Makale

AMERİKA’DAKİ TÜRKİSTAN

AMERİKA’DAKİ TÜRKİSTAN

Hamdi Mert

Milletimiz o kadar velûd, o kadar bereketli ki, buğday taneleri gibi, dünyanın her yanına serpilip-dağılmış ve düştüğü her yerde yeşermiş.. Bir tûba ağacı gibi 7 iklime dal-budak salmış...
Siz hiç yeni dünyadaki Türkistan’ı hayâl edip gördünüz mü?... Çekik gözleri, kalpak ve başlıkları, düğün-dernekleri, ibadetleri, camileri ile... Geleneklerini, bir savaş verircesine yaşatıp-sürdüren...
ABD’nin giriş kapısı New York’a adımını atan, kendisini "KARAÇAYLILAR CAMİ-l’nde bulur... Diyanetin ABD temsilcisi Dr. Abdulbaki KESKİN, New York temsilcisi Cemil AYAZ, New York deyince sizi önce KARAÇAYLILAR Camii ve cemaatı, sonra da KIRIMLILAR Camii ve Kırımlı cemaatle buluşturacak...
Kandiller çok başka, cuma ve bayramlar çok renkli kutlanır bu yeni dünyalı Türkistanlılar arasında... Kazanlar kaynar, Kırım usûlü, Karaçay usûlü, Kafkas usûlü börekler, tatlılar, pilavlar yapılır. Kendi aralarından çıkmış "Hocalar, Karaçaylılar Camii Hocası Ahmet Lütfi ÖZ-TÜRK ve Kırımlılar Camii Hocası Hikmet ŞALCAN’ın etrafında halka olur, kendilerine mahsus şive, eda ve sedalarıyla beyitler okur, ilâhiler, mevlitler-aşırlar kıraat ederler...
Bu okuyuşlar-deyişler sizi 100-200-300 yıl öncesine, Kafkas Dağlarına, Dandanakan Çöllerine, Pamir Yaylalarına, Kırım’a, Bahçesaray’a, Türkistan’a götürür. Bir okuyuş ki, sanki Türk insanının 100-200-500 yıllık zebûn talihine ağıtlar yakılıyor. İşte şu gevrek sesli hoca da isyan ediyor bu talihe... Öbürü ise ağlıyor... Okumuyor - ağlıyor...
Bu insanları anlamak için, o tarihi bilmek gerek. Yoksa
şu koşuşan ak yaşmaklı ninelerin, onların etrafındaki bacıların, gelinlerin, genç kızların sofra kurmak için koşuşmalarına bir mana veremezsiniz.. Veremezsiniz ve "Nedir bu heves, bu çaba?" demekten kendinizi alamazsınız. Düğün mü var, dernek mi? Hayır. Ya bir kandildir, cumadır veya bir hatim, bir mevlid... Ne olacak bir kandilden, mevlidden demeyiniz... işte onların anlatmak istediğimiz farkları bu... Herkesin bir görevi vardır. Büyüklerinki büyükçe, çocuklarınki ise çocukça... Onlar da bir kenarda, kendilerine göre oyunlar-meclisler kurmuşlar; ya koşuşuyor veya o meclislerinde masum eğlenceleriyle eğleniyorlar-dır.... Camiden ise işitilen o yanık okuyuşlar, kıraatlar tilâvetler gelmektedir. Kısacası düğün-dernek gibidir yeni dünyanın Türkistanlıların toplantıları-kutlamaları-yaşayışları...
Böyle bir kutlamada-toplantıda buluştuk Karaçay Türkleriyle...
"Karaçay Türkleri Camii ve Kültür Dernekleri" Başkanı Muhammed Efendi (ERCAN) sanki bir Beğ-Başbuğ... Oba Beyi gibi zaman-zaman topluyor, kaşlarını çatıyor, bu yeni dünyanın yenileştirme ve yozlaştırma realitesine hoş bakmadığını ima ediyor, belli ediyor... "-Senin yüzün niye hiç gülmez?" diyecek olduk. Cevabı yine çatık bir kaş ve derin bakışlar oldu... "-Bizde gülecek yüz mü kaldı?" der gibiydi besbelli. Konuştuğu ise hep "Oba"sının işleri-dertleri... Bir de Ortaasya ve Kafkaslardaki yeni gelişmeler...
Maddi sıkıntıları yok. Arabaları, işleri, evleri, kültür merkezleri, maddi olan her-şeyleri var. "-Öyleyse nedir bu savaş?" diye sorduk... Cevabı, "-Nasıl Türk kalacağız, nasıl Müslüman kalacağız?" oldu... İşte tek kelimeyle ça-baları-savaşları bu... Bu meclisler, toplantılar-kutlamalar hep onun için...
Başkan Muhammed ERCAN, New Yorkta 170 hane olduklarını ve nüfuslarını 700’e ulaştığını biraz da iftiharla söylüyor.
2’nci Cihan Harbi’nin korkunç sadmesi onları buralara atmış... 1943 yılının Ocak ayında Ukrayna’ya sığınmışlar. 8 ay kadar kaldıktan sonra Polonya’ya, oradan da Almanya-Avusturya’ya geçmişler. 1945 yılı ortalarına kadar Almanya’da kaldıktan sonra, aynı yılın sonlarında Türkiye’ye ulaşabilmişler. İz-mir, Eskişehir, Konya ve Ankara’da 9 ilâ 15 yıl kalmışlar.
1950’lerden itibaren de, mülteci olarak Amerika Birleşik Devletlerine göçetmiş-ler.
"-Kaderiniz hep göç olmuş esprisine Başkan, yine kaşlarını çatarak ve sanki yüzlerce yıl gerilere, derinlere bakarak cevap verdi: “

