Makale

ÇEVRE VE EROZYON

ÇEVRE VE EROZYON

Sağlıklı bir çevre, bütün canlıların yasayabilmesi için temel koşuldur. Ancak dünyamız son yıllarda çok ciddi çevre sorunları ile karsı karsıyadır.
Havası, suyu, toprağı ile dünyamız artık eski dünya değildir. Günümüzde sağlıklı bir çevre ve dünya, yerini hastalanmış bir çevre ve dünyaya bırakmıştır, insanlar geçmişten bu yana çevre ile olan ilişkilerine dikkat etmemiş, doğaya ve doğal varlıklara karsı bencil bir yaklaşım içerisinde olmuş ancak zamanı gelince bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödemiştir.
Kutsal kitaplarda yer alan felaketler, dünyanın birçok yerinde zaman zaman yaşanmış ve birçok kavimlerin ve onların geliştirdiği uygarlıkların sonunu belirlemiştir. Örneğin,
Türker’in Orta Asya’dan göçü, Hindistan’ın yukarı Indus Vadisinde Hint-Pakistan Uygarlığı olan indus Uygarlığı’nın, Mezopotamya’da Sümer, Akad, Babil; Nil Nehri boylarında Firavunlar dönemi uygarlıklarının yok oluşlarının temelinde hep insanların doğaya karsı olan acımasız ve hoyratça yaklaşımı yatmaktadır. Ancak çok sabırlı olan doğa, uzun süren bir bekleyişten sonra insanoğluna hak ettiği dersi vermiş, ve bu uygarlıkların tarih sahnesinden yok olup gitmesine neden olmuştur. Yok olan uygarlıkların kalıntıları bugün hala mevcuttur, insanoğlunun bu kalıntıları görerek düşünmesi, ders alması ve doğaya karsı hoyratça davranıldığı takdirde sonunun hüsran ve yok olma olacağını aklından çıkarmaması gerekir.
Bugün insanoğlu büyük bir hırsla sarıldığı ağır endüstrileşmenin bedelini yavaş yavaş ödemektedir. Düne kadar “Atmosfer Kirliliği”, “Sera Etkisi”, Güney Yarı Küre’de (Antarktika] meydana gelen “Ozon Deliği" (ozon tabakasının yoğunluğu- nofrazalması), “Asit Yağmurları” ve “Erozyon” gibi kavramlara yabancı iken, bugün bu tanımlamaları devamlı olarak duymaktayız. Ayrıca ‘sürdürülebilir kalkınma’ sözcüğü bugün sadece Türkiye’de değil tüm dünyada en sık kullanılan sözcükler arasındadır.
1986 yılında Rusya’da meydana gelen Çernobil Faciası sadece Rusya’yı değil, Avrupa’yı ve Türkiye’yi hatta tüm dünyayı ürkütmüştür. Benzer şekilde, dünyamızın akciğerleri durumunda olan, Brezilya’nın Amazon Ormanları, günden güne insanloğu tarafından acımasızca katledilmektedir. Dünyanın ekolojik dengesini bozan bu tür davranışlar, artık sadece tek bir ülkeyi değil, tüm dünyayı ilgilendirmektedir. Sadece tropikal bölgede (Dünya Ekvatoru’nun üst ve altında, 23.5 derecelik alan) yıfda’’iV7’"Fftilyon hektar, tüm dünya genelinde ise 23 milyon hektar ormanlık arazi yok edilmektedir. Dünya’dan her yıl 23.5 milyar ton toprak, ormansızlaşma ve erozyon sonucu denizlere ve göllere taşınmaktadır. Türkiye’de erozyonla baraj, göl ve denizlere taşınan, yıllık toprak miktarı 500 milyon tondur. Bir kamyonun 10 ton taşıma kapasitesine sahip olduğunu düşünürsek, Türkiye her yıl 50.000 (elli bin) kamyon toprağını erozyon nedeniyle kaybetmektedir. Türkiye alan itibariyle dünyanın 1/192’sini erozyon nedeniyle toprak kaybında ise, dünyanın toprak kaybının 1/47’sini oluşturmaktadır.
