Makale

İSTANBUL’UN FETHİNİ MÜJDELEYEN HADİSİN DEĞERLENDİRİLMESİ

İSTANBUL’UN FETHİNİ MÜJDELEYEN HADİSİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Mehmet Ali KULAT*

Muhammed b. el-Alâ’i Zeyd b el-Hubâb’dan; o, el-Velîd b. el-Muğîre el- Muâfirî; o, Ubeydullah (Abdullah) b. Bişr el-Ğanevî, o da, babası (Bişr el- Ğanevî) kanalıyla nakleder, onun, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s) şöyle buyur­duklarını işitmiş olduğunu haber vermiştir:

"İstanbul (Konstantiniyye) muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden emîr ne güzel emirdir. Onu fetheden ordu ne güzel ordudur."

Abdullah b. Bişr der ki: Mesleme b. Abdilmelik (120-121/738) beni çağırdı ve bana bu hadisi sordu. Ben de ona naklettim. O, aynı sene Konstantiniyye’yi fethetmek üzere sefere çıktı.1

Hadisin Sened Tahlîli

Bilindiği gibi hadisler, râvi sayısına göre ikiye ayrılmaktadır. Birincisi mü- tevâtir hadis olup; yalan üzerinde birleşmeleri âdeten mümkün olmayan râvi- ler topluluğunun, her nesilde, kendileri gibi topluluktan alıp naklettiği, işitme veya görmeye (mahsûsât) dayanan hadis demektir.2

ikinci grup, âhad hadislerdir. Bunlar kısaca, mütevâtir hadis şartlarını taşı­mayan hadis olarak tarif edilmektedir.3 Mütevâtir kendi içinde; lafzî ve mane­vî mütevâtir şeklinde ikiye ayrılır. Manevî mütevâtir ifâdesi, zayıf-meşhur ha­disler için kullanılırken, lafzî mütevâtire "men kezebe aleyye..." hadisi örnek verilmektedir. Ancak bu hadis bile 70 kadar sahabe râvisine karşılık, rivayet­lerde lafız farkları içermektedir. Kur’an benzeri bir tevâtür ise, hiçbir hadis için mümkün olmamıştır. Dolayısıyla, hadisler içerisinde, mütevâtir hadisle mâne­vi tevâtür kastedilmektedir.

Haber-i vâhidle amel etmenin sahih oluşu başka şey, kat-î oluşu daha baş­ka şeydir. İslam âlimlerinin ekserisi, sika râvinin rivayet ettiği ahkâma dair ha­ber-i vâhidin hüccet olup onunla amel etmek lazım geldiği kanaatindedirler.4

Bazı âlimler haber-i vâhidle amelin vacip olduğunu kabul ederler.5 Ancak amel sahaları itikadî ve teşriî diye ayrılacak olursa durum değişmektedir. Ha- ber-i vâhidleri her iki sahada da kabul edenler olduğu gibi bunu sadece teşriî alan ile sınırlayanlar da bulunmaktadır.

Ahmed b. Hanbel (ö. 241 / 855), Ebu’l Haşan el-Eş’arî (ö. 324 / 934), Ibn Hazm (ö 456 / 1063), Ibn Teymiyye (ö. 728 / 1327) ve Ibn Kayyım el-Cevziy- ye (ö. 751 / 1350) başta olmak üzere, hadisçilerin neredeyse tamamı, haber-i vâhidleri itikatta delil sayan âlimlerdendir.6

Haber-i vâhidleri akâid de delil kabul edenler, aynı, zamanda teşriîde de de­lil olduğunu benimsemiş olmaktadırlar. Zirâ daha üst seviyedeki bir konuda haber-i vahidlerle amel etmek ona bağlı olan diğer konuları da tabiî olarak içi­ne almaktadır Ancak, yukarıdaki âlimlere karşılık, haber-i vâhidleri sadece teş­riîde delil sayanlar için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Bu ikinci grup âlimler arasında, mûtezileden Ebû Abdillah el-Basrî (ö. 278 / 891), Ebû Ali el- Cubbâî (ö 303 / 915) ve Ebû Hâşim (ö. 321 / 933) ile Mâverdî (ö. 450 / 1058), er-Râzî (ö. 606 /1209), Ibn Kudâme (ö. 620 /1223), el-Âmidî (ö. 631 / 1233) ve eş-Şevkânî (ö. 1250/1824) sayılmaktadır.7

Ebû Hanîfe ise, haber-i vâhid ile ancak bazı şartlar dahilinde ihticâc eder.8

eş-Şâfıî haber-i vâhid’i delil kabul ederken, gerekçesini bazı mülahazalarla te­mellendirir.9

Haber-i vâhidleri hiçbir konu da delil olarak kabul etmeyenler, çok küçük bazı marjinal diyebileceğimiz gruplardır.10

Bir kimse, bir hadisin Hz. Peygamber’e ait olduğunu kabul ve ret etmede, hadis ilminin kriterleriyle ve kendinde oluşan kanaatle hareket serbestisine sa­hiptir. Bu tarihsel süreçte de böyle olmuştur. Mesela; Buharî’nin kabul ettiği bir hadisi Müslim’in kitabına almadığı veya tam tersi için bir sürü örnek zikre­dilebilir. Örneklendirmeye de gerek yok, zîra Buharî ya da Müslim’in ittifakla rivayet etmedikleri her hadis bu mevzûya örnektir. Hatta hadis ilminin önde gelen imamlarına bakıldığında, hayatlarının belli bir dönemine kadar sahih ka­bul edip eserlerine dercettikleri bir hadisi, zamanla râvi veya metin hakkında tahlil ve değerlendirmeleri gelişip değiştikçe, eserlerinden çıkardıkları da sık karşılaşılan bir durumdur.

Ancak, şu nokta unutulmamalıdır; bu hadislerin Hz. Peygamber’e ait oldu­ğunu reddetmek ile; Hz. Peygamber’e ait olduğunu kabul edip reddetmek ara­sında ciddî fark vardır.11

Tüm bu değerlendirmeler ışığında baktığımızda, âhad bir fezâil hadisi olan bu hadis hakkında; kendinden sonraki tüm hadis usulcülerinin temel bir pren­sip olarak benimsedikleri ve aynen kabul ettikleri el-Hâtib el-Bağdâdî’nin şu değerlendirmesi bu hadis için de aynen geçerli olmuştur. Bir hadis, imânî bir mevzuda değil ve yeni bir ahkâm da içermiyorsa, zayıf bile sayılsa onunla ihti- câc caizdir.12

Hadisin Râvileri

1. Bişr el-Ganevî el-Haşimî: Ashabın hayatından bahseden kaynaklarda13 Allah Resûlü’nün sahabesi olduğunda ittifak edilmiştir. Bişr, bu hadisin tek sa­habe râvisi olduğu gibi, ondan bu hadisi nakleden tek kişi de oğlu olmuştur.

2. Abdullah b. Bişr el-Ğanevî (ö. 125 / 742): Künyesi Ebû Umeyr olup Bişr el-Ğanevî’nin oğlu olan Abdullah, Kûfe’lidir. Tabiînden olup ismi bazı kaynak­larda Ubeydullah olarak da geçer. Nakd-i rical kitaplarında Ubeydullah b. Bişr ismine hiç rastlanılmıyor olması bin’in bir istinsah ya da matbaa hatası olabi­leceğini akla getirmektedir. Cerh ve tâ’dilciler arasında sika ve güvenilir olarak geçmektedir.14

3. el-Velîd b. el-Muğîre (ö. 172 / 788): Künyesi Ebû’l Abbâs olup Mısırlı­dır. Hıfzının kuvvetli olmasıyla meşhur olup, rivayetleri hüccet kabul edilen si­ka bir râvidir.15

4. Zeyd b. el-Hubâb (ö. 230 / 844): Hadis öğrenmek için meşakkatli yolcu­luklara katlanması hasebiyle cevval ve rahhâl unvanı ile anılır Aslen Horasan­lıdır. Güvenilir, zaptı kuvvetli, sâlih ve zekî bir râvi olarak anılmaktadır.16

Bütün senetlerde ilk dört râvi aynı

1

Sahabe

Bişr el-Ğanevî el-Haşimî

2

Tâbiî

Abdullah b. Bişr el Ğanevî (ö. 125/742)

3

Tebu’t Tabiîn

El-Velîd b. el-Muğîre (ö. 172/788)

4

Tebeu’t Tabiîn

Zeyd b. el-Hubâb (ö. 230/844)

Buharı Tarih 1. İsnad

5

Muhammed b. el-Alâ’i (161/248)

Buharı Tarih 2. tsnad

5

Abde b. Abdullah el-Huzâi (ö. 258/871)

Hâkim

5

Abde b. Abdullah el-Huzâî (ö. 258/871)

Ahmed b. Hanbel

5

Ebû Bekr Ibn Ebî Şeybe (159/235)

