Makale

XV. YÜZYIL OSMANLI DÖNEMİNDE TÜRK MÛSİKÎSİ

XV. YÜZYIL OSMANLI DÖNEMİNDE TÜRK MÛSİKÎSİ

Dr. Bayram Akdoğan*

GİRİŞ

Türk Mûsikîsinin altın çağı olarak bilinen XV. yüzyılın, millî mûsikîmizin tarihi içinde önemli bir yeri vardır. Bu dönemde Türk Mûsikîsine hizmet veren mûsikî bil­ginlerinin ve eserlerinin bilinmesi ve bu eserlerin içeriklerinin ortaya konulması da büyük bir önem arz etmektedir. Bu alanda yapılan çalışmaların çok az oluşu, bizi böy­le bir konuda araştırma yapmaya sevk etmiştir. Mûsikîmizin tarihi ve temel esasları bilinmedikçe, geleceği hakkında hüküm vermemiz mümkün değildir. Biz bu çalışma­mızda, XV. yüzyıldaki Türk Mûsikîsinin durumunu çeşitli yönleriyle ele alarak ince­lemek ve sonunda bir değerlendirme yapmak ve gelecek kuşaklara neler yapmaları gerektiği konusunda fikirler vermek istiyoruz.

XV. yüzyıl Türk Mûsikîsi, gerek mûsikî kaynaklan açısından ve gerek Türk Mû­sikîsi sahasında eser veren mûsikî bilginleri bakımından parlak bir dönemi yansıt­maktadır. Bu yüzyılda Türk dünyası, Doğu’da ve Batı’da siyasî açıdan ilerleme kay­dederken, buna parelel olarak ilim ve sanat yönünden de gelişmiştir. Bu dönemde, her çeşit ilim dalında değerli âlimler yetişmiş, mûsikî alanında da bir çok bilim adamı or­taya çıkmış ve çok değerli eserler telif etmişlerdir.

Türk Mûsikîsi, Anadolu’ya Orta Asya’dan kopuz denilen müzik âletinin sapında sistemleşmiş olarak gelmiştir. Daha sonra, Anadolu’da kopuz’dan türemiş ve ondan çok az farklı olan "bağlama" yayılmıştır. Bugünkü bağlamalarımızın sapındaki per­de taksimatı, kopuzunkinden hemen hemen farksızdır. Bağlama sapında kullanılan ses sistemi, Türk Mûsikîsi makamlarında en çok kullanılan perdelerdir. Türk Mûsikî­si, gerek folklor müziği ve gerekse klâsik müziği ile en eski devirlerden ve aynı kay­naktan gelmektedir. O devirlerde, elindeki kopuzla ve dilindeki türkü ile Anadolu’ya gelen Türk’ün, mûsikîsinin zamanla gelişerek dallara ayrılması ve bu dalların kendi içinde bilimsel olarak dizi, makam ve usûl bakımından tesbit edilerek kullanılması gayet tabiidir1.

Türkler Orta Asya’da sistemleştirdikleri mûsikîyi, başka tesirler altında kalmadan zamanla geliştirmişler, mûsikînin İlmî yönüyle de ilgilenmişler ve bu konuda XIII. yüzyıldan itibaren yazılı eserler ortaya koyarak bu ilme hizmet etmişlerdir. Türklerin sanata ve özellikle mûsikîye yetenekleri olmadığı ve aslında Türk Mûsikîsinin başka milletlerden alınma olduğu iddiasını isbat etmek için, her türlü belge ve mantığa sırt çevirerek, bütün gayretlerini ve ömürlerini bu yolda harcayan batılı yazarlar ve tarih­çiler, bu konuda ortaya koydukları kitap ve makalelerde sürekli olarak birbirleriyle tenakuza düşmüşler ve belli bir kaynak üzerinde bir türlü anlaşamamışlardır2. Onla­rın Türk Mûsikîsinin menşei hakkındaki asılsız iddialarını H. Sadettin Arel cevaplan­dırmış ve etkisiz hale getirmiştir3.

Türkler, mûsiki ilmi alanında çok önemli eserler ortaya koymuşlardır. Meselâ Sa- fiyyu’d-Dîn el-Urmevî’nin eş-Şereftyye ve Kitâbu’l-Edvâr’ı, Kutbu’d-Dîn Şîrâzî’nin Dürretu’t-Tâc’ı, Abdulkadir Merâğî’nin Makâsidu’l-Edvâr ve Cûmiu’l-Elhûn’ı, Hı­zır b. Abdullah’ın el-Edvâr’ı, Bedr-i Dilşâd’ın Muradnûme’si, Ahmed oğlu Şükrul- lah’ın Kitûbu’l-Edvâr’ı, Ladikli Mehmed Çelebi’nin Fethiyye ve Zeynu’l-Elhâtiı ve Fethullah Şirvânî’nin Mecelletıın fi’l-Müsîka’sı gibi eserler, müslüman Türk Mûsikî bilginleri tarafından ortaya konulan ve köklü bir kültürü yansıtan eserlerdir. Bugün, Türk Mûsikîsinin kaynağı olarak gösterilmeye çalışılan mûsikîlerin klâsiklerini bul­mak bile mümkün değildir. Bu müzikle klâsiklerini bile oluşturamamışlardır. Aslın­da buna gerek de duymamışlardır. Çünkü, aradıkları her şeyi Türk Mûsikîsinde zah­met çekmeden bulmuşlardır4.

XV. yüzyılda Osmanlı devlet yönetiminde Sultan II.Murad bulunuyordu. II. Mu- rad, sanatkâr, şâir, bestekâr, devlet adamı ve ordu komutanıydı. O, her türlü ilim, ede­biyat ve sanat alanında çalışan insanları desteklemiş ve himaye etmiştir. Böylece Do- ğu’da Şahruh (1405-1447) nasıl Hüseyin Baykara (1470-1506) devrini hazırlamışsa, Batı’da da II.Murad, Fatih devrinin hazırlayıcısı olmuştur. II.Murad, Türk Mûsikîsi ile ilgili çok değerli kitapların yazılmasını teşvik etmiştir. Hızır b. Abdullah’a el-Edvâr adlı kitabı kaleme aldırmıştır. Bu kitapta, yüzlerce bileşik makam yaptırıp, her türlü bileşimi tecrübe ettirmiş ve bu makamları kaydettirmiştir5.

Hızır b. Abdullah, Türk Mûsikîsi Nazariyatı konusunda, kendisinden önce yazıl­mış kitaplardan da faydalanarak eser te’lîf eden önemli müelliflerden biridir6.

II.Murad, bilgin ve sanatkâr olan Bedr-i Dilşâd adındaki kimseye de, Muruclnâme adını taşıyan kitabı yazdırmıştır. Bu kitap, Safiyyu’d-Dîn’in ortaya koyduğu ses sis­temimizi yeniden haber vermektedir.

Fârâbî, Kitâbıil-Mûsiki’l-Kehîr adlı eserinde, Türk Mûsikîsi’nden bahsetmiş ve aynı eserde Yunan Mûsikîsi’nden de söz etmiştir. Fakat sonradan gelen mûsikî araş­tırmacıları, bu bilgilen birbirine karıştırmıştır. Böylece, Türk Mûsikîsinin Yunan kö­kenli olduğunu iddia eden bazı kişiler, Fârâbî’ nin kitabındaki bu bilgileri, kendi fikir­leri için referans göstermiştir7. Aslında Fârâbî’den sonra Safiyyu’d-Dîn de, Türk Mû­sikîsinde kullanılan ses sistemini Kitûbu’l-Edvâr’mda açıklamıştır. Fakat, II.Mu- rad’ın emriyle, Bedri’nin de Muradnâme’de Türk Mûsikîsi ses sistemini bir kere da­ha ortaya koyması, Türk Mûsikîsi’nin yabancılardan alındığı fikrini tamamen yok et­mektedir.

Bu dönemde, mûsikî alanındaki çalışmaları ve dehasıyla üne kavuşmuş olan mû­sikî bilginlerinden birisi Abdulkadir Merağî’dir. Abdulkadir Merağî 1360-1435 ta­rihleri arasında yaşadığına göre, belki hayatının en olgun 35 yılını XV. yüzyılda ge­çirmiş, kitaplannı ve bestelerini bu devirde yapmış ve yine bu devirde talebelerini üs­tün seviyede yetiştirmiştir. Abdulkadir Merağî, sadece XIV. ve XV. yüzyıla değil, Klâsik Türk Mûsikîsi’ne de damgasını vurmuştur. Çok ilgi çekici ve fırtınalı bir ha­yat yaşamıştır. Eserlerini yüzyıllarca ilim ve sanat dillerinden birisi olarak kullanılan Fars dillerinde yazdığına bakarak hüküm veren bazı araştırmacılar, Azerbaycan’lı olan bu Türk insanını, Iran’lı mûsikî nazariyatçısı olarak görmek yolunu tutmuşlar­dır8. Halbuki hayatı ve eserleri incelenecek olursa, onun, bir Türk Mûsikîsi bilgini ol­duğu açıkça görülür.

Bu dönemdeki diğer bir mûsikî bilgini Ahmedoğlu Şükrullah’tır. Ahmedoğlu Şükrullah (1388-1470) da, II.Murad’ın emriyle Safiyyu’d-Dîn’in Edvar ım tercüme etmiş ve bu kitaba bazı mûsikî konuları eklemiştir.

Ladikli Mehmed Çelebi (888/1483’ te hayatta) de bir Türk Mûsikîsi nazariyatçı- sı olup Amasya’da doğmuştur ve II.Murad’ın şehzâdeliği zamanında el-Fethiyye ad­lı eserini ona sunmuştur9. Bu eserde eski ve yeni makamlara yer vermiş ve mûsikî na­zariyatından bahsetmiştir. Zeynu’l-Elhân adlı eserini de II.Bayezid’e sunmuştur. La­dikli bu eserinde, birinciye göre daha ayrıntılı bir şekilde mûsikîden bahsetmektedir.

Ayrıca, 1467 yılında Amasya’da doğan Şehzâde Korkut (1467-1513), dedesi Sultan Fatih’in yanında İstanbul’da okumuş musikişinas, bestekâr ve şâirdi. XV. yüz­yılda Türk Güzel Sanatlarım teşvik etmek ve ödüllendirmek geleneğine Şehzâde Kor­kut da uymuş, sanatkârların yetişmesine destek olmuştur.

Yine aynı yüzyılda yaşamış olan Mecelletunfi’l-Mûsîka adlı mûsikî nazariyatı ile ilgili eserin müellifi Fethullah Şirvânî’yi (891/1486) de burada zikredebiliriz. Şirvâ- nî, matematikçi olmasına rağmen çeşitli ilim alanlarında çalışmalar ortaya koymuş, daha önceden yazılmış olan mûsikî kaynaklarından yararlanarak daha içerikli ve sis­tematik bir biçimde Mecelletun fi’l-Mûsîka adlı eseri telif etmiştir.

XV. yüzyılda yaşamış olan Hacı Bayram Veli (1352-1429 veya 1430) de öz bir Türkçe ile şiirler yazmış, kurduğu tarikatte mûsikîye yer vermiş, mûsikî nazariyatçı- sı olmamakla birlikte, dînî mûsikînin gelişmesine yardımcı olmuş ve ayrıca kendisi de günümüze kadar gelen bazı İlâhiler bestelemiştir10.

Hacı Bayram Veli’nin damadı olan Eşrefoğlu Rûmî (ö. 874/1469) de bu çağda yaşamış ve Eşrefoğlu Tarîkatini kurmuş, bir takım İlâhiler bestelemiştir.

Şimdi de XV. yüzyılda eserleri ve çalışmalarıyla Türk Mûsikîsine hizmet etmiş olan mûsikî üstadlannı tanıyalım.

A- XV. YÜZYILDA TANINMIŞ MÛSİKÎ NAZARÎYATÇILARI

XV. yüzyılda Türk Mûsikîsi alanında gerek eserleri ve gerekse çalışmaları ile bi­linen Türk Mûsikîsi nazariyatçıları şunlardır:

1- Hızır B. Abdullah ( ? - ?)

Osmanlı Sultanlarından II.Murad (1421-1451) zamanında yaşamış olan bir ilim adamı ve mûsikî bilginidir. Aslında Türk Mûsikîsi Nazariyatı üzerine eser te’lîf eden müelliflerin en ünlülerinden olmasına rağmen, müstakil olarak hayatı ve eseri hakkın­da çalışma yapılmadığı için, biyografisi hakkında fazla bir bilgiye rastlanmamıştır.

Hızır b. Abdullah’ın Türk Mûsikîsi Nazariyatı konusunda kaleme aldığı ve Eılvâr adını verdiği bu eserin bir nüshası Topkapı Sarayı’nda, Revân Köşkü yazmaları ara­sında no: 1728 olup, 845 /1441 tarihlidir.

2- Bedr-i Dilşad ( ? - ?)

XV. yüzyıl meşhur doktor ve şâirlerinden olup, isminin tam olarak Mahmud ibn Muhammed Dilşad Şirvânî olduğu söylenmektedir. Tahminen 1400 tarihlerinde doğ­duğu söylenmektedir11. Sultan II.Murad döneminde yaşadığı bilinmektedir. Hayatı hakkında fazla bir bilgi bulunamamıştır. Yalnız, 1437 tarihinde kaleme aldığı Kemâl- nâme isimli eserinden, yaşadığı devir ortaya çıkmakta ve Bedri Dilşad olarak tanın­maktadır.

