Makale

RASÛLULLAH’IN DAVETİNDEKİ İNCELİKLERDEN BAZI KESİTLER

RASÛLULLAH’IN DAVETİNDEKİ İNCELİKLERDEN BAZI KESİTLER

Yrd. Doç. Dr. Ali Delice*

Peygamberlik tarihi, Allah yolunda fedakârlık, elem ve sıkıntılarla doludur. Bize düşen, risâlet tarihinin geçmişteki engin deneyimlerine sürekli bakmak, onun kayıplarım, kazançlarını, sıkıntılarım ve zaferlerini iyi değerlendirmek ve risâlet çizgisine uygun veya muhalif ne gibi düşüncelerin sergilendiğini dikkatle gözden geçirmektir. Bu düşünceden hareketle Rasulullah’ın hayatından bazı kesitler vererek bu kesitlerden ne gibi sonuçlar çıkarabileceğimizi düşünerek böyle bir makaleyi yazmayı uygun gördük.
Rasulullah’ın hayatına baktığımızda, onu, risâlet görevini tümüyle hayatına indirgemiş ve tatbik etmiş olarak görürüz. Bundan dolayı onun hayatı müslüman- lar için yaptıklarıyla ve söyledikleriyle güzel bir örnek1, uyulması gereken İlâhî bir hüküm halini almıştır. Nitekim Hz. Aişe’ye onun ahlâkı sorulduğunda “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlâkı, Kur’an ahlâkı idi” diyerek onun ahlâkının Kur’an ile özdeş olduğunu belirtmektedir. Ancak bu, Peygamberin bir insan olarak yaptığı davranışlarla bir peygamber olarak yaptığı davranışların birbirinden farklı olduğu anlamına gelmez. Çünkü Peygamberin kişiliği ikilemden uzaktır. Tıpkı İslâm ile din sözcüklerinin özdeşleştirildiği gibi, peygamberin insanlık ile peygamberlik özelliği de özleştirilmiş ve bir bütünsellik içinde sunulmuştur.
Şimdi Rasululİah’ın hayalında ccrcyân eden bir kaç olayı, çıkarılabilecek sonuçlarla birlikte vermeye çalışalım.
a- Rasulullah’ın Daveti İlk Dönemlerde Gizli Yapması ve Hikmeti
Rasulullah, yaşadığı toplum içerisinde Mekkelileri İslâm’a davet ederken gizliliğe oldukça itinâ göstermiştir. Peygamber olarak görevlendirilmesinden itibaren (610), üç sene daveti gizli olarak yapmıştır2. Bu merhalede ona inananlar gizlice ibadet ediyor, namaz kılıyor ve davet çalışmalarını gizlice sürdürüyorlardı. Davet, sadece kendisine güvenilen, teklifi kabul etmese bile sır telakki ederek saklamasını bilen, İslâm’ı kabule istidâdı olduğuna inanılan, câhiliyenin sapıklıklarından uzaklaşarak bir arayış içerisinde olan kimselere sunuluyordu3. İslâm’a ilk giren Hz. Ebû Bekir ve Hz. Osman, Peygamber’in yakın arkadaşları idi4. Yine Hz. Ali Peygamber’in yanında kalırken Rasulullah ve Hz. Hatice’nin namaz kıldığını görünce alışık olmadığı bu hareketi onlara sormuş, Rasulullah da ona İslâm’ı anlatmış, fakat Ali, babasına sormak istediğini belirtince Rasulullah ona yaptıklarından haber vermemesini tavsiye etmişti5. Eğer daveti gizli değil de alenî yapmış olsaydı, O’na iman edenlerin sayısı belki de daha fazla olacaktı. Ancak, onlar basit bir zorlukta yüz çevirecekler, muhtemelen İslâm için en tehlikeli bir grubu bunlar oluşturabileceklerdi. O, ilk önce insanlarla teker teker görüşmelere başlayarak küçük çaplı bile olsa, birbirine bağlı bir taban oluşturmayı başarmıştır6, Bu, Peygamber döneminde olduğu gibi, daha sonraki dönemler için de geçerlidir. Emeviler döneminde yaklaşık 28 yıl (100-128/717-745) süren gizlilik döneminin akabinde Abbâsî Devleti kurulmuştur.