5. Muhammed b. el-Alâ’î (161 / 248): Kûfe’nin Muhaddîsi namıyla bilinir. Künyesi Ebû Kureyb’dir. Kendisinden Buhâri’nin 75, Müslim’in de 565 hadis rivâyet ettiği tüm kaynaklarda sitayişle anılan sika bir râvidir.17

6. Abde b. Abdullah el-Huzâî (ö. 258 / 871): Hakkında Ahmed b. Han- bel’in sika değerlendirmesi yaptığı râvi, zaptı kuvvetli bir muhaddistir.18

1. Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe (159 / 235): Musned ve Musannef sahibi olup, hadisçiler arasında en güvenilir râviler arasında zikredilir. Bir de ahkâm tefsiri bulunan bu kıymetli âlim hakkında kaynaklarda hep hıfzının kuvvetli ve güve­nilirliğine vurgu vardır.19

Görüldüğü üzere fetih hadisi, muttasıl bir senedle rivâyet»olunduğu gibi riva­yet senedi bakımından muhaddisler arasında, Buhâri’nin d-Câmiu’s Sahîh’ini, şâir hadis kitaplarına üstün kılan en önemli özellik sayılan, râviler arasında mü­lakat (râvilerin birbirlerini görmüş olma) şartının varlığı da, hadisin sıhhatine ay­rı bir işaret olarak görülmelidir. Tüm râvilerin sika sayıldığı hadisin senedinin sıhhati yanında Peygamberi işarete uygun şekilde tahakkukuyla da hadisin sıhha­ti önemli ölçüde kesinlik kazanmış oluyor.

Hadisin Geçtiği Kaynaklarla İlgili Değerlendirme

Hadis ilminde, başlangıçtan hicri beşinci asır sonlarına kadar, ortaya konan ve hadis metinlerini, istisnasız senedleriyle birlikte veren kitaplar, orijinal eser­ler olup, bunlar, birinci derecede kaynak kabul edilirler.20 Hicrî beşinci asır sonlarından itibaren ortaya konan ve öncekilerden bir veya bir kaçının, telhisi (özeti), şerhi, belirli konulardaki hadis metinlerinin çeşitli maksatlarla derlen­mesi veya pratik istifâdeyi kolaylaştırmak gayesi ile alfâbetik sıraya göre dizil­mesi, şeklinde te’lif edilenler ise, ikinci ve üçüncü el eserlerdir Bu ikinci grubun bir kısmı yarı İlmî, büyük çoğunluğu da halka hitâb eden ve kaynak hüviyeti taşımayan kitaplardır. Bu nokta esas alınarak, elimizdeki metnin kaynaklarını şöylece sıralayabiliriz:

Hadisin ulaşılabilen en eski yazılı kaynağı, Buharî (ö 256 / 870)’nin et-Tâ- rihu’l Kebîr’i21 ve et-Tarihu’s Sağîr’idir.22 Kullandığımız metin, et Târihu’l Ke- bîr’den alınmıştır. Hadisin geçtiği diğer kaynaklara geçmeden Buhâri’nin ülke­mizde yeterince tanınmayan Tarihleriyle ilgili genel bir değerlendirmenin fay­dalı olacağı kanaatindeyiz.

Buhâri’nin Tarihleri ile İlgili Bir Analiz

Bir hadisçinin bir hadisle ilgili değerlendirme yaparken tahlil ve tedkikinde dikkate alması gereken en önemli hususlardan biri de şüphesiz ki, hadisin geç­tiği kaynakların sıhhati olmaktadır. Fetih hadisi de el-Kutubu’s Sitte’de yer al­mamasına karşılık, Buharî (ö. 256 / 870)’nin et-Târihu’l Kebîr’i ve et-Tarihu’s Sağîr’inde ve aşağıda sıralayacağımız kaynaklarda geçiyor olmasının hadisin sıhhatini tahlilde, ne anlama geldiği konusunu analiz etmek istiyoruz. Buharî henüz 18 yaşında iken, Resûlullah’ın kabri yanında berrak ay’lı gecelerde, ka­leme aldığını beyan ettiği,23 et-Târihu’l Kebîr ve Sağır’inde sahabe zamanından kendi dönemine kadar, kendisinden hadis rivayet olunmuş ricalin isimlerini bir araya getirmiştir. Eserde, tercemeleri verilen râvilerin toplamı 40.000 kadardır. Ancak, el-Hâkim, bu 40.000 kişi arasında cerh ettiklerini bir yere toplamıştır ki, bunların sayısı yalnızca 126’dır.24 Kendinden sonra tarih, isim ye künyeler hakkında yazılan kitaplar için temel bir kaynak olan eser, daha sonra gelen ule­mâ ve muhaddisler için temel bir başvuru kitabıdır.

Ancak ülkemizde, Buhârî denilince Buhâri’nin özellikle el-Câmiu’s Sahîhi akla gelmektedir. Halbuki Buhâri’nin her biri tarih ilmi yanında, hadis ilmi için de çok kıymetli birer hazine olan Tarih’leri, ancak az sayıdaki ilim ehli arasın­da bilinmektedir. Ayrıca yanlış bir kanaat olarak, Buhâri’nin sahih telakki et­tiği tüm hadisleri el-Câmiu’s Sahihi’ne, topladığı zannı vardır. Halbuki, Buha­rı, Sahîhi’ne almadığı hadislerin ne mevzu ve ne de gayr-i sahîh olduklarını id­dia etmemiştir. Aksine: “Ben, eserim olan el-Câmî’ye sadece sahîh Hadîsler’i dâhil ettim. Lüzumsuz yere uzatmamak için birçok sahih Hadîs’i de hariç bı­raktım”25 demiştir. Burada kapsamlı müstakil bir çalışma ile daha netleşebile­cek bir kanaatimizi de belirtmek istiyoruz.

Kanaatimizce Buharî, el-Câmî’ye kendi kriterlerine göre, sahih telakki etti­ği ahkâm hadislerini ağırlıklı olarak almış, eserinin Câmî oluşu hasebiyle ah­kâm ve imânî konuların dışındaki diğer konularda da örneklendirme diyebile­ceğimiz kadar sınırlı sayıda hadisi bu eserine toplamıştır.

Buhâri’nin sıhhatli kabul ettiği, ancak hacmini şişirmemek için el-Câmi’ne alamadığı, pek çok hadisten, âdab ağırlıklı olan hadisleri el-Edebu’l Muf- red’ine toplamış, tarihî değeri olan, fezâil, zamana bağlı hadiseler, beldeler ve milletlerin yapıları, İçtimaî değeri olan ve diğer pek çok hadisi de yine senedle- riyle ve el-Câmiu’s Sahihi ile aynı hadis kriterlerine tâbi tutarak, et-Târihu’l Kebîri ve et-Târihu’s Sağtr’ine toplamıştır. Dolayısıyla Fetih hadisi de bu bağ­lamda değerlendirilmeli ve hadisin el-Kutubu’s Sitte’de geçmiyor olmasını, ha­disin sıhhati için bir zaaf telakki etmemek gerekir kanaatindeyiz. Zîra el-Kutu­bu’s Sitte’ye girebilmiş zayıf hatta uydurma diyebileceğimiz (az sayıda da olsa) hadislerin varlığı gerçeği yanında, bu hadis koleksiyonlarına girememiş pek çok sahih hadisin bulunduğu da hadis ehlince malumdur.

Hadisin Geçtiği Diğer Kaynaklar

Hadisin geçtiği ikinci kaynak, Ahmed b. Hanbel (ö. 241 / 855)’in el-Musned’ idir.26 Üçüncü kaynak ise. el-Hâkim en Nîsâbûrî (ö. 405 / 1014)’nin el- Mustedrek alâ’s Sabthayn’ıdn.27 Diğer bir eser Ebû Bekr ibn Ebî Şeybe (ö. 235 / 849)’nin el-Musannef \u ile et-Taberânî (ö. 360 / 791)’nin el-Mu’cemu’l Ke­bîr fi Esmâi’s Sahabe isimli eseridir. Ayrıca hadis, Hâtib el-Bağdadî’nin et- Telhis’inde ve Ibn Kayyîm el-Cevziyye’nin el-Mu’cemu’s Sahabe adlı eserinde yer almaktadır. Ayrıca Ibn Abdilberr (ö. 463 / 1071) el-lstiâb’âa29 Ibnu’l Esir (ö 630/ 1233) Usdu’l Ğâbe’de™ Ibn Hacer’(ö 852 / 1448)de el-lsâbe’de31 met­nin ilk râvisi sıfatıyla Bişr el-Ğanevî’nin tercüme-i hâlinden bahsederken, hadî­si naklederler. Diğer yandan ez-Zehebî (ö. 748 /1347) sıhhat derecesini belirt­mek maksadıyla et-Telhîsu’l Mustedrek’de,32 es-Suyûtî (ö 911 / 1505) de, ön­ceki kaynaklardan derleme suretiyle meydana getirdiği, el-Câmiu’s Sağîr13 isimli eserinde metne yer verirler. Ibn Hacer’in el-Câmi’u’s Sağîr’inde şerh ya­zan el-Munâvî ile el-Azîzî’nin ikisi de hadisin sahih olduğunu kaydetmeleri34 ve özellikle bu hadisin oluşturduğu motivasyonla ashabın fetih teşebbüslerine biz­zat katılmakla pratize etmeye çalışmaları, hadisin sıhhatinin en büyük delilidir.

