Makale

Kültürümüzde Temizliğe Verilen Önemin Tezahürü Hamam

Mustafa Bektaşoğlu

Kültürümüzde Temizliğe
Verilen Önemin Tezahürü
Hamam

Türk-lslâm şehirlerinin önemli sosyal yapılarından birisi hamamdır. Toplumumuzun gelenekleri ve İslâm dininin hükümleri temizliği ön plânda tutmaktadır. Bu sebeple gerek Kur’an ve gerekse Hz. Peygamberin hadislerinde bu mesele üzerinde önemle durulur. Temizlik olmadan birçok ibadetin yapılamayacağı emri gereğince her Müslüman hem vücudunu, hem elbisesini, hem de bulunduğu çevreyi temiz tutmak zorundadır. Bu anlayışın bir sonucu olacak ki, ibadet yeri olan cami yapılmadan önce, onun inşaatında çalışanların temizlenmesi için hamam yapılıyordu.
Arapça’da "ısıtmak, sıcak olmak" anlamındaki hamm (hamem) kökünden türeyen hamam (hammâm) kelimesinin sözlük anlamı "ısıtan yer" demek olup "yıkanma yeri" mânâsında kullanılmaktadır.
Hamam, suyun ısıtılması suretiyle insanların yıkanması için yapılmış bir tesistir. Yer altından fışkıran, içinde kimyevî maddelerin varlığı sayesinde bazı hastalıklara karşı şifa verici özellikleri bulunan suların kullanıldığı yapılara da bazen hamam denilmekle beraber, bunlara Türkçe’de kaplıca ve suyun genellikle tabiî olarak sıcak oluşundan dolayı ılıca adı verilir. Kaplıcaları hamamlardan ayıran en önemli özellik, büyük yıkanma mekânının ortasında bulunan geniş havuzdur.
İslâm dininin vücut temizliği üzerinde durmasından dolayı Müslümanlar hamama büyük önem vermiş ve bilhassa Türklerde hamam, şehirlerin, yerleşim yerlerinin vazgeçilmez bir unsuru olmuştur.
Selçukluların Anadolu topraklarına yerleşmesiyle her tarafta hamamlar yapılmaya başlanmıştır. Hamama en fazla önem veren OsmanlI Türkleri olmuş ve devletin sınırlarının ulaştığı her yerde irili ufaklı hamamlar yapılmıştır. Bunların dışında büyük konaklarda, varlıklı kişilerin evlerinin yanında küçük ölçüde özel hamamlar da yapılmıştır. Küçük yerleşim yerleriyle köylerdeki evlerde ise gusül- hane denilen yıkanma yerleri bulunurdu.
Kaplıca veya ılıcalar dışında havuzu bulunmayan Türk hamamlarında kurna başında su dökünerek yıkanılır. Terleme için ise ayrı kapalı bir mekân değil, her sıcaklık bölümünün ortasındaki "göbek taşı" denilen yüksekçe seki tercih edilmiştir. Soyunma yeri büyük ve abidevî bir mekân hâlini almış, burası yorgunluk çıkarma, dinlenme ve ferahlama mahalli olarak düşünülmüştür.
Türklerin hamama verdikleri büyük önem, konakladıkları yerlerde çadır hamamları kurmalarından da anlaşılmaktadır. Sultan I. Alaeddin Keykubat’ın "hamâm-ı seferî" denilen bir çadır hamamıyla seferlere çıktığı da bilinmektedir.
Osmanlı tarihi boyunca çok sayıda hamam inşa edilmesinin iki sebebi vardır. Bunlardan birincisi; hamamların iyi gelir getirmeleri sebebiyle hayır eserlerine gelir kaynağı olarak vakfedilmesidir. İkincisi; hamamların ait oldukları yapı manzumesinin merkezi olan cami cemaatine hizmet vermesidir.
Hamamların İçtimaî hayatın çeşitli safhalarıyla da ilgisi vardı. Evlenecek kızlar düğünden iki gün önce "gelin hamamı"na götürülür, kız ve oğlan tarafı ile yakın akraba ve eş dost hamama davet edilirdi. Bunun için hamam, kız evi tarafından kiralanır veya davetlilerin ücretleri de ödenirdi. Anadolu’da "kına hamamı" da denilen gelin hamamından başka bazı yörelerde "güvey hamamı" da yapılırdı. (DİA, 15/402-431)
Türk dili içinde de hamam kaynaklı çok sayıda deyime rastlanır. "Hamam gibi olmak", aşırı sıcak yerler için kullanılır. "Hamama giren terler", güç durumu göze alanların karşılaştıkları zorlukları anlatır. Kendisini boş yere övenler için kullanılan deyim de "hamamda gazel atmaktır." "Hamam suyu ile misafir ağırlanmaz", Türk toplumunda misafire verilen önemi anlatır. "Düğüne gider zurnaya, hamama gider kurnaya aşık olur" sözü ayran gönüllüler için, "düğünde zurna beğenmez, hamamda kurna beğenmez" hoşnutsuzluğu bir karakter hâline getirenler için kullanılır. Değişmeyen durumları anlatmak için, "eski hamam eski tas" denir. Mevleviliğin deyimlerinden birisi olan "hamama götürmek" ise, çileyi dolduran mevlevinin hamama götürülerek çile elbisesini çıkarttıktan sonra yıkanması ve yeni elbise giyerek postuna oturmaya hak kazanması anlamına gelirdi.
