" bir yanlışa bağlamak yerine, milletin bilinç altına bağlamak daha akılcı ve sağlıklı bir yol olacaktır. Zira milletler kültürler arası alışverişlerinde yaşadıkları kabul ve retleri bilinç altı faaliyetleri ile gerçekleştirirler. Burada dinin inkar edilemez bir etkinliği söz konusudur. "Kültür değerlerinin seçilmesini, kabul ya da reddedilmesini, vurgulanmasını ya da görmezden gelinmesini sağlayan şey inanç ve ahlâk nizamıdır." (Yılmaz Özakpınar, İslâm Medeniyeti ve Türk Kültürü, Ötüken, 1997, s.20) İşte Türkçe’miz, "millet" kelimesini seçerken, Türk’ün bilinçaltını besleyen ana damarlardan biri olan din (Islâm) gerçeğini ön plâna çıkarmıştır. Kısaca Türk milleti "millet" kelimesini bugünkü anlamı ile benimserken, "din"in, ve manevî değerlerin ve geleneklerin, onun temel yapı taşlarından birini oluşturduğunu, onsuz yapamayacağını ortaya koymuştur. "Çünkü insan topluluklarını bir millet hâline getiren onlardır. Başka bir kavmin tahakkümü altına düşen millet, topraklarını değil, kanun ve geleneklerini kaybettiği için bağımsızlığından olur. Üzerinde yaşadığı toprağı çoğu zaman terke mecbur olmadığı ve belki ondan daha fazla yararlandığı halde esirdir, çünkü millî değerlerini kaybetmiştir." (Sait Halim Paşa, Buhranlarımız, Tercüman, 1001 Temel Eser, 9, s.111)
İnsanımızın gözünde "millet", "din" ile yoğrulmuş Türklüktür. Yahya Kemal "Türk İstanbul" ile bunu anlatıyordu. (Yahya Kemal Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz; 1001 Temel Eser, 1969,s. 5 - 26) "Ezan ve Kur’an"da söylediği buydu. "Ezansız Semtler", dînî ve manevî değerlerdeki törpülenmenin bir gönülden, bir ruh dünyasından, bir toplumdan neleri alıp götürdüğünün hüzün ve hasret sindirilmiş bir resmidir. (Beyatlı, a.g.e., s.123-126) Dinin, çocuk ruhunda ve hafızasında bıraktığı yapıcı etkiyi "Müslümanlığın çocukluk rüyası" diye niteyelen Yahya Kemal, dinin bir toplumu millet yapmadaki etkinliğini şöyle dile getiriyor:
"işte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet hâlinde tutuyor. Bu günkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinde okunan Kur’an’ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah’ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler, kandil günlerinin kandilleri yanarken, Ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbirleri dinletirler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler. Türk oldular." (Yahya Kemal Beyatlı, a.g.e. 126)
Müslüman olmakla Türk olmayı özdeşleştiren bir bilinci "yanlış" diye nitelemek yanlıştır.