Dünyamızda her yıl 6 milyon hektar toprak, geriye dönüşümü olmayacak biçimde çölleşmektedir. Yine her yıl 21 milyon hektar verimli toprak da çölleşme etkisi ile verimsizleşmektedir. Ayrıca 10 milyon hektar sulu tarım arazisi çoraklaşma sonucu terk edilme durumunda kalmaktadır.
19601ı yıllarda, 18.5 milyon insan kuraklıktan zarar görürken, 1970’li yıllarda bu rakam 25 milyona çıkmıştır. Yine aynı yıllarda 5 milyon insan sellerden zarar görürken, bu değer 1970’li yıllarda 15 milyondur. Endüstrileşmenin neticesinde, atmosferde bulunan Karbondioksit [Cü2] gazının miktarı 1960-1970 yılları içerisinde milyonda 270 civarında iken, bugün bu değer milyonda 340 mertebesine ulaşmış ve her geçen gün artmaktadır, insanların yaşamları için çok önemli olan Azot gazının (N2) hacim itibariyle miktarı % 78.1 ve üksijen’in (02) miktarı % 21’dir. Havadaki Karbondioksit miktarı % 0.3’den azdır. (Diğer eser miktarda bulunan gazlar; su buharı, Argon, Neon, Helium ve Metan] Görüldüğü gibi nefes aldığımız havanın en önemli iki bileşeni Azot ve Oksijen’dir. Oranlarındaki herhangi bir değişiklik, insanların yaşamını tehlikeye sokar. Doğanın dengesinin ne kadar hassas olduğunu, atmosferde eser miktarda bulunan sera gazlarından Karbondioksit gazının, artan miktarlarda fosil yakıt (odun, kömür, petrol vb] tüketimi nedeniyle miktarın artması (milyonda 270 ten 340’a] sonucu, kendisini atmosferin sıcaklığının artmasından, düzensiz fakat şiddetli yağan yağışların çok büyük zararlar vermesinden ve mevsimlerin kaymasından ibretle gözlemlemekteyiz. Aslında atmosferde eser miktarda (% 0.3’den az] bulunan Karbondioksit gazının mevcut olması, güneşten gelen radyasyonun, yerkürenin yüzey sıcaklığının + 20 C° civarında sabit kalmasını sağlar. Eser miktarda bulunan Karbondioksitin mevcut olmaması durumunda, yeryüzünün yüzey sıcaklığı - 19 C° olurdu ve insanların yaşamı çok zor olurdu.
Çevre sorunları arasında orman ve mer’a gibi daimi yeşil örtülerin yok olması veya azalmasının çok önemli ve ayrı bir yeri vardır. Ormanların yok edilmesiyle, bunlardan elde edilen yararlardan ayrı olarak, ülkelerin su dengeleri bozulmakta, denge bozulmasını takiben seller, taşkınlar, toprak kaymaları, çığ ve erozyon gibi felaketler, iklim değişiklikleri ve insan sağlığında karşılaşılan sorunlar ortaya çıkmaktadır. Ormanların odun değerinin yanısıra asıl önemi, doğanın dengesini sağlamaktaki fonksiyonlardır. Örneğin, yetişkin bir mese ağacının odun değeri, doğa yararına sağladığı değerlerin 1/2000’ine eşittir. Evrende, dolayısıyla üyesi olduğumuz Güneş Sistemi’nde ve yeryüzünde herşeyin büyük bir özen, belli bir düzen ve denge içinde yaratıldığı düşünülünce açıkça görülmekte ve bütün sistemlerin birlikte hareket ettiği ve birinin hareketinden, diğerinin de sorumlu olduğu açıktır. Makro düzeyde mevcut olan birliktelik, aynı şekilde mikro düzeyde de mevcuttur.
