Makale

TÜRK DİLİ

TÜRK DİLİ

Prof. Dr. Mehmet Kaplan

Fert, konuştuğu dili hazır bulur. Dil, ferde cemiyetin bağışladığı en büyük miras ve donatımdır. Ana, baba, çevre, okul, çocuğa dil vasıtasıyla cemiyetin asırlar boyunca biriktirdiği hayat tecrübesini ve kültürünü de aktarır.
Biz dili, kelime kelime değil, cümle cümle öğreniriz. Kelimeleri alfabe sırasına dizen sözlükler, onları canlı muhitlerinden çıkarırlar. Dil, konuşulan ve yazılan "cümleler"den ibarettir. Cümleler ise bir duygu ve düşünceyi ifade eder. Gerçek dil hakkında bir fikir edinmek için sözlüklere değil, konuşmaya veya yazılı metinlere bakmak lazımdır. Türkçeye binlerce yıldan beri giren yabancı kelimeleri çıkarmaya kalkanlar bu vakıayı gözönünde bulundurmadıkları için, kelimeye cümleyi, yani duygu ve düşünceyi feda etmişlerdir. Aşağıdaki deyim ve atasözlerine bakınız:
"Akıl almak", "akıl almamak", "akıl dağıtmak", "akıl defteri", "akıl dışı", "akıl erdirememek", "akıl hocası", "akıl işletmek", "akıl kârı", "akıl satmak", "akıl sır ermez", "akıl vermek", "akılda bulundurmak", "akıldan çıkmamak", "akılla ölçmek", "akıllara durgunluk vermek", "akıllı düşman" (1).
Akıl kelimesi Türkçeye Arapçadan geçmiştir ama bu yirmi kadar deyimi Türkler vücuda getirmişlerdir. Türkiye’de onları bilmeyen bir Türk tasavvur edilemez.
Şimdi "akıl" kelimesi Arapçadır diye onu dilden çıkarmak, "Türkçedir" diye ölü "us" kelimesini diriltmeğe çalışarak, yirmiden fazla canlı deyimi yok etmek "akıl kân" mıdır? Ve böyle bir davranış ilme ve milli kültür anlayışına uyar mı?
Türkçede, konuşma ve yazı dilinde "akıl" kelimesinin kullanıldığı kim bilir kaç bin, kaç yüz bin cümle vardır? "Us" kelimesini kabul edersek onların hepsini "us"a çevirmemiz gerekecek. Türk milleti bundan zarar mı edecek, kâr mı edecek?
Konuşulan ve yazılan Türkçe, binlerce yılın mahsulüdür. O, Türk milletinin ortak malıdır. Ona elbette yabancı kelimeler, hattâ deyimler karışmıştır. Divan edebiyatının yazıldığı Osmanlıca, on binlerce yabancı kelime ve terkiple doludur. Böyledir diye, eski Türk edebiyatını Türk kültürünün dışına mı atacağız?
Divan edebiyatı, eski Türk kültürünün bir parçası ve en güzel aynasıdır. Onu eski Türk medreselerinden, tekkelerinden, sarayından, çarşısından ve günlük hayatından ayırmağa imkân yoktur. Onu da ötekiler gibi Türkler vücuda getirmiştir.
Türkler, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra, daha önce vücuda gelen İslâm medeniyetini de almışlar, fakat onu içlerine sindirmeğe çalışırken, kendilerine göre tasarruflarda bulunmuşlardır. Malzeme dışardan alınmış olsa bile yapı Türkündür. Yunus Emre, Âşık Paşa, Baki, Nedim, Nef’î, Şeyh Galib, Türk kültürü içinde doğmuş, yaşamış, eser vermiş şahsiyetlerdir. Onlar eserlerini "Osmanlıca" denilen dil ile vücuda getirmişlerdir. Daha doğrusu eserleriyle Osmanlıca denilen zengin ve ince "kültür dil”ini cümle cümle, beyit beyit onlar yaratmışlardır.
Kendi milletinin tarih ve kültürünü öğrenmek ve incelemek isteyen her Türk, bu eserleri anlamak ve onlardan zevk almak için, bu dili bilmek zorundadır. Yabancı kültürlerden istifade etmek için, yabancı dili okullarımızda öğretmek maksadıyle bunca emek ve para harcarken, kendi milli kültür kaynaklarımıza sırt çevirmeyi mazur göstermek bir hayli güçtür. Bunun adına gaflet, cehalet ve dalâlet derler.
Türkçeye yabancı dillerden girmiş olan her kelimenin tarihi ve kültürel bir mânâsı vardır. Onlar Türklerin diğer milletlerle olan kültür alışverişinin delilleridir. Bize düşen onları çıkarmak değil, anlamaya ve değerlendirmeye çalışmaktır.