Hadisin Kütüb-i Sitte’de geçmiyor olması, muhakkak sahih olmadığı anla­mına gelmemektedir. Zîra İlmî bir realite olarak Kütüb-i Sitte’nin dışında ka­lan bir çok hadis mecmuasında pek çok sahih mevcuttur Ayrıca fetih hadisini mâna olarak te’kid eden diğer bir rivayet olan Abdullah b. Amr b. el-As’ın ri­vayetinde;

-"Konstantiniyye ve Rumiyye (Roma) fethedilecektir" diye buyuran Hz. Peygambere ashap soruyor:

-"Hangisi daha önce fethedilecektir?"Resû\u\\ah ise,

-"Herakleios’un şehri daha önce fethedilecektir, "buyurmuşlardır.35

İstanbul’un fethi hakkındaki bir diğer hadiste; birden fazla hadisin kompo- ze edilmesiyle oluştuğu izlenimi veren, anlam olarak da mübhem bir yapı arz eden ve içeriğinde Hz. Isa, İstanbul’un Fethi, Deccâl ve şeytan ilişkisini konu alan uzunca bir hadis olup, İstanbul’un fethinin kıyamet alâmeti olduğu imâ edilen senedindeki râvilerin bazıları cerh edilmiş bir hadistir.36 Kanaatimizce birden fazla farklı konudaki bu hadis, zapt yönünden kusurlu râviler tarafın­dan birleştirilip tek hadis haline getirilerek, mübhem ve anlaşılmaz bir tek ha­dis durumuna sokulmuştur. Buradaki hadisin râvilerinden Süheyl b. Ebî Salih,37 Süleyman b. Bilâl38 ve Mu’alla b. Mansûr39 hadis âlimlerinin tenkidine uğramış­lardır.

Bir konuda birden fazla hadisin, aynı mânayı te’yiden bulunması tabiî ola­rak hadisin sıhhatine işaret eder. Kaldı ki hadisin metin kritiği bağlamında ana­lizinde, sıhhatini tespitte önemli bir vesile olan, tarihî hakikatlerin te’yidi ile sa­bit olması gerçeği de önemlidir.

Hadisin Gaybî Haberler Çerçevesinde Tahlîli

Hadis, söylendiği zaman itibarıyla, vuku bulmayan bir hadiseye işaret etme­siyle gaybî haberler bağlamında da incelenmesini zarurî kılmaktadır. Dolayı­sıyla fetih hadisinde şu sorulara cevap bulunması gerekecektir:

-Hz Peygamberin gaybî haber niteliğindeki hadislerde bilgi kaynağı nedir?

-Hz. Peygamber İstanbul’u feth edecek komutan ve orduyu biliyor muydu?

Bu sorulardan birincisi yıllar yılı, âlimlerin zihnini meşgul etmiş, özellikle mutasavvıflar, Hz. Peygamber’in gaybî bilgisini izah sadedinde, içsel bilgi diye­bileceğimiz, ledün İlmî benzeri bilgi edinimleri üzerinde durmuşlardır. Bu bilgi türlerinin savunucuları en olmaz ve mantıksız ifâdelere bile, basit bir mantık­la, "Buna Allah’ın gücü yetmez mi?" savunması geliştirmişlerdir.40 Halbuki, bu mantık nazariyesi, beraberinde en olmadık şeyleri Allah’ın yapabileceği gerçe­ğini akla getirmekte, gerçekte Sünnetullah kurallarının varlığı inkâr edilmekte­dir. Üstelik bu içsel bilgi edinim, tecrübî bir değeri olmayan bilgi türü olarak, hadis ilminde senedsiz hadis rivayeti, vefatından asırlar sonra doğrudan Hz. Peygamber’den bilgi alma gibi, genel anlamda muhaddislerin kabulü imkânsız, hadis malzemesinin uydurulmasını netice veren, sonuçlar doğurmuştur.

Öyleyse ikinci soru ile birlikte düşünüldüğünde, Allah Resûlü’nün İstan­bul’un fethine matuf ifadelerini, bir temenni, bir hedef gösterme ve ufuk açma olarak anlamak gerekir kanaatindeyiz. Bu gerçek sahabeden başlayarak her dönem Müslümanlarınca bir hedef olarak algılanmış ve İstanbul’a pek çok se­ferler düzenlenmiştir.

Feth’in Lügat ve Istılah Anlamı

Feth, Bir beldeyi veya bir şehri harp veya sulh yoluyla ele geçirmek veya ka­pılarını İslam’a açmak anlamına gelmektedir. "Feth" İslam tarihinde özellikle iki yerde kullanılmıştır; birincisi, İslam’ın kalbi ve merkezi olan Mekke’nin fet­hine, Kur’an-ı Kerim’de Fetih Suresi’nin işaret etmesidir İkincisi ise, Allah Re­sûlü’nün beyân buyurdukları "İstanbul’un fethi" dir.

Bu iki fetihten birincisi Allah’ın, Peygamber’ine; İkincisi Hz. Peygamber’in ümmetine müjdesidir. Her ikisi de gerçekleşmeden önce haber verildiği için, is­tikbâlden haber veren birer mucizedir.

Yine gerek Kur’an-ı Kerim’deki Mekke’nin fethi, gerekse Hadîs-i Şerifteki İstanbul’un fethedileceğine dair haberlerde kesinlik ifâde eden üslûp kullanıl­mıştır. Kur’an’da mesele, geleceğe ait bir mesele olmasına rağmen, tahakkuku­nun yüzde yüz olacağını ifâde için mazi sigası ile; “Biz, sana pek parlak bir fe­tih ihsan ettik" buyurulmuş; Hadis-i Şerifte de, fiilin başında, kat’iyyet ifâde eden te’kid lamı, sonunda da te’kid-i nûn-ı müşeddede kullanılarak "muhak­kak ve kesinlikle feth edilecektir" buyurulmuştur.

Ne var ki; Kur’an-ı Kerim’de, fiil malûm sîgası ile ve faili yâni fâtihi belirti­lerek, Mekke’nin Hz. Peygamber (s.a.s) tarafından fethedileceği bildirilmiş; ha­dîs-i şerifte ise, fiil, meçhul sîgası ile îrad buyurularak fâtihi belirtilmemiştir. Bu durum ise, Peygamber Efendimizden hemen sonra, tâ Hz. Osman (R. anh) dev­rinden itibaren, çeşitli ordu komutanlarını gayrete getirerek, onları, Hz. Pey­gamber’in müjdesini gerçekleştirme ve fâtihini malum hâle getirme yarışına sevk etmiştir.

Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de geçen güzel isimlerinden (Esmâ-i Hüsnâ) birisi el-Fettah’dır/1 Fetih’de bir müjde, bir ümit, Hakk’ın zaferi vardır. Ancak, so­yut anlamda bir beldeyi her halükârda ele geçirmek fetih değildir. Kur’an-ı Ke­rim’de; bir şehre orayı bozmak, fesada uğratmak için girmek; fetih olarak nite- lenmemiştir.42

Buna karşılık; bir yere adalet götürmek, ahlak götürmek için gitmek; Al­lah’ın nasip kıldığı bir fetihtir.43 Allah, Resulünü hidâyetle ve Hakk Din ile, bü­tün ideolojilere üstün olması için göndermiştir.44 Bu üstün olma, başkalarına ahlakta örnek olma demek olup, mustaz’afları zulümden kurtarma ödevi; zor­la din benimsetme ödevi demek değildir.

