Makale

TÜM İNSANLIĞI TEHDİT EDEN YENİ BİR TEHLİKE

TÜM İNSANLIĞI TEHDİT EDEN YENİ BİR TEHLİKE

Dr. Abdulbaki Keskin

HATIRLANACAĞI gibi, adi bir suçlu olan, Rodney King adında bir siyahı, öldürürcesine döven Los Angeles polisinin geçen mayıs ayı içerisinde, mahkemece suçsuz bulunarak salıverilmesi üzerine, bölgedeki siyahlar ayaklanmış ve bu yüzden 58 kişi ölmüş, 4000 kişi yaralanmış, 12.000 kişi gözaltına alınmıştı.
Ayrıca, yağmalanan dükkanlar, yıkılan evler, tahrip edilen işyerleri nedeni ile de, 1 milyar dolarlık maddi zarar tesbit edilmişti.
Olayı, kimileri, adaletsizliğe tepki; kimileri ekonomik sefalet; kimileri ırkçılık; kimileri dünkü, kimileri de bugünkü federal hükümetlerin uyguladıkları politikaların başarısızlığı olarak nitelerken, Başkan Yardımcısı Dan Quayle, toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren ve bize göre hadisede önemli payı olan başka noktalara da dikkatleri çekmişti.
Quayle, "... Amerikan toplumunda aile yapısının çöktüğünü, kişisel sorumluluğun büyük ölçüde ortadan kalkmış olduğunu, bu yüzden sosyal nizamın yer yer yıkılmaya başladığını, ırkçılığın hâlâ çok kötü bir problem olarak varlığını sürdürdüğünü, gayrimeşru cinsel ilişkilerin, uyuşturucu kullanımının yaygın olduğunu.." belirttikten sonra bu gelişmelerden sorumlu tuttuğu televizyonu, özellikle, Candice Bergen tarafından oynanan, "situation comedy" serisindeki "Murphey Brown" karakterini eleştirmiş, Hollywood’a ve "Cultural elite" dediği, liberal aydın takımına da hücum ederek, bunların, halkın gerçeğinden kopuk, Amerikan toplumunun değerlerini küçümseyen, hatta, aşındıran kişi ve kuruluşlar olduğunu belirtmişti.
Bu demeçlerinden dolayı, kendisi de, bazı eleştiriler alan Ûuayle, gerek karizmatik liderlik vasfından yoksun oluşu ve gerekse, muhafazakâr yapısı sebebi ile, halen işgal ettiği makama seçildiği günden buyana, zaten sol kesimin boy hedefi haline gelmişti.
Eleştiricilerden bazılarının da iddia ettiği gibi, Cumhurbaşkanlığı seçim propagandalarının yaygın bir biçimde sürdürüldüğü şu günlerde, muhafazakâr bir partinin ikinci adamı durumunda olan birisi tarafından verilen bu tür beyanatların siyasî bir amacının da olduğunu söylemek şüphesiz yanlış bir yaklaşım değildir.
Ancak, bu sözler hangi amaçla ve kim tarafından söylenilmiş olursa olsun, sadece Amerikan toplumunda değil, maalesef, tüm Batı ve Batı’daki hayat tarzını benimsemiş bütün toplumlarda farklı derecelerde görülen acı bir realitedir.
Quayle, çökmekte olan aile yapısından söz ederken, "...Aile önemlidir. Çocukların babalara, annelere, onların gözetim ve denetimlerine, disiplin, şefkat ve sevgilerine ihtiyaçtan vardır. Devletin verdiği işsizlik çeki, kocanın yerini tutmaz..." diyordu. (4)
Babası belirsiz, gayrimeşru yoldan çocuk sahibi olmayı teşvik eden ve"... Bu da, tercih edilebilecek bir hayat tarzıdır." (5) diyen, "Murphey Brown" karakterini de, bunun için eleştiriyordu.
