Makale

ŞEYHULİSLAM MUSA KAZIM EFENDİ’NİN RAMAZAN İLE İLGİLİ İKİ BİLDİRİSİ

Sadeleştiren: KEMAL GÜRAN / Din İşleri Yüksek Kurulu Emekli Üyesi

ŞEYHULİSLAM MUSA KAZIM EFENDİ’NİN
RAMAZAN İLE İLGİLİ İKİ BİLDİRİSİ

1334 HİCRİ YILI RAMAZAN AYI
BİLDİRİSİ

“İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır." (El-Kıyâme), 36.

Ayeti kerimede belirtildiği üzere; insan, başı boş olarak yaratılmış değildir. İnsan, yüce Allah tarafından en güzel biçimde yaratılmış, bu niteliği ile yüce Allah’a kulluk şerefi ile şereflenmiştir. Yine 0, maddi-manevi tüm üstün niteliklerle donatılmış, en büyük ve en küçük varlık (makro alem ve mikro alemi) anlama özelliklerine sahip olmuştur. 0, aynı zamanda çeşitli sanatlar ile icatların gelişip parlamasına sebep olmuştur. Böylece; insan, her asırda o asrın gereklerine göre nice ilmi ve medeni eserler meydana getirmeyi başarmıştır.
İnsan, bu sayısız ilahi nimetlerin kendisine verilmesinden dolayı bir şükür karşılığı olmak üzere ve verilen sayısız nimetlere mukabil bir çok kulluk görevleriyle de yükümlü kılınmıştır. İnsanın bu yükümlülükleri "hiçbir şey" hükmündedir ve verilen nimetler karşılığında çok değersizdir.
İnsanın verilen nimetlere şükür karşılığı olarak yükümlü kılındığı kulluk görevlerine “hiçbir şey” ve “değersiz” niteliğini verişimiz gerçeğe tam uygundur. Çünkü; Yüce Allah’ın insanoğluna verdiği çok değerli nimetlerin şükrünü yerine getirmeye imkân yoktur. Zira Yüce Allah’a karşı yerine getirilecek kulluk görevleri dahi Allah’ın kullarına verdiği güç ve kuvvetle yerine getirilmektedir. Eğer o güç ve kuvvet olmasa, insanlar hiçbir görevi yerine getiremezler.
Diğer taraftan insanların yaratıcı Yüce Rabb’a karşı kulluk görevlerini yerine getirmeleri, kendilerinin hayrınadır. Mutlulukları da bu kulluk görevlerinin yerine getirilmesine bağlıdır. Yüce Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O’na kulluk ve itaatin mükâfatı, O’nun yasaklarına karşı gelmenin cezası da hep insanların hayır ve mutluluğu içindir. Şu halde yüce ve cömert Rabbimizin kullarına verdiği nimetlere karşı şükür görevini yapma amacıyla insanlar tarafından yerine getirilecek ibadet ve itaatlar, zayıflara acıma, Allah’ın diğer yaratıklarına şefkât ve her konuda hak ve adalet kurallarına dikkat etme... gibi güzel hayırlarla ruhun zenginlikler kazanmasına sebep olan ibadetlerin tüm faydalarının yine insanın kendisine ve diğer insanlara ait olacağında hiç kuşku yoktur. Bu itibarla İslâm Dini’nin yüksek değerlerine uygun davranışlarla dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmaya çalışmak, tüm müslümanların menfaatlarınadır.
İslâm dininin yüce değerlerine uygun davranışlarla dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmaya çalışmak, aynı zamanda müslümanların vazgeçilmez görevlerindendir. Üzerimizdeki nimetlerin gerçek, ezeli ve ebedi vericisinin lütfü ilahisine karşı kalbimizden ve dilimizden şükrü bir an dahi ayırmamak, yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmak, görevlerimizin en mukaddes kısmını teşkil eder.
Kullarına karşı lütuflarında sınır bulunmayan yüce Allah, kendisine itaatte bulunan kullarına yardımlarını, İhsan edeceği kolaylıkları Kur’an-ı Kerim’inde müjdelemektedir. İsyan vadisinde yürüyenlerin halleri ise dünya ve ahirette pek acıklıdır. İlahi afla müjdelenmiş bulunan Ramazan ayının yüksek tecellilerinden hisse alacak şekilde davranışlarda bulunmak, kadın erkek bütün müslümanların kendi mutlulukları icabındandır. İslâm’ın şanını yüceltmek için kanlarını ve canlarını vermeye hazır bulunan ve bin türlü sefer sıkıntısına göğüs geren sevgili askerlerimizin ancak cihad farzını yerine getirmede kusur etme korkusu ile ve daha sonra kaza etme şartıyla, aleni olmayarak ramazan ayında oruçlarını tutmamaları caizdir. Onların dışında diğer müslümanların ramazan orucunu tutmada kesinlikle kusur etmemeleri gerekir. En yüksek ahlakı tamamlamak için gönderilen sevgili Peygamberimizin temiz ümmeti, her yerde ve her zaman güzel ahlakın timsali olmak gerekir. İbadette derinlik ve özveri, ahlakta yükseklik İslamiyet’in ayrılmaz bir parçasıdır.
İslâm kadınları, iffet ve namusun yaşayan örnekleridir. Kadınların örtünmesindeki hikmet pek açıktır. Müslüman kadınlar bu yüce hikmetin gereklerine uymada zerre kadar kusur etmemelidir. Ülke hayatının geleceği onların erdemli ellerine teslim edilmiştir.
Milletlerin yücelmesini temin konusunda dini duyguların ve ahlaki erdemlerin etkileri pek önemlidir. Dinimizin yüceliği, milletimizin soyluluğu sürekli mutluluğumuzdur. Dinimizin düsturlarına tam uyma ve milli değerlerimizi olduğu gibi yaşamaya çalışma, maddi-manevi ilerleme ve yükselmemizin en güçlü dayanaklarıdır.
Allah’ın emirlerine itaat ve O’nun yasaklarından her zaman kaçınmaları gerekli olan müslüman erkek ve kadınların, mağfiret ayı ramazanda namaz ve oruç gibi farzları yerine getirme hususunda son derece önem vermeleri, böylece yüce Allah’ın va- adlerine hak kazanmaları ve milletimizin yüksek ahlaki değerlerini tüm insanlık önünde belgelemeleri İslâm dini adına tavsiye olunur.