Savaş, İlâhî Tabiî Hukuk demek olan Islâm’da, meşru müdâfaa halinde meşru ve caizdir. Ne var ki; meşru müdâfaa da, sadece kendi nefsini müdâfa­adan ibaret değildir. Hangi dinden olursa olsun, başka bir mazlumu zulümden kurtarmak için yapılan savaş da meşru müdâfaadır.45

Dîni, kuvvet ve iktidar yoluyla galip hale getirmek, yeryüzünü fitne ve fesa­dın her çeşidinden temizlemek ve Müslüman’ın gönül huzuru içerisinde, Al­lah’a karşı her türlü ibadetini engelsiz olarak icra ve îfa etmesini sağlamak için ve sosyo-kültürel ortamın Islâm’a göre düzenlenmesi uğrunda yapılan her tür­lü çalışma, Allah yolunda cihadın açık görüntülerindendir. Bu bağlamda eş-Şâ- tıbî (ö. 790, 1388)" el-Muvafakat fi Usuli’ş Şeria" adlı eserinde:

“Emr-i bi’l mâruf ve nehy-i ani’l münker” görevinin en önemli temel taşı olan cihad, Medine’de farz kılındı ise de Mekke’de ilan edilmiştir,46 derken "el- Muvafakat" şarihi Dr. Abdullah Draz ise, eş-Şâtıbî’ye şu izâhı ekler; "Cihad; mârufu emir, münkeri nehiy müessesesinin en yüce temelidir" .47

Yine "Siz insanlar için (insanların kurtuluşu için) çıkarılmış en hayırlı ümmet­siniz ve onlara marufu emredersiniz... "4S âyetinin tefsirinde Ibn Abbas (ö. 68 / 687); "Bu esasa göre Allah ’tan gayrı ulûhiyete layık hiç bir ilah olmadığına şeha- det etmek, Allah ’ın insanlığa gönderdiği ve insan hayatını kuşatan her sahadaki emir ve nehiylerini, birer kanun olarak kabullenmede, Allah’tan başka hiçbir ha­kimiyet ve otorite "merci olmadığı"hakikati uğruna, topyekün inkarcılarla savaş- tna, marufun en büyüğüdür. "Münkeri nehyedersiniz "yani Allah’ın hükümranlı­ğına gölge düşürecek her türlü saldırıya karşı savaşırsınız. Münker yalanlamaktır. Bu ise münkerin en büyüğü ve en çirkinidir1,49 demektedir.

Fahruddîn er-Râzi (ö. 606 /1210) ise;

"Marufun başı Allah’a iman, münkerin başı ise Allah’ı inkârdır. Cihad ise imâna teşvik etmeyi, küfürden uzaklaştırmayı gerektirir. Binaenaleyh cihad, mârufu emir, münkeri nehyetme görevine dahildir. "50

es-Serahsî (ö. 483 / 1090) bu mevzûya atfen şöyle demektedir;

"Allah’ın Resulü cihadı, "dinin doruk noktası"diye isimlendirdi. Zira cihad ruhunda marufu emir, münkeri nehyetme esası yatar. Bu ise İslâm ümmetinin vasfıdır. Aynı şekilde cihad derecelerinin en yükseğine teşvik etmektedir. Bu ise şehidliktir. "

Bu Islâm âlimlerinin de işaret ettiği gibi emr-i bi’l mâruf ve nehy-i ani’l mün- ker birbirlerinin tamamlayıcısıdır. Dolayısıyla cihad ve emr-i bi’l mâruf ve nehy-i ani’l münker’le ilgili bütün hadisler mevzuumuzla doğrudan veya dolay­lı olarak alakalıdırlar.

Fetihler sonucunda Islâm devletinin himâyesi altına alınan insanlar, hem Is­lâm’ın safiyet ve ulviyetini müşahede etmek, hem de tevhîd potasında temizle­nip, sevgi, adalet, merhamet, insaf ve iman sahibi olmuşlardır. Böylece, Müs­lümanları tanımak suretiyle, doğrunun eğriden, güzelin çirkinden, tevhidin şirkten farkını müşahhas bir şekilde idrâk etme imkânına kavuşmuşlar, dolayı­sıyla da memleketin yeni sahiplerinin müsamahakâr, eski idarecilerle kıyas ka­bul etmeyecek kadar adaletli, insaflı, insan hak ve haysiyetine saygılı oldukla­rını bizzat görmüşlerdir.52

İstanbul’un Önemi ve Tarihte Fetih

Teşebbüslerine Bu Hadîsin Etkisi

29 Mayıs 1453 Salı günü Sultan II. Muhammed Fatih’in fethiyle Kustanti- niyye’l Uzmâ (Constantinople), Osmanlı Devleti’nin payitahtı olarak İslam dünyasına kazandırıldı. İstanbul, fetihten 1123 yıl önce, yine bir mayıs günü, Roma imparatorluğunun yeni başkenti ilan olunmuş ve bütün ortaçağ boyun­ca dünya tarihindeki üstün mevkiini korumuştu. Selçuklular zamanında Istin- bul ismi Constantine Şehri için kullanılıyordu. Hicri dördüncü (miladî 10.) yüzyıla kadar o dönemin Rumları bu şehre yerel dilde "Şehire doğru" anlamı­na gelen ees ten polin’m bir ifâdesi olarak Bulin ve Stanbulin diyorlardı. Müs- lümanlar da bu şehre aynı zamanda Rûmiyya el Kubrâ, Taht-ı Rûm, Gulgule- i Rûm, el-Mahmiyya ve (iyi korunan anlamında) el-Mahrusa diyorlardı. Sultan Muhammed Fatih, şehre Islam-bol ’İslam Şehri’ adını verdi.53

İstanbul, coğrafî konumunun özelliği dolayısıyla yüzyıllarca siyasî, askerî ve ticarî açıdan hep önem taşımıştı. Jeo-politik önemi yanında, sahip olduğu tabiî güzellikler, İstanbul’un cazibesini daha da arttırmış, ona "Şehirlerin kraliçesi" unvanını kazandırmıştı.54 Doğu ve Batı milletlerinin hayranlığını cezbeden bu muhteşem şehir, İslam dünyasını da cezbetmişti. Bazı Müslüman âlimler, Kur’an-ı Kerim’deki "beldetu’n tayyıbetun“55 ifadesinin ebced hesabıyla İstan­bul’un fethine tarih düştüğünü belirtmişlerdir.56 Burada ebced hesabının İlmî değeri bir tarafa, Müslümanların rüyalarını süsleyen şehir olarak İstanbul’u gördüklerini göstermesi bakımından, bu değerlendirmeyi önemli bir anekdot olarak görmek gerekir.

Hz. Peygamber’in, İstanbul’a sahip olmanın sağlayacağı üstünlüğü anlat­mak gayesiyle, İstanbul’un fethini tebşir için, îrad buyurduğu hadis-i şerifi du­yan Müslüman hükümdarlar, İstanbul’u alabilmek için pek çok kuşatmalar yapmışlardır. İstanbul, tarih boyunca, bir çok kez kuşatılmış fakat alınamamış­tır. Bu kuşatmalara rağmen almamama sebepleri arasında, bu şehrin surlarının çok sağlam olması, ortaçağ silahlarının yetersizliği, şehrin denizden ve karadan yardım alabilir olması,57 şartları gösterilebilir.

Bu arada harp tekniği açısından bakıldığında, Konstantiniyye özellikle Ana­dolu ve Rumeli’de bir hakimiyet kurulmadan ele geçirilmiş olsaydı bile, böyle bir fetih kalıcı olmayabilirdi. Zîra burası, coğrafî-stratejik konumu yanında, Hıristiyanlık dünyası için sembol bir beldedir. Zaten Türklerin fethinden son­ra da tarih boyunca, Hıristiyan dünya, Konstantiniyye’nin fethini içine sindire- memiştir..

Tüm bu özelliklerine rağmen, sahabeden itibaren Müslümanların burayı fethe yönelik seferlere olan iştiyakını, bir bölge fethi, ganimet hırsı vb. dünye­vî kazanımlarla izahın akıllıca olmadığı, İstanbul’a yönelik seferlerde motivas­yonu sağlayan en önemli, belki de tek âmilin Hz. Peygamber’in bu fethe katı- lanları müjdelemesi olduğu anlaşılmaktadır.

Şehri, Hz Muâviye döneminde, Emevîler beş sene müddetle muhasara et­mişlerdir. Bu muhasara sırasında büyük sahabelerden Hâlid b Zeyd (Ebû Eyyûb el-Ensârî)i8 burada şehid düşmüştür. Ayrıca, Abdullah ibn Abbas, Abdul­lah ibn Ömer ve Abdullah ibn Zubeyr ile Abdulaziz ibn Zurâre el-Kulâbî’de aynı ordu içinde bulunuyordu.59

Yine. Hz. Muaviye döneminde (674-680 h. / 1275-1281 m.) İstanbul ikin­ci kez kuşatılmış, alınamamıştır, ibn Haldun, Mâlik b. Hubeyre ve Yezid b. Se­mere Rehâvi komutasındaki orduların bu dönemde Arz-ı Rûm’a gönderildiği­ni yazar.60 Hicretin 49. veya 50. Yılında (669-670 h. / 1270-1271 m.) Muâvi- ye ibn Ebî Sufyan büyük bir ordu hazırlayarak, başına Sufyan ibn Avf’ı tayin etmiş, oğlu Yezîd’in de emrindeki askerlerle derhal bu orduya katılmalarını is­temişti. Hz. Peygamber’in, Fetih hadisinde beyan buyurduğu muştusuna muha­tap olmak isteyen Muaviye, ordunun fetih olmadan dönmesini istemiyordu. Öyle ki bu ordu, O’nun vefatına kadar orada kalıp, Hicrî 54’den 60 yılına ka­dar seferlerine devam etti.61

Konstantiniyye’nin fethi hadisi, sahabe ve tabiûn nesli için önemli bir moti­vasyon vesilesi olmuş, hatta Tarık b. Ziyâd ve Musa b. Nusayr’in Endülüs’ü fethinde, asıl hefdefin Avrupa’yı arkadan feth ede ede Konstantiniyye’yi muha­sara etmek niyeti olduğu iddia edilmiştir.62 Konstantiniyye’nin fethi hadisi, yak­laşık sekiz asır boyunca, sağladığı motivasyonla Konstantiniyye önlerine pek çok seferin düzenlenmesine kaynaklık etmiştir.