Buradan elde edebileceğimiz sonuçlardan birincisi; Peygamberin misyonunu üstlenen davetçi kişilerin, davetteki gizlilik prensibine dikkatle uymasının gerekliliğidir. Bundan hedeflenen amaç ise, hareketin üzerindeki baskıların asgariye indirilmesi ve hareketin temelinin oluşumunu sağlamaktır. İkincisi, İslâm’a davet süreci, ilk aşamasını barış ortamı içinde yaşamış, diğerleri ile herhangi bir itişmeye vc meydan okumaya girişmemiştir. Tevhid motifinin münkirlere arzedilmesinde tebliğ tarihi göstermiştir ki. davetçilerin, davete inananların ve davete muhatap olanların hayâtı tehlikelerle karşı karşıya kalmaları ihtimali bulunabilir veya davetin bizzat kendisi açısından engellenmesi söz konusu olabilir. Bu durumlarda da davetin açıkça yapılmasında hiç bir fayda yoktur, aksine gizlilik daha da bir önem arzetmektedir7.
Bu dönemde Rasulullah’ııı davetinin ana temasını, tek olan Allah’a imana ve onun elçisi Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabule çağırmak olmuştur. Bütün peygamberler, davetlerine önce esastan başlamışlar ve her şeyden önce insanları tevhide çağırmışlardır8. Peygamber ve ilk müslümanlar bu dönem içerisinde o günkü toplumun kutsal saydığı putlara ve onlara ibadete karşı saldırıya geçmemişlerdir. Çünkü o günkü Mekke toplumu, ne tevhîd davasını inkâr edecek şekilde mülhîd, ne de iki ilâha aynı anda inanmayı temel alan mânâda müşriktiler. Onların putlara karşı yaptıkları ibadet .şekli, felsefî anlamından uzak, putların kutsî özellikler taşıdıkları düşüncesiyle ve kendilerini Allah’a yakınlaşmalarında yardımcı olacaklarına ve şefâata dayanan göstermelik bir ibadet türünden ibaretti9.
Bu süre içerisinde Mekkelilerin Rasulullah’a ve müslümanlara karşı takındıkları tavır, alaycı bir tavırdı10. Ancak üç yıl süren gizli davetin sonlarına doğru, Allah Teâlâ’nın, kendisi dışında ibadet edilen ilahları yermesinden ve onlar ile birlikte atalarının yaptıkları ibadetlerin de bâtıl olduğunu belirten âyetler11 nâzil olmaya başladıktan sonra, Mekkelilerin tavırları daha da serüeşerek düşmanlık seviyesine ulaştı. Bu dönemde İslâm’a girenler, İslâm düşünce ve öğretisinin zayıflan koruduğu, onlara bir insan olarak saygı gösterdiği ve sorunlarına çözümler getirdiği gerçeğini görmeleri, onların İslâm’a girmeleri için ayrı bir motivasyon kaynağı teşkil etmiştir. Aynı olgular, buna mukabil Müşriklerin düşmanca tavır sergilemelerine ve İslâm’a karşı direnmelerine sebep oldu12.
