Makale

İNSAN VE KUR’AN

HASAN ARAL/ Din Kült. Ah. Bil. Öğrt.

İNSAN VE KUR’AN

İnsanı diğer varlıklardan farklı kılan önemli bir yönü de, akıl ve irade sahibi olmasıdır. Akıl düşünmeyi, irade ise düşünmeyle birlikte seçme, karar verme, tercihte bulunma imkânını sağlar. Diğer taraftan akıl ve irade insana aynı zamanda öğrenme merakı, araştırma yeteneği, bilgi üretme, tefekkür, eşya ve hadiselere derinlemesine nüfuz edebilme kabiliyetini bahşeder ki, içerisindeki yaşadığı ve son derece kısa olan dünya hayatına anlam kazandıran yegane olgudur. Descartes, “Je pense alors je su- is: düşünüyorum, o halde varım ” derken, belki de bu manada bir hayat anlayışını dile getiriyordu.
Bilgi sahibi olma ve onun üzerinde tasarrufta bulunma imkânı, bizzat yaratıcı tarafından insanın mayasına konmuş, böylece o, yeryüzünün en kıymetli varlığı konumuna yükselmiştir. Eşyanın özüne inemeyen, derinlemesine bir bakış açısından yoksun ka- ba-saba insanların oluşturduğu toplumlarda, her türlü zıtlar ve zıtlıklar neş-vü nema bularak, insan sosyal hayatını çalkantılara sürüklemekte maharet kesbetmektedir. Bu anlamda tefekkür-, sadeliğin, duruluğun, berraklığın, olgunluğun simgesidir ki, orada softalığa, yobazlığa, yozlaşmaya, aykırılığa, ukalalığa, bencilliğe., yer yoktur. Mevlânâ, Yunus, Geylânî, Hacı Bayram-ı Velî, Muhyiddin Arabî... gibi yüzlerce mütefekkir, bu olgunluk ve duruluğun canlı örneklerini oluştururlar.
Öyle ise; insanın Allah katında taşıdığı değer, boy-pos, kaş-göz, güzelliğinde, mal-mülk zenginliğinde değil, bilgi sahibi olma ve onu yaşanan hayatında bir olgunluk ve ahlâk kriteri şeklinde taşıyabilme ölçüsüne göredir. Zira Cenab-ı Hakk’ın, insanlığın atası olan ilk Peygamber Hz. Adem’e, eşyanın bütün isimlerini öğretmesi, Kur’an’ın ilk emrinin “oku!"1 olmasındaki hikmetini bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Peygamberimiz (s.a.s.) “Şüphesiz ki Allah, sizin yüz güzelliklerimize ve mallarınıza değer vermez, ancak kalperinizde taşıdığınız niyetlerinize ve davranışlarınıza bakar.’’2 buyurarak, bu konudaki genel- geçer değer yargısını net bir şeklide ortaya koymuşlardır.
Evet! İnsanı meleklerin dahi gıpta edebileceği bir konuma yükselterek onlardan üstün kılan yönü, öğrenme, cehaletten yüz çevirme ve bilgiyi yaşanan hayata nakledebilme imkânına sahip olmasıdır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurun
“Allah, Adem’e bütün isimleri -eşyanın adlarını ve ne işe yaradıklarını- öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip “Eğer siz sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana bildirin” dedi. Melekler: “Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz ki, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi bilen ve hikmet sahibi olan sensin.”3’ dediler.
Melekler, ilk insan Adem’in yaratılışına “Yeryüzünde bozgunculuk yapacak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?”’"" şeklinde itiraz etmişlerdi. Cenab-ı Hakk, yaratılan insanın basit bir varlık olmadığını, Hz. Adem’e eşyanın isimlerini meleklere anlatmasını sağlamak suretiyle göstermiştir.15’ Öyle ise, Hz. Adem’in ve onun nesli olan insanlığın Allah katındaki evrensel anlamda gerçek değeri, ilim sahibi olması, yaratanı ve yaratılanları tanıması, Cenab-ı Hakk’ın çizdiği daire içerisinde tabii düzenine halel getirmeden eşyaya hakim olarak tasarrufta bulunabilmesi, insan ve varlık yararına kullanma bilgi ve becerisine sahip ola- bilmesindedir.
Yüce Allah’ın Hz. Adem’e öğrettiği ve hakkında ilim sahibi yaptığı bu isimler, bütün müfessirlerin görüş birliği içinde açıkladıklarına göre; insanoğlunun yeryüzünde karşılaşabileceği ve hayatının devamını sağlamasında kendisinden faydalanabileceği ve hayatının devamını sağlamasında kendisinden faydalanabileceği her şeydir. Çünkü, bunların birinden ayırt edilmesi, ancak her birine ayrı ayrı isim verilmesiyle mümkündür. Ayette "isim" kelimesinin kullanışı da bu sebeptendir. Zira isim, daima verildiği şeye delalet eder ve her şey kendisine verilen isimle bilinir.6’

