Makale

İSLAM’IN FITRİ (DOĞUŞTAN GELEN) KAABİLİYETLERE VE İSTEKLERE BAKIŞI

İSLAM’IN FITRİ (DOĞUŞTAN GELEN) KAABİLİYETLERE VE İSTEKLERE BAKIŞI

Prof. Dr. Nusret ÇAM
Ank. Üniv. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi

Kâinatta herşey bir düzen içerisinde cereyan etmektedir. Işık belli bir hızla yol almakta, ateş yakmakta, cisimler kütlelerinin büyüklüğüyle doğru orantılı olarak çekmektedir. İnsan beyni ve vücudu da belli esaslar dahilinde çalışmaktadır. Vücudun ihtiyaç duyduğu maddeler azaldığı zaman acıkmakta, terlediği zaman susamaktayız. İnsan bir- şeye inanmak, güvenmek ve sevmek istemektedir. İnançsızlık, sevgisizlik ve güvensizlik hiçbir zaman insanın tercih ettiği, gâye edindiği bir şey değildir.
Çünkü insanın yaratılışı böyledir.
Yüce Allah, "Biz herşeyi bir ölçü üzerine yarattık" (Kamer 49) demek suretiyle yarattığı bu ölçülere işaret etmektedir. Bu âyette geçen "ölçü" (takdir) kelimesi kanun, kural düzen ve sistem anlamına gelmektedir. Eğer böyle olmasaydı kâinatta düzensizlik olurdu. Bu husus yalnızca kâniat ve tabiat olayları için değil, insan için de böyledir. O halde "dini anlamak için mutlaka insan fıtratını (yaratılışını) çok iyi bilmek gerekir." Aksi takdirde İslâmî anlamak mümkün olmaz, onu yanlış yorumlayıp, yanlış noktalara çekebiliriz. Zaten
İslâm dini, insan tabiatını iyi bilen kimselerin elinde gelişmiş, aksi durumlarda da ise hiçbir gelişme kaydedememiş, itici gözükmüş ve daralmıştır.
İnsanın acıkınca yemek yemek, susayınca su içmek, uykusu geldiği zaman uyumak, evlenmek güzel bir ortamda yaşamak, ölçülü eğlenmek, sevmek, sevilmek, zengin olmak arzusu da böyledir. Bunların hepsi insan fıtratındandır, yani yaradılışında mevcut olan yönelişlerdir. Bunlara düşünmeyi ve âlet yapmayı da ekleyebiliriz. İnsanın doğuştan getirdiği bu özelliklerde üç şey birarada mevcuttur, "pratik fayda, haz ve bunları iyi ve kötüye kullanma istidadı". Mesela yemek yeme arzusunu ele alacak olursak, bununla hem vücudumuza gıda temin etmiş, hem de haz duymuş oluruz. Fakat eğer dinin yasak ettiği şeyleri yer ve içersek veya yenilip içilmesi helal olan şeyleri tüketmekte aşırıya kaçarsak bu arzumuzu kötüye kullanmış oluruz.
Sevmek de böyledir. Bir İnsanı sevmek elbette İnsana derin haz verir, bunun aynı zamanda pratik faydası da vardır. Fakat Allah’ı ve kendi şahsiyetimizi bir kenara atarak, o kimseyi aşın derecede yücelterek, herşeyin üstünde tutarak seversek, yani bir bakıma taparsak bundan da günah kazanırız.
Dünya dinlerine ve felsefî akımlarına baktığımız zaman insanın doğuştan getirdiği bu arzulara, kaabiliyetlere ve yönelişlere tavırlarının çok farklı olduğunu görürüz. Gerçekten de bazı dinler, insanın doğuştan getirdiği arzulannı yerine getirmeyi engellemektedir. Mesela Hıristiyanlık, din adamlarının evlenmelerini, Budizm ise et yenilmesini tamamen yasaklamakta, bu din bedene eziyeti kurtuluş vesilesi olarak görmektedir. Halbuki bunlar insan fıtratına, yani tabiatına aykırıdır.