b- Müslümanların Habeşistan’a Hicret Etmeleri ve Hikmeti
Mckkelilcrin nıtislLimanlara karşı acımasız tutumu, miisJümanlan iki seçenekle karşı karşıya getirmişti: Ya Kureyşlilerin baskılanna boyun eğerek dinlerinden döncccklcr, ya da kendi inançlarını koruyabilecekleri başka bir emin bölgeye hicret edeceklerdiB. Onlar ikinci seçeneği tercih ettiler. Bi’setiıı 5. yılında (615) 11 erkek vc 4 kadından oluşan birinci kafile Rasulullah’m emriyle Habeşistan’a hicret etti14. Müslümanların öylesi baskıcı bir ortamda dinlerinde sabredebilmek için gösterebilecekleri en doğal tavır, hürriyet atmosferim soluyabilecekleri başka bir yere hicret etmekti. Nitekim Resulullah da onlara emin ve kendilerine karşı haksızlığın yapılmayacağı ülke olan Habeşistan’ı gösteriyordu15. Zira davanın emniyetinin sağlanması, inanç tohumlarının hürriyet ve güvenin bulunduğu bir ortamda olgunlaşlınlması için hicret zaruret halini almıştı. Hareketin tıkanıklık yaşadığı bir anda hür ortamlara açılması, oluşumun gelişip bütünlüğünü tamamlayabilmesi için bunun gerekli olduğunu görüyoruz. Çünkü şartların uygun olmadığı bir ortamda sabır ve sebat göstermek, hayâlı davranmaktan öteye gitmeyecektirlfi. Bu durum belki de Mekkelilerin işine gelecek, müslümanlann ise, teslim olması ve yenilmesi ile sonuçlanacaktı. Aksi halde gücünü aşan bir yük altına girmiş olacak ki, bu da akl-ı selîmin kabul etmediği bir şeydir. Kur’an da bunu şu ayetle te- yîd etmektedir: ’‘Allah, hiç bir nefse gücünün yetmeyeceği yükü yüklemez”11.
Rasulullah’ın, Habeşistan’ı hicret yeri olarak seçmesinde bir başka hikmet daha bulunmaktadır. O da şudur: Rasulullah’m ashabından Habeşistan’a hicret etmelerini emretmesi, her ne kadar dinleri ayrı da olsa hak din mensuplan arasındaki bağın, onlarla putperest ve müşrikler arasındakinden daha çok kuvvetli olduğuna delil teşkil eder18.
c- Rasulullah’m Davet İçin Hacc Mevsimini Seçmesi ve Hikmeti
Temelini Hz. İbrahim ve İsmail’in attığı Allah’ın evi Ka’be’nin Mekke’de bulunması, her sene Arap Yarımadasının dört bir yanından Arapların dinî vecibelerini yerine getirebilmek için oraya gelmelerine sebep oluyordu.
Rasulullah, risâlct görevini açıkça îlan elmcyc başlamasından sonra, mevsimine göre tebliğ yöntemi belirleyerek hacc mevsimlerinde Ukaz, Mecennc ve Zü’l- Mecâz bölgelerinde düzenli hacı ziyaretlerine başladı19. Cihanşümul bir dava için bu, gerçekten ele geçirilmez bir fırsat ve imkan idi. Hz. Peygamber, alenî davet emrini aldığından itibaren Mekke’de kaldığı on sene zarfında bu imkandan istifade etti ve fırsatı değerlendirdi. On sene devamla durmadan, dinlenmeden, yılmadan ve ümidini kesmeden Mekke’ye gelen hacılara İslâm’ı anlattı20. Bu ziyaretlerinde onları Allah’a inanmaya ve .şirki terkelmeye çağırdı21. Amcası Ebû Le- heb’in, Rasulullah’ın arkasından dolaşarak, söylediklerinin yalan olduğunu yayma çabalan22 Rasulullah’ı davetten vazgeçiremedi. Bundan şu sonuçlan çıkarabiliriz:
Birincisi, davet, değişik toplum ve değişik yerlere kişisel çabalarla yapılmalıdır. Genel davet çağnsı başlangıçta istenilen neticeyi vermeyebilir. Çünkü davet, ilke ve detaylann işlenmesi, kafalara soru işaretlerinin konulması yoluyla diyalog ortamının yaratılması suretiyle ancak mümkün olabilir. Bir süre sonra başlasa bile kafalardaki şüpheler harekete geçecek, görüş açısına netlik kazandıracak ve arkasından sunulan daveti algılama istidâdı doğacaktır. İnsanlar kendi başlarına kalıp düşünmeye başladıklannda engelleyici kayıt ve baskılar ortadan kalktığında kafalarındaki meseleleri daha rahat muhakeme etme fırsatı bulabileceklerdir. Bu sebeple Rasulullah, bir ön hazırlık aşaması niteliğinde hacc ziyaretlerine Önem vermiştir.