BİLGİ TOPLUMU: CEHALETTEN YÜZ ÇEVİRME:

Bilgi sahibi olma ya da bilgelik, elbette kitapları ezberlemek veya beyine yüklemek ya da basın-yayın organlarında konuşmak, yazmak değildir. Gerçek bilgelik, bilgiyi kullanabilme yeteneğine sahip olmaktır. Bilgiyi, yaşanan hayata uygulamak, söz ve davranış olarak bir senteze ulaştırabilmektir. İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz...?"’7’ “Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyleri ne diye söyler durursunuz?’""’ mealindeki ayet-i kerimeler, bu anlamda insana belirli bir davranış kriteri sunmaktadır.
Günümüz global dünyasında bilgiye ulaşmak için öyle büyük emekler sarfetme problemi yoktur. Teknolojinin sunduğu iletişim araçları sayesinde artık insanoğlu her an her türlü bilgiye bir düğmeye basma kolaylığında ulaşabilmekte, mahalle marketinin gazete reyonundan, dünyanın dört bir yanında olup-biten her türlü aktüel haberi alabilmekte, bir taraftan evinde çayını yudumlarken tv. ekranından anında seyredebilmektedir. Öyle ise-, günümüzdeki problem bilgiye ulaşma değil, onu sentezleyerek yaşanan hayata aktarabilme, yerküre adına bir anlam kazandırabilirle problemidir. Zira, bilgiye ulaşmadaki bunca kolaylığa rağmen okuyan, düşünen, üreten insanların azınlıkta kalması, günlük, anlamsız, amaçsız bir hayat anlayışına doğru insanlığın hızla sürüklenmesi bu temel problemi açıkça göstermektedir. Bunun sonucu olarak, küreselleşen, başdöndürücü bir hızla gelişen ve değişen dünya şartlarını takip etmede zorlanan, içine kapanık, sosyalleşememiş, eşya ve hadiselere skolastik bir kafa yapısıyla nazar eden, kuru bir kalabalıktan öteye geçemeyip sürekli kendisiyle çelişen, çatışan insan toplulukları kaçınılmaz olmaktadır.
Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de-, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"9”, “Allah’ın kulları arasında O’ndan gerçek anlamda korkanlar ancak bilginlerdir.’’"10’ mealindeki ayet-i kerimelerle evrensel mesajını günümüz insanlığının ve özellikle müslü- manın idrakine sunmaktadır.
Ayet-i kerime, bilginin elde edilmesiyle birlikte onun varlık adına iyiliğe kullanılmasını emretmekte, bunun için de Allah’a iman atmosferinde sorumluluk duygusuna sahip olunmasını hatırlatmaktadır. Bilgi, herşeyden önce bir araçtır. İnsanın merakını gidermesi, bilmediklerine ulaşması, insanın günlük hayatına kolaylık sağlayan araçların üretilmesi, geçimin sağlanması, ekonomik kalkınma gibi hedeflerin yanında, sosyal hayat alanında dengeli, hoşgörülü, sorumluluk duygusuna sahip, söz ve davranışların topluma olan yansımalarını değerlen- direbilen, diğergam, olgun bir insan modelini ortaya koyma gibi temel amaçları da olmalıdır.
Mes’uliyet duygusundan yoksun insanların hayat anlayışı ve topluma bakışlarını da Kur’an bize şöyle anlatır: “İşbaşına geçince yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeye çabalayan insanlar vardır. Allah, bozgunculuğu sevmez."11 Ayet-i kerimenin, sözüyle davranışları birbirini tutmayan münafıklar hakkında nazil olması, müslümanlar açısından konuyu daha da önemli hale getirmektedir.