Öyle" dedi. Bizden değil sadece, orada kalanlar da Orta-asya’ya (Özbekistan’a, Taci-kistan’a, Kazakistan’a) hatta Sibirya’ya sürüldüler.
Onlar bizden daha çetin sıkıntılar çektiler... 80 bin Ka-raçaylıdan yarıya yakını açlık ve hastalıktan öldüler. Şu anda sürgünde 10 bin kadar kaldılar. Geriye kalanlar, 1957’lerden itibaren Anavatan (Karaçay)’a döndüler.
"Şu anda nasıllar?" sorumuzu Başkan şöyle cevaplandırdı: "-200 bin kadar olduk Karaçay’da... Okumuşumuz çok. Doktor, mühendis, üniversite mensubu... Geçimleri zayıf. 1970lerde gittiğimde din baskı altında idi. 1991 yılında gittiğimde, memnuniyet verici farklılıklar gördüm. Hürriyetin tadı alınmış. Camiler yapılıyor. Dinî; rahatlama var. Türkiye’den, Türkiye Diyaneti’nden oralara; yardım eli uzanmalı. Yiyecek-giyecek istemeyiz. Ama Mus-haf-ı Şerif, dini kasetler, din’ adamları çokça gitmeli. Bir de matbaa ve baskı malzemeleri... Bizim noksanımız inanç ve geleneklerimizin yeni yetişenlere öğretilememesi."
Belli ki Başkan, tâ ABD’den Kafkasya’ya hizmet elini uzatıyordu. Kendilerini değil, oradakileri düşünüyordu. "Bizim buradaki sıkıntımız da bu" diyordu. "-Yeni yetişenlerin kaybedilmemesi"...
Biz bunları Muhammed ERCAN Efendi ile konuşurken, dışarıdan sesler geliyordu... Cıvıl cıvıl çocuk sesleri... Mescitten kıraat, tilâvet sesleri... Bahçede öbek-öbek toplanan Karaçaylılardan ise kavuşma-buluşma-sohbet yankılan... Belli ki burası bir külliye, kültür merkezi, oba merkezi haline gelmişti.
Karaçaylılar Camii aynı, Kırımlılar Camii aynı, Tatar Toplumu aynı idi. Amerika Birleşik Devletlerinde bir Türkistan vardı. İnsanı, gelenek-göreneği, kültür zenginligi ile...
Buğday taneleri gibi, yeni dünyaya düşenlerde yeşermişlerdi.
Dileğimiz, kendilerini kaybetmeden, kültür ve gelenekleriyle daha da serpilip gelişmeleri idi... Cemil Hocaları, Ahmet Lütfi ve Hikmet Hocaları ile...