Fetih Hadisine Mevzu (Uydurma) Diyenlerle İlgili Genel Bir Değerlendirme

Aralarında Nâsıruddîn el-Elbânî ve Mahmûd Ebû Reyye’nin de bulunduğu bazı âlimler, İstanbul’un fethi hakkındaki hadislerin zayıf hatta uydurma oldu­ğunu ileri sürmüşlerdir.63 Araplar her nedense, Müslüman Türkler tarafından gerçekleştirilen bu fethi, sanki yapılmamış kabul eder bir tutum içine girdikle­ri gözlenmektedir. Bu anlayışa göre, Hz. Peygamber tarafından haber verilen İstanbul’un fethi, Türkler tarafından yapılan değildir, bu müjdenin gerçekleş­mesi için bunun mutlaka Araplar tarafından yapılması gerekmektedir.64

Mehmed Said Hatiboğlu hocamız şu ayrıntıyı kaydeder: Asrımızın ilk yarı­sı Mısır âlimlerinden Reşid Rızâ’nın (ö. 1935) 1926 senesinde yazdığı Menar isimli tefsirde (c. IX, s. 447), 7. A’râf sûresinin 187. ayetiyle ilgili olarak verdi­ği tafsilât meyânında, İstanbul’un Müslümanlar tarafından fethini kıyamet alâ­metlerinden sayan bazı hadîsimsi sözleri kaydetmekte ve şöyle demektedir: "Hocalarımızın hocası allâme Mahmûd en-Neşşâbe şöyle dedi; ‘İstanbul fethi­ni kıyamet alâmeti gösteren hadisin’ mânâsı Arapların orayı Türk eşkıyasından feth edeceği demektir." Reşid Rızâ kendi fikrini de söylüyor: Şeyh ehl-î siyaset­ten değildi... Müslüman Türkler bu hadislerin Sultan Mehmed’in fethiyle ger­çekleştiğini söylerler amma, hadisler sarihtir...65

Bu hadise mevzu (uydurma) diyenlerle ilgili genel bir değerlendirme yapa­cak olursak, ilginç bir tesadüf olarak (!) bu hadis için uydurma diyen âlimlerin tamamı, bu hadisin işaret ettiği tarihî vaka gerçekleştikten sonra bu değerlen­dirmeyi yapmışlardır. Yani İstanbul, Türkler tarafından feth edildikten sonra, 1453 sonrasında bu değerlendirmeleri yapmışlardır.66 Asıl ilginç olanı ise, bu hadise mevzu diyenlerin tamamının Arap oluşu, yani hiçbirinin Türk olmayışı­dır.

Şehirlerin faziletleri ve zemmi hakkında uydurulan hadislerin sadece ırkî se­beplerden dolayı ortaya çıktığı düşüncesi yanlıştır. Çünkü hadis vaz’ı’nda siyâ­sî ve sosyal mücâdelelerde rol oynamıştır.67

Bilindiği üzere, aşırı milliyetçilik anlayışı, tarih boyunca kendi milliyetini di­ğer milletlere üstün gösterme gayreti, hadis uydurma sebepleri arasında önem­li bir yere sahiptir. Dolayısıyla mevzu hadislerle ilgili eser yazanlar, "hangi ha­disler uydurmadır?" başlığı altında, milletleri özel anlamda öven ve zemmeden hadislerin önemli bir yekûn tuttuğunu ifade ederler.68 Biz ise fetih hadisiyle il­gili bu çalışmamızda gördük ki, bağnaz milliyetçilik anlayışı, sadece kendi mil­liyetini övmek için hadis uydurmakla yetinmemiş, karşı millet ve ırkların lehi­ne görünen sıhhatli hadislere, uydurma denmesine de sebep olabilmiştir.

Sonuç

İslam, Allah’ın adaletini yeryüzüne hâkim kılmak ve beşeri beşeriyetin kul­luğundan kurtarmak gayesi ile gelmiştir. Kısaca İslam, yaratılış gayesi Allah’a kul olmak olan insanoğlunun, ruh ve gönlüne Tevhidi hakim kılmak üzere gönderilmiştir. Bu İlâhî istek doğrultusunda; yeryüzünün bütününde insanların Allah’ın adaleti ile yönetilen tek bir kitle olmaları ve bu yönetimi sağlayacak âdil idarecilerin itaatine girmeleri İslam’ın yönetim biçiminin vazgeçilmez bir teorisidir. Kur’ânî ifadeyle; Müslüman olsun olmasın insanlar İlâhî adaletle, zulme uğramadan yönetilmelidir. Tevhidi geleneğin, muktezâsı olarak peygam­berlerin öğretilerinin tümünde, insanlığın bu İlâhî emir ve yönetime tâbi olma­ları istenmiştir.69 Böylece zulmün ve despotizmin yerine İlâhî adaletin temsilci­lerinin hâkimiyeti hedeflenmiştir. Bu hedefin gerçekleşmesi adına fetihler yapıl­mıştır ki; bu fetihlerden biri de Konstantıniyye’nin fethidir.

İslam’la müşerref olan Türk milletinin nihâî hedefi olan îlâ’yı kelimetullah’ı hayata hâkim kılmak ülküsü içinde fetihler özel bir yere sahiptir. Bu kutlu ga­yenin tahakkuku adına, nizâm-ı âlemin temini için sayısız coğrafyalara, sayısız seferler yapılmıştır.

Hadis kriteri açısından âhad bir hadis olan, ancak merfu, senedi muttasıl, râvileri birbirleriyle mülâki ve sika olan fetih hadisinin muştusuna muhatap ol­ma, sahabeden başlayarak, Fatih Sultan Mehmed’e kadar pek çok kişinin rü­yasını süslemiştir. Peygamberi müjdeyi pratize etme adına nice seferler düzen­lenmiştir. Tarihî bir vaka olmasına ve sahabeden itibaren geniş kitleler arasın­da meşhur olmanın yanında, insanların bu haberin tahakkukuna şahitlik etmek uğruna canlarını vermiş olmaları, hadisin sıhhatinin en güzel resmidir.

Sekiz asır gibi uzun bir dönem, İslam ordularını Konstantiniyye üzerine sevk eden bu hadis, İslam fetih tarihinde büyük bir rol oynamış ve fetihlere mu­azzam bir motivasyon kazandırmıştır.

* İnönü Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi.

1 el-Buharî, Ebu Abdİllah İsmail b. İbrahim (ö.256/870), et-Târihu’l Kebîr, I, Kısım II, s. 81, Haydarâbâd 1362; Ahmed b. Hanbel, (ö. 241/855), Musned, IV, 335, Çağrı Yay. İstanbul 1992; el-Hâkim en-Neysâbûrî, Muhammed b. Abdillah, Mustedrek ale’s Sahihayn, (Thk. Mustafa Abdulkadir Atâ), IV, s. 422, Hadis No: VIII: 8300, Beyrut, 1990; İbnu’l Esîr, Izzu’d Dîn Ebu’l Hasen Ali b. Muhammed b. Ebî’l Kerim eş Şeybânî eÎ-Cezerî (Ö. 630/1209), Usdu’l Gâbe fi Mârİfetİ’s Sahabe, I, s. 224, Beyrut 1970; İbn Abdi’l Berr, Ebû Ömer Yûsuf b. ‘Abdilberr en Nemerî, (Ö.463/1070) el-lstiâb ft Ma’rifeti’l Ashâb, (Ibn Hacer’in el-lsabe’si kenarında), Bişr el-Ganevi’nin biyografisi, I, s. 148, Mısır 1328; es-Suyutî, Celâluddîn Abdurrahman b. Ebi Bekr (ö. 911/1505) el-Câmiu’s Sağır, II, s. 123; V, s. 262, Mısır 1373/1954.

2 Nureddin Itr, Metıbecu’n Nakd fi Ulumi’l Hadis, s. 335-337; Dâru’l Fikr, Beyrut 1985.

1. Bişr el-Ganevî el-Haşimî: Ashabın hayatından bahseden kaynaklarda13 Allah Resûlü’nün sahabesi olduğunda ittifak edilmiştir. Bişr, bu hadisin tek sa­habe râvisi olduğu gibi, ondan bu hadisi nakleden tek kişi de oğlu olmuştur.

2. Abdullah b. Bişr el-Ğanevî (ö. 125 / 742): Künyesi Ebû Umeyr olup Bişr el-Ğanevî’nin oğlu olan Abdullah, Kûfe’lidir. Tabiînden olup ismi bazı kaynak­

9 M. Hayri Kırbaşoğlu, İmam Şafii’nin Risale’sinin Hadis İlmine Etkileri, s. 94 (İslâmî Araştırmalar Dergisi Sünnet Özel Sayısı) Ankara 1997.