1335 HİCRİ YILI RAMAZAN AYI BİLDİRİSİ

Eşyanın gerçeklerini araştırmaya uğraşan yüksek nitelikli kişilerin bildiği üzere evrende tesadüf (kendiliğinden meydana gelme) abes, gereksiz olarak meydana gelmiş hiçbir şey yoktur. Her şeyin yaratılışı bir sebebe dayanır. Her yaratılmış da bir genel kural ve düzen içinde yaratılışına uygun bir görevi yerine getirmekte ve bu görev bir amaca yönelik bulunmaktadır.
Eşyada hissedilen gizli yükümlülüklerin zerrelerden güneşlere kadar tüm eşyaya yayılması ve her şeyin yaratılış gereği yükümlü tutulduğu görevi güzel bir şekilde yerine getirme zorunluluğu, cinslerin türlerde, türlerin teklerde tam bir düzen içinde görünmesi, böylece ortaya çıkan sınırsız güzellikler ve yüksek sanatlar ile devam etmesi, bunların şu evren zincirini süsleyen varlıklar olduğunu gösteriyor.
Bu evrende varlığını asla hissedemediğimiz her hangi bir zerrenin dahi gizli bir yükümlülükten yoksun olmadığı anlaşıldığına göre-, beden yönünden evrenin özü, manevi zenginlikleri ve ruhu itibariyle yaratılmışların en mükemmeli olan insan da çeşitli yükümlülüklerden yoksun olarak dünya alemine ayak basmamıştır. Bunun öncelikle anlaşılması gerekir.
“O’nu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur." (el-lsra:44) ayeti kerimesinin de açıkladığı üzere; tüm eşya, kendi dilleri ile yüce yaratana övgülerini sunarken, meleklerin bile secde edip itaat ettikleri insanın yaratıcısına karşı ilgisiz kalması mümkün müdür? Şüphe yok ki, insanın yaratanına karşı yerine getirmek zorunda olduğu bir çok görevleri vardır. Bununla beraber bu görevlerin yerine getirilmesi sonucundaki faydalar kesinlikle yaratıcısına değil, gene kendisine aittir.
Bütün alemlerden gani, ihtiyacı olmayan, evrenin yaratıcısı, alemlerin Rabbi, esirgeyen, bağışlayan yüce varlık, isimlerinin ve sıfatlarının görüntüleri olan şu evrende bulunan her şey, kendi yaratılışına uygun bir eğilime göre gelişmeyi, evrimine hizmet edecek bir düzen ve bir görev içinde bulunmayı tayin etmiştir. Yüce Allah, insanın da kendi yaratılışına uygun olarak gelişme ve yükselmesine sebeb olacak bir çok dini hükümler ve dini görevler koymuş, bu suretle insanın şerefini ve değerini bir kat daha yükseltmiştir.
Gerçekte yüce Allah’a kulluk ve emirlerine itaat, yasaklarından kaçınma insanların mutluluğuna ve yükselişine hizmet etmektedir. Çünkü; dünyada ve ahirette mutlu olabilmek, ancak ibadet görevlerini yerine getirmekle mümkün olabilir. Özellikle İslâm dininin yüksek değerleri mutluluk ve kurtuluşun yüce temelleridir. Çünkü, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in getirdiği din, ahlaki güzelliklerin en mükemmel erdemlerin, mad- di-manevi gelişme ve yükselmenin kefilidir.
Bunun içindir ki, dini yönden yükümlü olduğu görevleri yerine getiren, dinin yasak ettiği şeylerden kaçınan herhangi bir müslüman, her yönden mutlu ve her yerde övülmeye layıktır. Zira dinimizin emrettiği her- şeyin sadece fayda getirdiği, yasakladığı her işin de sadece zarar verdiği bugün dünyanın kabul ettiği gerçeklerdir.
