Makale

Prof. Dr. M. Saim Yeprem: “Allah’ın güzellik sıfatı ve güzelliği seviyor olması, Müslümanları her şeyde güzelliği aramaya yöneltir.”

Prof. Dr. M. Saim Yeprem:

“Allah’ın güzellik sıfatı ve güzelliği seviyor olması, Müslümanları her şeyde güzelliği aramaya yöneltir.”

Estetik ve İslâm estetiğinin kavramsal açılımını yapar mısınız?
Dinî literatürümüzde ilm-i cemal (güzellik ilmi) olarak adlandırılan estetik, felsefenin ana konularından biridir, insanoğlu yeryüzünde var olduğundan itibaren güzellik üzerine düşünmüş fikirler üretmiş, içinde bulunduğu ortama göre bu fikirler farklılık kazanmıştır. İslâm estetiği tabiri İslâm dininin tartışmasız bir estetik kavramı anlamına alınabilir ki kanaatimce bu doğru olmaz. Allah tarafından insanlara gönderilmiş hidayet unsurlarını ihtiva eden, her şartta, her zaman ve mekân diliminde, her coğrafyada kıyamete kadar yaşanabilir evrensel nitelikli bir dinin tek bir estetik felsefesinden bahsetmek olmaz. Müslüman(lar)a göre bir estetikten bahsedilebilir. Dolayısıyla Müslüman estetiği demek daha doğru olur ki böyle dediğimizde dahi yine bir çeşitlilik ortaya çıkacaktır. Elbette Fas, Cezayir Müslümanlarının estetik anlayışı ile Malezya, Tayland Müslümanlarının, Arap yarımadasındaki Müslümanların ve Türkiye’deki Müslümanların estetik anlayışı arasında farklılıklar vardır. Müslüman olmuş çeşitli milletlerin mahalli güzellik ölçüleri olmakla birlikte, neticede güzelliği Allah’a ve Peygambere nispet etme noktasında bir birlik ortaya çıkar.
Bölgesel farklılıklar güzelliği yansıtma biçiminde kendini bir şekilde hissettirir.
Müslüman kültürünün ve Hristiyan kültürünün bütün çeşitliliğine rağmen birinin Müslüman diğerinin Hristiyan olmasından kaynaklanan ayırt edici belirgin esasları olmalı? Soyutluk, sadelik, orijinallik, tabiîlik, ölçü ve ahenk ortak estetik anlayışımızın temel özellikleridir diyebilir miyiz?
Müslümanların estetik anlayışına Allah inancı ve Allah’ın sıfatları ile ilgili esaslar etkindir. Dolayısıyla Müslümanların ortak güzellik anlayışları, güzellik yorumları bir orijinallik taşır. ’Allah güzeldir, güzelliği sever’ ifadesi genelde bütün Müslümanların estetik anlayışlarında, estetiğin sanatsal boyutlarında tezahür etmektedir. Elbette bizim estetik anlayışımızın sanatımıza hayatımızın bütün alanlarına yansıyan ayırt edici hususiyetleri var. Tenzih ve tevhit düşüncesi ile belirginleşen soyutlama sanat eserlerinde oldukça başarılı bir şekilde kendini gösterir. Meselâ Hristiyan dünyasında olduğu gibi açıkça melek tasvirleri yoktur. Müslümanların ortaya koydukları sanat eserlerinden güzellik anlayışlarına intikal edecek olursak, bunun elbette dinle ilgili tarafları, dinî karakter kazanmış yönleri, yahut dinin esasları ile telif edilmiş yönleri var. Ve yine elbette evrensel nitelikte olan değerler Müslümanların sanatlarında da mevcut.
Gazali; ’hayal ve duyu âleminin varlıklarında sıkışanlar, güzelliğin; endam ve tenasüp, şekil ve suret güzelliğinden ibaret olduğunu zanneder. Onlara göre güzel; gözün güzel gördüğü şeydir. Onlar çoğunlukla şahısların güzellikleri-
ne takılıp kalırlar. Görülmeyen, tahayyül edilmeyen şekil ve renk almayan herhangi bir şeyin güzelliğinin algılanamayacağını sanırlar. Güzelliği sadece somut varlıklarla sınırlamak doğru değildir. Her şeyin güzelliği kendisine lâyık olan kemâlindendir. Hüsn ve cemal duyularla bilinmeyen şeylerde de vardır’ diyerek güzellik anlayışına orijinal bir yorum katıyor. Biz neye güzel diyoruz?
Buna başka sorular da ekleyebiliriz. Meselâ; herkesin güzel dediğine acaba hangi unsurları, hangi çizgilerinden dolayı güzel deniliyor? Acaba herkese göre güzel olan var mıdır? Güzellik bizim algılamamızdan mı ibarettir yoksa objektif bir güzellik var mıdır? Bunlar hep tartışıla gelen sorulardır. Bir görüşe göre güzellik izafidir. Birine göre güzel olan, diğerine göre çirkin olabilir.