Bizim Türk dili deyince sadece Türkiye Türkçesini gözönünde bulundurmamız da yanlıştır. Türkiye Türk-çesi, daha öncesi Türkçe-nin bir devamıdır. Türkçeye Anadolu’ya geldikten sonra yerli dillerden pek çok kelime girmiştir. Fakat on binlerce kelime ve deyim bizi, Malazgirt öncesine bağlar.
Türkiye dışında yaşayan yüz milyona yakın Türkün konuşma ve yazı dili de bizi ilgilendirir. Bütün Türklerin kullandıkları dili, deyimleriyle tesbit eden bir lügata ihtiyaç vardır.
Dilciler, umumiyetle muhtelif Türk şiveleri arasındaki fonetik benzerlikler ve farklar üzerinde duruyorlar. Kelime ve deyimlerin mânâ bakımından mukayesesi kültür yönünden daha mühimdir.
Türkiye dışındaki Türklerin hayat, çevre ve yabancılarla olan münasebetlerini, onların yazılı ve sözlü eserlerinden çıkarmak mümkündür. Bu eserlerin incelenmesi bize pek çok şey öğretir.
Türkçeden yabancı dillere geçen kelime ve deyimler bizim onlar üzerindeki tesirlerimizi göstermesi bakımından ayrıca mühim bir konudur. "Yoğurt" ve "şiş-kebap" kelimeleri, yoğurt ve şişkebabı ile beraber bütün dünyaya yayılmıştır. Balkan dillerinde Türkçeden binlerce kelime bulunmaktadır. Bunlardan her biri, bize has duygu, düşünce, müessese veya eşyayı gösterir.
Türkçenin en eski kelimeleri uzak köylerde yaşamaktadır. Türk kültürünü tanımak için onları da kullandıkları cümleyle beraber derlemeğe ihtiyaç vardır.
Dil, bir milletin yaşadığı sosyal hayata göre tabakalara ayrılır. Köylünün hayatı ile şehirlinin hayatı aynı değildir. Okuma-yazma bilenlerin kullandıkları kelimeler mesleklerine göre değişir. Bunlar menşe bakımından hangi dilden gelirlerse gelsinler, vatan toprakları gibi bizim olmuşlardır. Onları feda etmekle bir şey kazanmayız.
Yeni kavramlar için yeni kelimeler icadı ile, Türkçeye girmiş ve yerleşmiş yabancı kelimeleri tasfiye etmeyi birbirine karıştı rma-malıdır. Bugün bizim ilim, teknik, edebiyat, sanat ve felsefe sahalarında binlerce yeni kelimeye ihtiyacımız vardır. Bunların Türkçe köklerden türetilmesi elbette iyi olur. Bunu yapacak olanlar desteklenmelidir. Türkçede bulunmayan bir kavrama, Türkçe karşılık bularak Türk kültürüne mal etmek, övülmeğe değer bir hizmettir. Bu suretle Türkçe yeni bir kelime veya kavram kazanmış olur. Fakat bunu yaparken, Türk dilinde yaşayan kelimeleri yabancı diye tasfiyeye kalkmak, düşünce akımını sekteye uğratmak, dile sımsıkı bağlı olan duygu ve düşünce sistemini zedelemek demektir. Dilimizi fakirleştirmemeli, zenginleştirmeliyiz.
Türk milletinin çağdaş medeniyete uyması için yabancı ülkelerden pek çok eşya ve fikir alıyoruz. Bunlarla beraber Türkçeye bir yığın kelime de giriyor. Kendileri veya adları yabancıdır diye bunlardan vazgeçebilir miyiz?
Bir dil tabiat, eşya ve insanı, en ince teferruatına kadar açık ve seçik bir şekilde ifade edebilmelidir. Bir insan bunlardan ne kadarını bilirse o kadar kültürlü sayılır. Sait Faik bir hikayeciyi tenkit ederken "bırak canım, öyle hikayeci mi olur, daha balık adlarını bilmiyor" diyordu. Bir hikayeci, sadece balıkların değil, her şeyin adını bilmelidir. Onun hikâyelerini okuyanların da o kelimeleri bilmeleri, bilmiyorlarsa öğrenmeleri gayet tabiidir. Sait Faik’in kullandığı kelimelerin mânâlarını bilmeyen, onun hikâyelerini anlayamaz ve onlardan bir zevk alamaz. Bundan dolayı öğretmenler, öğrencilerine, Türk yazarlarının kullandığı bütün kelimeleri öğretmeli ve sevdirmelidir. Onların düşünce ufkunu genişletmenin başlıca yolu budur.