Sadettin Nüzhet Ergun, Bedri Dilşad isminin, takma bir isim olduğunu kabul et­mektedir. Çünkü, Bedri Dilşad takma adıyla te’lîf ettiği Mııradnûme adındaki eseri, 51 babdan meydana gelmekte, bazı yerlerinde çok açık saçık beyitler olduğu söylen­mektedir. Nikâh, evlenme ve cinsel ilişki hakkında, devrine göre edebe ve ahlâka ay­kırı yazılar bulunduğu ve müellifin bundan dolayı asıl ismini gizleyerek Bedri Dilşad takma adını kullandığı söylenmektedir12. Bursalı Mehmed Tahir’in "Osmanlı Müel­lifleri" eserinin 3. cildinde, tabipler konusunda adı geçen Mahmud ibn Muhammed Dilşad Şirvânî’nin, Muradnâme isimli eserine dayanarak, bu iki ismin aynı şahıslar olduğu söylenmektedir. Eserin muhtevâsı göz önünde bulundurulursa, 1427 tarihinde manzum olarak kaleme alındığı söylenen bu eserin, içerisinde tıp’la ilgili bilgiler ya­nında, satranç hakkında ve müzikle ilgili makamlar konusunda, ayrı ayrı kısımlar bu­lunduğuna bakılarak, bu şahsın, mûsikî nazariyatçısı olan ve II.Murad’ın emriyle Mu- radnâme’yi kaleme alan kişi olabileceği ihtimali kuvvetli görünmektedir. Kanaati­mizce, Bedri ve Muradnûme’ si üzerinde müstakil olarak çalışılmadıkça, onun biyog­rafisi hakkında verilecek bilgilerin hatadan sâlim olması mümkün değildir.

3- Abdulkadir Merâğî (1360-1435)

Abdulkadir Merâğî, XV. yüzyılın en büyük mûsikî üstâdı, sâzendesi, hânendesi ve bestekârıdır. O, mûsikî alanındaki çalışmalarıyla sadece XV. yüzyılda kalmamış,

Klâsik Türk Mûsikîsi tarihi içerisinde üstün bir yer tutmuştur. Bu bakımdan, Abdul- kadir Merâğî’nin hayatını ve çalışmalarını biraz daha genişçe ele almak istiyoruz.

Abdulkadir, XIV. yüzyılın ortalarında, o dönemde Celâyır Devleti’nin (günümüz­de İran’ın sınırları içinde bulunan Güney Azerbaycan’ın) Merâğa şehrinde doğmuş­tur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1350 ile 1360 yıllan arasında dünyaya geldiği sanılıyor. Babasının adının Gıyâsu’d-Dîn Gaybî olduğu bilinen Ab­dulkadir’in, babası hakkındaki bilgiler de, onun açıklamalarından elde edilmektedir. Abdulkadir’in kendi ifâdesiyle, babasının çeşitli ilimlerdeki bilgisiyle, birinci derece­den sayıldığını, özellikle mûsikîde hiç kimsenin, babasının mertebesine ulaşmadığını ve ulaşamayacağını söylediği rivâyet edilmektedir13.

Abdulkadir’in daha Merâğa’dan ayrılmadan önce, çeşitli ilimlerde mükemmel bir tahsil gördüğü, hüner kazandığı ve bulunduğu çevrenin en büyük müzisyeni haline geldiği anlatılmaktadır. Abdulkadir, kıraat ilmi, şiir ve edebiyat okumuş, celî hat, Arapça ve Farsça öğrenmiştir. Anadili Türkçe olan Abdulkadir’in, Farsça’yı da aynı derecede öğrendiği muhakkaktır. Arapça’sının da, diğer iki dile yakın bir seviyede ol­duğu söylenen Abdulkadir’in, mûsikîde dehâsı ile doğduğu ve eşsiz bir müzisyen ol­duğu ve genç yaşında tüm Merâğa’ya kendisini kabul ettirdiği söylenmektedir. Ab­dulkadir’in, mûsikî şöhretiyle, bestekârlığıyla, hânendeliğiyle, ûdî ve mûsikî bilgini olarak dört ayn sahada başarılı ve hepsinde de rakipsiz olduğu nakledilmektedir. Üs­telik din dışı mûsikîden başka, dînî mûsikîde ve Kur’ân okumakta da eşsiz olduğu ve 8 yaşında hâfız-ı Kur’ân olduğu, rivâyet edilen haberler arasındadır14.

Abdulkadir’in çocukluk ve yetişme döneminde, babasının ona çok özen gösterdi­ği ve çok şefkatli davrandığı söylenmektedir. Babasının, onu mûsikî alanında yetiş­tirmesindeki amacının, Kur’an’ı ezberlemesi, gerekli nağmeleri bellemesi ve beğeni­len ezgilerle okumayı öğrenmesi olduğu, yine Abdulkadir’in kendisinden nakledilen haberlerdendir.

Abdulkadir Merağî’nin değişik Türk hükümdarlan dönemlerindeki hizmetleri kı­saca şöyledir:

Abdulkadir, çok genç yaşta mûsikî alanında hânende, sâzende, bestekâr ve mûsikî bilgini olarak dikkatleri üzerine çekmiştir. Bağdat’a geldikten sonra, burada tahtta bu­lunan Hüseyin Han Celâyir (776-784/1374-1382)’in nedimi olmuştur. Hüseyin Han’dan sonra yerine, bestekâr ve üç dilde şâir olan kardeşi Ahmet Han Celâyir (784- 813/1382-1410) geçer. Abdulkadir, şan ve şöhretini artırarak onun sarayında bulunur15.

Hatta büyük bestekârlardan Rızâu’d-Dîn Rıdvan Şah’ın idaresindeki bir saray mûsi­kîsi yarışmasına girerek kazanır ve yüzbin dinarla mükâfatlandırılır. Böylece sarayın baş hanendesi olan Abdulkadir’ın şanı, bestekâr ve mûsikî bilgini olarak tüm yakın doğu’da yayılır. Rivâyetlere göre, 1393’te birinci defa Bağdat’ı zapteden Timur, di­ğer sanatkârlarla birlikte onu Semerkant’a götürür. Abdulkadir Türkistan’da, doğu Türklerinin mûsikî üslûp ve geleneklerini inceler ve böylece Timur’un Semerkant sa­rayında takdirini kazanarak müsâhibi olur. Daha sonra, Bağdat’ı geri alan Ahmet Ce- lâyir’in sarayında yaşamaya başlar. 1401 tarihinde Timur tekrar Bağdat’ı zaptedince, Abdulkadir tekrar Timur’un eline düşer. Timur, kendisine ihanet edenlere idam hük­mü verir. Abdulkadir fevkalâde bir sesle onun yanında Kur’an âyetlerinden bir mik­tar okumaya başlayınca, Timur onu affeder ve bir nişan mektubuyla Semerkant sara­yına gönderir. Burada bir müddet Timur’un oğlu Sultan Şahruh (813-851/1409- 1447)’dan aynı iltifatı görür. 1421’de izin alarak Bursa’ya gelen Abdulkadir, tahta henüz çıkmış olan II.Murad’a Makâsidu’l-Elhân (Nağmelerin amaçlan)16 adlı eseri­ni takdim eder. Daha sonra, Herat’a döner ve burada ölümüne kadar müreffeh bir ha­yat yaşar ve 1435’te Herat’ta vebâ hastalığından ölür17.

Abdulkadir, devrinin şâiri, ressamı ve hattatı olarak da bilinmektedir. Abdulkadir, mûsikî âletlerini îcad ve ıslah eden, Türkçe şiir söyleyebilen ve üç doğu dilim çok iyi bilen bir kişidir. Abdulkadir Merağî’nin, çoğunu Farsça yazarak bizlere bırakmış ol­duğu eserleri şunlardır:

a- Kenzu’l-Elhân (Nağmeler Hâzinesi): Nota kolleksiyonu mecmuası olan ve yüzlerce Türk Mûsikîsi eserinin, ebced notası ile kaleme alındığı bu eser ne yazık ki kayıptır. Bu esere, mûsikî tarihini değiştirecek hir kaynak gözüyle bakılmışsa da, nüs­hasının nerede olduğu ortaya çıkarılamamıştır18. Bu eser bulunabilseydi, Türk Mûsi­kîsi üzerindeki bilgilerimiz fevkalâde artarak, canlı örneklere kavuşacaktı. Makasi- du’l-Elhân’ın sondan bir evvelki faslının bitiminde, Kenzu’l-Elhân’ın 100 müfredât (çeşitli besteler) ve Nevbet-i Müretteb (fasıl)19 adlı konuları ihtivâ ettiği, adı geçen eserde kaydetmektedir20.

b- Câmiu’I-Elhân (Nağmeleri Toplayan): Müellif bu eserim 1406’da kaleme al­mış ve oğullarından Nureddin Abdurrahman’a hediye etmiştir21. Kitabı daha sonra geri aldığı ve bazı ilâveler yaptığı bilinmektedir. Eserin 1415’te Farsça kaleme alın­dığını ve Timur’un oğlu Şahruh’a takdim edildiğini söyleyenler de vardır22. Bu kita­bın nüshaları: Nuruosmaniye, no:3644, 280x175 mm. 33st. 118 vr. Eserin, aynı kü­tüphane 3645 numarada kayıtlı (245 vr.) diğer bir nüshası vardır, (bu nüshanın bir kopyası da Arel Kütüphanesinde bulunmaktadır).

c- Makâsidu’l-Elhân (Nağmelerin Amaçlan): Eser Farsça kaleme alınmış ve 1422 yılında Sultan II.Murad’a sunulmuştur. Bunun bir nüshasının, İngiltere’de Le- iden Üniversitesi Kitaplığında, diğer bir tanesinin de Rauf Yekta Bey’in kütüphane­sinde olduğu söylenmektedir. Abdulkadir bu eserinde, kendi yaptığı sazlarla ilgili bil­giler vermektedir. Aynca mûsikî sanatının kıymetini anlatmaktadır. Eserin Hicrî 903’te nesîh hatla yazılmış olan güzel bir nüshası, Nuruosmaniye Kitaplığında, no:3656’da 250x170 mm. ebadında, 28 st., 105 yk. şeklinde bulunmaktadır.

d- Şerhu Kitâbi’l-Edvâr: Bu kitap, Safiyyu’d-Dîn Abdu’l-Mu’min el-Urme- vî’nin Kitâbu’l-Edvâr adlı eserinin açıklamasıdır. Bir nüshası, Nuruosmaniye Kütüp­hanesinde 3651 numarada kayıtlı bulunan mecmuanın birinci nsâlesidir. Farsça olan bu eseri, II.Murad’ın emriyle, Ahmedoğlu Şükrullah Arapça nüshasından Türkçeye tercüme etmiştir.

e- Fevâid-i aşere: Müellifin bu eseri Farsça olup, her biri ikişer fasıllık 10 faide- den meydana gelmektedir. 1 .Faide: Mûsikî üzerine hadisler. 12 Makam. 2.Faide: 7 Âvâze. 24 Şu’be. 3.Faide: 12 Makamın geniş biçimde analizi. Dört tabakanın tedki- ki. 4.Faide: Dörtlü çeşitlen. Altı parmağın kullanılması metodu. 5.Faide: Tarika yap­ma yollan. Ud’la icranın kurallan. 6.Faide: Mûsikî formları, intikal yolları. 7.Faide: Abdulkadir’in kendi buluşu olan îka’ devirleri. Usûllerin icrâsıyla ilgili kurallar.

8.Faide: Hânendegî. Terkîb, âvâze ve şu’belerin münasebetleri. 9.Faide: Takrir ve mergule çeşitleri. Çalgılann tasnifi, adlan ve özellikleri. 10.Faide: Eskiden yaşamış ünlü musikişinaslar. Fârâbî ve Safiyyu’d-Dîn’in bazı görüşlerine itirazlar gibi konu­lan ihtivâ etmektedir.

Bu eserin müellif hattı, Nuruosmaniye Ktp., 3651/11 numarada kayıtlı olup, tarih­siz, cild: 267x15 mm, yazı: 180x106 mm, 68/b-l 19/b arasında ve talik yazı ile yazıl­mıştır. *

f- Besteleri: Abdulkadir Merağî’nin bugün elimizde 30 bestesi olduğu söylen­mektedir. Bu eserler, XIV. yüzyılın son ve XV. yüzyılın ilk yansından bize kalmış bulunmaktadır. Fakat, Abdulkadir’den kaldığı söylenen bestelerin, kendisine ait ol­madığını savunan da vardır. Buna göre:

fa- Bu eserlerde kullanılan makam dizilerinim çoğu, Abdulkadir döneminde kul­lanılan ve onun bizzat kaydettiği dizilere uymamaktadır.

fb- Aynı durum usûller hakkında da geçerli olup, özellikle Hafif ve Muhammes gibi usûller, Abdulkadir’in yazdığı şekilde değil, daha sonraki yüzyıllarda kaleme alındıkları biçimdedir.

fc- Bu bestelerdeki formlar, Abdulkadir’in bahsettiği türlere kesinlikle uymamak­tadır.

fd- Kullanılan güfteler, Abdulkadir’den sonra yaşamış olan şâirlere ait bulunmak­tadır.

fc- Abdulkadir’in bizzat kendi bestesi olarak güftelerini verdiği eserlerden hiç bi­ri, bugün elimizde değildir. Onun, adını bile vermediği bir çok eser, risâlelerde ona aitmiş gibi gösterilmektedir23. Her ne kadar, bu eserlerin ona ait olmadığı ilgili kay­nakta belirtilmekteyse de, bu bestelerin icrasında, makam, usûl ve geçki yönüyle bü­yük bir sanat değeri taşıdığı açıkça görülmektedir. Böylece bizde, onların ancak Ab­dulkadir Merağî gibi sanat dehası olan kişiye ait olabileceği kanaatini uyandırmakta­dır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, her ne kadar bu konuda ihtilaf varsa da, Abdulkadir Merağî, bu yüzyılda yaşamış olan çok büyük bir bestekâr, iyi bir nazariyatçı, mükem­mel bir ûdî ve sâzendedir.

Abdulkadir, eserlerinde eski mûsikî bilginlerinin görüşlerine yer verirken, kabul etmediği bazı bölümleri, nedenleriyle birlikte, kendine göre bir üslûpla açıklar. Çeşit­li konularda yeri gelince, zaman zaman anılarından bahseder. Bazılarını eleştirir, ba­zı kişileri över. Abdulkadir’in eserleri günümüzde çok değer taşıyan kaynaklar olup, bu kitaplar, teori dışında bazı bilgileri de kaydetmektedir. Dönemin çalgılarını, mü­zik formlarım, zamanın tanınmış müzisyenlerini gayet akıcı Farsça üslûbuyla anlat­maktadır.