İkincisi, bir taraftan Arap kabileleri ve kabile reisleri ile tanışmak, onların muameleleri ve düşünce şekilleri hakkında yaknıdan bilgi sahibi olmak, diğer taraftan da, onlaım kendisi hakkında doğru bilgilenmelerini sağlamaktır. Bununla kısa vadede Rasulullah’ın neyi değiştirebileceği sorusu akla gelebilir. Ancak, Rasulullah, verdiği masajların kısa vadede değil, uzun vadede sonuç vereceğini ve her hacı adayının kendi beldesine döndü alinde bu konunun gündeme geleceğini biliyordu.
Üçiincüsü, Rasulullah’m hacılarla ilgilenerek İslâm’ın yayılmasına uygun yer ve zemin için araştırma yapmaktı. Mekke, İslâm davetinin dışa açılımı için uygun değildi. Rasulullah’ın davet için uygun bir ortam arama girişimleri Medinelilcrle karşılaşmasına kadar devam etti. Bu buluşma ile birlikte Rasulullah’m girişimleri, sonunda başarıya ulaştı. O halde Peygamberin Mekke’de onüç sene gibi bir süre sabretmesi rastlantı değildir. O, Mekke’nin, Arap yarımadasının dînî, ticarî ve külLürel merkezi olması Özelliğini göz önünde bulundurarak İslâm davetinin sesini bu yarımadanın her köşesine ulaştırabilmek için iyi değerlendirmesini bildi. İnsanların değişik bölgelerden toplanıp Mekke’ye gelmeleri, Peygamber için büyük avantajlar sağlamış ve büyük külfetlerden kurtarmıştır. Rasulullah, böyle- ce dünya toplumlarma açılma fırsatını bulmuş ve bu yolda izlenilen aşamalı çalışmalar sonunda Mekke’den Medine’ye hicret (622) hareketiyle hedefine ulaşmıştır.
c- Rasuhıllah’m Tâif Seferi ve Hikmeti
Peygamberliğin 10. yılında Ebû Talib’in ölümünden sonra Kureyşliler Rasu- lullah’ın üzerine giderek onu Taife gitmeye zorladılar. Yolculuğun maksadı, İslâmî daveti Mekke’nin dışına taşımaktı. Zira Rasulullah artık Mekkeli Kııreyş’ten ümidini kesmişti. Peygamber de yanına azâtlı kölesi Zeyd b. Hârise’yi alarak Şevval ayının son günlerinde Taife gitti. Orada yaklaşık on gün kalan Rasulullah, bu şehrin eşrâfına İslâm’ı anlattı. Ancak gençlerin davete ilgi duymalarından tedirgin olan Tâif eşrâfı, çocukları da yanlarına alarak Rasıılullah’ı taş yağmuruna tuttular. Her iki ayağı kanlar içinde kaldı. Zeyd b. Hârise, Rasulullah’ı korumaya çalıştı ise de, maruz kaldığı yoğun saldırılan önleyemedi. Zeyd, Rasulullah’a, Mekke’ye geri dönmenin tehlikeli olacağını hatırlattı. Rasulullah ise ona, Allah’ın mutlaka kendilerine bir çıkış yolu göstereceğini bildirdi ve böylece Mekke’ye döndüler23. Rasulullah dönüş esnasında Allah’a şöyle duâ etti: “Ey Allah’ım! Kuvvetimin zayıflığını, insanlara karşı koymadaki yetersizliğimi ve varlık gösteremeyişimi sana havale ediyorum. Ey Merhametlilerin en Merhametlisi! Sen, hiitün mustazcıflcırın ve henim de Rabbimsin. Sen, beni kime teslim ediyorsun? Bana kaba ve sert davranan şu yabancılara mı? Ya da bana galip gelme gücünü verdiğin bir düşmanıma mı? Eğer sen hana dargın değilsen, bütün eziyet ve işkenceler bana hiç gelir. Ben karanlıkta aydınlık yaratan vejliinya ile ahi ret işlerini düzelten Senin varlığının nuruna sığınıyorum. Senin gazûhın ve öfken hana gelmeden önce beni kurtar. Senden başka güç ve kuvvet yoktur ”24.
