Makale

Şehirde Estetiği Aramak

Abdurrahman Akbaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Şehirde
Estetiği aramak

Şehirler medeniyetin yayıldığı, geliştiği mekânlardır. Şehirler, görgülü insanların, zarif mimarî tarzlara sahip mekânların olduğu diyarlardır.
Ancak günlerden bir gün, hızlı kentleşme ile şehirlerin bu yönleri yok olmaya başladı. Hızlı şehirleşme insanın başını döndürdü. Şehirler bize, biz şehirlere yabancılaştık. Anadolu’muzun köklü değerlerini bir bir yitirmeye, tüketmeye başladık. Şehir kültürünün belirli öğelerini alarak nev’i şahsına münhasır bir yapı ortaya koyduk. Bunun neticesi, bazılarımız suçluluk, yabancılaşma stres ve depresyon girdabına girdi.
Güvenliğimiz, sağlığımız ve ulaşımımız problem oldu. Rahat nefes alacağımız, kır gezisine çıkacağımız yeşil alanlarımız ya tahrip edilmeye veya konut alanları için yok edilmeye başladı. Çünkü bizler şehre kültür, bilgi, ekonomik kaynak sunmak için değil, almak için geldik. Bakmadık arazisinin üstündeki doğal yapıya, yeşil örtüye...
Başladık ev yapmaya, ama nasıl? Atadan kalma mimarî mirasımıza istifade etmek için bakmadık. Kısa sürede, yanı başımızdaki sakinleri tanımadan, onlarla tanışmadan gecekondu kentler kurduk. Şehrin bir ruhu, bir kimliğini olduğunu umursamadık. Sonuçta, şehirler gırtlağına kadar doldu ve yeni konuklarını misafir edemeyecek kadar çaresizleşti ve eskisi kadar sakinlerine cömert davranamaz oldu. Ekonomi, sosyal ilişkiler, idare zorlaştı, iş ümidi ve daha rahat bir gelecek kurma amacıyla gelenler, umduklarını bulamadılar. Çaresizlik içerisinde geriye dönüş de mümkün olmadı.
Şehirlerde nüfus arttıkça da alt alta, üst üste apartmanlar inşa ettik. Kısa sürede apartman yapıp, çok para kazanma hırsı ile birlikte estetiği olmayan, duvarlarla çevrili, ürkütücü ve insanın içini karartan yapılar ortaya çıktı. Ve apartman inşaatlarında, mimarî ve insan unsurunu göz ardı ettik. Çok katlı apartmanlar, gökyüzümüze perde oldu. Birbiri içerisine giren betonarme yapılar, nefes almamızı zorlaştırdı. Birçoğu da doğal görüntüyü bozdu ve çevreye bir güzellik katmadı. Ağacı, yeşili ise, apartmanlarımızın önünde sadece göstermelik olarak koyduk. Velhasıl birileri: "Biz yaparız, insanlar oturur" dedi.
Apartmanlarda burun buruna yaşamak zorunda kalışla, mahremiyet alanlarımız ve imkânlarımız da kalmadı.
Günümüzün büyük çoğunluğunu geçirdiğimiz konutlarımız, sadece barınma yerleri oldu.
Aslında evler, sınırlandırılmış bir mekândan öte birçok ihtiyacımızı karşıladığımız mekânlardır. Yüce Allah’ın bizlere verdiği içgüdün bir ürünü olarak evlerimizi sağlıklı yaşayabilmek ve hayatımızı doğal tehlikelerden koruyabilmek, uyumak ve dinlenmek, yemek, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarımız için inşa ederiz. Mekânla ilk tanıştığımız yerlerdir evlerimiz. Sevdiklerimizle paylaştığımız en önemli buluşma noktamız.
Evler; acılarımıza, üzüntülerimize, sevinçlerimize, korkularımıza ortak olurlar. Bunun için doğup büyüdüğümüz evlerimizin bizlerin dünyasında ayrı bir yeri vardır. Onlar ilk irfan ve kültür ocaklarımızdır. Bizlerin duygu ve düşünce dünyası orada şekillenir ve biçimlenir. İyi-kötü, doğru-yanlışı orada öğreniriz, sevgi ve saygıyla orada tanışırız. Manevî hayatımızı doya doya orada yaşarız.
Aynı zamanda evlerimiz, dış görünüşünün güzelliği ve estetiği ile kültür ve medeniyetimizin önemli bir unsuru olan mimarimizi oluşturur.
Bizler apartmanlarda bunların bir çoğunu kaybettik. Neticede aile fertlerinin kendilerini yaşacakları uygun ortam ve odalar yapmadık ve odalarımızı darlaştırdık. Çünkü modern aile, çekirdek aile idi. Çekirdek aileye dönük odalar yaptık. Aile artık birkaç odaya sığınmak zorunda kaldı. Bu mekânlarda, çocuklarımıza kültür aktarıcı konumunda olan ve bizlerin her zaman rehberliklerimize ihtiyaç duyduğumuz, anne ve babalarımıza, dede ve ninelerimize yer kalmadı. Sonuçta konutlarımızı onlara da kapattık.
Apartman, bizlerin duygularına, tavırlarına da sınır koydu. Sınırlı yaşamayı öğretti. Alt ve üstümüzde oturan komşularımızı rahatsız etmemek, sırlarımıza başkalarını ortak etmemek için, sevincimizi ve üzüntülerimizi içimizden geldiği gibi değil, sessizce paylaşmak zorunda kaldık. Çocuklarımızla rahat bir şekilde şakalaşamaz, oynayamaz olduk. İçimizden geldiği gibi Kur’an okuyamaz ve musiki söyleyemez olduk.
Bunun yanında geleneklerimiz göreneklerimiz değişti. Yavaş yavaş ne olduysa oldu, birbirimize yabancı olduk ve hatır sormalar kayboldu. Komşularımız birer yabancı olmaya başladı. Komşularımızla uyum sorunlarımız baş gösterdi. Bütün bunlar apartman yaşamının olumsuz yönleri.
Ancak bütün bunlara rağmen o betonarme yapıları, içinde yaşayanlarla güzelleştirir ve vazgeçilmeyecek sıcacık yerler hâline getirebiliriz: Kaybetmeye başladığımız İnsanî ve estetik değerlerimizi ilk önce yerli yerine koymak şartıyla...