4- Ahmedoğlu Şükrullah (1388-1470?)

Ahmedoğlu Şükrullah, Türk Mûsikîsi nazariyatçısı, tarihçi, bilgin ve devlet ada­mıdır. Babası Şahâbeddin Ahmed’dir. Dedeleri, Oğuzların Salur boyundan To- ğan’dır. Şükrullah’ın 1409’da Osmanoğullannın hizmetine girdiği zaman 21 yaşında olduğu söylenmektedir.

Şükrullah, zamanla hânedânın yakın hizmetkârlarından olduğu, îsâ Çelebi, I.Sü- leyman, Sultan Mûsâ, I.Mehmed, II.Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemlerinde görevlerde bulunduğu söylenmektedir. II.Murad tarafından Karamanoğlu İbrahim Bey’e ve Karakoyunlu Sultan Cihan-Şah’a elçi olarak gönderildiği de söylenenler arasındadır. Mûsikîye dâir eserlerini, Mûsikîye çok düşkün olduğu söylenen II.Mu- rad’ın teşvikiyle yazdığı ayrıca onun, Fatih’in katında da itibar kazanmış bir kişi ol­duğu nakledilmektedir.

Şükrullah, Safiyyu’d-Dîn Abdu’l-Mu’min el-Urmevî’nin Edvar’ını, Terceme-i Kitâb-ı Edvûr adıyla Arapça’dan Türkçe’ye tercüme etmiştir ki, padişaha ithaf edilen asıl nüshasının Râuf Yektâ Bey’in kütüphanesinde olduğu ve tercümeye bazı ilâveler yaptığı söylenmektedir. Fakat bunlara rağmen Şükrullah’m daha çok, Farsça kaleme aldığı Behcetu’t-Tevânh adlı genel tarihiyle tanındığı ifâde edilmektedir24.

5- Ladikli Mehmed Çelebi (888/1483’te Hayatta)

XV. yüzyıl Türk Mûsikîsi nazariyatçılarından birisi de Ladikli Mehmed Çele- bi’dir. isminin nisbetinden de anlaşılacağı üzere Ladik’lidir25. Babasının adı Abdul- mecid b. Nasûh b. Isrâfil’dir. Onun meşhur eseri Zeynu’l-Elhân’m Zeytûne (Tunus) nüshasında, babasının adının Abdulhamid şeklinde yazıldığı söylenmektedir26.

Ladikli Mehmed Çelebi, mûsikî sanatını seven ve bu sanat için zamanını tedkîk ve araştırmalarla değerlendiren bir Türk Mûsikîsi bilgini olup, yaşadığı devirde mû­sikî sanatına vâkıf olmakla birlikte, bir takım değişiklikleri tesbit etmekle kalmamış, eski ile yeniyi karşılaştırarak farkları ortaya koymaya çalışmıştır27.

Ladikli, mûsikî nazariyatı ile ilgili iki önemli eser kaleme almıştır. Aslında muh­teviyatı bakımından aralarında fazla bir fark olmayan bu eserlerden ilki er-Risâletu 7-

Fethiyye fil-Mûsîka adını taşımaktadır ki, müellifin bu eserini, II. Sultan Bayezid tahta çıkmadan önce, Amasya’da vali iken bu şehre bağlı Ladik kasabasında te’lîf et­tiğini ve Fatih Sultan Mehmed’e takdim ettiğini kaynaklar zikretmektedir28.

Müellifin, diğer eserinin adı Zeynıil-Elhân fi İlmi’t-Te’lîf ve’l-Evz.ûıidır. 1483 tarihinde te’lîf edildiği ve onun son çalışması olarak bilinen bu eserin tarihini esas alan araştırmacılar, müellifin ölüm tarihini yaklaşık olarak 1500 şeklinde vermekte­dir. Ladikli, bu eserini Fatih’in oğlu II.Sultan Bayezid’e sunmuştur. Bu eserde geçen konuların, daha sonra kaleme alınması sebebiyle, Fethiyye’ye nisbetle daha geniş anlatıldığı görülmektedir. Her ikisini de inceleme fırsatını bulabildiğimiz bu kay­naklar arasında, muhtevâ bakımından fazla bir fark görülmemektedir. Bu eserin Nu- ruosmaniye Kütüphanesi no:3655’te bir nüshası vardır. Bu nüshadan alınan bir kop­yası da A.Ü. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi Y.19676’da kayıtlıdır. Bu eserin Türk­çe’ye çevrilmiş bir nüshası, Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi no:2192’de kayıt­lıdır.

6- Fethullah Şirvânî (891/1486)2y

Fethullah Şirvânî, isminin nisbetinden de anlaşılacağı üzere Şirvan’lıdır. Şirvan, Kafkasların doğusunda, Hazar Denizi’nin sahilinde, Dağistan’ın güneyinde bir hatta­dır. Bu büyük âlim, muhtemelen 820/1417 yılı civarında Şirvan’a bağlı Şemâhî kasa­basında (bugün Azerbaycan’da) dünyaya gelmiştir30. Künyesi tam olarak Fethullah b. Ebî Yezîd b. Abdi’l-Azîz b. İbrahim eş-Şâberânî eş-Şemâhî eş-Şirvânî’dir. Kaynak­lar arasında onun ismini değişik şekilde verenler vardır. Kâtib Çelebi, Şirvânî’den "Şah Fethullah" diye bahsetmektedir31. Bir de onun Mecelletun fil-Mûsîka adlı ese­rinin kapağında, -müstensih hatası olsa gerek- ismine "Mü’min" ilâve edilmiştir32.

Bazı kaynaklar da -yine yanlış olarak- onun babasının ismini Molla Şiıknıllah şeklin­de kaydetmektedir33.

Şirvânî, öğrenimine babasının yanında başladı. Daha sonra Serahs ve Tûs’da tah­siline devam etti34. Fethullah Şirvânî’nin ilim tahsili için uzun seyahatler yaptığını ve 839 yılı başlarında (1435 yılı ortaları) öncelikle Semerkant’e gittiğini ve orada Uluğ Bey’in kurduğu medresede öğrenim gördüğünü kaynaklar zikretmektedir. Şirvânî, orada başmüderris olan Kadızâde’den (Bursa Kadısı Mahmud Çelebi’nin oğlu Musa Paşa) Usûl-i Fıkıh, Cedel, Kelâm, Astronomi ve Geometri ile diğer riyâzî ilimleri okumuştur. Hocasının bizzat yazıp verdiği 15 Rebîu’l-Âhir 844 (13 Eylül 1440) ta­rihli icâzetnâmede (Bkz. Şerhu’t-Tezkire fi’l-Hey’c, Süleymaniye Ktp., Damad İbra­him Paşa, no:847, vr. 14/a-15/b), Şirvânî’nin okuduğu belirtilen eserler şunlardır: Şerhu’t-Tezkireti’n-Nasîriyye fî’l-Hey’e (Nizâmu’d-Dîn el-A’rec en-Nîsâbûrî’nin şerhi), Şerhu Muhtusari İbni’l-Hûcibfi tlmeyi’l-Usıîl ve’l-Cedel (Seyyid Şerîf el-Cür- cânî’nin eseri) ve Şerhu’l-Mevâkıf (Cürcânî’nin eseri)’dır. Ayrıca Kadızâde’den Şer- hu’l-Mülahhas fı’l-Hey’e ve Şerlıu Eşkâli’t-Te’sîs adlı eserlerini de okuduğu Taşköp- rîzâde’den öğrenilmektedir35.

Gerek ilim tahsilinde ve gerekse hocalığında, bir çok yerler dolaşan Şirvânî’nin, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul kuşatmasına başladığı sıralarda Bursa’ya niçin git­tiği ve orada ne kadar kaldığı hususunda açık bir bilgiye rastlanmamaktadır. El-Ferâ- id ve’l-Fevûid adlı eserinin mukaddimesinde36, Mâverâunnehir’den ayrılırken asıl ni­yetinin Osmanlılar nezdine gitmek olduğunu söyleyen Şirvânî’nin, 1453 yılının ilk aylarında, İstanbul’u fethetme heyecanı içindeki Bursa’ya gidişine ve sadrazama ya­kın olma isteğine bakılırsa, şahsen fethe hizmet etme amacını taşıdığı düşünülebilir. Şirvânî’nin, Mecellenin fi’l-Mûsîka adlı eserini de bu sıralarda Fatih’e takdim ettiği zannedilmektedir37.

Bazı kaynakların, Şirvânî’nin ölüm tarihini 1453 olarak göstermesi yanlıştır. Çün­kü onun, bazı önemli eserlerini bu tarihten sonra kaleme aldığı bilinmektedir. Mese­lâ el-Ferûid ve’l-Fevûid fi Tavzihi Şerhi’l-Mulahhas (Kaynaklarda Ta’lîkât alâ Şer- hi’l-Çağmînî) adıyla geçen eserini 878/1473 yılında, Şerhu’t-Tezkire fi Ilıni’l-Hey’e adlı eserini 879 (11 Ocak 1475)’te ve Şerhu’l-Eııvûr li-Ameli’l-Ehrâr adlı eserim de 883/1478 yılında kaleme almıştır38.

Şirvânî, şer’î ve aklî ilimlerle Arap dili ve edebiyatı yanında matematik, astrono­mi ve coğrafya da okuttuğu için, Uluğ Bey Medresesinde yetiştikten sonra, Anado­lu’ya müsbet ilimleri götüren ve bunların yayılmasını sağlayan iki ünlü âlimden biri sayılmaktadır39.

Fethullah Şirvânî, öğretim görevi esnasında ve diğer zamanlarda çok önemli şerh­ler ve hâşiyeler yazmıştır. Fethullah Şirvânî’nin Mecelletıın fî’l-Mûsika adlı eseri, mûsikî alanındaki tek çalışmasıdır. Bu eser, onun çok yönlü bir âlim olduğunu orta­ya koymaktadır. Müellif, bu risâlesini Fatih Sultan Mehmed’e ithaf etmiştir. Mûsikî nazariyatından bahseden bu eseri, eksiksiz olan tek nüsha olarak bilinmektedir. Eck- hard Neubauer’in bu eser için yazdığı mukaddimesinde40 de belirttiği üzere, tam ve tek bir nüshası, Topkapı Sarayı III.Ahmed kısmı, 3449 numarada 95 vr. olarak bulun­maktadır. Bu eser, tıpkı basımla Fuat Sezgin tarafından Frankfurt’ta, 1986’da neşre­dilmiştir.

Böylece, XV. yüzyılda Türk Mûsikîsine hizmet eden önemli şahsiyetleri özetle­dikten sonra, şimdi de XV. yüzyıl Türk Mûsikîsi Nazariyatı’nın özelliklerini görelim.

B- XV. YÜZYIL TÜRK MÛSİKÎSİ NAZARİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ

Türk Mûsikîsi Nazariyatı’nın, XV. yüzyıl içerisindeki durumunu bir kaç yönden ele almak mümkündür. Bu yüzyılda kullanılmış olan mûsikî terimlerini, makamları, usûlleri ve Türk Mûsikîsi Nazariyatı içinde geçen diğer konuları incelememiz gerek­mektedir.

Geniş bir alana sahip olan Türk-lslâm Mûsikîsinin nazariyat kitapları genel olarak iki bölümden meydana gelir:

Birincisi, ses sistemiyle bundan kaynaklanan nağmelerin durumu, te’lîf ve ma­kamla ilgili unsurlar.

İkincisi ise, ika’ yani ritm konusu ve bununla ilgili olan hususlardır.

Yukarıdaki ana başlıklar altında toplanan nazariyat konulan, bu kitaplarda en in­ce aynntılanna kadar ele alınır ve anlatılır. Genellikle bu yüzyılda kaleme alınan eser­lerin başında, uzunca bir duanın ve yapılan çalışmanın, kendisine ithaf edildiği kişi­ye hitabın ve övgülerin bulunduğu bir mukaddimeden sonra, mûsikîyle ilgili teknik bilgilere geçilir. Önce mûsikînin anlamı açıklanır, ses ve sesle ilgili terimlerin tarif­leri verilir ve ses sistemi, hayâlî bir ud teli üzerinde izah edilerek aralıklar gösterilir. Seslerin uyumluluk ve uyumsuzlukları ile ilgili özellikleri açıklanır, birbirleriyle olan ilişkileri teferruatlı bir şekilde anlatılır. Daha sonra, dörtlü ve beşli aralıklara gelinir. Bunlardan hareket ederek makam konusuna girilir, âvâze, terkîb ve şu’beler incele­nir, bunlar ayrı ayrı sınıflandırılır ve makamlarla ilgili bir takını tablolar ve cetveller sunulur. Artık birinci kısım bitmiş, îka’ konusuna girilmiştir, ika’m tarifinden başla­nır, îka’ ile ilgili unsurlar, temelleri, öğeleri ve meydana gelişi genişçe anlatılarak, eserin kaleme alındığı dönemde kullanılan usûllerle ilgili edvâr açıklanır. Sonunda da, müellifin, eserle ilgili söyleyecek önemli bir notu varsa onu sunar ve eser, bir hâ- time (bitiş) duasıyla sona erer.

Muhteva yönüyle kısaca bu durumda olan XV. yüzyıl nazariyat kitapları, kullanı­lan terimler, nota ve ses sistemi, makamlar ve usûller açısından, daha sonraki yüzyıl­lara ve günümüze göre bazı farklılıklar arzetmektedir. Bunları ayrı ayrı ele almak is­tiyoruz.

I- XV. Yüzyılda Türk Mûsikîsinde Kullanılan Terimler

Bu yüzyılda Osmanlı ülkesinde konuşulan dil Arapça, Farsça ve Türkçe kökenli kelimelerden oluşan bir lügate sahip olduğundan, bugün bunların çoğu değişmiştir. Fakat, halâ Türkçe karşılığı bulunamayan terimler vardır. Aslında, sanat ve teknik alandaki bir çok terimin Türkçe karşılığının ortaya konulması, terminoloji bilgisini gerektirmektedir. Müzik terminolojisi de, müzik terimlerinden bahseden bir ilimdir41.