Rasulullah, gösterdiği çabalar sonucunda islenilen başarıyı elde edemese bile, en azından risâlet görevini yerine getirmiş ve hüccetini ikâme etmiş olacaktı. Bütün rasulleriıı amaçladıkları asıl mesele, bundan ibarettir. Bu yolda bütün peygamberlerde olduğu gibi Peygamberimizin de uğradığı ızdırap, hakâret ve hatta sövgüler bu görevi üstlenen herkesin kaderi olmuştur. Ancak elem ve gözyaşları, yeni bir aydınlığın doğuşuna zemin hazırlamıştır.
Tâifden dönüşü esnasında Zeyd b. Hârise’nin uyarısı karşısında Rasulullah, olaya mevcut şartlar perspektifinden bakıyordu. Zeyd’i tesellî ederken olayları tüm zaman ve mekanlar perspektifinden değerlendirmiş, olaylara Allah’a iman gözüyle bakmıştır. Peygamber’in hayatında yaşadığı bu acı tecrübe karşısında in- kârcılann kendisine çektirdikleri eziyetlere tahammül ederek nasıl yakarışta bulunduğunu görüyoruz. Mekke’den çıkarılmış, dayanacağı hiç bir kuvvet kalmamış olmasına rağmen o, asıl güç kaynağının Allah olduğunu bilerek, kendi emrini Allah’a havale etmiştir. Çünkü bütün yaptıklarından amaç, Allah’ın rızasını kazanmak olduğu için, gerek zorluk, gerekse kolaylık anında olsun, onun için hedef değişmeyecektir. Rasulullah’m örnek davranışlarından anlıyoruz ki, bir da- vetçinin bütün korkusu, Allah’ın gazabına maruz kalma ihtimalidir. Yoksa başkalarının azarlaması pek de o kadar önemli değildir. Rasulullah’m burada yapmış olduğu o meşhur duaya gelince, peygamberlik iddiasında en ufak bir hilenin bulunmadığına ve en büyük tehlikelerle yüzyüze gelme pahasına da olsa düşüncesinden dönmeyeceğine; kendisini, Allah’ın rızasından başka bir şeyin etkileye- meyeceğine delildir25.
Mekke’nin karşı çıkmasından sonra Rasuluîlah’m Taif e gitmesi, onun davetini sürdürmeye gerçekten kararlı olduğunun ve insanların olumsuz cevaplarına rağmen tereddüde düşmediğinin delilidir26.