Gerçekten de, son kırk yıl içerisinde, bu ülkede, gayrimeşru ilişkiden doğan çocuk sayısındaki artış, süratle yayılan korkunç bir hastalık görünümünde.
1950 lerde bu sayı, siyahlarda % 18 iken, 1988 de % 63.5’e ulaşmış; aynı tarihte beyazlarda da % 17.8’e çıkmış, bugünkü genel ortalama ise, % 25.7’ye tırmanmıştır.
Başka bir deyişle, 250 milyon nüfuslu bir ulusun, 64 milyon 250 bini gayrimeşru ilişkiden meydana gelmiş babasız çocuklardan oluşuyor.
Haziran ayı içerisinde, yani bu makaleyi kaleme aldığımız tarihten bir ay kadar önce, Amerikan televizyon ve radyolarında tüyler ürperten bir haber dinledik. Bu haberde, Washington sokaklarındaki çöp bidonlarında, bir hafta içerisinde, kimi üç günlük, kimi beş günlük, kimi bir kaç aylık beş çocuk cesedinin bulunduğundan söz ediliyordu.
Evet, yanlış okumadınız, çöp bidonlarında bulunanlar, öldürülmüş kedi veya köpek yavruları değil, Allah’ın şerefli yaratığı, "mükerrem kıldım" dediği insan oğlunun çocuklarının cesetleri.
Düne kadar komünist dünya ile, hür dünya arasında çıkacak nükleer bir çatışmanın, yer yüzünden, insanlığı sileceği endişesi vardı.
Sovyetler Birliği’nde komünizmin çöküşünden sonra bu endişe büyük ölçüde azalmış, ancak bu defa da, tüm insanlığı tehdit eden başka bir tehlike ortaya çıkmıştır.
Bu tehlike, Batı kültürünün ürettiği, İnsan sevgisinden yoksun, süfli duyguları ve kişisel çıkarları için her şeyi mubah sayan ve kendisini her hangi bir moral kaide ile bağımlı saymayan insan tipidir.
Bu tipi ortaya çıkaran kültür, bugün, "selfdestructive" denilen biçimde, sadece kendi toplumlarını değil, maalesef, Batı nüfuzunun uzandığı bütün ülkeleri; Budist, Hindu, Yahudi, Müslüman tüm toplumları içten içe kemirmeye ve çürütmeye başlamıştır.
Batı kültürünün dili olan İngilizce, bundan dokuz asır önce, sadece bir buçuk milyon insan tarafından konuşulurken, bugün, yedi yüz milyon kişi tarafından kullanılmaktadır.^
Hatta dünyanın seyrettiği, bir Amerikan kurumu olan "CNN" Televizyonu ile, yine dünyanın dinlediği bir İngiliz kurumu olan "BBC" Radyosu, İngilizceyi yedi yüz milyonun değil, nerede ise, bütün bir dünyanın dili haline getirmiştir.
Amerikan Başkan Yardımcısının eleştirdiği hayat tarzının temeli olan bu kültürün büyük ölçüde yapıcısı ve yaylası Hollyvrood’un görüntüleri ise, artık sadece Amerika’da veya Avrupa’da değil, tüm dünyada büyük kitleler tarafından seyrediliyor.
Temelde, "Anglo-Saxon" veya, "Anglo-American" dediğimiz bu kültürün evrensel bir biçimde yayılışı, Batı Dün-yası’nın bir parçası olan Fransa’yı bile çileden çıkarmaya yetmiştir.
Fransız Kültür Bakanı, Amerikan film ve müziğinin, Fransa’da oldukça popüler hale geldiğini, geçen yıl, ülkesinde ençok seyredilen filmlerden 10 unun Amerikan, 11 inin de Fransız olduğunu kaydederken, aynı ülkenin Milli Eğitim Bakanı da, son 10 yıl içerisinde İngilizce öğrenen gençlerin sayısının dört katına çıktığını ifade ediyor.