Eskiden bizde "terim” karşılığı olarak "ıstılah" kelimesi kullanılırdı42. Türk Mû­sikîsinde terim konusu başlıbaşına önemli bir konudur. Mûsikî terimi olarak 1893’te Muallim Kâzım Uz, alfabetik sıraya göre Musikî Istılahati adında bir eser kaleme al­mıştır. Eski harflerle basılmış olan bu eseri, daha sonra ekler de katarak yeni harfler­le Gültekin Oransay neşretmiş bulunuyor. Cumhuriyet döneminde mûsikî terimleri üzerinde ilk ciddi çalışmaları Hüseyin Sadettin Arel yapmıştır43. Terim konusunu faz­la uzatmadan asıl konumuza dönmek istiyoruz.

XV. yüzyıl kültür ve sanat hayatı, tek kelime ile medenî hayat bakımından da iler­leme yüzyılıdır denilebilir. XIII. ve XIV. yüzyıllardaki Türkçe’ye dönüş hareketi, bu yüzyılda yavaşlamıştır. Özellikle ilim ve edebiyat dilinde Arapça ve Farsça kelimeler rağbet görmeye başlamıştır. Bu hareket, Türk aydınlarının Arap ve Iran dillerine dö­nüşü anlamında değildir. Büyük bir alana yayılan Türk-Islâm Devleti’nin, hakim bu­lunduğu sahalara söz geçirecek derecede, zengin bir dile duyduğu ihtiyaçtandır. Kı­saca, büyük bir devletin dili olmasındandır. Çünkü bu yıllarda Türkçe’ye giren keli­meler, yalnız Arap ve Acem dillerinden gelen sözler değildir. Özellikle Balkan dille­rinden Yunanca, Latince ve İtalyanca’dan da kelimeler gelmiştir. Bu dillerin konuşul­duğu yerlere hakim ve sahip olan Türkler, bir yandan oralara sözler götürmüşler, di­ğer yandan buralardan kelimeler almışlardır. Yeni gelen kelimeler, Türkçe’nin kendi bünyesinde gelişmesine engel olmuş, fakat dilimize daha geniş bir ifade kolaylığı vermiştir44.

XV. yüzyılda, Türk Musikîsi Kaynaklarında Geçen Bazı Terimler

XV. yüzyılda Türk Mûsikîsi nazariyat kitaplarında kullanılan bu terimlerin hangi anlamlarda kullanıldığını, o dönemde yaşamış mûsiki bilginlerinin açıklamalarıyla verirken, zaman zaman daha sonraki yüzyıllarda ve son asırda yaşamış mûsikî üstad- larının ve dil bilimcilerinin aynı kelimeleri nasıl anladıklarını da belirtmeye çalıştık. Şimdi XV. yüzyılda mûsikî nazariyatı kitaplarında geçen kelime ve deyimlere geçi­yoruz:

NAĞME ( udi ): Yekdiğerine münasebet-i tâmmesi olan bir kaç perdenin bir arada icrây-ı terennümüne denir45.

Ibn Manzûr ise nağmeyi: "Okuyuşta veya başka şeylerde sesi ve kelimeyi güzel­leştirmektir"46 diye tarif etmiştir.

Nağme, aslında ses demektir. Türkçe "ezgi, ır"; Farsça "nevâ"; Yunanca "melos"; Fransızca "melodi"; İngilizce "melody"; Almanca "melodie" kelimeleriyle karşılan­mıştır47. Ladikli Mehmed Çelebi Zeynu’l-Elhân... adlı eserinde "nağme"yi: "Bahsedi­len bir zamana bağlanan bir sestir" diye tarif etmiştir48. Fethullah Şirvânî ise nağme­yi: "idrak edilmiş olan bir zaman içerisinde kalan sestir."49 diye açıklamıştır.

LAHN (……..): Ferıd Devellıoğlu lahn’ı "nağme ve ezgi" olarak açıklamıştır50. Ibn Manzur ise: "Sesi boğazda tekrar ederek uzatmak, okuyuşu ve şiiri güzelleştir­mektir."51 diye tarif etmiştir.

"Lahn" mûsikîde sesi yükseltip alçaltmaya denir. Istılahtaki anlamı ise: "Sınırlı bir şekilde tertip edilmiş olan çeşitli pes ve tiz nağmelerin meydana getirdiği topluluk­tur."52 Başka bir tarifte ise lahn: "Hoş bir şekilde çeşitli tizlik ve peslikteki nağmeler topluluğudur."53 diye de tarif edilmiştir.

Dr. Suphi Ezgi ise lahn’ı "muayyen bir makam ve ölçü ile ibda edilmiş güfteli, güftesiz nağmeler."54 olarak tarif etmiştir

MÛSÎKÎ ( tyu); Islâm Kültürüne bağlı olan bütün dillerde aynı telaffuzla yer almış, belki de tek Yunanca kelimedir. Arapça’da mûsîkî şeklinde yazılır fakat mûsî- ka diye okunur.

Islâm kültürü sahasındaki bilgin ve düşünürlerin, mûsikî konusunda verdikleri ta­riflerde, onu daha çok bir sanat ve bilim dalı olarak açıkladıkları görülmektedir. Eski Türk nazarıyatçıları, genellikle büyük Islâm bilgini, Ibn Sînâ’nın (980-1073) eş-Şifâ’ adlı eserindeki tarifi benimsemiş ve kullanmışlardır55. Ibn Sînâ, mûsikîyi şöyle tarif etmektedir: "Mûsikî riyâzî (matematiğe ait) bir ilimdir. Bu ilmin birinci kısmında, nağmelerin (seslerin) durumlarından ve bu nağmelerin kulağa hoş gelmesi için ne şe­kilde te’lîf edileceğinden, ikinci kısmında ise, nağmelerin arasına giren zamanların durumlarından yani her nağmenin uzunluk ve kısalık bakımından ölçülerinden söz edilir"56.

Dr. Suphi Ezgi, nıûsikîyi:’’Seslerin hal ve keyfiyetlerinden ve onların terekkübâtı olan makamlarla lahinlerin ölçüldüğü îka’dan bahis bir ilm-u san’attır."57 diye tarif etmektedir.

Mûsikî, başka bir tarifte; "Ses üzerine kurulmuş bir sanat ve güzel sanatların en mühimi ve en güçlülerinden biri." olarak izah edilmiştir58.

Jean Jacques Rousseau (1712-1778): "Mûsikî, sesleri kulağa hoş gelecek şekilde uyarlamak sanatıdır.” diyor. Kant (1724-1804):"Bır sıra hoş duygulan seslerle ifade­lendirmek sanatıdır." diye tarif etmektedir59.

Mûsikî kelimesi İtalyanca, İspanyolca ve İngilizce’de "Music", Fransızca’da "Musique", Almanca’da "Musik" şeklinde yazılmaktadır.

MUSIKAR ( ): Mûsikî kelimesinin, bu kelimenin bozulmasından meyda­

na geldiği söylenmektedir.

Şirvânî: "Mûsikar, bir müzik âletinin adı veya şarkı söyleyene verilen addır"60 de­mektedir. Kâzım Uz ise: "Adı anonim bir edvâr-ı ilm-i mûsikîde geçen makam." di­ye tanımlamaktadır61

Başka bir tarifte ise: "Eski Arap Mûsikî’sinde tegannî eden sanatkâra verilen ad­lardan biri ve Türk Mûsikîsinde nefesli bir saz." olarak tarif edilmiştir62.

MUTRIB ( VjUI ): Bu kelimenin kökü "Tarabe = " dir, ferah ve hüzün

ifade etmektedir63. Itrâb eden, çalgı çalan, çalgıcı, şarkıcı ve şarkı okuyan anlamlan- na gelmektedir64. Başka bir tarifte ise, "bestekârlara ve mûsikîşinaslara verilen ad­dır"65 diye tarif edilmiştir.

Mutrıb, saz, sâzende ve hanende topluluğu anlamında olup, klâsik şiirde çok geç­mektedir. Türk Mûsikîsi’ndeki özel anlamı ise, Mevlevihâneler’de âyin-i şerif icrâsı sırasında, okuyan ve çalan dervişlerin hey’et-i umûmiyesine verilen addır. Mutrıba, mutrıb kelimesinin dişil’i (müennesi) olup, Arap Mûsikîsi’nde kadın ses sanatkârı, şantöz ve muganniye anlamına gelmektedir. Mutrıb, Türk Mûsikîsi’nde, zamanımıza örneği gelmeyen eski bir mürekkep makam olarak da tarif edilmiştir66

MAKAM ( fUll ) : Yer, mahal, mevki; mûsikîde bilim terimi olarak, aşk, ezgi­nin durağı, başka bir deyişle ezginin dayandığı tek perde için kullanılmıştır. Bir şeyin durduğu ya da kaldığı yer, duruş yeri, belirli yer, bir konuyla ilgili yer, bir yazı için­de belirli yer, durma, durma süresi, bulunma, bir yerde oturma, toplumsal mevki, ma­kam, rütbe, bir şeyin saygınlığı anlamlanna gelmektedir67.

Bir durak ile bir güçlüntin etrafında, onlara bağlı olarak bıraraya gelmiş sesle­rin umûm-ı hey’eti. Makam kelimesi "mode" ve "tonalite" mefhumlarının her ikisi­ni de içine almaktadır. Fakat, genellikle "tonalite" karşılığı olarak kullanılmakta­dır68.

ÂVÂZE ( ,jijJ ) : Âvâze, sadâ anlamındadır. XIII.-XVI. yüzyıl yazarların gö­re makamların ayrıldığı dört türden biridir. Urmiyeli Safiyyu’d-Dîn (ö.693/1294) ve Hızır b. Abdullah (XV.yüzyılın ilk yansı) 6 âvâze (l.Geveşt 2. Gerdaniye 3. Nevruz

4. Selmek 5. Mâye 6. Şehnaz), Kırşehirli Yusuf (XV.yüzyıl başı) ve Ladikli Meh- med ise (XV. yüzyıl sonu) öncekilerin 6’sına bir de Hisar’ı katarak 7 âvâze sayar­lar69.

Âvâz: "Eski mûsikî nazariyat kitaplarında, makamların sınıflandırılması için kul­lanılan terim."70 olarak da tarif edilmiştir.

ŞU’BE ( mi ): XIX. yüzyıldan beri tümüne "makam" denilen kuralların belli bir takımına, XV. ve XVI. yüzyıllarda verilen addır. Sayılan kimi edvârda (mesela Kırşehirli Yusuf’ta) 4, kiminde ise (mesela Sultan Mehmed için yazılan edvârda) 24 olarak ayrılmıştır71.

Türk Mûsikîsi’nde, eski nazariyat kitaplanna göre, makamlann sınıflandınl ma­sında kullanılan bir terim: 6 âvâz’dan elde edilen ve sayıları 24 olan 2. derecede ma­kamlara denilmektedir72.

TERKÎB (>r-Şdİ ): "Bir kaç makamdan oluşan makama denür. Çünkü makam- ı mezkûr, çargâh, büzürk, mâye, pençgâh, rehavî73, nühüft, uzzâl makamlarının yek­diğerini müteakiben icrâ edilmesiyle hasıl olacağından, bu gibi, bir iki makamdan mürekkeb olan makâmâta terkîb tabir olunur"74.

İKA’ ( £li! ): Türk Mûsikîsinde usûl kalıplanna verilen bir isim ve nazariyat kitaplarında geçen bir terimdir. "Usûl" yerine bu kelimeyi kullanmak yanlış olduğu halde, bu hata hâlâ yapılmaktadır75.

Safiyyu’d-Dîn’in Arapça olarak yazmış olduğu ve Sultan II.Murad’ın emriyle Ah- medoğlu Şiikrullah’ın tercüme ettiği bir Edvâr’da: Nağmenin birbirine muvafık veya muhalif olmasına te’lîfve nağme arasında bulunan zamana da îku’ denildiğini ve bir nağmede hasıl olacak mülâyemet ve münâfereti anlamanın îka’ ile hasıl olduğunu açıklamaktadır76.

MÜLÂYİM ( r.5L ) VE MÜTENÂFİR ( ) : Kulağa hoş gelen hece

ve kelimelerin meydana getirdiği sesler mülâyim; kulağa hoş gelmeyen hece ve kelimelerin meydana getirdiği sese de mütenâfir denir77.

BU’D ( :uJ| ): "Âlât-ı mûsikiyyenin perdelerini vukua getiren tel veya kirişle­rin boyuna denür kı, buna fâsıla dahi denür."78 Arapça’da uzaklık, aralık anlamlarına gelmektedir.

BAKIYYE ( ijyı ) : "Artık, artmış, arta kalan", Türk Mûsikîsinde 4 komalık aralığa verilen ad, bûselik (si) - çargâh (do), mahur (fa diyez) - gerdâniye (sol), dü- gâh (la) - kürdî (si bemol) gibi79.

MÜCENNEB ( ): Arapça’da yan, taraf anlamlarına gelen "cenb" kelime­sinden doğmuştur. Eski nazariyat kitaplarının başlıca konularından biri olan, muh­telif sazlardaki perde bağlarının yerlerinin tesbiti sırasında, işaret parmağı ile veya orta parmakla basılan perdelerin hemen yanıbaşlarında yer alan ve yine aynı par­maklarla basılabilen diğer perdelerin adlandırılmasında kullanılmış bir tabirdir. Me­selâ, işaret parmağıyla basılan asıl perdenin yakınında bulunan ve bu parmağın bas­kı sahasına giren komşu perdeye Mücennehu ’s-Sebbûbe, orta parmakla basılan ay­nı tür perdeye ise Mücennebu’l-Vustû adı verilmiştir80. Mücenneb, tanînîden küçük, bakıyye’den büyük iki aralığın da ortak adıdır. Bunlardan biri küçükçe büyük ikili (182 cent81 )’dir ve Büyük Mücenneb (Mücenneb-i Kebîr) adı ile anılır. Öteki bü­yükçe küçük ikili (112 cent) olup, Küçük Mücenneb (Mücenneb-i Sağîr) diye bili­nir82.