10 Haber-i vâhid’i hiçbir konuda delil kabul etmeyenler el-Âmidî’ye göre el-Cubbâ’î ve mütekellimûndan bir cemaat iken, el-Bağdâdî, Mutezile’nin bir bölümünü Ebû’l Huzeyl’in Fezâyihi’ni delil göstererek kaydeder. Bkz. el-Âmidî Seyfuddîn Ebu’l Hasen Ali B. Muhammed, el-îhkâm fi Usûli’l Ahkâm, Mısır 1332/1914; el- Bağdadî, Ebû Mansur Abdul Kahir Ibn Tahir, el-Fark beyne’l Firak, Mısır 1367.

11 Geniş bilgi için bkz. M. Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet eleştirel bir yaklaşım, s. 145-271 (Sünnetin Konumu Bölümü), Ankara Okulu Yay. Ankara 1966.

12 Hatib el-Bağdadî, el-Kifaye fi llmi’r Rivâye, (Thk. A. Muhammed Abdulhâlim-Abdurrahman Hasen Mahmud), s. 133-134, Dımeşk‘1949.

13 Tirmizî, Tesmiyetu Ashab-ı Resûlullah, Süleymaniye Şehid Ali Paşa Ktb. No: 2849; Ibn Abdilberr, el-lstiâbli Mârifeti Ashâb, I, s. 170; îbnu’l Esîr, Usdu’l Gabe fi Mârifeti’s Sahabe, I, s. 189.

14 ez-Zehebî, Ebû “Abdillah Şemsu’d Dîn Muhammed b. Ahmed (ö. 748/1374), Mizânu’l l’tidâl, II, s. 398, Mısır 1963; Ibn Hacer, Tehzîbu’t Tehzîb, V, s. 161, Haydarâbâd 1325.

15 ez-Zehebî, Tezkiretu’l Huffaz (I-IV), II, s. 498, Dâru’l Kutubu’l llmiyye, Beyrut 1374; tbn Hacer, Tehzîbu’t Tehzîb, IX, s. 385.

16 ez-Zehebî, Mizânu’l Vtidâİ, II» s. 100-101.

17 ez-Zehebî, Tezkire, II, s. 498; Ibn Hacer, Tehzib, IX, s. 385.

18 Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Abdul-Hâdi ed-Dımeşkî, Tabakatu Ulema-i Hadis, I, s. 450, Muessesetu’r Risale, Beyrut 1996.

19 ez-Zehebî, Tezkire, II, s. 433.

20 Ali Yardım, Fetih Hadisi Üzerine Bir Araştırma, Diyanet Dergisi, XIII: 2, s. 116, Ankara.

21 el-Buharî, et Târihu’l Kebîr, I, Kısım II, s. 81, Haydarâbâd 1362.

22 el-Buharî, et Târihu’s Sağır, I, s. 341, (Tahkîk, Mahmûd İbrahim Zeyd), Dâru’l Mârife, Beyrut 1986.

23 el-Buharî, et Târihu’s Sağtr, I, s. 22.

24 el-Kettânî, es Seyyidu’ş Şerif Muhammed b. Ca’fer, el-Risâletu’l Mustatrafe (Hadis Literatürü), Tere. Yusuf Özbek, s. 260, Iz Yay. İstanbul 1994.

25 Muhammed Mustafa el-A’zâmî, İlk Devir Hadis Edebiyatı, (Tere. Hulûsi Yavuz) s. 276, İz Yay. İst. 1993.

36 Müslim, 52/Fiten, 9: 34 (Hadis No: 2897).

37 ez Zehebî, Ebû ‘Abdillah Şemsu’d-Dîn Muhammed b. Ahmed (ö. 748/1374), Mtzânu’l t’tidal fi Nakdi’r Ri­cal, (I-IV), II, s. 243-244; Beyrut 1989; Ibn Hacer el-Askalanî, Ahmed b. Ali {ö. 852/1448) Tebzîbu’t Teh- zib, (I-VI) II, s. 449-451, Beyrut 1412/1991.

38 Ibn Hacer, Tehzîbu’t Tehzîb, II, s. 394.

39 ez-Zehebî, Mîzânu’l-Vtida\, IV, s. 150-151; Ibn Hacer, Tehzîbu’t Tehzîb, V, s. 498-499.

40 Tasavvuf ehlinin en olmadık hadiseleri bile nasıl kabul edebildikleri gerçeğini dile getiren ve bu zümreyi ten­kit eden îbn Akîl, “îsiam dini için en zararlı olan iki zümreden biri kelâmcılar, diğeri sûfilerdir. Kelâmcılar akla dayanarak halkın akidesini bozarken, sûfiler nefsi hoş tutmayt esas alarak milletin amelini ifsat etmiş­lerdir. Kelâmın en son ulaştığt gaye şüphecilik, tasavvufun nihâî hedefi şathiyecilik (nasslara zıt şeyler söy­lemek) tir, demiştir”. Bkz. Ibnu’l Cevzî, Telbîsu’l İblis, s. 361, Mısır trs; Ayrıca bkz. Ibn Kayyım, Îğasetu’l Lehfân, I, 139, Mısır 1961; Hadislerin Tasavvufa kaynaklık etmesi mevzuunda yapılan modern bir çalışma için bkz. Yıldırım, Ahmet, Tasavvufun Temel öğretilerinin Hadîslerdeki Dayanakları, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1986.

43 48/Fetih, 1.

44 48/Fetih, 28.

45 Hüseyin Hatemî, Feth’in Anlamı, (î. Uluslararası İstanbul’un Fethi Konferansı, 24-25 Mayıs 1996) s. 21, İstanbul 1997.

46 eş-Şatibî, Ebû îshak İbrahim b. Musa, el-Muvâfakat ft Usûli’ş Şeria, (Trc. M.) I-IV, III, s. 50. Iz Yay., îst., 1993.

47 eş-Şatibî, a.g.e., III, s. 51.

48 3/Âl-i Imran, 104.

49 et-Taberî, Ebû Ca’fer (ö. 310/922), el-Camiu’l Beyân fi TefsirVl Kur’an, IV, s. 28, Meymeniyye Matb., Mısır, 1321 H.

50 er-Râzi, Fahruddîn Muhammed, Mefâtihu’l Gayb, IV, s. 523, Matbaâtu’l Amire eş Şarkıyye, Mısır, 1308 H.

51 es-Serahsî, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed b. Ebî Sehl., el-Mebsût, I, s. 19-20, Çağrı Yay., İstanbul, 1983.

52 Mustafa Fayda, İslam Ansiklopedisi, XII, s. 469, (Fetih Maddesi), TDV Yay. İstanbul 1995.

53 Ataullah Bogdan Kopanski, Müsiümanlara Karşı Gerçekleştirilen Haçlı Seferlerine Osmanlılarm Verdiği Jeo Politik Bir Cevap Bağlamında Doğu Avrupa’nın îslâmileştirilmesi, (I. Uluslararast İstanbul’un Fethi Konfe­ransı, 24-25 Mayıs 1996) s. 51, İstanbul 1997.

54 Işın Demirkent, Fethin öncesinde Bizansm Siyasî Durumu, (I. Uluslararası İstanbul’un Fethi Konferansı, 24-25 Mayıs 1996) s. 32, İstanbul 1997.

55 34/es-Sebe’, 15.

56 ez-Zemahşerî, Cârullah Muhammed b. Ömer (Ö.538/1143), el Keşşaf an Hakâiki’t Tenzil ve Uyûni’l Akvâl fi VucûhVt Te’vil, III, 284, (I-IV), Dâru’l Fikr, Beyrut trs.