Ayet-i kerimede geçen “ekin" ve "nesil” terimlerini müfessirler, ziraat ve hayvan nesli olarak tanımlamışlardır ."!12 Yeryüzünde çıkardıkları fesatla bir taraftan ziraatin yok olmasına, diğer taraftan hayvan neslinin kurumasına sebep olurlar."13’
İyi, güzel ve doğru olanı gerçekleştirmek, ancak onu tanımakla mümkündür. Bunun yolu da hiç şüphesiz “Eğitim" kavramı içerisinde tanımlanan bir dizi uygulamanın içerisinden geçmektedir. Öğretim, eğitim içerisinde önemli bir aşamayı oluşturur, ancak tek başına yeterli olması mümkün değildir. Eğitim bir süreçtir. Hayatın çeşitli dilimlerinde tefekkür, algılama ve bakış açısının zenginleşmesine paralel olarak iç dünyaya yönelik olgunluğun, söz ve davranış, -ahlâk- olgunluğu şeklinde yansımalarını görmek mümkündür. İşte, insanı bayağılıktan, sıradan olmaktan, şımarıklık, serkeşlik, kibir ve gururdan, bencillikten kurtararak evrensel insanî-ahlakî değerlere sahip, “Yaratıcı Kudret" karşısındaki konumunun bilincinde, eşya ve hadiselere nazar eden bilge insan modelini oluşturabilmenin yolu. Cehalet ise, bu süreci tersine çeviren, insanlık adına en korkunç felakettir ki, Kur’an-ı Kerim’de insanlık tarihinin çeşitli, kesitleri dile getirilerek acı sonlarına dikkat çekilmiş, insan mantık ve vicdanına yol gösterilmiştir.
Maddi hayatın geçici zevklerini gerçek zannedip kendini ilah zannedecek kadar ileri giden insan örneklerini Kur’an bize haber veriyor. Firavun, Kârun, Sebe Kavmi, Semud Kavmi ve daha niceleri cehaletin zifiri karanlığında dünya hayatının geçici pırıltılarına çabucak kanmışlar, felaketlerin en büyüğünü yaşamak suretiyle de bu büyük yanlışlığın sonuçlarına katlanmak zorunda kalmışlardır. Kur’an-ı Kerim’den, ilim sahibi olarak bilge insan konumuna yükselememiş, maddenin ve maddi imkanların dar kalıpları içerisinde sıkışıp kalarak evrensel, insanî- ahlâkî değerlerden yoksun, bencil, kendini ilah zannedecek kadar serkeş, diğer taraftan zenginliğin kulu-kölesi olmuş aciz, şımarık bir insan modelinin anlatıldığı Karun’un kıssasını takip edelim:
“Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona demişti ki: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdiğinden -O’nun yolunda harcayarak- ahiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de - insanlara- iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuk isteme. Şüphesiz ki Allah bozguncuları sevmez."
“Karun ise, ’O servet bana ancak bendeki bilgi sayesinde verildi.’ demiştir. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkarlardan günahları sorulmaz. (Allah onların hepsini bilir.)"
“Derken Kârun, ihtişam içinde kav- minin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar, “Keşke, Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı, gerçekten o çok büyük bir devlet sahibidir." dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, “Yazıklar olsun size! iman edip iyi işler yapanlara göre Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir." dediler."