d- Hz. Peygamber’in Müşriklerin Uzlaşma Girişimine Karşı Tavrı ve Hikmeti
Mekkeli müşrikler, müslümanlara karşı uyguladıkları baskı politikalarının fayda vermediğini, bilakis hareketin hızlı bir şekilde büyümekte olduğunu farke- diııce Rasulullah ile uzlaşma zemini aradılar. Hz. Peygamber’e çeşitli heyetler gönderdiler. Bu uzlaşma girişimlerinin amacı, din konusunda bazı tavizler koparmak ve uzlaşmaya varmaktı. Böylelikle inançlarının yıkılmasını önlemiş olacaklardı. Uzlaşmanın sağlanması için yapılan görüşmelerin cn önemlilerinden biri Utbc b. Rcbîa’nın girişimi idi27. Bir defasında Kureyş’in bazı kabile reisleri Mes- cid-i Haram’da bağdaş kurmuş oturuyorlardı. O sırada Hz. Hamza da müslüman olmuşlu. Kureyşliler, müslLimanların sayısının artmasından endişe ediyorlardı. Ulbc, Kureyşli kabile reislerine Muhammcd’in yanına gidilip konuşulmasının gerekliliğini arzetti. Onlarda kendisine güvendiklerini belirterek, Ulbc’yi konuşması ve uzlaşma sağlaması için Rasulullah’a gönderdiler. Ulbe, Peygamberin yanına geldiğinde ona: 11 Bak yeğenim, bizim seni ne kadar sevdiğimizi ve saydığımızı bilirsin. Senin ailen de en temiz ve en soylulardan biridir. Fakat sen milletimize ne biçim felâket getirdin Y Sen topliimiinuiz.ii böldün, bütün milleti sapık olarak ilân ettin. Halkın dinini ve tanrılarını kötüledin. Öbür dünyaya intikâl etmiş olan atalarımızın kâfir ve sapık olduğunu söyledin. Şimdi beni dinle, ben sana bir takım tekliflerde bulunacağım. Onları iyice düşün taşın, belki de bazılarım kabul edersin. Eğer şu başlattığın işin amacı mal, mülk toplamaksa biz sana o kadar mal ve mülk vereceğiz ki, sen aramızda en zengin ve en varlıklı kişi olacaksın. Eğer büyük olmak ve iktidâr elde etmek istiyorsan, biz seni reisimiz yaparız.. Hiç bir işimizi sana danışmadan yapmayız. Yok eğer kral olmak istiyorsan ona da ra-zıyız. Yok eğer sana cinler geliyorsa ve sen de onları kovacak güce sahip değilsen, sana dünyanın en iyi tabiblerini getirir, seni tedavi ettiririz ” şeklinde ilginç tekliflerde bulundu. Utbe konuşmasını bitirdikten sonra Rasulullah ona Fussilet suresinden âyetler okudu28. Daha sonra oradan ayrılıp kabile reislerinin yanma geldiğinde "...Allah aşkına ben bundan evvel böyle bir söz dinlememiştim. Bu ne şiirdir, ne de sihirdir. Bu adamı rahat bırakın. Bana öyle geliyor ki, onun söyledikleri yankı yapacaktır... ” dedi29. Kureyşli liderler Utbe’nin de Rasulullah’ın et-kisi altında kaldığını söylemekten kendilerini alamadılar. Rasulullah’a buna benzer bir takım heyetler gönderilmiştir. Gönderilen heyetlerin maksatlarının aym olması hasebiyle en önemli gördüğümüz bu olayla yetindik30.
Peygamber’in, Allah’ın kendisine emrettiği şekilde kavmini İslâm’a davete başlaması ve onları psikolojik baskı altında tutmasına kav mi tarafından önemli bir tepki gelmemişti. Fakat Kur’an’ııı, onların ilâhlarının gerçek yüzünü ortaya koyması ile ona düşmanlık beslemeye başladılar. Peygamber’in takındığı bu tutuma rağmen amcası Ebû Talİb’in onu engellemek istemediğini gören Kureyşli- ler, Ebû Talib’e bir kaç kez giderek onu engellemesini, aksi halde kendisinin aradan çekilmesi tehdidinde bulundular. Ancak Ebû Talib, bütün bu olanlara karşı-lık yeğenine olan desteğini sürdürmüştür31.