57 Yakutu*! Hamavî, Mu’cemu’l Buldân, IV, s. 347, Beyrut 1957.

58 Hâlid b. Zeyd b. Kuleyb b. Sa’lebe; Ebû Eyyûb. Neccâr oğullarındandır. Hayatı için bkz. İbn Hişam, Ab- dulmelik b. Hişam Eyyûb el-Himyerî el-Basrî, es Siretu’n Nebeviyye> I, s. 496, Mısır 1375 H.; İbn Sa’d, Mu­hammed (ö. 230/844), et-Tabakâtu’l Kebîr, III, s. 49; Brİll 1904; tbn Abdı’I Berr, el-îstiâb İbn ‘Abdİ’l Berr, Ebû Ömer Yûsuf b. Abdilberr en Nemerî, (ö. 463/1070) el-îstiâb fi Ma’rifeti’l Asbâb, (Thk. Muhammed el- Becâvî), II, s. 424 (I-IV), Dâru’n Nehdati Mısr, Kahire, trs.; Hz. Muâviye’nin İstanbul’a sevk ettiği ordu içe­risinde, Hz. Peygamber’i Medine’ye hicretinde misafir eden Hz. Eyyûb el-Ensârî (Hâlid b. Zeyd) de vardı. Bu büyük sahabe, sahabeden birinin şehid olup oraya defnedileceğini Hz. Peygamber’den İşitmiş ve bu maz­hariyete erişmek için gazaya katılmıştı. Ebû Eyyûb el-Ensârî bir ok darbesi veya karın ağrıması bazı kaynak­larda ishal ile burada vefat edince kendi vasiyeti üzerine surlara en yakın bir yere defnedilmiştir. ibn Hacer el Askalani, Ahmed b. Ali (Ö.852/1448) el îsâbe fi Temyizi’s Sahabe, 1/405, Kahire 1358/1939. Geniş bilgi için bks. Haşan Güleç, Peygamber’in (SAS) Ev sahibi, Diyanet Dergisi, XII:5, s. 259, Ankara 1973; Bu sı­rada Bizans imparatorunun mezarı sökeceği haberi yayılmış ve İslam hükümdarları Rumlara “Bu zat Pey­gamberimizin büyük sahabesindendir. Eğer mezara birşey olursa İslam memleketlerinde çan nihâyet bulur, hiçbir Hıristiyan yaşayamaz.” mukabelesinde bulunmuşlar, bunun sonucunda hiçbir Rum hükümdarı ve ko­mutanı bu mezara dokunamamıştır. Geniş bilgi için bkz. Osman Turan, Türk Cihan Mefkuresi, s. 360-361, İstanbul 1978; Ayrıca Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin kabrinin korunması hakkında bkz. el-Kazvînî, Eseru’l Beled ve Ahbâru’l İbâd, s. 1607, Beyrut 1960.

59 Ibnu’l Esîr el-Cezerî, el-Kâmil fi’t Tarihy III, s. 459, Matbaatu’l Muniriyye, Mısır, 1348 H.

60 Arz-ı Rum bugün Türkiye’nin bir vilayeti (Erzurum) dir. Fakat o dönemde bu terim tüm Anadolu’ya isim olarak kullanılıyordu. Bkz; ibn Haldun, Kitabu’l lbart III, s. 20, Beyrut 1975.

61 Ibnu’l Esîr a.g.e., III, s. 497.

62 Ahmet Ağırakça, Konstantiniyye Hadisinin İslam Fetih Hareketlerine Etkisi, Uluslararası İstanbul’un Fethi Sempozyumu, s. 87, İstanbul 1996.

63 el-Elbânî, Muhammed Nâsiruddîn, Silsiletu’l Ehâdisi’z-Zâife ve’l Mevzû’a ve Eseruhâ’s-Seyyi’i ft’l Ümmeti, II, 268-269, (I-ÎV), Riyâd 1992; Ebû Reyye, Mahmud, (v. 1970) Edvâ ale’s-Sünneti’l’Muhammediyye, s. 129, III. Baskı, Mısır 1969.

64 Mehmed Said Hatiboğlu, Batt’daki Hadis Çalışmaiart Üzerine, Ulusulararası Birinci İslâm Araştırmaları Sempozyumu Tebliği, s. 91-92, İzmir 1985.

65 Mehmed Said Hatiboğlu, Batidaki Hadis Çalışmaiart Üzerine, Uluslararası Birinci Islâm Araştırmaları Sem­pozyumu Tebliği, s. 91-92, İzmir 1985.

66 Mevzû Hadisler konusunda mütesâhil bir tavır sergileyen es*Suyûtî {ö. 911/1505)’nin el-Leâli’l Masnû’a’sın- dan itibaren hız kazanan mevzû hadisleri derleme çalışmalarının tamamında menfi milliyetçiliğin bir hadis uydurma sebebi olarak zikredildiğini görmek mümkündür. Ancak, aynı muhaddisler bazen sahih bir hadi­si, sırf bir millete işaret ediyor olması hasebiyle de uydurma telakki edebilmişlerdir.’ Bunda menfi milliyetçi­liğin hadis uydurma sebepleri arasında zikrediliyor olması da etkili olmuş olabilir. Milletleri öven ve yeren hadisleri uydurma telakki eden mevzû hadis çalışmaları için bkz. Aliyyu’l Kâri, Ali b. Muhammed (ö. 1014/1605), el’Esrâru’l Merfûa fİ’l Ahbârİ’l Mevdûa, (Thk. Muhammed Lutfı es Sebbağ), s. 119, Beyrut 1986; M. Yaşar Kandemir, Mevzû Hadisler, s. 170, DIB. Yay., Ankara 1984.

67 Bkz. Talat Koçyiğit, Hadis Tarihi, s. 156-157, Ankara 1977; Sadık Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla ilgisi, s. 192 {49. Nolu dipnot), Etüt Yay. Samsun 1997.

68 Aliyyu’l Kâri, a.g.e., s. 119.

69 4/en Nisa, 59.

BİBLİYOGRAFYA

___ el-A’zâmî, Muhammed Mustafa, İlk Devir Hadis Edebiyatı, (Tere. Hu-

lûsi Yavuz) Iz Yay. İstanbul 1993.

Abdu’I Azîz Ahmed b. Muhammed el-Buhârî, Keşfu’l Esrâr, (Usûl-u Pezdevî Şerhi), Şirket-i Sahafiye-i Osmaniye Matbaası, İstanbul 1308;

Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855), el Musned, Çağrı Yay. İstanbul 1992.

Ağırakça, Ahmet, Konstantiniyye Hadisinin İslam Fetih Hareketlerine Etkisi, Uluslararası İstanbul’un Fethi Sempozyumu, İstanbul 1996.

Aliyyu’l Kâri, Ali b. Muhammed (ö. 1014 / 1605), el-Esrâru’l Merfûa fi’l Ah- bâri’l Mevdûa, (Thk. Muhammed Lutfî es Sabbağ), Beyrut 1986;

___ , el-Âmidî Seyfuddîn Ebu’l Hasen Ali b. Muhammed, el-îhkâm fî Usû-

li’l Ahkâm, Mısır 1332/1914;

___ , el-Amra, Seyyid Celaleddin, Mâruf ve Münker, (Trc. Mehmet îslâmoğ-

lu), Gündoğdu Matbaacılık, İstanbul, 1991.

Ataullah Bogdan Kopanski, Müslümanlara Karşı Gerçekleştirilen Haçlı Seferle­rine Osmanlıların Verdiği Jeo-Politik Bir Cevap Bağlamında Doğu Avrupa’nın Islâmileştirilmesi, (I. Uluslararası İstanbul’un Fethi Kon­feransı, 24-25Mayıs 1996) İstanbul 1997.

___ , el-Azîzî, Sirâcu’l Munîr Şerhu Câmiu’s Sağır, Kahire 1324.

___ , el-Bağdadî, Ebû Mansur Abdul Kahir îbn Tahir, el-Fark beyne’l Firak,

Mısır 1367.

___ , el-Buharî, Ebu Abdillah İsmail b. İbrahim (Ö.256/870), et-Târihu’l Ke­bir, Haydarâbâd 1362.

___ , el-Cassâs, Ebû Bekr b. Ahmed b. Ali er Râzî, el-Fusûl fî’l Usûl, (Tahk.

A. Gâsim en-Nemşî) Kuveyt 1985.

___ , el-Cezâ’irî, Tahir b. Salih, Tevcîhu’n Nazar ilâ Usûli Ehli’l Eser, Mısır

1328/1910.

Cihan, Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi, Etüt Yay. Samsun 1997.

Çakan, İsmail L., İstanbul’un Fethi Hadisi, Fetih. Fatih ve İstanbul Sempozyu­mu, İstanbul 1992.

Demirkent, Işın, Fethin Öncesinde Bizanstn Siyasî Durumu, (I. Uluslararası İs­tanbul’un Fethi Konferansı, 24-25 Mayıs 1996) İstanbul 1997.

___ , ed-Dımeşkî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Abdul Hâdî, Ta-

bakatu Ulema-i Hadis, (thk. Ekrem el-Buşi), Beyrut 1996.

Ebû Reyye, Mahmud, (v. 1970) Edvâ ale’s-Sünneti’l-Muhammediyye, III. Bas­kı, Mısır 1969.

___ , el-Elbânî, Muhammed Nâsıruddîn. Silsiletu’l Ehâdîsi’z-Zaîfe ve’l-

Mevzû’a ve Eseruhâ’s-Seyyi’i fi’l Ümmeti, II, (I-IV), Riyâd 1992.

Fayda, Mustafa, İslam Ansiklopedisi, XII, s. 469, Fetih Maddesi, TDV Yay. İs­tanbul 1995.

Fazlur Rahman, Tarih Boyunca İslâmî Metodoloji Sorunu, (Tere. Salih Akde­mir), Ankara Okulu Yay. Ankara 1995.

Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Meto­doloji Sorunu, TDV Yay. Ankara 1997.

Güleç, Haşan, Peygamber’in (SAS) Ev Sahibi, Diyanet Dergisi, Ankara 1973;

Hatemî, Hüseyin, Feth’in Anlamı, (I. Uluslararası İstanbul’un Fethi Konferan­sı, 24-25 Mayıs 1996) İstanbul 1997.