Yeryüzünde yasayan toprak dahil tüm canlılar bir bütünün parçasıdır ve yaşamlarını ancak birlikte sürdürebilirler. Bu birlikteliği meydana getiren unsurlardan bir tanesini yok ederseniz, tüm canlılar bundan etkilenir. Bunun en güzel örneğini, bugünlerde çok sıkça yasadığımız şiddetli yağışlar, sel ve su taşkınları gibi olaylarda görmekteyiz.
Her yıl, yeryüzünün akciğerleri olan ormanların devamlı olarak insanoğlu tarafından yok edilmesi [Dünya genelinde 23 milyon hektar), meydana gelen orman yangınları, doğanın dengesinde çok büyük dengesizlikler yaratmaktadır. Yeryüzünden her gün takriben 140 bitki ve hayvan türü yok olmaktadır. Çeşitli nedenlerle, yok edilen ormanlarımızı, fidan dikmek suretiyle uzun vadede de olsa yerine koymak zor da olsa mümkündür. Ancak toprak bilim uzmanlarına göre, 1 cm kalındığındaki bir toprak tabakasının meydana gelmesi için 100 yıl gibi bir zamana ihtiyaç vardır. O halde toprağın hangi nedenle olursa olsun kaybedilmesi, yağan yağmur ile derelere, akarsulara, göllere ve denizlere akması, toprağın geri dönüşümünü imkansız kılmaktadır. O halde erozyon yeryüzünün en büyük felaketidir. Özellikle sanayisi gelişmiş olan ülkelerin, ürettikleri CFC (kloro flor carbon) gibi bazı kimyasal maddelerin üretimini azaltmak veya yerlerine tamamıyla farklı yeni gazlar üretmek suretiyle, bu gazların yeryüzündeki canlılara verdiği zararı azaltmak veya uzun sürede yok etmek mümkündür. Ancak kaybolup giden canlı toprağımızı yerine koymak çok zordur, maliyeti çok yüksektir ve çok uzun zaman gerektirir. Dünyamızın dengesinde, yeşil örtünün zarar görmesiyle meydana gelen değişiklikler apaçıktır. 19601ı yıllarda, yılda 5 milyon insan sellerden zarar görürken, 1970’li yıllarda bu rakam 15 milyon ve günümüzde çok daha fazladır. Yeryüzünde insanoğlunun doğal afetlerden dolayı tarım ve hayvancılık üretimindeki kaybı, Birleşmiş Milletler Yetkililerine göre 40 milyar dolar civarındadır. Dünya genelinde et ve tahıl üretimi 1984 yılına kadar fazlalık gösterirken, bu büyüme 1984-1992 yılları arasında yavaşlamış ve sıfır değerine yaklaşmıştır. Mevcut verilere göre, 2000 yılından itibaren, yeryüzünde yıllık et ve tahıl üretiminin eksi değerlere düşeceği (açık vereceği) ifade edilmektedir. Dünyada insan sayısındaki artma, yılda 100 milyon civarındadır. Bunun 85 milyonu gelişmemiş veya az gelişmiş ülkelerde meydana gelen artışlardır. Dünya genelinde nüfus artmasının bu şekilde devam etmesi durumunda 2020’li yıllarda dünya nüfusu, bugünkü değerinden 2.5 milyar daha fazla olacaktır. Her gün yok olan veya verimliliği azalan ekili alanların miktarı göz önüne alındığında ve bugün dünyada 800 milyon civarında insanın yeterince beslenemediği ve daha önemlisi 100 milyon insanın açlık içerisinde yasadığını düşünürsek, 2010 ve 2020’li yılların hiç de parlak olmayan günler getireceğini tahmin etmek fazla zor olmasa gerek. Dolayısıyla bugün dünyamız, insanoğlunun son derece bilinçsiz ve durmak bilmeyen saldırısı ile karsı karsıyadır.