"Nihayet biz onu da sarayını da yerin dibine geçiriverdik. Artık Allah’a kendisine yardım edecek olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler “Demek ki Allah, kullarından dilediğine rızkı çok da verir az da verir. Şayet Allah bize lütufta bulunmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkarcılar iflah olmazmış” demeye başladılar. İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. En güzel akıbet takva sahiplerinindir.”’14
Kainatı meydana getiren varlık aleminin tamamı, Allah’ın sonsuz rahmet ve ihsanına mazhardır. İnsan ise, bu nimet sofrasının en güzide misafiridir. Ona verilen kıymet ve önem o kadar büyüktür ki, bütün varlık alemi adeta ayaklarına serilmiştir. Her varlık, Allah’ın sonsuz kereminden istifade ederken, merkezi konumdaki insan, her varlığa ihsan edilen nimetlerin de odak noktasını oluşturmaktadır. Dolayısıyla yeryüzüne indirilen her rahmet eserinin toplandığı yegane varlık insandın
“Sizin için geceyi örtü, uykuyu dinlenme kılan, gündüzü de çalışma zamanı yapan O’dur. Rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen de O’dur. Biz, ölü toprağa can vermek, yarattığımız nice hayvanlara ve insanlara su sağlamak için gökten tertemiz su indirdik.”"51, “Gökten bir ölçüye göre suyu indiren O’dur. Biz onunla kupkuru ölü bir memlekete hayat verdik. İşte siz de böyle -mezarlarınızdan- çıkarılacaksınız.”"6’, “O, sabahı açandır, geceyi dinlenme zamanı güneş ve ayı da vakitleri belirlemek için birer hesap ölçüsü kılmıştı... O, kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Gerçekten biz, bilen bir toplum için ayetleri geniş geniş açıkladık... Çardaklı ve çardaksız üzüm bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurma ve ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur... Hayvanlardan yük taşıyanı ve tüyünden döşek yapılanları yaratan O’dur.”"17
Kur’an-ı Kerim’den insana bahşedilen nimetlerle ilgili yüzlerce ayet-i kerime meali vermek mümkündür. Nihayet Cenab-ı Hakk, yine Kur’an-ı Kerim’de mealen-, “Allah’ın verdiği nimetleri sayacak olsanız bitiremezsiniz, doğrusu Allah bağışlar merhamet eder.”"18 buyurarak adeta son noktayı koymuştur.
Kendisi bu kadar büyük ve sınırsız nimetlerle taltif edilen bir varlığın cahil olması, yaşadığı değerin ve kendisine verilen önemin farkında olmaması, diğer taraftan bilgi ve yeteneğini insan, toplum ve varlık zararına kullanması düşünülemez. Kainatı çepeçevre kuşatan muazzam, mükemmel varlık ve hadiseleri, Cenab-ı Hakk’ın muhteşem birer sanat eseri olarak anlamlandıran insanın, yine yaratıcının hoşnut olmayacağı bir hayat ve varlık anlayışına sahip olması, en büyük çelişkiyi oluşturacaktır. Bu durum ise, bilginin ve bilen insanın değil, cehaletin, cahil insanın vasfı olsa gerektir. ♦

(1) Alâk, 1.
(2) Müslim, Birr, 34.
(3) Bakara, 31-32.
(4) Bakara, 30.
(5) Bakara, 33.
(6) Prof. T. Koçyiğit. Prof. i. Cerrahoğlu, K.Kerim Meal ve Tefsiri, c. 1, s. 91, Diyanet Yay. Ank. 1984.
(7) Bakara, 44.
(8) Saff, 3.
(9) Zümer, 9.
(10) Patır, 28.
(11) Bakara 205.
(12) M. Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, c. 1, s.353-Ayrıca Dr. B. Çetiner, Dr. B. Karlığa, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c.3, s.806.
(13) Prof. T. Koçyiğit, Prof. i. Cerrahoğlu, a.g.e, c.1, S.385.
(14) Kasas, 76-83.
(15) Furkan, 47-49.
(1 ) Zuhruf. 11.
(17) En’am, 99-142.
(18) Nahl. 18.