Makale

VEFATININ 1337. YILDÖNÜMÜNDE HZ. ALİ (K.V.)

ŞÜKRÜ ÖZBUĞDAY / Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

VEFATININ 1337. YILDÖNÜMÜNDE
HZ. ALİ (K.V.)

Peygamberin damadı ve Hulefâ-yi Râşidîn’in dördüncüsü olan Hz. Ali, hicretten yaklaşık yirmi iki yıl önce (M.600) Mekke’de doğmuştur. Babası Hz. Peygamberin amcası Ebû Tâlib, annesi de Fâtıma binti Esed b. Hâşim’dir. Ebû Tâlib in en küçük oğludur. Doğunca annesi ona kendi babasının "arslan” anlamındaki “Esed", bir başka rivayete göre de “Haydar" adını verir. Ancak Hz. Peygamber, onun doğumunu haber alınca Ebû Tâlib in evine gelir ve bebeği kucağına aldıktan sonra adını sorar. Annesi “Esed” koymak istiyorum, deyince Hz. Peygamberin teklifi üzerine adının “Ali” olmasına karar verilir.
Ali b. Ebi Tâlib, çocukluğunda hiç puta tapmadığı için, kendisi daha sonraları “Kerremallâhu vechehü (k.v.) (Allah yüzünü şereflendirsin)" sıfatıyla anılmıştır. Sahabe arasında bu sıfatla anılan tek kişidir."1
Mekke’de baş gösteren kıtlık üzerine Hz. Peygamber, amcası Ebû Talibin yükünü hafifletmek için onu himayesine almış, Hz. Ali beş yaşından itibaren hicrete kadar onun yanında büyümüştür.’2
Hz. Muhammed (s.a.s.)’e Peygamberlik verildiği zaman, Hz. Hatice’den sonra ona ilk inanan ve Rasûlüllah’la birlikte ilk namaz kılan kimsedir. Bu sırada yaşının 10 veya 11 olduğu rivayet edilmektedir.3’
Hz. Ali’nin hicretten önceki hayatı, menkıbevî ve efsanevî rivâyetlerle örülü Şiî kaynalarda doğumundan itibaren en ince teferruatına kadar ve zengin kerametlerle dolu olarak anlatılır.
Mekke müşriklerinin eza ve cefalarını gittikçe artırmaları ve hatta kendisini öldürme hazırlıklarına girişmeleri üzerine Medine’ye hicret etmeye karar veren Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi, kendisini öldürmeye gelecek müşrikleri oyalamak ve yokluğunu gizlemek maksadıyla Mekke’de bırakmıştır. O da, geceyi Hz. Peygamberin yatağında geçirerek onun evinde olduğu kanaatini uyandırmıştır. Daha sonra da Hz. Peygamberin kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine iâde ettikten sonra, onun emri uyarınca Mekke’den ayrılarak Küba’da Hz. Peygamber’e yetişmiştir. Hicretin beşinci ayında muhacirler ile ensar arasında yakınlık ve dayanışma sağlamak amacıyla kurulan muâhât (kardeşlik) sırasında Hz. Peygamber Ali’yi kendisine kardeş olarak seçmiştir. Bu iltifat karşısında son derece duygulanan Hz. Ali “Ben Allah’ın kulu; Rasûlül- lah’ın da kardeşiyim” diyerek sevinç gözyaşları dökmüştür.
Hicretin 2. yılının son ayında Hz. Peygamber onu kızı Fâtıma ile evlendirmiştir. Bu evlilikten Haşan, Hüseyin ve ölü doğan Muhsin adlı erkek çocukları ile Zeyneb ve Ümmü Gülsüm adlı kız çocukları olmuştur. Hz. Ali, Hz. Fâtıma’nın sağlığında başka bir hanımla evlenmemiştir.
Hz. Ali, Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber başta olmak üzere hemen hemen bütün gazve ve seriyyelere katılmış, bu savaşlarda Rasûl-i Ekrem’in sancaktarlığını yapmış ve büyük kahramanlıklar göstermiştir. Uhud’da ve Huneyn’de çeşitli yerlerinden yara almasına rağmen, Hz. Peygamberi bütün gücüyle korumuştur.
Hz. Ali, Hz. Peygambere kâtiplik ve vahy kâtipliği yapmış, Hudeybiye Antlaşması’nı da o yazmıştır. Evs, Hazrec ve Tay kabilelerinin taptıkları putlarla, Mekke’nin fethinden sonra Kâbe’deki putları imha etme görevi ona verilmiştir.
Hz. Peygamber vefât ettiğinde, cenâzenin yıkanması ve benzeri hizmetleri vasiyeti üzerine Hz. Ali ile Ra- sûlüllah’ın yakın akrabasından Abbas, oğulları Fazi ve Kuşem ile Usâme b. Zeyd yapmışlardır.
Hz. Ali, ilk üç halife döneminde ne bir idâri görevde bulunmuş, ne de yapılan savaşlara katılmıştır. Sadece Halîfe Ömer’in Filistin ve Suriye seyahati sırasında Medine’de askeri vali olarak kalmış, Medine’de ikamet edip, dini ilimlerle uğraşmayı, diğer görevlere tercih etmiştir. Kur’an ve hadis konusundaki derin ilminden dolayı hem Hz. Ebû Bekir’in hem de Hz. Ömer’in özellikle fıkhı meselelerde fikrine müracaat ettikleri bir sahabî olmuştur. Hz. Ömer’in zamanında, Hz. Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicret ettiği günün İslâm tarihi için başlangıç kabul edilmesine dair teklif de onun tarafından yapılmış ve kabul edilmiştir.
3. Halife Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra, Abdullah b. Ömer, Sa’d b. Ebî Vakkas, Muğire b. Şube, Muhammed b. Mesleme ve Üsâme b. Zeyd’in de aralarında bulunduğu ashap Medine Mescidi’nde toplanarak yeni halife seçimine gitmişlerdir. Hz. Ali kendisine yapılan hilâfet teklifini orada bulunan Talha ve Zübeyr’e yöneltmiş, fakat yoğun ısrar üzerine bî- atı kabul ederek 4. Halife seçilmiştir. (M. 17 Haziran 656)"4