TANÎNÎ () : Türk Mûsikîsinde 9 koma83 değerindeki aralığa verilen addır ki, Batı Mûsikîsı’nin tabii dizisindeki iki çeşit aralıktan büyüğüne tekabül eder84. Ta- nînî’ye büyükçe büyük ikili (204 cent) adı verilir. Aralığın nağmelerinin sinek vızıl­tısına benzemesi nedeniyle bu ad verilmiştir. Nisbeti 9/8’dir85.

ZÜ’L-ERBA’ (¿o%j): Buna Ellez.î bi’l-ErbıC da denilmektedir. Tam dörtlü ara­lığı demektir. Dört ses ve üç aralıktan oluşmaktadır.

ZÜ’L-HAMS ( o—J-lj ): Buna Ellezî bi’l-Hams da denilir. Beşli aralık demektir. Beş ses ve dört aralıktan oluşmaktadır.

ZÜ’L-KÜLL ( JSUlji ): Buna Ellezî bi’l-Küll de denilir. Tam sekizli aralığı de­mektir. Sekiz ses ve yedi aralıktan oluşmaktadır.

DÂYİRE (irili - Sjîli): Daire şeklinde de yazılır. Çoğulu Edvîır gelir. Eski mûsikî nazariyatı kitaplarına verilen bir ad olup, şarklıların Arapça, Farsça ve Türkçe te’lif ettikleri mûsikî kitaplarında ve mecmualarında, makamlar ve usûller daire şeklindeki şemalarda gösterilmek âdet olduğundan, edvâr ismini almıştır86

VETED ( jîjJI ): Arapça’da sabitleştirmek veya direk (kazık) anlamına gel­mektedir87. Aruz’da ise Uç harften meydana gelen nazm’a bu ad verilmektedir88. Bu­nun da çeşitleri vardır:

Veted-i mecmu’: İki harekeli harfle bir sâkin (harekesiz) harften ibaret olan keli­me; "faûl, benim, senin..." gibi kelimelere denilmektedir.

Veted-i mefrûk: İki harekeli harfin arasında bulunan bir sâkin harften ibaret olan kelime; "fâle, kâne..." gibi kelimelerdir89. XV. yüzyılda kullanılan mûsikî terimleri­nin başlıcalan bunlardır. Çok kullanılan bu terimlerle birlikte bazı kelime ve terimle­rin de burada lügatçe olarak zikredilmesinin yararlı olacağı kanaatindeyiz.

XV. Yüzyılda Türk Mûsikîsi Kaynaklarında Geçen Bazı Arapça Kelime ve

Terimler için Lügatçe.

(…………..)

2- XV. Yüzyılda Türk Mûsikîsinde Nota ve Ses Sistemi

Bu yüzyılda Türk-Islâm Mûsikîsinde kullanılan nota sistemi, ebced adı verilen bir çeşit harf notasıdır. Ebced notası, alfabetik ve seslerin harflerle gösterildiği bir sis­temdir. Aslında bir tane değil, bir çok ebced notası vardır, fakat biz bunların teferru­atına girmek istemiyoruz.

IX. yüzyılda Kindî, bir ebced notası kullanmıştır. Buna rağmen, Arapların Kin­di’den önce de nota kullandıkları ihtimali vardır. Onun, Arap dışı medeniyetlere de açık bir ilim adamı olması sebebiyle, Yunan alfabe notasından esinlenerek, Arap harfleriyle bir ebced notası yaptığı söylenmektedir. Kindî’den sonra X. yüzyılın ilk yansında, Fârâbî ebced notasını kullanmıştır. Nota yazısı konusunda karşılıklı tesir­ler düşünülebilir. Türk bilginleri ebced notasını geliştirmiştir. XIII-XV. yüzyıllarda Türk Mûsikîsi nazariyatçıları, eserlerinde bu notayı kullanmıştır90.

Fârâbî (Ö.950 M.), Şark Mûsikîsinin ilk büyük iistâdı olarak kendini göstermiştir. Ibn Sînâ (Ö.1037), Ibn Zâila (Ö.1048), el-Mesûdî (Ö.957 ?), Ebu’l-Ferec el-lsfahânî (Ö.967 M.) ve îhvân-ı Safâ’nın risâleleriyle (X. yüzyıl) bu çalışmalar daha da geliş­miş, Islâm Müziği fiziksel esaslara tam olarak yerleştirilmeye çalışılmış ve bilimsel bir kimlik kazanma safhasına gelinmiştir. Mîlâdî XIII. yüzyılın sonlarına doğru ise, Ortadoğu’nun Zarlinos’u kabul edilen Safiyyu’d-Dîn el-Urmevî (Ö.1294 M.)’nin iki kitabı, kısa adlanyla Şerefiye’si ve el-Edvûr’ı, Islâm Müziği teorisine en parlak döne­mi yaşatmıştır91.

Ortaçağ Türk-Islâm mûsikî bilginlerinin kullandıkları ebced notasında, Arap harf­lerinden her biri ve bir harf grubu, bir sese tekabül etmektedir. Seslerin uzunluklan, harflerin altına konan rakamlarla gösterilmektedir.

Bu yüzyılda Türk-Islâm Mûsikîsinde kullanılan ses sistemi, 17 aralıklı ses siste­midir. ZiiIkiill denilen bir oktav, tüm eski teori kitaplarında 17 eşit olmayan parçaya ayrılır. Başka bir deyimle, bir sekizli 18 ses ihtivâ eder. Bu perdelerin elde edilmesi metodu, dikkatle incelenecek olursa, bu sistemin, daha önce mevcut bulunan sesler­den bir sistem haline getirildiği, yoksa seslerin, sistemin bir sonucu olarak ortaya atıl­madığı açıkça görülür92.

Perdelerin, mutlak-ı veter (Ud’da, telin üzerine parmak basmaksızın açık hali) de­nilen hayâlî bir tel üzerinde taksîmatı şöyledir: Telin, ud’da küçük eşik tarafında olan kısmına burun taral ı (………) denir ve buraya elif ( ] =A) işareti verilir. Büyük eşik tarafına da tarak tarafı (-kili <J) denir ve buraya da mim ( f =M) işareti verilir. Tel böyle açık vaziyetleyken Yegâh93 sesine akortlu olarak kabul edilir ve kü­çük eşik tarafından, büyük eşiğe doğru harflendirme işlemine başlanır. Bundan sonra A-M telinde şu işlemler yapılır:

1- A-M telinin tam orta noktasına YH işareti konur, burası Nevâ perdesidir, ora­nı 2/1’dir.

2- A-M teli üç kısma bölünür, A’dan sonra gelen ilk noktaya YA işareti konur, burası Dügâh perdesidir, oranı 3/2’dir.

3- A-M teli dört kısma bölünür, A’dan sonraki ilk noktaya H işareti konur, bu­rası Rast perdesidir, oranı 4/3’tür.

4- H-M teli dört kısma bölünür, H’dan sonra ilk noktaya Yh işareti konur, bura­sı Çargâh perdesidir, oranı 16/9’dur.

5- A-M teli dokuz kısma bölünür, A’dan sonraki ilk noktaya D işareti konur, bu­rası Hüseyni Aşirân perdesidir, oranı 9/8’dir.

6- D-M teli dokuz kısma bölünür, D’den sonraki ilk noktaya Z işareti konur, bu­rası Geveşt’tir, oram 81/64’tür.

7- H-M teli sekiz kısma bölünür, parçalardan biri, bölünen bu kısma pes taraf­tan eklenir, bulunan noktaya h işareti konur, burası Acem Aşirân’dır, oranı 32/27’dir.

8- hM teli sekiz kısma bölünür, parçalardan biri, bölünen kısma pes taraftan ek­lenir, bulunan noktaya B işareti verilir, burası Kaba Nîm Hisar’dır, oram 256/243’tür.

9- B-M teli üç kısma bölünür, B’den sonraki ilk noktaya YB işareti konur, bu­rası Kürdî’dir, oranı 128/8l’dir.

10- B-M teli dört kısma bölünür, B’den sonraki ilk noktaya T işareti konur, bu­rası Nîm Zirgüle’dir, oranı 1024/729’dur.

11- T-M teli dört kısma bölünür, T’den sonraki ilk noktaya YV işareti konur, bu­rası Nîm Hicâz’dır, oranı 4096/2187’dir.

12- YV-M teli iki kısma bölünür, parçalardan biri, bölünen kısma pes taraftan ilâ­ve edilir, bulunan noktaya V işareti konur, burası Irak’tır, oranı 9192/6561 ’dir.

13- V-M teli sekiz kısma bölünür, parçalardan biri, bölünen kısma pes taraftan ilâve edilir, bulunan noktaya C işareti verilir, burası Kaba Dik Hisar’dır, oranı 65536/59049’dur.

14- C-M teli dört kısma bölünür, C’den sonra ilk noktaya Y işareti konur, burası Dik Zirgüle’dir, oranı 262114/177147’dir.

15- Y-M teli dört kısma bölünür, Y’den sonraki ilk noktaya YZ işareti konur, bu­rası Dik Hicâz’dır, oranı 1048576/531441’dir.

16- V-M teli dört kısma bölünür, V’den sonraki ilk noktaya YC işareti verilir, bu­rası Segâh’tır, oranı 32768/19683’tür.

17- D-M teli üç kısma bölünür, D’den sonraki ilk noktaya YD işareti konur, bu­rası Bûselik’tir, oranı 27/16’dır.

Birinci oktavdaki sesler bu şekilde tesbit edildikten sonra YH noktasından M’ye doğru uzayan tel üzerinde ikinci oktavı oluşturan sesler de aynı bu sistemle gerçek­leştirilir ve LH’ye gelindiğinde iki oktav ses tamamlanmış olur, ikinci oktavdaki ses­lerin temsil ettikleri perdeler ve rumuzları şöyledir:

Nevâ

(YH)

C-

Nîm Hisar

(YT)

Dik Hisar

(K)

s

Hüseynî

(KA)

ıs

Acem

(KB)

Eve

(KC)

Mâhûr

(KD)

jS

Gerdâniye

(Kh)

Nîm Şehnâz

(KV)

Dik Şehnâz

(KZ)

Muhayyer

(KH)

c*

Sünbüle

(KT)

¿J"

Tiz Segâh

(L)

J

Tiz Bûselik

(LA)

V

Tiz Çargâh

(LB)

sJ

Tiz Nîm Hicâz

(LC)

4

Tiz Dik Hicâz

(LD)

Jj

Tiz Nevâ

(Lh)

(……….)

Bir sekızli’deki 17 aralık sistemi, Sistemci Okul’un kurucusu olarak kabul edilen Safıyyu’d-Dîn’in sistemidir. Ondan sonra gelen Kudbu’d-Dîn Şîrâzî (1236-1311 M.), Muhammed b. Mahmud el-Âmilî (XIV. yüzyıl), Ladikli Mehmed Çelebi gibi sistem­ci okul mensuplarınca daha da geliştirilmiştir. Merâğâlı Abdulkadir de, bu teoriye en büyük katkıyı yapanların başında gelmektedir95. Fethullah Şirvânî de aynı sistemci okulun bir mensubudur.

3- XV. Yüzyılda Türk Mûsikîsinde Makamlar

Bu yüzyılda, makamların sınıflandırılması konusunda, bir çok görüşler olmuş ve değişik uygulamalar yapılmıştır. Makamlar, XIV. XV ve XVI. yüzyıllarda önemleri­ne ve teknik özelliklerine göre dört gruba ayrılmış, makam, âvâze, şu’be ve terkîb te­rimleriyle nitelendirilmiştir. Önce âvâze ve şu’be sınıflan ve bunlardan sonra da ter­kîb kaybolmuştur. Eğer kurallan kullanılmadan unutulmuşsa, bunlar, diğer sınıflara dahil edilmiş ve böylece bütün sınıflar için sadece makam adı kullanılmıştır96. Bu­gün, aynı anlama gelen söz konusu dört terimi kısaca açıklayalım.

MAKAM: Makam kelimesinin anlamı, yer, mahal, mevki, mûsikîde bilim terimi olarak aşk, ezginin durağı, başka bir deyişle ezginin dayandığı tek perde için ad ola­rak kullanılmıştır. Bir şeyin durduğu ya da kaldığı yer, duruş yeri, belirli yer, durma, durma süresi, bir yerde oturma, toplumsal mevki, makam rütbe ve bir şeyin saygınlı­ğı anlamlanna gelmektedir. Türk perde adlan, aynı zamanda makam adları olarak da kullanılmış ve halen de kullanılmaktadır. Arapça perde adları da, ud’un telleri üzerin­deki ses perdelerinin adından başka bir şey olmadığı ve bunlann Türk kültür alanın­da, sadece XV. yüzyılın sonuna kadar nazariyat kitaplannda geçtiği bilinmektedir. Bunun da, yine Türk perde adlarıyla ilişkili olduğu söylenmektedir. Arapça perde ad­larının ve bazı perdelerde "gâh" takılarının kullanıldığı da görülmektedir97.

Makam, belirli bir veya birkaç ses dizisi üzerinde belirli bir gidiş (seyir) sesin ha­reketidir. Bazı edvâr kitaplannda makam; "Bir takım şart-ı mahsus tahtında mazbut olup, silsile-i esvât-ı mûsikîyenin bir kısmı mahdudunda icrâ edilen nağamât-ı muay- yeneye denir" cümlesiyle tanımlanmaktadır98. Şirvânî ise, icrâcılar (erbâbu’l- amel)’ın, bu yüzyılda meşhur olan edvâr’a "makam", "perde" ve "kûşe" dediklerini- söylemektedir. Meselâ, Rast, Hicâz, Rast dörtlüsüyle Hicâz beşlisinden meydana ge­len Zengüle gibi edvâr’a makam denildiğini belirtmektedir99.