Fransız gençlerinin günlük konuşmalarında yer alan cümlelerden çoğunun İngilizce olduğu, bu nedenlerle Fransız Parlementosunun Haziran ayı içerisinde yaptığı bir anayasa değişikliği ile, ’Fransız Cumhuriyetinin dili Fransızcadır ve Fransızca kalacaktır.." biçiminde bir madde tedvin etmek zorunda kaldığı belirtiliyor. (8)
Anglo-Saxon kültürünün Fransa’yı etkilemesine karşı çıkan Fransız aydınlarından bir kısmı da, Amerika’nın önemli eğlence merkezlerinden biri olan "Disney Land’in bir modelinin, Paris’in 20 mil doğusunda bulunan "Marne La Vallee" de kurulması olayını, Rusya’da meydana gelen Chernobyl felaketini anımsatan bir biçimde, "Cultural Chernobyl" diye nitelendirmişlerdir.
Acaba, ülkemiz televizyon ve sinemalarında gösterilen filmlerden yüzde kaçı Hollywood yapımı, yüzde kaçı yerli yapımdır. Müzik programlarımızdan yüzde kaçı Batı kaynaklı; yüzde kaçı gerçek Türk müziğidir...
İlgililerin bu sorulara cevapları ne olursa olsun, gözüken o ki, Türkiyemiz de, Fransız aydınlarının, Chemobly felaketine benzettikleri, yabancı kültürün tahribatı altındadır.
Aile yapımızı, temel değerlerimizi, temelinden sarsan, toplumumuzu, özellikle gençlerimizi tanınmıyacak bir biçimde deforme eden bu gelişmeler karşısında Türk Parle-mentosunun, Türk aydınlarının, din adamlarımızın, eğitimci ve sosyologlarımızın tepkileri nelerdir, neler söylüyorlar veya söylemiyorlar?
Bu önemli meseleyi başka bir yazımızda ele almak üzere, tekrar konuya dönüyoruz.
Quayle in, "Cultural elite" dediği, sol takımdan, "CNN" de "Crossfire" programının yöneticilerinden biri olan Mike Kinsley, 25 Mayıs 1992 tarihinde yayınlanan, "Homosek-süellerin haklan için mücadele" konulu tartışmada, son 10 yıl içerisinde, Amerikan ordusundan 13.000 erkek ve kadının homoseksüellikleri yüzünden ihraç edildiklerini yana yakıla anlatıyor ve böyle bir hayat şeklinin niçin meşru olamıyacağını soruyordu.
Tartışmaya misafir olarak katılan, Kore ve Vietnam savaşlarında bulunmuş, emekli Albay David Hackvvorth, "savaş bir ruh, bir disiplin, bir itimat ve bir moral meselesidir. Bu kişiler bu niteliklerden yoksundur... İtalya’da, homoseksüel Genel Kurmay Başkanı, özlük işleri subayı, Vietnam’da tabur "battalion" komutanı, tümen "division" komutanı gördüm ve bunların birliklerini nasıl felakete sürüklediklerine şahit oldum. Bunların askerî organizasyonda yerleri olamaz.." diyordu.
Programın diğer yöneticisi, sağ kesimden, Beyaz Sarayın eski şefi, eski vali, John Sununu da, konuya bir çözüm getirebilmek için, bunlann muharip sınıflarda olmasa bile, ordunun bürolarında çalıştırılabileceklerinden söz ediyordu. (9)
Geleneksel bir inanç vardır. Milletleri ayakta tutan, onların moral ve kültürlerini besleyen, bağımsızlıklannı koruyan üç temel müesseseden söz edilir. Bunlar; mabetler, okullar ve ordudur.
KİLİSENİN KRİZİ başlığı ile yazdığımız bir makalede (10) mabetlerden; BATI TOPLUMUNDA, AYIP, GÜNAH, SUÇ KAVRAMLARI VE AİLE başlığı altında yayınlanan bir yazımızda da genel olarak okullardan bahsetmiştik. Amerikan Ordusu’nda, son 10 yıl içerisinde neler olduğunu da, Kinsley’den naklettiğimiz tartışmada okudunuz.