Hz. Ali, dört yıldan biraz fazla süren halifeliği döneminde, devlet adamı olarak, çok önemli bazı icrââtı ile temayüz etmiştir. Bunların başında onun özellikle savaşları sırasında ve sonrasında gösterdiği adaletli uygulamalarıdır. O, bütünüyle İslâm’ın ruhuna ve Kur’an-ı Kerim’in özüne dayanarak, müslümanlarla girişilen bu savaşlarda, taraflarına sürekli olarak, karşı taraf savaşı başlatmadıkça, savaşa başlamamalarını, yaralılara saldırmamalarını; savaş sonunda savaş meydanında ele geçen at, silah, malzeme ve benzeri şeylerin dışında hiçbir şeyin ganimet sayılamıyacağını ve esir alınamıyacağını emretmiştir.5
Onun zamanında cereyan eden, İslâm tarihinin Cemel, Sıffîn, Nehrevan gibi talihsiz vak’aları sonunda gözyaşı dökerek muhaliflerinin iman ve hidayetleri için duâ etmiştir.
Tarihte Cemel Vak’ası adıyla meşhur olan ve Hz. Aişe’nin önderliğindeki ordu ile Hz. Ali ordusu arasında geçen savaş sonunda, Talha ve Zübeyr de dahil olmak üzere pek çok müslüman ölmüştü. Bu savaşta ölenlere çok üzülen ve cenaze namazlarını bizzat kıldıran halife Hz. Ali, Hz. Ai- şe’ye de büyük saygı göstermiş ve hanımlardan oluşan bir heyet refakatinde onu Medine’ye göndermiştir.’6
Hz. Ali’nin adlî alanda sahabe arasında müstesna bir yere sahip olduğu, sahabenin sözleriyle de tescil edilmiştir. Hz. Ömer’in bu konudaki bir sözü şöyledin “Ebu’l-Hasan’ın (Ali’nin) katılmadığı bir adli ve fıkî meseleden Allah’a sığınırım.’’ İbn-i Me- sûd ise şöyle der: “Biz, daima, Medineliler arasında fıkhî alanda en yetkili kişinin Ali olduğunu ifade ederdik.”
Hz. Ali, halifeliği döneminde bugünkü anlamda hapishane ve düzenli polis teşkilatını kurmuştur. Yine Hz. Ali zamanında muhâkeme usûlünde bazı değişiklikler olmuştur. Bunlar yemin kuralı ve şahitlerin sorgulanması hususlarındadır. O, iddianın doğruluğu hakkında, davacıyı yemine zorlamış, şahitlerin topluca sorgulanması yerine, ayrı ayrı sorgulamaya tabi tutmuştur. Hz. Ali’nin, savaşa katılmadığı için fey (gayr-i müslim tebaadan alının mal) mallarından kardeşi Akil’e bile pay vermediği rivayet edilmiştir.
Bir keresinde valisi Abdullah İbn el-Abbas’a, onun idaresinden şikayet eden gayr-i müslim tebaası ile ilgili olarak bir mektup yazar ve der ki: "... Onlar kâfir ve putperest olabilirler; ama idaremiz altında bulundukları ve herşeyden önce insan oldukları için, içimizden kovulmayı ve merhametsizce muameleyi ve hakarete uğramayı haketmezler.”
Hz. Ali hangi şart altında olursa olsun, adâleti, şefkati, takvâsı ve yüksek ahlâkı ile insanlara örnek olmuştur. Onlara, aralarında hiçbir ayırım yapmadan adalet ve doğrulukla muamele etmiştir. Nitemik 0, Mâlik el- Eşter’e yazdığı meşhur emirnâmesin- de müslüman ve müslüman olmayan herkese aynı şekilde davranılması gerektiğini; çünkü müslümanların onun dinde kardeşi, müslüman olmayanların da tıpkı kendisi gibi insan olduklarını ve dolayısıyla yaratılışta kardeşi sayılmaları icap ettiğini ifade etmiştir.
Hz. Ali, kısa süren icraatına rağmen, devlet adamı olarak, İslâm’ın öngördüğü adaletli, eşitlikçi ve şefkatli toplumun oluşması hususunda son derece parlak ve örnek bir tutum sergilemiştir.
Ahlâk, kemal ve fazilet timsali Hz. Ali, Küfe’de, Harici Abdurrahman b. Mülcem tarafından zehirli bir hançerle sabah namazında yaralanmış, aldığı yaraların tesiriyle iki gün sonra vefat etmiştir. (26 veya 28 Ocak 661)
Şüphesiz Hz. Ali (k.v.), çok küçük yaştan itibaren terbiyesi altında yetiştiği Allah’ın Rasûlü’nün ahlâkı ile ahlâklanmakla kalmamış, onun nübüvvet nurunun bereketlerini en iyi bilen, tanıyan ve uyan biri olmuştur. O, ahlâk deryasında imanı, takvası ve yaşayışı ile nasıl mü’minlerin baştacı ve kılavuzu olmuş ise, ilmi ve hikmeti ile de, kütlelerin, Allah’ın Rasûlü (s.a.s.)’nden sonra örnekleri ve rehberleri olmuştur.
Sonuç olarak Hz. Ali, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in kardeşliği, sevgili damadı, İslâm’ın yiğit ve gözüpek kahramanı ve Allah’ın sevgili ve muttakî kulu olarak, bütün müslümanların aziz bildiği bir yüce kişidir, merd-î va- hid’dir.
Hz. Ali demek, fazîlet demektir, ferâgat demektir. İman, takva, adalet, ihsan, şefkat, iyilik, güzellik ve nihayet sonsuz aşk ve muhabbet demektir. Alemlere Rahmet Yüce Nebimizin biz müslümanlara emanetidir.7’ Allah ondan razı olsun*