Rasulullah’ın bu davranışından çıkartabileceğimiz sonuç ise, onun gösterdiği kesin kararlılık tavndır. O, Kureyş’in tehditlerine aldırış etmeden davasından herhangi bir taviz vermemiş, kendisine getirilen teklifler karşısında bir an bile düşünmeden kesin cevabım vermiştir. Mustafa Sıbâî ise, Rasulullah’m bu hareketinden şu dersin de çıkarılabileceğini belirtmektedir: “Peygamber’in, Kııreyşin mal ve makamla ilgili bütün tekliflerini reddetmesi, peygamberlik davasında sadık ve insanları hidayete erdirme isteğinde karadı olduğunun bir delilidir. Bozguncuların her türlü faaliyeti, hakiki davetçiyi davasını sürdürmekten alıkoyma- malıdır. Onların her çeşit mal ve makam tekliflerine sırt çevirmelidir... ”32
Sonuç olarak, Rasulullah, dinin gönüllerde yerleşmesi ve gelişmesi için bütün acılara ve hakaretlere katlanmış, bunun yanında da davasından vazgeçmemiştir. Körü körüne İslâm’a düşman olan halklara dini anlatmak için, uygun olan her metodu değerlendirmiş, ancak davasından asla taviz vermemiştir. Bize düşen, onun davet metodundan her zaman dersler çıkarmaktır.

Bibliyografya
Doğuştan Günümüze Büyük Islâm Tarihi, Komisyon, İstanbul 1989.
Ebu Şuhbe, Muhammed, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Dımaşk 1992.
Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1991. Hizmetli, Sabri, İslâm Tarihi, Ankara 1995.
İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk. Muhammed Mahmud vd. Kahire 1996. Kapar, M. Ali, “Ebu Leheb”, İstanbul 1994, X, 178.
İbn İ.shak, Sîreiü İbn Is/ıak, thk. Muhammed Hamidullah, Konya 1981.
cl-Mevdûdî, Ebu?l-A"lâ. Tarih Boyunca Tevhicl Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, çev. Ahmed Asrar, İstanbul 1993.
Önkal, Ahmet, Rasulullah’ın Islâm’a Davet Metodu, Konya 1984.
Said Haviyy, er-Rasûl, Kahire 1990.
Sıbâı, Mustafa, Hz.. Muhammed ve Hayan, çev. M. Sait Şimşek, Konya 1992.

* Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.

1 "Andolsun ki, Rasıılu’lah, sizin için Allah ’a ve ahire; ¿>üniine kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için güze! bir örnektir" (Ah/.ab, 33/21). Ayette Hz. Peyganıber’in Allah’ın hoşnutluğunu kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenler için mükemmel ve canlı bir Örnek, en büyük iazilet numunesi olduğu belirtilmektedir. Böylece RasuluIIah’m hislerine mağlup insanları memnun etmek ve onlara pratik değerden mahrum bir takını na/.arî kaideleri öğretmekle görevli olmayıp, onun hedefinin insanlığa amelî kaideler öğretmek ve bu kaideleri kendi yaşayışıyla izah ve tarif etmek olduğu anlaşılmış olmaktadır.
2 Bu konuda genişbilgi için bk./Ebu’l Â’lâ el-Mevdudi Tarih boyunca Tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı. Çev. Ahmed Asrar İsanbul, 1993 II. 119 vd
; Ahmet Önkal, Rasulullah’m Islâm’a Davet Melodıı. Konya 1984. s. 77-82.
3 Önkal. s. 77; Muhammet! Elnı Şııhbe, es-Stretii’a-Ni’heviyye. Dımaşk 1992, I, 2X3-290.
4 Önkal. s. 77.
5 Ibn Hişam. cs-Shviii Vı Ncheviyye. ılık. Muhammed Mahnuıd vd., Kahire 1996, I. 20S-210.
6 Önkal. s. 78.
7 Önkal, .s. 32; Mustafa Sıbâî, Hz. Mııluımıııed ve Hayatı, çev. M. Sait Şimşek, Konya 1992, s. 50.