Yumuşak huyluluk, alçak gönüllülük, adalet, hakka saygı, zayıflara acıma, ırz ve namusa saygı, yoksullara yardım, yaratılmışlara şefkat, sözde ve işte doğruluk, maddi-manevi tüm işlerde güven verici olma, saçıp savurmaktan kaçınma, tutumlu olma, çalışkanlık, boş sözlerden, kötü işlerden korunma, devletine sadakat, temiz duygularla yüce yaratana kulluk etme... vs. gibi güzel davranışların mutluluk sebebi, bunların karşıtı davranışların ise felaket sebebi olduklarını inkâr etmek mümkün müdür?
Tam bir temizlikle alemlerin Rab- bine karşı yerine getirilmesi gerekli olan, tapınmanın en güzel ve en akla uygun şekillerini içinde bulunduran namazın kurallarına uygun olarak yerine getirilmesi halinde ruha verdiği manevi tad, kalbe kazandırdığı temizlik ve incelik, bedene sağladığı, zindelik ve mutluluk tasavvur edilebilir mi? Kendisinde gösteriş bulunmayan ve bu sebeple beden ibadetleri arasında seçkin bir yeri bulunan orucun manevi lezzetleri maddi tadlarla ölçülebilir mi?
Özetle; maddi-manevi yükseliş için itaat ve kullukta hiçbir zaman kusur etmemelidir. Özellikle Yüce Allah’ın afv ile müjdelediği mübarek ramazanda O’nun va’dine layık olmak için son derece çalışmalıdır. Özürsüz olarak namazı terketmek, oruç tutmamak kusurunu işlemekten kaçınmalıdır. Hele kasten ve insanların gözleri önünde oruç tutmamaktan kesinlikle kaçınmak gerekir.
Müslüman kadınların da bu yönü önemle dikkate almaları gereklidir. İffet ve namus, müslüman kadının belirgin bir ziynetidir. Milletimizin ve ülkemizin gelişip yükselmesini sağlayacak övgüye değer özellikler hanımlarımızın terbiye elinde kazanılacaktır. Bununla beraber her terbiye, ahlaki erdemlere ve dini duygulara dayanmalıdır. Çünkü; dini duygular ve ahlaki güzellikler milletin yükselmesi ve ülkenin gelişmesi için en önemli etkendir.
Bu itibarla tüm mümin erkek ve kadınların, namaz ve oruç gibi önemli farzları ve diğer bütün dini görevleri güzelce yerine getirmeye gerekli dikkat ve titizliği göstermeleri, İslami ilke ve kurallara uygun hareket etmeleri gerekir.
Halkımıza milli değerlerimizi hakkıyla yerine getirerek din ve devletin yücelmesi, ülkemizin ve milletimizin korunması, refah ve mutluluğu için manevi ortamları tam bir ciddiyetle oluşturulmaları yüce İslâm dini ve ne- cib milletimiz adına tavsiye olunur. ♦

Yukarıda metinleri bulunan iki ramazan bildirisi, 1916-1918 yılları arasında Osmanlı imparatorluğumun Şeyhülislamlık makamında bulunan Musa Kazım Efendi tarafından yayınlanmıştır. Her iki bildiri, 1336 yılında ’Dar’ut Hilafet’il Aliyye Evkafı islâmiyye Matbaası’nda basılan "Şeyhülislâm Musa Kazım-Dini, içtimai Makaleler" isimli kitapta yer almıştır. Bildiriler bu kitaptaki metinden sadeleştirilerek yayıma hazırlanmıştır.