İmanla estetik arasında önemli bir bağ vardır. Islâm sanatları bağlamında konuya yaklaşırsak (hat, tezhip, musiki, mimari vd...) güzellik kavramının doğrudan Islâm dininin inançları ile ilgili olduğu anlaşılır. Yani Allah’ın güzellik sıfatı ve güzelliği seviyor olması Müslümanları her şeyde güzelliği aramaya yöneltmiştir. Bu arayış edebiyatımıza, mimarimize, tezyinatımıza, yazımıza yansımıştır. ’Severim her güzeli Senden eserdir diyerek’ mısraında muhatap Cenab-ı Rabbü’l Alemîn’dir. Her ne güzel var ise âlemde O’nun güzellik sıfatının tecelli ettiği varlıklardır. İnsan olsun, cemadat olsun, nebatat olsun ila ahiri... Güzel olanın güzelliğinde İlâhî güzellik görülebiliyorsa bu, müminin inancı ile bir bağlantı kuruluyor demektir. İşte imanla estetik arasındaki bağlantı burada başlar. Bu bağlamda:
’Güzel sevilir’ denir. Sevgi kavramı da güzelliğin ayrılmaz gayrımufarıkı mı?
Severim her güzeli Senden eserdir diyerek’ mısraında ifade edildiği gibi Allah sevgilidir. O’nun bizi sevmesi ise Müslümanın ümididir. Hatta Allah’ın bizi sevmesini talep etmek, Peygambere tâbi olmaktan geçtiği bizzat ayette bildirildiğine göre Allah’a ibadet, Peygambere tâbi olmak, güzellik, sevgi hep birlikte düşünülmesi gereken kavramlardır.
Mesela; Bizim Peygamberimiz sanatımızda hilye formunda tecessüm etmiştir. Bu form muhtevası, yazısı ve tezyinatı ile bir bütünlük halinde güzeldir. Hilye metninde yer alan Peygamber tasviri, insanda nasıl bir güzellik anlayışı sorusuna cevap verir. Güzellikte en güzel olan iman ettiğimiz Peygamberin buradaki sıfatlarına baktığınızda insan için gerçek güzellik kriterlerini yakalayabilirsiniz.
Bizim estetik anlayışımızla şekillenen Selimiye gibi,
Süleymaniye gibi şaheserlerimiz var. Fakat bugün bunları aşmak şöyle dursun benzerlerini dahi ortaya koyamıyoruz. Yaşadığımız estetik yozlaşmanın sebebi nedir sizce?
Bu, şuursuz katı gelenekçilikten kaynaklanıyor. Ne kastettiğimi açıklayayım. Sanat eserleri meydana getirildiği zamanın -İslâmî yaklaşım itibariyle yaratıldığı zaman demekte bir mahzur yoktur- medeniyetini, estetik anlayışını, sanatkarın dehasını ve maharetini ekonomik durumunu vs. ihtiva eder, döneminin simgesidir âdeta. Bu itibarla sanat eseri canlıdır. Şimdi şartlar değişti, zaman değişti, ortam değişti. Sadece tarih özlemiyle ’bizim ecdadımız neler yapmış neler’ diyerek eski eserler taklit etmeye kalkışmak dönem taklit edilenlerin dönemi olmadığı için elbette uyumsuzluklar olacaktır. Meselâ Osmanlı camilerinde minareler hem fonksiyonel hem de estetik bir unsurdur. Şehir mimarisiyle bir bütünlük içindedir. Minarenin estetiği o çevre içinde fonksiyonla birleştirilmiştir. Kubbe ile minare arasında oranlar son derece uyumludur. Aynı minareyi çok katlı binaların olduğu bir mekânda yaptığınızda minarenin hem fonksiyonunu, hem de estetiğini yitirir. Yüksek binalar sesi perdeliyor diye minareyi biraz daha uzatırsanız bu kez minare ile kubbenin oranı bozulur, estetik ölçüler kaybolur.
Günün şartları içinde, bizim sanat eserimiz diyebileceğimiz cami mimarisi oluşturamaz mıyız?
Bunun en önemli engeli; mutlaka geçmiş dönemin mimari tarzını taklit etmeliyiz anlayışı, geleneğin oluştuğu zamanda kötü bir taklitle devam etme gayretidir. Üstelik deforme ve dejenere edilmiş bir şekilde. Günümüz şartları içinde, bütün teknik imkânlar kullanılarak yeni, çok estetik formlarda aynı zamanda fonksiyonel denemeler var. Bunun yaygınlaşmaması tarihimizi iyi bilmemekten kaynaklanıyor. Selçukluların da OsmanlIların da kendilerine mahsus mimarî tarzları vardı. O dönemlerde yaşayanlar ecdadımız Selçukluların mimari tarzı, cami tezyinatı hatta kullanılan renkler neden değişti deselerdi bu şaheserler her dem yeniden doğar mıydı? Birbirlerinden geldikleri coğrafyalardan, başka kültürlerden de etkilendiler pek tabii ama kendi ruhlarını nakşettikleri orijinal eserler verdiler. Baktığınız zaman sadelik içinde muhteşem bir güzellik sizi çepeçevre kuşatıyor.