8 peygamberlerin davetlerinde tevhîdî çağrı için bkz. Hud, 11/25-26, 50, 61, 84, A’raf, 7/59, 65, 73, S5.
9 "İyi bilin ki halis din, yalnız Allah’ındır. O’udun başka bir lakım dost edinenler: “Biz ancak anlara, bti Allah’a daha yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz. ” (derler)... ” Züıııer, 39/3.
10 Müşriklerin Rasuîuîlah vc müslümanlara karsı yaptıkları alaylar için bk/.. Enbiya, 21/36. Furkan, 25/79, 41-43. Sallat, 37/11-12, 14-15, 35-36. MLrmiıı, 40/83. Zuhruf. 43/31-32, 57-5«, Meâric, 70/1-2. 3639 vd.
11 Bakara, 2/170-17 L Maide, 5/103-104. A’raf, 7/2S, Hud, 11/109, Lokman 31/21, Saffât. 61 /6H-71, Zuhruf, 43/22-25 vb.
12 Mekkelileıin karşı çıkış sebepleri için bk/.. Dııguştan Giiıniııuize h’iiyük Islâm Tarihi. Komisyon, İstanbul 19X9. I. 20S-210.
13 Hizmetli. s. 163.
14 Habeşistan’a hicret edenlerin kiııt olduklarını ihıı Hişanı. isimleri ile birlikle vermekledir. Bk/. Ihn islilik. Si ret i7 Ihn Islıak. İlık. Muhammed Hamkltdlah, Knııya lySİ, s. 154-155: fbn Hisam, I. 266-2X0.
15 (bıı Hişaııı, i. 266-2X0; Şuhbe. I. 375-3X0.
16 Sıbâî, s. 52.
17 Bakara. 2/286; Hacc, 22/78.
18 Sıbâî. s. 52,
19 Sıhâî. s. 5S.
20 Önkal, s, 8S, 243; Mevdu dî, s. 451-453.
21 Sıbâî, s. 5M.
22 ibn Hişıım. II, 33-35; Said Haviyy. er-Resül. Kahire 1990, s. i!)3-l!)fi; Şulıbe, İ, 429-433; Mevdfıdî, s. 44H-449. 4S2; M. Ali Kalpar, “Ebu Leheb”. D.I.A.. (sümbül 1994. X. 178.
23 ibn Hisam. Ij, 29-31; Şuhbe, 1, 401-405; Mevdüdî, s. 571-577.
24 Şuhbe. I. 402.
25 Sıbâî, s. 60-61.
26 Sıbâî, s. 60.
27 Mevtlûdî, s. 463-464.
28 ibn Hişam, I, 243 vd. Kaynakların belirttiğine göre Rasulullah ona Fussilet suresinin ilk beş ayetini okumuştun “Hâ, Mîm. (Bu Kur’an) Rahmim ve Ruhîni olan Allah itirafından indirilmiştir. (Bu) anlıı- yacak olan bir toplum için Arapça bir Kur’an olarak ayetleri açık ayrı ayrı açıklanmış bir KihıbUr. Hem müjde verici, hem de uyarıcı olarak. Yine de onların çoğu (Kur’an’dan) yiîz çevirmiştir. Onlar işitmezler. Dediler ki: “Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalplerimiz drtiiliidür. Kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin anında bir perde vardır. Sen (Dinine göre} ıımel et, biz de şüphesiz (Dinimize göre) amel ederiz..." Fussilet, ¡-5.
29 ibn Hişam, 1, 243-259, Muhanımed HamiduSlah, Islâm Peygamberi, cev. Salih Tuğ, İstanbul 1991, I, 100-102.
30 Diğer heyetler için bkz. ibn Hişam, 1, 243-259; Mevdûdû s. 462-467.
31 Ebu Talib’e gönderilen heyetler ve Ebu Talib’in bu heyeılere cevabı konusunda bkz. Mevdudî, s. 467473.
32 Sıbâî, .s. 51.