Kırşehirli Yusuf Risûle-i Mûsikî adlı edvânnda (XV. yüzyıl başı) geçen makam adlarını şöyle kaydetmektedir:

Makamların aslı onikidir. Yedi âvâze, dört şu’be ve geriye kalanı terkîblerdir. Oniki makamın evveli Rast’tır. Diğerleri Irak, Isfahan, Zirefkend-i Kûçek, Büzürk, Zirgüle, Rehâvî, Hüseyni, Hicâz, Buselik, Nevâ ve Uşşak’tırl()n.

ÂVÂZE ( {jijî ):"Sadâ" anlamındadır. XIII-XVI. yüzyıl yazarlarına göre ma­kamların ayrıldığı dört türden birisidir.

Âvâzeler tam bir dizi değildir, ikinci derecede dizi sayılırlar, ancak özel adla­rı vardır. Bunlar genellikle makam dizileriyle birleştirilirler101. Safiyyu’d-Dîn ve Hızır b. Abdullah’a göre 6 âvâze vardır. Bunlar: Geveşt, Gerdâniye, Nevruz, Sel- mek, Mâye ve Şehnâz’dır. Ladikli Mehmed Çelebi XV. yüzyılda bunlara Hisar’ı da katarak 7 âvâze saymıştır. Âvâzların Nevrûz’una Nevrûz’l-Asl denilmekte­dir102.

ŞU’BE ( ): XIX. yüzyıldan itibaren tümüne makam denilen kuralların bir

kısmına, XV. ve XVI. yüzyıllarda verilen addır. Sayılan Kırşehirli Yusuf ta 4 tane­dir: 1-Yegâh, 2-Dügâh, 3-Segâh, 4-Çargâh’tır.

Şu’beler, tam ve bağımsız diziler değildir. Bazısı özellik taşımayan bir dizi şek­linde görünürken, bazısı da iki sesten meydana gelmiştir. 24 şu’be, ana dizilerin, di­ğer bir deyişle makamların işlenmesine yaramaktadır. Şu’beler, eklendikleri maka­mın dizisini uzatarak zenginleşmesini sağlamak amacıyla kullanılır103.

Şu’belerin sayısı Abdulkadir Merâğî’de 24 olarak belirtilmektedir: 1-Dügâh, 2- Segâh, 3-Çargâh, 4-Pençgâh, 5-Aşirân, 6-Nevrûz-u Arap, 7-Mâhûr, 8-Beyâtî, 9-Nev- rûz-u Beyâti, 10-Hisar, 11-Nühüft, 12-Uzzâl, 13-Eviç, 14-Nikriz, 15-Müberka’, 16- Rekb, 17-Sabâ,’ 18-Hümâyun, 19-Zavil, 20-Isfahanek, 21-Bestenigâr, 22-Hûzî, 23- Nihâvend, 24-Muhayyer’dir104.

TERKÎB VE MÜREKKEB: Bazı edvâr’a özel bir isim verilmemiş ve bir kaç edvar’dan meydana gelen makama da bu ad verilmiştir. Meselâ, ikinci tabakanın kı­sımlarından yedinci’nin, birinci kısımlardan altıncı’ya eklenmesiyle oluşan teferruat­lı daireler gibi105. Bazılan Mürekkebât’ın, şed ve âvâzelerin dışında kalan devirler ol­duğunu ve bunlara Safiyyu’d-Dîn tarafından özel bir ad verilmemişken, daha sonra­ki dönemlerde adlandınldıklarını söylemektedir106.

Makam, Âvâze, Şu’be ve Terkîblerin tasnifinde nazariyatçılar arasında farklılık­lar vardır. Bazılarının Şu’be olarak kabul ettiğini, diğerleri Terkîb olarak kabul et­mektedir. Meselâ Abdıılkadir Merâğî Nihâvend, Zavil ve Nikriz’i Şu’belerden sayar­ken, Kırşehirli Yusuf bunları Terkiblerden kabul etmektedir. Kırşehirli, ihtilaflı olan edvânn haricinde, şunları Terkîblerden saymaktadır:

Pençgâh, Beste Isfahan, Zirkeşîde, Aşirân, Bahr-ı Nâzik, Hisarek, Türki-Hicâz, Hicâz-ı Muhalif, Rahatü’l-Ervâh, Nevâ-Aşirân, Zemzeme, Nevrûz-i Rûmî, Sazkâr, Nihâvend-i Rûmî, Nişaburek, Vech-i Hüseynî, Karciğâr, Rûy-i Irak, Müstear, Nigâr, Gerdâniye-i Nigâr, Gerdâniye Bûselik, Sipihr, Hüseyni-Acem, Büzürk-i Muhalif, Ni- gâr-ı Nik, Segâh-ı Mâye, Terkîb-i Sabâ, Nevrûz-i Acem, Çargâh-ı Acem, Uzzâl-ı Acem, Acem-i Rast, Sebz, Sebz-i Ender ve Âğâz-ı Zenbûr.

Bugün hepsine makam adı verilen bu nağmeler, 17’li aralığa göre transpoze icrâ edilerek yaklaşık 160 makam meydana getirilmektedir.

Mûsikî ile ilgili kaynaklarda 550’den fazla makam ismi zikredilmesine rağmen, bu makamlardan kullanılanları, hiç bir çağda 100’ü pek aşmamıştır107. Bugün ise bunlardan 160 kadarı hakkında kaynaklarda bilgi verilmekte ve ancak 50 kadarı da kullanılmaktadır.

4- XV. Yüzyılda Türk Mûsikîsinde Usûller

Klâsik nazariyat kitaplarında îka’ veya başka bir deyişle ritm konusu, teorinin son bölümünü oluşturmaktadır. Bu dönemdeki mûsikî üstadlan, eserlerinde îka’ın tarifinden başlayarak, önce onun direklerini ( jj^ji ) ve sonra diğer unsurlarını ve bunların birbirleriyle yaptıkları bileşimleri, kısaca, o dönemin edvâr’ını (usûllerini) anlatırlar.

Bu yüzyılda ve daha önceki yüzyıllarda kaleme alınmış olan nazariyat kitapların­daki usûllerin, daire şeklinde gösterilmesi âdet olduğundan, bu dâirelere, şayet ed- vâr’dan maksat makam ise Edvûru’l-Luhtıî, eğer bundan usûl kastediliyorsa Edva­ra ’l-Ikcı 7 deniliyordu.

Bu devirdeki mûsikî nazariyatı ile ilgili kitaplarda, usûller tarif edilirken kulla­nılan îka’ direkleri, bunların prozodik karşılıkları, zaman değerleri ve örnekleri şöyledir:

ika’ Direkleri

Sebeb-i hafîf Sebeb-ı sakîl Veted-i mecmu’ Veted-i mefrûk Fâsıla-i sıığra Fâsıla-i kiibrâ

Prozodik Karşılığı

ten te-ne te-nen tâ-ni

te-ııe-nen

te-ııe-ne-nen

Zaman Değeri

Bir dörtlük İki sekizlik

Bir sekizlik ve bir dörtlük Bir dörtlük ve bir sekizlik İki sekizlik ve bir dörtlük Üç sekizlik ve bir dörtlük

Örnek Kelime

lem

ere

meğer

nâle

cebelen

semeketen1,)!t.

Bugün kullanmakta olduğumuz usûllerdeki "düm-tek" sözlerinin, yukarıdaki ten- tenenen’lerin sonradan bu hale dönüşmesiyle meydana geldiği ve bu işlemin de Fatih zamanında yapıldığı söylenmektedir. Eski şekliyle bu usûllerin, sağ ve sol elin par­maklarıyla hesap edilerek vurulduğu nakledilmektedir109.

5- XV. Yüzyılda Türk Mûsikîsi Nazariyat Kitaplarındaki Diğer Konular

XV. yüzyılda kaleme alınan mûsikî nazariyat kitaplarında, nazarî bilgilerin yanın­da, enstrümanlar (özellikle ud)’la ilgili bilgiler, ud’da parmak basılacak yerler (desâ- tîn) ve ud’un telleri hakkında bilgilerle, Fisagor (Pythagore)’un sesler arasındaki mü­nasebetlerle ilgili hesaplamalarına ait bilgiler, makamların transpozisyon olarak icrâ edilmelerini yani başka perdelere nakledilerek uygulanışlarını gösteren tablolar, şa­hıslara ve vakitlere göre makamların tesirleri, makamların icrâ edileceği vakitler, mû­sikî ilmini îcad edenlerin, bu ilmi ortaya koymalarındaki amaçlan gibi bazı ilâve bil­giler de, bu yüzyılda kaleme alman kitaplarda zikredilmektedir.

Sonuç

Türk Mûsikîsinin köklü bir mazisi vardır. Tarih içerisinde çeşitli dönemlerinde, prensip ve kaideleri az veya çok değişikliğe uğrasa da ana esaslardan bir şey kaybetme­den tekâmüle doğru bir periyod izlemektedir. II. Murad ve oğlu Fatih dönemlerindeki mûsikî nazariyatına ait vermiş olduğumuz bu bilgiler, her ne kadar bugünkü kullanığı- mız ses sisteminden farklı olsa da mûsikî kültürümüzün temelini oluşturmaktadır.

Safiyyu’d-Dîn’den sonra Türk Mûsikîsi Nazariyatı üzerinde çalışma yapan Abdul- kadir Merâğî, Ladikli Mehmed Çelebi, Fethullah Şirvânî ve II.Murad ve Fatih dönem­lerinde yaşamış olan olan Bedri Dilşad ve Ahmedoğlu Şükrullah gibi, sayılı kişiler var­dır. Bunlar arasında, mûsikî nazariyatımıza, gerek makam, gerek usûl ve gerekse icrâ ve sazlar bakımından katkıda bulunan Abdulkadir Merâğî gibi mûsikî üstadlan bulun­duğu gibi, önceki üstadlann bıraktıkları eserleri daha güzel bir biçimde tasnif ederek, içeriği açısından kapsamlı eserler ortaya koymaya çalışan müellifler de olmuştur.

Türk Mûsikîsinde bir sekizli’de 24 eşit olmayan aralığın ortaya koyulmasında esas olarak alınan ve yukardaki müelliflere ait olan temel eserlerin, mükemmel bir şe­kilde incelenmesi, Türk Mûsikîsi’nin çeşitli bıranşlarında çalışan icracı ve okuyucu­lar arasındaki bazı ihtilafların kaldırılması açısından yararlı olacağı kanaatindeyiz.

XV. yüzyılda Türk Mûsikîsi’ndekı ses sistemi,17 aralıklı ses sistemidir. Bu sis­tem, Safiyyu’d-Dîn’in ortaya koyduğu ve geliştirdiği bir sistem olarak bilinmektedir. Aslında, bir sekiz’li içinde 17 bölge aralığına dayanan bu mûsikî sistemi, en az bin yıllık mûsikî geleneğimizdir110. Türk Mûsikîsini ve ses sistemini, Türk Milletinin kendine özgü bir mûsikî zevki olarak değerlendirmemiz gerekir kanaatindeyiz. Tam anlamıyla ölçülüp tartılmadan, fayda ve zararları görüşülmeden, bu alanda diğer mil­letlerle bir standarda gitmenin, kendi kültürümüz açısından faydadan çok zarar geti­receği düşünülmektedir111. işte, bu konunun değerlendirilmesi, yine öncekilerin bı­raktıkları eserlerin ve onlardaki bilgilerin iyi tetkik edilmesini gerektirmektedir.

Cumhuriyet döneminde Türk Mûsikîsinin, gerek ses sisteminde ve gerekse diğer nazariyat konularında, yenilik çabası ve çalışmaları içinde bulunan ve bunun için gayret eden Dr. Suphi Ezgi, Rauf Yekta ve Hüseyin Sadettin Arel gibi mûsikî bilgin­leri, adı geçen temel kaynaklara dayanarak ve onlardan istifade ederek bugünkü Türk Mûsikîsi Nazariyatı’nı ve ses sistemini ortaya koymuşlardır. Bu nazariyatı ve ses sis­temini yerli ve yabancı bir çok müzisyenin tenkit etmesine rağmen, bizde şimdilik bundan daha mükemmelim ortaya koyan da olmamıştır. Aslında, bunların ortaya koy­dukları sistem, yabancı olduğumuz bir sistem değil, uygulama alanında zaten var olan bir sistemdir ki, ilerde geleceği üzere, bu sistem temel itibariyle şeyh Mahbûb’un 910/1504 tarihlerinde el-Matla112 adlı eserinde zikretmiş olduğu düzenin ta kendisi­dir. Mevcut teoriden daha iyisini ortaya koyma çabası içinde olanların, klâsik kaynak­lardan ve belli bir dönemin mûsikî kültürünü yansıtan temel eserlerden yararlanması kaçınılmazdır. Türk Mûsikîsinde bir sekizli’nin 24 eşit olmayan aralığa bölünmesinin ilmî sebebi açıklanırken bunun, makamlarımızı meydana getiren dörtlü ve beşlilerin durumundan kaynaklandığı söylenmektedir113.

El-MatkC adlı eserde, yukarıdaki bilgilerin bulunduğu sayfalardan sekiz-on sayfa önce, aynı kitaptaki bir cetvelde 25 nağme açıklanmış ve adları kaydedilmiştir. Dr. Suphi Ezgi, bu eserin te’lîf tarihini (910/1504) gözönünde bulundurarak, bir sekiz- li’deki 24 eşit olmayan aralıkla ilgili bu taksimatın, günümüzden yaklaşık olarak 800- 900 yıl önce ilmen bilindiğini ve bunun bir mûsikî âlimi tarafından keşfedildiği ko­nusundaki kanaatini ortaya koymaktadır114.

İşte, bütün bunlar bize şunu gösteriyor ki, mûsikî sanatıyla ilgili bütün bilgileri, sıradan kitaplarda bulmamız mümkün değildir. Klâsik kaynaklan inceledikçe, mûsi­kîmizle ilgili önemli birçok bilgilerin ortaya çıkacağı ihtimali gözden uzak tutulma­malıdır.

*Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Araştırına Görevlisi.

1 İsmail Hakkı Özkan, Türk Mûsikîsi Nazariyatı ve Usûlleri, Ötuken Yay , İstanbul, 19X7. s. 20.

2 Ozkan, a.g.e., s. 20-21

3 H. Sadettin Arel, Türk Mûsikisi Kimindir, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, No: X65, Kültür Eser­leri Dizisi: 112, Ankara, 1988. Arel, bu eserinde Türk Mûsikîsinin Iran, Arap, Eski Yunan ve Bızans- tan alma olduğunu iddia edenlerin yanıldıklarını isbat etmek için, adı geçen medeniyetlerin mûsikîleri­ni tek tek ele almış, bu müziklerin ses yapısıyla Türk Mûsikîsi arasındaki farkları genişçe anlatmış ve onların dayanağı olmayan iddialarını boşa çıkarmıştır.

4 Ozkan, a g e., s 20, 25

5 Yılma/ Öz.tuna, Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, 11/39, MEB, İstanbul, 1969.

6 Hızır b Abdullah’ın Mûsikî Edvûn adını taşıyan eserinin bir nüshası, Topkapı Sarayı Revân Koşku yazmaları arasında no: 1728’de bulunmakta ve 845/1441 tarihini taşımaktadır. Diğer bir nüshası da, Berlin Kütüphanesinde bulunmaktadır. Bu eserin bir kopyası Arel Kütüphanesinde, diğer bir kopyası da Ankara-Cebecı İl Kütüphanesinde (T Y 133’de) bulunmaktadır. Eserin mukaddimesindeki fihriste gore, 48 taşıldan ibaret olduğu ya/ılmıştır

7 Mustafa Cahit Atasoy, Türk Mûsikîsi Tarihi Ders Notlan, İTU Turk Müziği Devlet Konservatuvarı, 1993, s. 7.

8 Atasoy, Türk Mûsikîsi Tarihi Ders Notlan, s. 7

9 Ladıklı Mehmed Çelebi nin el-Fethıyye adlı eserinin şerh ve tahkikini yapan Hâşim Muhammed er-Re- eeb, müellifin bu eserini Sultan II.Bayez.id’e takdim ettiğini söylemektedir. Bkz. er-Risâletu’l-Fethiy- ye, Kuveyt 1986, s. 7. Bazı kaynaklarda ise, müellifin, bu eserini Fatih Sultan Mehmed için kaleme al­dığı söylenmektedir. Bkz Oztuna, TMA, 11/20. Kanaatimizce, II.Murad’ın şehzâdeliği ile torunu II.Ba- yezıd arasında çokça bir zaman dilimi vardır ki, müellifin, bu eserini Fatih’e veya II. Bayezıd’e takdim etmiş olabileceği ihtimali daha kuvvetli görünmektedir.

10 Atasoy, Türk Mûsikîsi Tarihi Ders Notları, s. 9.

11 Mahmut Karakaş; Müsbet llınıtle Müslüman Âlimler, Kultıir Bakanlığı Yay., No 1289, Ankara, 1991, s. 476.

12 Karakaş, a g.e , aynı yer

13 Murat Bardakçı, Maragalı Abdiilkudır, Pan Yay., İstanbul 1986. s. 19-21

14 Yılma/. Ö/.tuna, Abdulkadir Merâğî, Kultur ve Tuıı/nı Bakanlığı Yay , no 916, Ankara 1988, s 7-8.

15 Abdulkadir Merağî, Celâyirlileıden Hıiseyin Han’ın sarayında bir rama/an ayında her gün bir mûsikî esen bestelemek suretiyle gösterdiği kabiliyeti, tarihçiler tarafından rivâyet edilmiştir. Lavignac, V 2978 Ağı/dan ağıza intikal eden ve kâr denilen bestelerinden birçoğu buğun de ıcrâ edilmektedir Bkz. H G Farnıer, Abd al-Kadırb Gaybî al-Hâtı/. al-Marağî, Islâm Ansiklopedisi, MEB, İstanbul, 1964-1986, 1/83-84

16 Abdulkadir Merâğî, Makâsıdu’l-EHum, Nuruosmaniye, no: 3656 (250x170 mm. 25 st 105 vr).

17 Ruhi Kalender, XV Yüzyılda Mûsikî Kuramı (Nazariyatı) ve Zeynu’l-Elhân fi llmi’t-Te’lîf ve’l-Evzân, (Ladıkli Mehnıed Çelebi), Ankara, 1982 (Basılmamış Doktora Te/.ı) s. 23

18 Bardakçı, a.g e., s 148.

19 Nevbet-ı Müretteb XV. yüzyılda sa/ ve so/.lu eserlerden meydana gelen, bestelenmesinde önemli bir mûsikî bilgisi gerekli olan, Selçuklular ve daha önceki devlilerde Tüık Hükümdarlarının, saray ve ko­naklan önünde askerî mızıkalarla çalınan nevbet-ı müretteb gibi eserlerin de Abdulkadir Meıağî tara­fından yapıldığı kaydedilmektedir. Hayrı Yenigun, "Abdulkadir Meıağî", Mûsikî Mecmuası, Sayı 112, s 103

20 Kalender, XV Yüzyılda Mûsikî Kuramı, s. 24.

21 Oztuna, TMA, 1/8-9.

22 Mustafa Yeşil, "Türk Mûsikîsi için Bir Bibliyografya Denemesi’’, Mûsikî Mecmuası, Sayı: 221, s 136- 137

24 Ö/.tuna, TMA, 11/292.

25 Bu yerin nerede olduğu hususunda değişik görüşler ileıı sürülmüştür. Yılmaz Oz.tuna’ya göre Ladik, Samsun’un kazasıdır Bk/. TMA, 11/20 Ladikli’nın el-Fethiyye adlı eserinin şerh ve tahkikini yapan Hâşım Muhammed er-Receb’e gore Ladik, Şam’ın deniz sahilinde ve Humus’un kasabalanndan sayı­lan eski bir Anadolu şehridir Bkz Muhammed b Abdu’l-Hamîd el-Lâdikî, Er-Risâletu’l-Fethıyye, Şerh ve Tahkîk: Hâşim Muhammed er-Receb, Kuveyt 1986, s 7, dipnot. 1 İsmail Hakkı U/.unçarşılı ise, müellifin Denizli iline bağlı Lâdik kasabasında doğduğunu kaydetmektedir Bkz Osmanlı Tarihi, 11/600, Ankara 1949 Ladikli Mehmed Çelebı’nın Zeynu’l-Elhân fî ilmi’t-Te’lîf ve’l-Evzân adlı eseri üzerinde çalışma yapan Ruhi Kalender’ın doktora tezindeki bilgiye göre Ladik, Anadolu’da Amasya vilâyeti yakınında bir kasabanın adıdır. Kalender, bu konuda Râuf Yekta’nın ileri sürdüğü bir haberi esas alarak, müellifin Amasya’ya bağlı olan Ladik’te doğduğunu kabul etmektedir Bkz. XV Yüzyılda Mûsikî Kuramı (Nazariyatı) ve Zeynu’l-Elhân fî İlmi’t-Te’lîf ve’l-Evzân, (Basılmamış Doktora tezi), Ankara 1982, s. 60-61.

26 Felhıyye’mn şerh ve tahkikini yapan Muhammed Hâşım er-Receb, yukanda adı geçen çalışmasında (s 7’de), Ladikli Mehmed Çelebı’niıı tam ismini, "Muhyi’d-Dîn Muhammed b. Abdi’l-Hamîd el-Lâdi- kî” şeklinde kaydetmektedir.

27 Kalender, XV yüzyılda Mûsikî Kuramı , s 59.

28 Ö/tuna, TMA, 11/20. Kalender, a g.e , s 61. Fethiyye’nin Şerh ve Tahkikini yapan Haşini Muhammed er-Receb, Ladıkli’nın bu eserini Sultan II. Baye/.ıd için te’lîf ettiğini ve ona takdim ettiğini soyliıyorsa da (Bkz a g e., s 7), bu konuda Râuf Yektâ’dan naklettiği bilgilere gore yoıunı yapan Kalender’in gö­rüşünün, kaynaklara daha uygun olduğu görülmektedir. Bu eserin bir nüshasının Londra’da British Mu­séum Or: 6.629’da ve Kahire, Dâru’l-Kutub, 364’te bulunmaktadır. Bir kopyasının Çorum-lskilip Halk Kütüphanesinde no: 972’de kayıtlıdır Başka bir nüshasının da Tunus’ta Zeytuniye Cânıiî Kütüphane­sinde olduğu ve Baron d’Erlanger tarafından La Musique d’Arahe adıyla Fıansı/.ca’ya çevrilerek neş- redıldiği bilinmektedir.

29 Fethullah Şirvânî’nin Hayatı, eserleri ve mûsikî nazariyatı ile ilgili kitabı olan Mecelletun fi’l-Mûsîka hakkında daha geniş bilgi için bkz. Bayram Akdoğan, Fethullah Şirvânî ve Mecelletun fi’l-Mûsîka Ad­lı Eserinin XV yüzyıl Türk Mûsikîsi Nazariyatındaki Yeri, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 1996

30 Cemil Akpınar, "Fethullah eş-Şirvânî", DİA, XII/463 vd

31 Kâtıb Çelebi, Keşfu’z.-Zunûn, 1/39,67, MEB, İstanbul, 1972

32 Fethullah Şııvânî, Mecelletun fVl-Mûsîka, Topkapı Sarayı, III Ahmed Kısmı, no 3449 Ayrıca Bkz. Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, 11/55, MEB, İstanbul 1969

33 Sâdeddin b. Haşan Can (Sadettin Hoca), Tcttu’t-Tevârih, 11/459, Tabhâne-i Âmire, 1279, (nşr. I. Par- maksı/oğlu), İstanbul, 1979, V/95. Baba adının yanlış verilmesi hakkında ayrıca bkz. Ömer Rı/.a Keh- hâle, Mu’cemu’l-Müellıfîn, VIII/51, 54, Beyrut 1957. Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetu’l-Ârıfîn, 1/815, İstanbul 1951-1955

34 Akpınar, "Fethullah eş-Şirvânî”, DİA, XII/463

35 Isâmu’d-Dîn Ahıııed b Muştala b. Halil Taşköprîzâde (o.961/1553), eş-Şekâiku’n-Nuıııanıyye, tere. (Mehnıed) Mecdî, İstanbul, 1989, s. 15-16, 108.

36 Bk/. Fethullah Şirvânî, el-Ferâııl ve’l-Fevâıd, Topkapı Mü/esı Kıituphanesı, III.Ahıııed, no: 3294.

37 Akpınar, "Fethullah eş-Şirvânî", DİA, XII/464

38 Akpınar, a.g.e., XII/464 vd.

39 Adıvar, Osmanlı Türklerinde Ilım. 2 bsk., Maarif Matb , İstanbul, 1943, s 20

40 Şirvânî, Mecellelun fi’l-Mûsîka’mn Franktuıt’ta tıpkı basımla neşredilen nüshası, ilk sayfalar.

41 Mûsikî terimleriyle ilgili çalışmalarımın Bk /. H Sadettin Arel, "Mûsikî Terimleri", Mûsikî Mecmuası, Yıl: 1948, Sayı: X, 9, 10.

42 Terim kelimesi Fransı/ca’da "uç, son" anlamına gelen "terme" kelimesinden Türkçe’ye uydurulmuştur. Terminoloji, term (terme) ile, ilim karşılığı olan (logıe)’den kaynaştırılarak yapılmıştır. Terim kelime­sinin yabancı dillerdeki karşılıkları Fransı/ca’da "Expression”, Ingilı/.ce’de "Expression", Alıııanca’da "Ausdruck" ve tyalyanca’da "Expressione" dır

43 Mustafa Cahit Atasoy, Muzık Terınınoloıısı Ders Notları, İTU Turk Mu/iği Delet Konservatuvaıı, İs­tanbul, 1993, s. 2.

44 Nihat Sanıi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tanlıı, 11/437, İstanbul 1971.

45 Kâ/.tm U/„ Mûsiki Istılaluıtı, Küğ Yay , Ankara 1964 (Gultekın Oransay tarafından du/eltilip genişle­tilmiş yeni basım), s. 47.

46 Ibn Man/.ûr, Lisâııu’l-Arab, XII/59(), Beyrut 1956.

47 O/.tuna, TMA. 11/62.

4X Ladikli Mehmed Çelebi, Zeyım’l-Elhân fî liıni’t-Te’lîf ve’l-Evıân, Nuıuosnıaniye Ktp. Eski no 3655, Yeni no: 3138, vr 5/a-b.

49 Fethullah Şirvânî, Mecellelıın fi’l-Mûsıka, Topkapı Sarayı, 111 Ahıııed Kısmı, No: 3449, s 48.

50 Fend Devellıoğlu, Osmanlıccı Türkçe Ansiklopedik Lügat, 4. Ofset bsk., Ankara 1980, s. 256.

51 Ibn Man/.ûr, Lisânu’l-Arab, XII1/383.

52 Şirvânî; Metelletun fı’i-Mûsîka. s 14-15

53 Ladikli, Zeyııu’l-EHuîn... vr 5/b, 6/a

54 Suphi E/gi, Nazari ve Ameli Türk Mûsikîsi, 1/8, İstanbul Konseıvatuvarı Yay, Milli Mecmua Matb., İstanbul 1933.

55 Ruhi Kalender, Turk I)iıı Mûsikîsi Dersleri (Basılmamış ders notları), Ankara 1983, s. 1.

56 Ibn Sînâ, eş-Ştfıî er-Kiyaziyyât Cevâmı’u Ilnıi’l-Mûsîka, Tahkîk Zekerıya Yusuf, Kahire 1956, s. 17

57 Suphi E/.gı, Nazari ve Ameli Türk Mûsikîsi, 1/8

58 Ö/.tuna, TMA, 11/42

59 Mahmut R. Gazimihal, Mûsikî Sözlüğü, İstanbul 1961, s. 160

60 Şirvânî, a.g e., s. 16.