Acaba Batı’da, bu temel müesseseler de mi, yıkılmaya başlamıştır? Siz, bu sorunun cevabını düşünürken, biz, Batı toplumunun başka bir kesimine dikkatlerinizi çekmek istiyoruz.
Geçenlerde, "CBS" Televizyonunun bir haberinde çoğunluğu, "Middle-Class" veya ortadirek denilen kesimden, her yıl 2 milyon (üçte ikisi çalışan veya hali vakti yerinde olan normal ev hanımı) kişinin dükkanlardan eşya çaldığından, "Shop-lifting" den söz ediliyordu.
Batı Dünyası’nın önemli siyasi simalarından, ABD’nin eski Cumhurbaşkanlarından J.F. Kennedy, 1960 larda halkına hitaben yaptığı bir konuşmada, insanların sadece ekmekle yaşayamayacaklarını, daha kompleks varlıklar olduklarını söylemişti.
Bu lafın edildiği tarihten 30 küsur yıl sonra bugün, insanlığın en büyük sorununun yine ekmek değil, ahlâk sorunu olduğu ortaya çıkmıştır.
Zira, çalışıp kazanan veya hali vakti yerinde olan normal bir ev hanımının hırsızlık yapması eğer patolojik bir olay değilse, şüphesiz bir ahlâk sorunudur.
Cinsî sapıklıkları yüzünden, Amerikan Ordusu’ndan kovulan 13.000 kişinin problemleri eğer patolojik bir olay değilse, şüpesiz bir ahlâk sorunudur.
Bunun içindir ki, Batı Dünyası’nda, sağ duyu sahibi bir kısım politikacı, din adamı, eğitimci, sosyolog, bugün artık nükleer bir çatışmanın sebep olacağı bir faciadan çok, bu gidişin, insanlığı sürükleyeceği büyük bir felaketten endişe duymaktadırlar.
Eğer konuya daha global olarak yaklaşılacak olursa, yüz yıllardan beri dünyamızın geçirdiği acı tecrübeler, karşılaştığı felaketler ve halen yaşamakta olduğu faciaların sebeplerini, bugüne kadar denenen, beşerî karakterli ve daha çok güçlü ulusların tahakküm ve zulümlerini, güçsüzlerin ıstıraplannı yansıtan ekonomik, politik ve sosyal sistemlerde, bu sistemlerin dayandığı dünya görüşünde aramak icabeder...
Öyle inanıyoruz ki, korkuları yenecek, endişeleri bertaraf edecek, insanlığı topyekün sürüklenmekte olduğu uçurumun kenarında tutuverecek el, bundan bin dörtyüz küsur yıl önce olduğu gibi, bugün de, İslâm’ın eli olacaktır.
Yeter ki, insanlık, Mutlak İradeye samimiyetle teslim olabilsin...

1) The Economist, May9th ■ 15th, 1992, P. 25.
2) TIME, June 1, 1992, PP. 29-31.
3) The Washington Post, June 10,1992; Ibid, June 12,1992; Ibid., June 15, 1992.
4) TIME, June 1, 1992, P.31.
6) A. KESKİN, BATI TOPLUMUNDA AYIP, GÜNAH, SUÇ KAVRAMLARI VE AİLE, Diyanet Aylık Dergi, Aralık 1991, Sayı 12.
7) The Washington Post, July5,1992.
8) Ibid., Julayl 1,1992.
9) ’CNN Crossfire’ Transcript No. 579, Air Date, May25,1992.
10) Diyanet Aylık Dergi, Aralık, 1991, Sayı 10.
11) Diyanet Aylık Dergi, Aralık, 1991, Sayı 12.
12) 29.6.1992 Pazartesi, 19.30 haberleri