___ , el-Hatîb el-Bağdadî, el-Kifâye fî llmi’r Rivâye, (Thk. A. Muhammed

Abdulhâlim-Abdurrahman Hasen Mahmud), Dımeşk 1949.

___ , el-Hatîb, Muhammed Accâc, Usûlu’l Hadîs, Dâru’l Fikr, Beyrut 1997.

Hatiboğlu, Mehmed Said, Batı ’daki Hadis Çalışmaları Üzerine, Uluslararası Bi­rinci Islâm Araştırmaları Sempozyumu Tebliği, İzmir 1985.

Itr, Nureddin, Menhecu’n Nakd fi Ulumi’l Hadis, Dâru’l Fikr, Beyrut 1985.

îbn ’Abdi’l Berr, Ebû Ömer Yûsuf b. ‘Abdilberr en Nemerî, (ö 463/1070) el-ls- tiâb fi Ma’rifeti’l Ashâb, (Thk. Muhammed el-Becâvî), I-IV, Dâru’n Nehdati Mısr, Kahire, trs.

îbn Hacer el-Askalanî, Ahmed b. Ali (ö. 852/1448) el-lsâbe fi Temyîzi’s Saha­be, Kahire 1358/1939.

___ , Tehzibu’t Tehzîb, Haydarâbâd 1325 (Beyrut 1412/1991).

îbn Haldun, Kitâbu’l İbar, Beyrut 1975.

îbn Hişam, Abdulmelik b. Hişam Eyyûb el-Himyerî el-Basri, es-Siretu’n Nebe- viyye, Mısır 1375.

İbn Kayyım, Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr (ö. 7-51/1350), Iğasetu’l leh- fân, Mısır 1961.

îbn Sa’d, Muhammed (ö. 230/844), et-Tabakâtu’l Kebir, Brill 1904.

îbn Teymiyye, Şeyhu’l İslâm Takıyyuddîn, el-Hisbe fî’l İslâm ve Vazifetu’l Hü­kümeti’l Islâmîyye (Thk. Abdulaziz Rabah) (Bir İslâm Kurumu olarak Hisbe) (Trc. Vecdi Akyüz), insan Yayınları, İstanbul, 1989.

Ibnu’l Cevzî, Telbîsu’l İblis, Mısır trs.

tbnu’l Esîr, Izzu’d Dîn Ebu’l Hasen ‘Ali b. Muhammed b. Ebî’l Kerîm eş Şeybâ- nî el-Cezerî (ö. 630/1209), Usdu’l Ğabe fî Ma’rifeti’s Sahabe, Kahire 1280.

___ , el-Kâmil fi’t Tarih, Matbaatu’l Muniriyye, Mısır, 1348 H.

Kandemir, M. Yaşar, Mevzu Hadisler, (Menşe’i Tanıma Yolları Tenkidi), DIB. Yay., Ankara 1984.

___ , el-Kazvînî, Eseru’l Beled ve Ahbâru’l İbâd, Beyrut 1960.

___ , el-Kettânî, es Seyyidu’ş Şerif Muhammed b.Ca’fer, el-Risâletu’l Mustat-

rafe (Hadis Literatürü), Tere. Yusuf Özbek, Iz yay. İstanbul 1994.

Kırbaşoğlu, M. Hayri, İmam Şafii’nin Risale’sinin Hadis İlmine Etkileri, s. 94 (İslâmî Araştırmalar Dergisi Sünnet Özel Sayısı) Ankara 1997.

___ , İslam Düşüncesinde Sünnet eleştirel bir yaklaşım, Ankara Okulu Yay.

Ankara 1966.

Koçkuzu, Ali Osman, Rivâyet İlimlerinde Haber-i Vâhitlerin İtikat ve Teşrî Yönlerinden Değeri, Ankara 1988.

Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, Ankara 1977.

___ , el-Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensarî, el-Cami’û

lî Ahkâmi’l Kur’an-ı Kerim, (I-XX), Kahire, 1967.

___ , el-Munâvî, Zeynuddin Muhammed ‘Abdurraûf b. Tâcu’l Arifin b. Alî

(ö. 1031/1622), Feyzu’l Kadtr Şerhu Camii’s Sağîr, (I-IV), Dâru’l Fikr, Beyrut 1391/1972.

___ , en-Nedvî, Seyyid Süleyman, Tahkîku Mânâ’s Sunne ve Beyânu’l Hâ-

ceti lleyha, Matbaâtu’s Selefiyye, Kahire 1979.

___ , en-Nevevî, Muhyiddin Ebû Zekeriyyâ b. Şeref ed Dımeşkî eş Şafiî (ö.

676/1277), Şerhu Mukaddimeti Müslim, Dâru’l Kutubi’l Ilmiyye, I- XVIII+Fihrist, Beyrut trs.

___ , en-Neysâbûrî, el-Hâkim Ebû Abdillah, Mustedrek, Beyrut 1990.

___ , er-Râzi, Fahruddîn Muhammed, Mefâtihu’l Gayb, Matbaatu’l Amire

eş-Şarkiyye, Mısır, 1308 H.

___ , es-Serahsî, Ebû Bekr Muhammed b. Ebî Sehl, el-Mebsût, Çağrı Yayın­ları, İstanbul, 1983.

Sezgin, Fuat, Geschihle des Arabischen Schrifttums, Leiden 1967.

___ , es-Suyûtî, Celâluddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr (ö. 911/1505) el-

Câmiu’s Sağu, Mısır 1373/1954.

Şaban M. İsmail, el-Ahadîsu’l Kudsiyye ve Menziletuha, Riyad 1982.

___ , eş-Şatibî, Ebû İshak İbrahim b. Musa, el-Muvâfakat fî JJsuli’ş Şeria,

(Trc. Mehmet Erdoğan) I-IV, Iz Yay., İstanbul, 1993.

’ et-Taberî, Ebû Ca’fer (ö. 310 / 922) el-Camiu’l Beyân fî Tefsiri’l Kur’an, Meymeniyye Matbaası, Mısır, 1321 H.

___ , et-Tirmizî, Tesmiyetu Ashab-ı Resûlullah, Süleymaniye Şehid Ali Paşa

Ktb. No: 2849.

Turan, Osman, Türk Cihan Mefkuresi, İstanbul 1978.

Ünal, İsmail Hakkı, İmam Ebû Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefî Mezhebi­nin Hadis Metodu, D.I.B. Yay., Ankara 1994.

Yakutu’l Hamavî, Mu’cemu’l Buldân, Beyrut 1957.

Yardım, Ali, Fetih Hadisi Üzerine Bir Araştırma, Diyanet Dergisi, XIII: 2, s. 116, Ankara.

ez-Zehebî, Ebû ‘Abdillah Şemsu’d Dîn Muhammed b* Ahmed (ö. 748 / 1374), Mizânu’l l’tidâl fî Nakdi’r Ricâl, (I-IV), II, s. 243-244; Beyrut 1989.

___ , Tezkiretu‘1 Huffaz, (I-IV), Dâru’l Kutubu’l llrpiyye, Beyrut 1374.

ez-Zemahşerî, Cârullah Muhammed b. Ömer (ö. 538/1143), el Keşşâfan Hakâ- iki’t Tenzil ve Uyûni’l Akvâl fî Vucûhi’t Te’vil, (I-IV), Dâru’l Fikr, Beyrut trs.

İSTANBUL’A GİRERKEN

Bizdik, biz o: Beş yüz sene evveldi ki bundan,

Rüzgâr gibi girdikti bu şehrin doğusundan!

Rüzgâr gibi bir hızla atıldıktı Bizans’a,

Her yer Dizi söyler beş asır arda uzansa!

istanbul’u baştanbaşa dövdükçe sadâmız,

Allah’a gülümserdi mübarek şühedâmız!

Boşlukta gezen hasretimin son nefesiydi,

Girdik de tabiat düğün elbisesi giydi:

Daldık o gedikten koca bir âlemi bozduk,

Bir devri açarken yeni bir devre susuzduk.

Girdik ki bütün köhne Bizans âlemi susmuş,

Haykırmada Kayzer damının bekçisi baykuş!

Estikçe ufuktan zaferin meltemi yer yer,

Gök bizle beraber! Diye gürlerdi yiğitler.

istanbul’u baştanbaşa zaptetmede ordu,

Bir ordu ki ardında devirler yürüyordu!

Coşmuştu alev tolgalı akşam bu seferle,

Bir ses bizi efsunladı: Hey, durma ilerle!

Allah’a uzanmış yedi dağdan yedi tekbir,

Dağ, taş dolaşıp şartladı istanbul’u bir bir...

Ürperdi alevler gibi gözlerdeki sırlar,

Fethin erişilmez heyecanıyla asırlar!

Hey! Bizdik o erler ki ufuklar boyu hızla,

Beş kıt’aya nam saldık o gün atlarımızla!

Bizdik, biz o: Allah’a giden yolda kanatlı,

Bir hâtıradır gökte o günden Ulubatlı...

Dündar AKÜNAL