Hamamlar, mimarî büyüklükleri ve güzellikleri, devlet adamları ya da zengin kişiler tarafından yaptırılmaları, bir nevi sosyal yardım hizmet verme özellikleri, hemen herkesin mutlaka yararlandıkları yerler olmaları nedeniyle doğal olarak edebiyatın da konusu olmuşlardır. Osmanlı divan edebiyatında hamamları anlatan şiirlere genel olarak "hammamiye" denirdi. Hammamiyeler genellikle kaside olarak kaleme alınmışlarsa da, başka formlarda yazılmış ham- mamiyelere de rastlanır. Divan edebiyatında ilk hammamiye örnekleri XVI. Yüzyılda verilmiştir. Halk edebiyatında hamamları anlatan destan örnekleri görülür. XIX. Yüzyılın başlarında İstanbul’a gelen Tosyalı Aşık Mustafa’nın İstanbul hamamlarını övdüğü 150 kıtalık bir destanı vardır.
Türk hamamlarında bir kısmı hâlen kullanılan, bir kısmı ise artık imal edilmeyen bir dizi aksesuar ve araç kullanılır. İşlemeli pirinç, bakır ve gümüş hamam tasları ve nalınlar, el işçiliğinin en güzel örneklerinin verildiği hamam aksesuarlarındandır. Gelinin çeyiz bohçasında gümüş hamam tası bulunması, bazı bölgelerde hali vakti iyi olanlar tarafından hâlen sürdürülen bir gelenektir. Hamamda bulunmasına rağmen, Osmanlı döneminde kadınlar çoğunlukla kendi hamam taslarını götürürlerdi. Günümüzde maliyeti ve mermerle çarpışınca çok ses çıkarması sebebiyle artık plâstik hamam tasları kullanılmaktadır.
Hamamlarda kadınların ayaklarına giydikleri ve Türk el sanatının narin ürünleri olan nalınlar, ayakları sıçrayan pis sulardan korumak için yaklaşık bir karış yüksekliğinde ve kaymayı önlemek için tahtadan imal edilir; üzerleri sedef, kaplumbağa kabuğu ve gümüş kakma ile süslenirdi. Nalınların süslemeleri de diğer hamam malzemeleri gibi yıkanan kişinin sınıfsal konumunu gösterirdi. Yeni gelinlerin, loğusaların, hali vakti yerinde olanların nalınları mutlaka gümüş kakmalı olurdu. Nalınlar eve götürülmez, hamamcı kadına emanet edilirdi. Günümüzde artık halın yapılmamakta, onun yerine ender olarak yine tahtadan yapılmış ancak süslemesi olmayan takunyalar, çoğunlukla ise plâstik terlikler giyilmektedir.
Osmanlı hamamları XVIII. Yüzyıldan itibaren AvrupalIların ilgisini çekmiş ve bazı yerlerde benzerleri yapılmıştır. Bu ilginin kaynağı şüphesiz Osmanlı Imparatorluğu’nu ziyaret eden gezginler, tüccarlar ve yabancı elçilerdi. Bu geziler ya da görevler sonrasında Avrupa dillerine bugün de varlığını koruyan "Türk hamamı" deyimi girmiştir.
Pierre Belon 1553’te Paris’te yayınlanan kitabında, Türkle- rin, çocukların bakımı, beslenmesi ve temizliklerinde AvrupalIlardan ileri durumda olduklarını söyler, İstanbul’daki hamamlardan ve sağlık üzerindeki olumlu etkilerinden bahseder. (Orhan Yılmazkaya, Türk Hamamı, Çitlembik Yay., İstanbul, 2002)
A. Ragıp Akyavaş "Hamam Safası" başlıklı yazısında kendine özgü üslûbuyla hamamları şöyle anlatmaktadır: Eskiden sauna idi, Fin hamamı idi, böyle şeyler bilmezdik. Bizim bildiğimiz, ortasında büyük bir göbek taşı bulunan kurnalı, halvetli, külhanlı, üstü kubbeli ecdat yadigârı klâsik Türk hamamları idi. Bu hamamlara mektebe gider gibi annelerimizle beraber gitmekle başlar, erginlik çağına ulaşınca elimize pasaportu tutuştururlardı.
Eski terbiyede hamama gittim, hamamdan geliyorum demek ayıp sayılırdı. Sıcağa gittim, sıcaktan geliyorum denilirdi. Hamamdan çıktıktan sonra sıra sıra büyüklerin elleri öpülür, karşılığında güle güle kirlen veya sağlıcakla diye hayır dua alınırdı.
Hamamla ilgili eski geleneklerimizin bugün için devam ettiğini söylememiz biraz zor olsa gerek. Anadolu’muzun bazı yerlerinde ayakta kalabilmiş bu sosyal tesisler bugün de birer nostalji olarak işlevini sürdürmektedir. Verine yenileri yapılmayan hamamların, günümüze kadar ulaşabilmiş olanların duvarlarında ve hamamın aydınlığını sağlayan kısımlarında otların boy göstermeleri yüreğimizi sızlatmaktadır.