İnsan ömrü gözönüne alındığında, doğanın insanlara karsı son derece sabırlı olduğu ancak saldırıya devam edildiği takdirde, insanoğluna cevabı çok kısa sürede fakat çok acımasız olabilmektedir. Tarih bunun birçok örnekleriyle doludur. Örneğin Orta Asya’da Tiber Bölgesi’nden çıkarak 5000 km yol kateden Sarı Irmak boylarında M.Ö. 2000’li yıllara kadar uzanan bir dönem içerisinde pek çok Çin uygarlığının, meraların yanlış kullanımı sonucunda meydana gelen şiddetli toprak erozyonu ve onu takip eden sel ve taşkınlar sonucu yok olduğu bilinmektedir. Bugün yer yüzünde erozyon nedeniyle kaybedilen toprak miktarı 2.5 milyar tondur. Bunun 2 milyar tonu Çin’de Sarı Irmak çevresinde meydana gelen ve Sarı Deniz’e dökülen topraktır. Nitekim Çin, yoğun toprak erozyonu nedeniyle her yıl sel ve su taşkınları sebebiyle çok büyük zarar gören ülkelerin basında gelmektedir.
Tarihten diğer bir örnek de, Hindistan Yarımadasında Indus Nehri boylarında M.Ö. 2300 ve 1700 yılları arasında antik kent uygarlıklarının yaşadığı bilinmektedir. Bölgenin sanayi ve ticarette ileri gitmesine karşılık, maden cevherinin eritilmesinde kullanılan ormanların yok edilmesi, eğimli arazide toprak erozyonunun önemli miktarlarda meydana gelmesi sonucunda, yağan yağmurlardan oluşan sellerin Indus Nehri’nin tasmasına, yerleşim merkezlerinin çamur selleri altında kalmasına ve bir süre sonunda bu antik kent uygarlıklarının yok olmasına neden olmuştur.
Diğer bir örnek; yine aynı, dönemlerde, Aşağı Mezopotamya’da yaşanmıştır. Aşağı Mezopotamya’da Sümer, Akad ve Babil Uygarlıklarının geliştiği ve çok ileri zirai tekniklere sahip oldukları bilinmektedir. Ancak M.Û. 3000-700 yılları arasında gelişen, Ur-Kish-Lagas ve Babylon gibi büyük yerleşim merkezlerinin refah döneminden sonra, yukarı havzalardan (Dicle, Fırat, Zap vb.) koparak gelen sel ve taşkın olaylar sonucu son buldukları bilinmektedir.
Görüldüğü gibi insanoğlunun bilhassa yeryüzünün ormanlarının bilinçsizce katledilmesi sonucu, doğa insanoğlundan intikamını çok acı almıştır.
Durum memleketimizde de iç açıcı değildir. Memleketimizde her yıl 1 milyondan fazla insan kırsal kesimden büyük kentlere göç etmektedir. Bir zamanlar orman yönünden zengin olan memleketimiz bugün orman fakiridir, iyimser bir tahminle 20 milyon hektar olan orman varlığımız ülke topraklarımızın % 25’i kadar iken bugün bu miktar daha da azalmış ve 19 milyar hektara gerilemiştir. Ne yazıktır ki bir miktarın % 50’den fazlası bozuk ve verimsizdir.
Evliya Çelebi Seyahatnemesi’nde, Güneydoğu Anadolu’daki zengin yeşil örtüden ve sık ormanlarımızdan bahsetmektedir. Memleketimiz, bitki türü yönünden dünyanın en zengin ülkelerinden biridir.
Bütün Avrupa’da 11000 civarında değişik türde ve 3000 civarında bölgeye özgü bitki çeşidi mevcutken, Türkiye’de 3 bin kadarı bölgeye özgü, 10.000’e yakın bitki türü mevcuttur. Türkiye’nin koca Avrupa kıtası ile mukayese edildiğinde bile bitki türü yönünden ne kadar zengin bir ülke olduğu açıkça görülmektedir.