Peki İslâm bu konuya nasıl bakar? Hemen şunu belirtelim ki Allah (c.c.) insanın doğuştan getirdiği istekleri, kaabiliyetleri ve yönelişleri ne tamamen yasaklar, ne de tamamıyla gelişigüzel serbest bırakır; onlan belli esaslar dahilinde düzenler. Mesela yeme, içme konusunda’; "Yeyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz; Allah israf edenleri sevmez" der. Yani her konuda olduğu gibi orta yolu emreder. Bu orta yol insan fıtratında mevcut olan, aklın kabul edeceği bir yoldur. Yine Allah bir taraftan insanların evlenmesini isterken diğer taraftan da zinayı en büyük günahlar arasında görür. Yüce Allah’ın insanlara hem yemek yeme ihtiyaç ve arzusunu vermesi, hem de bunu yasaklaması kendi adaletine ve rahmetine uygun düşmezdi. Bunların tamamen serbest bırakılması da insanın ruhi, bedeni her türlü sağlığına, toplumun barış ve huzuruna manidir.
Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere İslam fıtrat dinidir. Bu, insanın yaratılışına uygunluk anlamına gelir. Allah, insanın tabiatında mevcut olan kaabilliyetlerinin eğilimlerinin arzu ve isteklerinin aksine emir ve yasak koymaz. Konuyla ilgili bir âyette şöyle denilmektedir. "Sen yüzünü hanif (şüpheden sâlim) olarak dine, yani, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise o fıtrata çevir. Allah’ın yaratmasında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (Rum Suresi,30)
Cenab-ı Hak, bu âyetiyle dini anlama ve tebliğ konusunda tutulması gereken en doğru yolun insanın yaratılışında var olan değerlere yönelmek olduğunu söylemektedir. Bu âyetten insan tabiatının ne olduğunu araştırmanın gerekliliği de anlaşılmalıdır. Din ve ilim adamlarımızın dini konularda verecekeri fetvalarda, yapacaktan tebliğde Yüce Allah’ın (c.c) bu âyetini mutlaka dikkate alması, insan tabiatını iyi incelemesi ve böylece yaratılışa ters düşen işlerde bulunmaması gerekir. İnsan tabiatını bilmeden veya bunun aksine hüküm vermek, iş yapmak şuna benzer.- Diyelim ki sizin bir arabanız var ve benzinle çalışacak şekilde dizayn edilmiştir. Fakat siz bu arabayı mazotla yürütmeye çalışıyorsunuz. Araba elbetteki yürümeyecek veya birkaç metre gittikten sonra tıkanıp kalacaktır. Normal benzinle çalışan bu arabaya siz uçak benzini de koyamazsınız. Koyduğunuz takdirde arabanızın motoru büyük bir ihtimalle dayanamayıp patlayacaktır. Keza onu yakıtsız da çalıştıramazsınız. Çün- ki arabanızın sistemi mutlaka benzin üzerine tesis edilmiştir. İşte Kur’an-ı Kerim’deki ve Peygamber Efendimizin yaşadığı İslâm da bu örnekte olduğu gibi mutlak mânâda insan fıtratı (arzulan, kaabiliyetleri, ihtiyaçları, zaaflan) dikkate alınarak va’z edilmiştir. Mesela insan unutmakla malul yaratılmışsa ondan hiç unutmamasını bekleyemezsiniz, yüce Allah bunun içindir ki insanları unuttuklarından dolayı sorumlu tutmamaktadır. Yani o , arabanın kapasitesine ve bünyesine göre muamele etmekte, insandan buna göre kulluk beklemektedir. "İnsanın fıtratını dikkate almaksızın dini anlamaya ve anlatmaya çalışmak, suyu yokuş yukarıya akıtmak anlamına gelir" Aksini söylemek dini bilmemek ve İslâm’a haksızlık demek olur.
♦ ♦ ♦