Türkiye’de yaşayan, bu toprakların nimetlerinden faydalanan bütün vatandaşlar Türkçe konuşmalıdırlar. Türk olmanın ve Türk vatandaşı olmanın birinci şartı budur. Türkiye’de Türkçe konuşmamakta ısrar eden vatandaşlar, bu davranışlarıyla kendilerini Türk cemiyetinden ayırıyorlar demektir. Bunlar arasında Türkçe konuşmak ve yazmak isteyen iyi niyetli vatandaşlara Türkçe öğretmek, milli bir vazife olmalıdır. Yabancı milletler, Türkiye’de yabancı dilleri yaymak için okullar, dershaneler, kurslar açarken, bizim Türkçe bilmeyen vatandaşlarımıza kendi ülkelerinin dilini öğretmeyi ihmal etmemiz bir utanç konusudur.
Türkiye’de Türkçe bilmeyen hiç bir vatandaş kalmamalıdır. Türkiye kültür birliğine ancak o zaman kavuşur. Devlet kadar, devletine ve milletine hizmeti zevk ve şeref konusu yapanlarda Türkçe bilmeyen vatandaşları Türkçe öğretmeye teşvik etmeli, bunun onlara sağlayacağı maddi ve manevi faydayı anlatmalıdırlar.
Türkler ırk ayırımı yapmazlar. Kendilerine bağlı olan yabancıları bile bağırlarına basarlar. Türkiye’de Türk dilini ve kültürünü benimseyen ve liyakatli olan bütün vatandaşlara devlet ve meslek kapıları açıktır. Asırların ihmali yüzünden Türkçe öğrenememiş Türk vatandaşları neden bu nimetlerden faydalanmasınlar? Türk devleti kendilerine her türlü imkânı verdiği halde, Türkçe konuşmamakta ısrar edenlere iyi bir gözle bakılmamasını tabii karşılamak lâzımdır.
Türkiye’de eskiden kalma şive ve ağız farklarının da ortadan kaldırılması gerekir. Ağız ve şive farkının üstünlük veya aşağılıkla hiç bir ilgisi yoktur. Halbuki Türkiye’de buna bir kusur veya meziyet gözü ile bakılıyor. Şive farkı olanlarla alay ediliyor. Bu alay bazen küçümseme şeklini alıyor. Bugün okur-yazarlar ’arasında güzel, ortak bir Türkçe telâffuzu teşekkül etmiştir. Türkçeyi çok güzel konuşan aktörlerimiz, hatiplerimiz, hocalarımız ve spikerlerimiz vardır. Türk dilinin en güzel örnekleri, Türkçeyi iyi konuşanların ağzı ile teybe veya plağa alınarak, Türk çocuklarına daha ilkokulda standart bir Türkçe telâffuzu öğretilebilir.
Edebiyatta veya tiyatroda şahısların şivelerini taklit çok basit bir usuldür. Bir insanın asıl şahsiyeti şivesinde değil, karakterinde gizlidir. Büyük yazarlar şive taklidine pek az başvururlar. Bütün özelliği şive taklidinden ibaret olan bir yazarın eseri, yabancı bir dile çevrilince, boyası dökülmüş oyuncaklara döner. Şive taklidi yapan bir yazarın gerçek değerini anlamak isterseniz, eserini normal dile çeviriniz. Doğulu, batılı, güneyli, kuzeyli vatandaşların meziyet veya kusurları ile şiveleri arasında hiç bir münasebet yoktur. Edebiyat öğretmenleri böyle eserlere değer vermemelidirler.
Yerli kelimelerin tesbiti, şive taklidinden tamamiyle farklı bir hâdisedir. Türkiye’de köylerde ve kasabalarda, çadırlarda, obalarda kullanılan sözlüklere geçmemiş her kelime bize yeni bir şey öğretir. .Zira bunlar ya bir duyguyu veya bir eşyayı gösterirler.
Orta-Asya’da yaşayan eski Türkler, kışın karların parıltısından gözlerini korumak için at kılından bir gözlük kullanırlarmış. Kaşgarlı Mahmud, bu gözlüğe "gözündürük" adı verildiğini söylüyor. Kıyıda bucakta Türk kültür ve medeniyetine ait bir teferruatı belirten kimbilir daha ne çok kelime vardır. Öğretmenler ve öğrenciler, böyle kelimelerle karşılaşırlarsa, onları mânâ ve tasvirleriyle kaydederek, dil ile ilgili ilim adamlarına bildirmelidirler. Nerede olursa olsun, Türkler tarafından konuşulan ve yazılan her kelime "Türk kültür lugatı"na girmelidir. Onların hepsi Türk kültürünün muhtevasını, tarih ve coğrafyasını belirtmeğe yarayan birer delildir.

(1) Yukarıdaki deyimleri E.Kemal EYÜBOĞLU’nun ’Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimleri" kitabından aldım.

Kültür ve Dil Dergisi Yayınları 1983 İst.