(1) Prof. Dr. Ethem Rûhi FIGLALI; imam Aii, T.D.V. Yayınları, Ankara 1996, S:1.
(2) T.D.V. Islâm Ansiklopedisi “Ali Maddesi" İst. 1989, C:2, S:371.
(3) FIGLALI; a.g.e., S:3.
(4) T.D.V. İslâm Ansiklopedisi a.g.e. madde, 5:371-372.
(5) FIGLALI, a.g.e., S:83. Bu konuda geniş bilgi
için bkz. Ömer Rıza DOĞRUL, Asr-ı Sa- âdet; C:5, S:53-123.
(6) T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, a.g.e. madde,
S:373-376.
(7) FIGLALI; a.g.e„ S:81-127.


Hz. Ali ’den hikmetli sözler

Bilin ki ey Allah ’in kulları, gerçekten bir mü ’min, geçen yıl da helâl bildiğini bu yıl da helâl bilir; geçen yıl haram saydığını bu yıl da haram sayar. Haram olan şeylerden insanların helâl saydıkları size helâl olmaz, çünkü helal, Allah ’ın helâl kıldığı şeydir; haram da yine Allah ’ın haram kıldığı şeydir.
Nifaktan, halkın arasını açmaktan ve ahlâkınızı bozmaktan sakının; dilinizi tek ve uz tutun; gönlünüz başka düşüncede, diliniz başka sözde olmasın. Herkesin dilini tutması gerekir; çünkü bu dil serkeştir; sahibini eğri yola götürür, sapıtır. Allah’a and olsun ki, Allah’tan sakındığını söyleyen birinin, dilini zaptetmedikçe, Allah’tan sakınmasından dolayı bir fayda elde ettiğini görmedim...
Bir hayır gördünüz mü, ona yardım edin; bir kötülük (şer) gördünüz mü, ondan uzaklaşın. Nitekim Allah Rasûlü, “Ey Adem oğlu! Hayır işle, şerri bırak. Böyle yapmakla mutlu olur, doğru yolu bulursun. ” buyurmuştur.
Namaz her takvâ sahibinin, Allah ’tan sakınan kişinin Allah’a yaklaşmasıdır. Hac, her zayıfın cihadıdır. Herşeyin bir zekâtı vardır; bedenin zekatı ise oruçtur. Kadının cihadı da, kocasıyla iyi geçinmesidir.
Akıl gibi zenginlik; cehalet gibi fakirlik; edep gibi güzel miras ve danışmak gibi de yardım yoktur.
İyiyi (hayrı) işleyen, bizzat iyiden daha iyidir; kötüyü işleyen de bizzat kötüden daha kötüdür.
Kişi bilmediğinin düşmanıdır.Her şey azaldıkça, ilim ise arttıkça kıymetlenir.
Size en büyük alimin kim olduğunu haber vereyim mi? Allah ’ın kullarına onun yasaklarını cazip göstermeyen, Allah ’ın verdiği mühlete aldanıp da ilahi azaptan kurtulduklarını telkin etmeyen ve O ’nun rahmetinden ümit kesilmesine sebep olmayan kimsedir.