Mesela ormanlarımızı meydana getiren ağaç türleri arasında dahi büyük bir çeşitlilik vardır. Örneğin ülkemizde, meşe ağacının 20 ayrı türü, çamın 5-6 ayrı farklı çeşidi mevcutken Avrupa’nın diğer ülkelerinde, bu sayı sadece birkaçtır. Büyük bir çeşitliliğe sahip ormanlarımızın kıymetini bilmediğimiz gibi, meralarımızın da değerini bilemedik. Bu doğal varlığımızı da büyük ölçüde kaybettik. Cumhuriyet dönemi başlarında 50 milyon hektar olan meralarımız aşırı otlatmalar, yerleşimler, ve tarım arazilerine dönüştürülmesi neticesinde, 20 milyon hektara gerilemiştir. Yine asın kullanım sonucunda bugün bu rakam çok daha alt değerlere inmiştir.
Ülkemizde, ormanlarımızın ve meraların bilinçsizce yok edilmesi neticesinde, doğanın ülke insanlarımıza verdiği ders acımasız olmuştur. Memleketimizin tarihi doğanın insanoğluna verdiği acımasız derslerle doludur. Bunların sayısı saymakla bitmeyecek kadar çoktur. İşte bunlardan bir kaçı; 4 Kasım 1995’te İzmir’de Karşıyaka semti seller altında kalmış, trilyonlarla ifade edilen maddi zararın yanısıra 50’den fazla insan yaşamını yitirmiştir. Yine aynı tarihte Isparta-Sütçü- ler’de ve Alanya-Başkale’de insanlar sel felaketi sonucu hayatlarını yitirmişlerdir.
31 Ağustos 1995 tarihinde Rize ve çevresi büyük bir sel ve heyelan ile karşı karşıya gelmiş, can ve mal kaybı meydana gelmiştir.
13 Temmuz 1995 tarihinde Isparta-Senirkent’te Kapıdağ üzerine düşen, sadece 10-15 dakikalık şiddetli yağış sonucu meydana gelen sel ve çamur birkaç dakika içerisinde 74 insanın canına mal olmuş ve 3 trilyon civarında maddi hasara neden olmuştur.
Sel ve taşkın felaketinin en son örneği 10 Ağustos 1997 tarihinde İstanbul’da yasanmış, 4 gün süren şiddetli yağışlar Alibeyköy, Sile, Bahçeköy ve Kağıthane’de bir çok ev ve işyeri sel suları altında kalmış, büyük ölçüde maddi zarar meydana gelmiştir.
Isparta-Senirkent’te meydana gelen sel felaketinin, yörenin Eğridir Gölü yanıbaşında 2734 metre yüksekliğe ulaşan Barla Dağı’ndan şiddetli yağış ile gelen sel ve çamur akıntısından kaynaklandığı bilinmektedir. Yapılan incelemelerden, bir zamanlar Barla Dağı’nın 2000 metre yüksekliklerine kadar sedir ormanları ile kaplı olduğu bilinmektedir. Ancak bölge insanı, gelecekte büyük bir felaketle karşılacağını düşünememesi nedeniyle bölge ormanları acımasızca kesilmiş, bunu neticesinde, doğa da insanlardan intikamını feci şekilde almıştır.

SONUÇ

Ormanların yok edilmesi sonucu, erozyon neticesinde meydana gelen sel, taşkın, heyelan türü felaketlerin sayısı çok fazladır ancak insanoğlunun doğaya karşı sürekli artan baskısı devam ettiği sürece, doğanın insanlardan alacağı öcün yeğinliği (şiddeti] daha büyük olacaktır. Ne yazık ki insanlarımız henüz bunu anlamış dahi değildir. Bu konuda memleketimiz insanının her bir ferdine, doğanın tahrib edilmemesi hususunda sürekli olarak aydınlatıcı ve açıklayıcı bilgiler verilmeli, aksi halde memleketimiz insanı doğaya karşı sorumsuz ve düşüncesiz davranışlardan dolayı yine doğanın kendisi tarafından çok şiddetli bir şekilde cezalandırılacaktır. Çok geç kalınmış olan bu konuda, herkes acilen üzerine düşen görevi sorumlulukla yapmalıdır. Aksi halde üzerinde yaşadığımız topraklar soluduğumuz hava, içtiğimiz su, kısacası can çekişmekte olan doğa yok olmak üzeredir.