Taklitçilikten, katı gelenekçilikten bahsettiniz. Bizim büyük bir estetik birikimimiz var. Bu sözlerinizle geleneği reddetmiyor bilâkis geleneği çok iyi okuyarak ve oradan ilham alarak yeni şeyler deneme cesareti göstermeyi, kendi asrına bir şeyler söyletmeyi kastediyorsunuz sanırım. Yoksa her yeni güzel olamayacağı gibi, üsluplu da olmayabilir.
Orijinali dejenere etmeden, yozlaştırmadan bizim de kendimizi tarihe nakşedecek, bugünün estetik değerleriyle oluşmuş, orijinal eserler verme gayretimiz olmalı, her dönem kendi eserlerini ortaya koymalı demek istiyorum.
’Teferruatı bırak esasa bak’ diye diye sadece düşüncelerimiz değil sanatımız da yozlaştı. Halbuki hem düşünce hem de sanat teferruatla olgunlaşır. Güzellik ayrıntılardadır. Güzelliği ve fonksiyonelliği birlikte yakalayalım diyorum.
Taşa işlenmiş bir zarafet, bir ruh, bir mânâ var. Sözlerin en güzellerini taçlandıran bir tezyini geleneğimiz var. Bir yerlerde nasıl bir kırılma yaşandı ki güzellik adına eline bir kova boya, bir fırça alan kimileri bunların üzerini dümdüz boyuyor veya on sekizlik bir çiviyi sırf alelade bir saati camiin duvarına asmak için kıymet biçilemez tezyinatın tam kalbine saplıyor, ya da birileri gelip kocaman sayaçları bunların üzerine monte ediyor. Birileri Akif’in namahrem eli değmesin diye haykırdığı mabedimizin çinilerini söküp kendi elleriyle yabana teslim ediyor. Bu katliama dur diyecek estetik duyarlılık nasıl sağlanabilir?
Tarihî ve coğrafî şartların değişimi ile birlikte Müslümanların estetik anlayışlarında ve da estetik dönüşümler, kırılmalar olmuştur. Bu kırılmalar hayatın hemen her alanına yansımıştır.
Sanat eğitimi konusunda Osmanlının bıraktığı yere dahi ulaşmış değiliz. Genel eğitim içinde sanat eğitimine hak ettiği değeri vermek lazım. Osmanlı sultanlarının kimi şair, kimi hattat, kimi musikişinas idi. Kendileri sanat icra etmekle kalmayıp, saray etrafında sanatkarları korurlardı. Muhteşem eserlerin odrtaya çıkmasında sanatkara verilen bu desteğin etkisi göz ardı edilemez. Sultan Mahmud’un hatları hâlâ camiye girenleri hayran bırakır. Abdülhamid’in ağaç işlemeciliği mükemmeldir. Başkanlığımızda dahi onun elinden çıkmış ince eserler vardır. Şeyhülislâm Yahya Efendi büyük bir şairdir. Şair Baki hakeza. Hem Şeyhülislâm hem de musikişinas olanlar vardı. Din eğitimi ile birlikte yürüyen güzel sanatlar eğitimi belli aralıklarla kesintiye uğradı. Bir başka sosyolojik gerçeği de göz önünde bulundurmak lazım. Güzel sanatlar büyük oranda tekkelerin etrafında şekillenmekte idi. Zaman içinde bunlar da tekkeler dışına çıkabildiği kadar çıktı. Kimi din adına bu sanatlara tepkisel yaklaştı, kimileri de Müslümanlıkla bağlantısını sağlayacak kökleri atma gayreti gösterdi, itidal kayboldu. Yani toplumda meydana gelen olayları tek bir sebebe irca etmek doğru değildir.
Diyanetten sorumlu devlet bakanımız, Prof. Dr. Mehmet Aydın’ın Kubbealtı Mecmuası 4. sayısında, ’İslâm’ın Estetik Görüşü’ başlıklı yazısında yer alan; " Eğer insan tekdüze çalışan bir makine gibi otomat bir hâle dönüştürülmez de fıtratın doğal yapısına uygun bir eğitim anlayışıyla beslenirse estetik idrak daha ileri bir süreç izleyerek hikmeti idrakle birlikte bir şuur patlaması yapabilir." İfadeleri temennimiz olsun inşallah.
Bu söyleşi için size çok teşekkür ederim.
Hâlık’ın her an müthiş ve muhteşem bir yaratışı var. Hepimize sevgi ve esin kaynağı olsun.