61 U/., Mûsikî Istılahtın, s 45.

62 Öztuna, TM A, 11/42.

63 Ibn Manzûr, Lisûnu’l-Arah, 1/557. Mutrib kelimesi ism-i fâil olup, "çaldığı veya söylediği şeyle insan­ları ferahlatan veya hüzünlendiren” anlamlarına gelmektedir.

64 Devellıoğlu, Lügat, s. 830.

65 Şirvânî, a.g e, s. 16

66 Öztuna, TM A, 11/53-54

67 Ruhi Kalender, "XV. yüzyılda Arapça Mûsikî Terimleri ve Türkçe Karşılıkları", AÜİF Dergisi, 1981, XXIV/488.

68 Ö/.tuna, TMA, 11/11.

69 Uz, a g e , s 10.

70 Ö/.tuna, TMA, 1/85.

71 U/., Mûsikî Istıhıhatı, s. 68

72 Ö/tuna, TMA, 11/292

73 Bu makamın Arap harfleriyle yazılışı "Râhevî” şeklindedir. Fakat Türkçe kaynaklarda "Rehâvî " şeklinde ya/.ılmaktadır. Bk/. Özkan, Türk Mûsikîsi Nazariyaiı ve Usûlleri, s 440 M Ekrem Kara­deniz, Turk Mûsikîsinin Nazariye ve Esasları, Türkiye İş Bankası Yay , no 238, Ankara, Tarihsiz, s 132

74 Uz, a.g e , s 70

75 Oztuna, TMA, 1/295

76 Uz, a.g.e., s. 36.

77 Devellioğlu, Lügat, s. 859 Tenâfur’un anlamı için bk/. aynı eser, .s. 1291.

78 U/, a.g e., s. 14.

79 O/tuna, TM A, 1/96

80 Yalçın Tura, Türk Mûsikîsinin Mes’eleleri, Pan Yay , Istanbul 1988, s 105.

81 Seki/.li’nin 1200 eşit kısma bölünmesinden çıkan aralıklardan her bin. Bu taksimatı tngili/. mûsikî na- zanyatçısı ve tî/.ikçisı Alexander J Ellıs (1814-1890) bulmuştur. Eski Yıınan’da Fisagor’dan kalan ko­ma sisteminden daha dakîk, fakat onun kadar kullanışlı değildir Bkz. Öztuna, TMA, 11/230.

82 U/., Mûsikî Istılahatı, s. 45

83 Koma, bir tam sesin dokuzda bınne eşit küçük aralığa verilen addır (Bkz. Oztuna, TM A, 1/345).

84 Öz.tuna, TM A, 11/304.

85 Kalender, "XV. yüzyılda Arapça Mûsikî Terimleri...", s 488

86 Devellioğlu, Lügat, s 242

87 El-Müncidfi’Lügati ve’l-A’lâm (Arapça Lügat), 21 bsk., Beyrut 1993, s. 885.

88 Devellioğlu, Lügat, s. 1381.

89 Devellioğlu, a.g e., aynı yer

90 Öztuna, TM A, 11/96-97.

91 Bardakçı, Maragalı Abclülkculır, s 53

92 Bardakçı, a g.e., s. 55,60.

93 Bu kelimenin aslı Yekgâh = Birinci yer, birinci vakit, birinci perde anlamında kullanıldığı için, o de­virde Yegâh = Re sesi temel ses olarak ele alınmaktaydı.

94 Not: Buradaki seslerin, tel u/erindeki yerlerini müşahede etmek için bk/.. Safiyyu’d-Dîn Abdu’l- Mu’min el-Urmevî’nın Taksimatına Göre Ses Tablosu (Tablo I)

95 Bardakçı, Maragalı Abdülkııdır, s 53.

96 Kalender, XV. Yüzyılda Mûsikî Kuronu (Nazarıyım) veZeynu’l-Elhân jîllmi’t-Te’lîf vel-Evzım, Ladik­

li Mehmed Çelebi, Ankara 1982 (Basılmamı!; Doktora Te/.i), s. 47

97 Kalender, a g e, s. 46.

98 Kalender, XV. Yüzyılda Mûsikî Kuramı..., s 46.

99 Şirvânî, Mecelletuıı fı’l-Mûsîka. s. 104.

100 Yusuf b Nizanıeddın (Kırşehirli), Kıtâbu’l-Edvûr (Rıaâle-i Mûsikî), Ankara Cebeci İl Kütüphanesi, no- 131, Makam Faslı, s 5-6, 20-21.

101 Bardakçı, Maragatı Abdulkadir, s. 64.

102 Şırvânî, Mecelletun fî’l-Mûsîka, s. 106

103 Bardakçı, a.g e., s. 64

104 Bardakçı, Mara^ah Abdulkadir. s 70-77.

105 ŞirvSnî, Mecelletun fi ’I-Mûsîka, s. 105

106 Bardakçı, a.g e, s. 64

107 Gıiltekın Oransay, Müzik Tarihi (Yaykur II. Simi), Ankara 1976, s. 131

108 Ruhi Kalender, Türk Dm Mûsikîsi Dersleri, Ankara 1983, (Basılmamış ders notları), s. 102; Bardak­çı Maragcüı Abdülkadır, s 81.

109 Kalender, Türk Din Mûsikîsi Dersleri, s 102 vd

110 Yalçın Tura, Türk Mûsikîsinin Mes’elelerı, s. 115

111 Miı/.ıkte standardizasyon konusunda bkz. Muştala Cahit Atasoy, "Müzikte Standardizasyon", I. Müzik Kongresi Bildiriler (14-18 Haziran 1988), Kultur ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Yay., Ankara 1988, s. 75-76. Yine aynı konuda Haşan Toraganlı ve Yalçın Tura’mn bil­dirileri için bkz. aynı eser, s 78-87.

112 Bkz. Topkapı Sarayı, Sultan Ahıııed Ktp., no:3459, vr. 39-40. Şeyh Mahbûb veya Seydî adıyla zik­redilen bu şahıs, adı geçen eserinde bir sekizli’deki 24 perde hakkında şöyle söylemektedir

”... Ve bir düzen dahi vardır ki, 24 perdedir. Bunun gibi dü/ene, düzen-i muhâlif derler. Bu düzende mecmu’u makâmât, âvâzeler ve şu’beler bi-temâmihî bulunur. Tatvîl-i kelâmdan ve riâyet-ı edebten ötürü zıkrolunmadı. İşbu esrâr-ı hâfiyedendir. Amma şol dü/enler kını yukanda zıkrolundu. Bu düzen, onlardan ıhrâç olunur Eğer aklın yan kılarsa fehıııedesın kim bu nıetârih-ı ezkiyâdır. Bu düzeni ifşâ etmemeklik üstadlardan vasiyettir. Anınçun zikretmedik".

Ruhi Kalender, yukarıdaki ifadelen aynen çalışmasına almış ve bu sözler üzerinde bir yorum yapmış­tır Ona göre, Türk Mûsikîsinde müzikoloji ile ilgili eserlerin az. oluşunun nedeni, yukardaki cüm­lelerin altında yatmaktadır. Mûsikî bilimi, öteden beri ancak ustadan çırağa intikal eden gizli bir fen olarak saklı tutulmuş ve bu sim açıklamamak prensibi, ustaların vasiyetine uyularak günümüze kadar sürüp gelen bir kaide olmuştur Bkz. Kalender, Turk Din Mûsikisi Dersleri, s. 44-45

BİBLİYOGRAFYA

ADIVAR, Abdıılhak Adnan; Osmcınlı Türklerinde İlim, 2. Bsk., Maarif Matb., İstanbul, 1943. AKPINAR, Cemil; "Fethullah eş-Şirvânî", TDV. İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1995, XII/463-466,

AREL, Hüseyin Sadettin; "Mûsikî terimleri". Mûsikî Mecmuası, Yıl: 1948, Sayı:8,9,10.

......... ; Türk Mûsikîsi Nazariyatı Dersleri, Haz. Onur Akdoğıı, Kültür Bakanlığı Yay., no:

1347, Ankara, 1993.

ATASOY, Mustafa Cahit; Türk Mûsikîsi Tarihi Ders Notları, İTÜ. Tıirk Müziği Devlet Kon- servatuvarı, 1993.

......... ; Müzik Terminoljisi Ders Notları, ITÜ, Türk Müziği Devlet Konservatuvarı, 1993.

BAĞDATLI İsmail Paşa; Hediyyetui-Ârifîn fî Esmûil-Müellifin veÂsâri’l-Musannijîn, I-II, İs­tanbul, 1951-1955.

BANARLI, Nihat Sami; Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I-II, İstanbul, 1971.

BARDAKÇI, Murat, MaragaU Ahdülkadir, Pan Yay., İstanbul 1986.

DEVELLİOĞLU, Ferit; Osmcınlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 4. Ofset Baskı, Ankara, 1980.

113 Bkz Hüseyin Sadettin Arel, Türk Mûsikîsi Nazariyatı Dersleri, Ha/.. Onur Akdoğu, Kültür Bakanlığı Yay , no 1347, Ankara 1993, s. 33.

114 Suphi Ezgi, Nazari Ameli Türk Mûsikîsi, IV/185, İstanbul Konservatuvarı Yay., İstanbul 1933-1953

EZGİ, Suphi; Nazari ve Ameli Türk Mûsikîsi, I-V, İstanbul Konservatııvarı Yay., İstanbul, 1933-1953.

FARMER, H.G. ; "Abd al-Kadir b. Gaybî al-Hâfız al-Marağî", Islâm Ansiklopedisi, MEB. İs­tanbul, 1964-1986. 1/83-84.

GAZlMlHAL, Mahmut R.; Mûsikî Sözlüğü, İstanbul, 1961.

İBN MANZÛR; Lisûmu’l-Arah, [-XV, Beyrut, 1955-56.

İBN SÎNÂ; eş-Şifâ’ er-Riyâziyyâl Cevâmi’u Ilmi’l-Mûsîka, Tahkîk: ZekeriyaYusııf, Kahire, 1956.

KALENDER, Ruhi; Türk Din Mûsikîsi Dersleri (Basılmamış Ders Notları), Ankara, 1983.

—... ; "XV. Yüzyılda Arapça Mûsikî Terimleri ve Türkçe Karşılıkları", AÜİF Dergisi,

1981, XXIV.

—. ; XV. Yüzyılda Mûsikî Kuramı (Nazariyatı) ve Zeynu’l-Elhân jî tlmi’t-Te’lîfve’l-Evzân,

(Ladiklı Mehmed Çelebi), Ankara, 1982 (Basılmamış Doktora Tezi).

KARADENİZ, M. Ekrem; Türk Mûsikîsinin Nazariye ve Esasları, Türkiye İş Bankası Yay., No: 238, Ankara, Tarihsiz.

KARAKAŞ, Mahmut; Müsbet ilimde Müslüman Alimler, Kültür Bakanlığı Yay.,No: 1289, Ankara, 1991.

KÂTÎB ÇELEBİ; Keşfu’z-Zunûn, I II, MEB, İstanbul, 1972 KEHHÂLE, Ömer Rıza; Mu’cemu’l-Müellifîn, I-XV, Beyrut, 1957

KIRŞEHİRLİ, Yusuf b. Nizameddin; Kitâhu’l-Edvâr (Risâle-i Mûsikî), Ankara Cebeci İl Kü­tüphanesi, No: 131.

LÂDİKÎ, Muhammed b. Abdu’l-Hamîd; er-Risâletu’l-Fethiyye, Şerh ve Tahkik:Hâşim Mu- hammed er-Receb, Kuveyt, 1986.

---- ; Zeynu’l-Elhân fî llmi’t-Te’lîf ve’l-Evz.ân, Nııruosmaniye Ktp. Eski No: 3655, Yeni

No: 3138.

MERÂĞÎ, Abdulkadir; Makâsidu’l-Elhân, Nııruosmaniye, No: 3656 (250xl70mm. 25 st. 105 yk).

el-MÜNCİD fı’l-Liigatı ve’l-A’lâm (Arapça Sözliık), 21. Baskı, Beyrut, 1993.

ORANSAY, Giiltekin; Miizik Tarihi (Yaykur 2. Sınıf), Ankara. 1976.

ÖZKAN, İsmail Hakkı; Türk Mûsikîsi Nazariyatı ve Usûlleri, Ötüken Yay., İstanbul 1987.

ÖZTUNA, Yılmaz; Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, I-II, 112. Kısım, MEB, İstanbul, 1969.

---- ; Abdulkadir Merâğî, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., No: 916, Ankara, 1988.

SADEDDİN B. HAŞAN CAN (Hoca Sadeddiıı,ö. 1008); Tûcu’t-Tevârih, I-II,Tabhâne-i Âmi­re, 1279, (nşr. 1. Parmaksızoğlıı), I-V, İstanbul, 1979.

ŞİRVÂNÎ, Fethullah; Mecelletun fi’l-Mûstka, Topkapı Sarayı, III. Ahmed Kısmı, No: 3449.

TAŞKÖPRÎZÂDE, Isâmu’d-Dîn Ahmed b. Mustafa b. Halil (ö. 961/1553); eş Şekâiku’n-Nu- maniyye, tere. (Mehmed) Mecdî, İstanbul, 1989.

TURA, Yalçın; Türk Mûsikîsinin Mes’eleleri, Pan Yay., İstanbul, 1988.

UZ, Kâzım; Mûsikî Istılahatı, Kiiğ Yay., Ankara, 1964 (Giiltekin Oransay tarafından düzelti­lip genişletilmiş yeni basım).

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; Osmanlı Tarihi, I-VII, 3. Baskı, Tiirk Tarih Kurumu Yay., An­kara, 1975.

YENİGÜN, Hayri; "Abdulkadir Merağî", Mûsikî Mecmuası, Sayı: 112, s. 103.

YEŞlL, Mustafa; "Türk Mûsikîsi İçin Bir Bibliyografya Denemesi", Mûsikî Mecmuası, Sayı: 221, s. 136-137.