OKULLARIMIZDA AHLÂK EĞİTİMİ
Geçen sayıdan devam
I — Temel Eğitim ve Ahlâk Eğitimi
Ülkemizde temel eğitim* 7–12 yaşlarında mecburidir. Bu yaşlar öğretimin ve eğitimin en çok üzerinde duracağı devredir. 7–12 yaşlar arasında geçen bu devrede çocuk büsbütün yeni bir hayata girecektir. Disiplin artacak, çalışma çoğalacak, "yabancılarla bir arada bulunma” ve “yakınlarından uzaklaşma” onda bazı kompleksler doğuracaktır. (1)
Temel eğitim çağında öğrenilen ve çevreden görülüp benimsenenlerin önemi, kişiliğin teşekkülü açısından çok büyüktür. Çocukların ruhlarını manevi değerlerle en çok besleyebileceğimiz, ahlaki sevgi motiflerini işleyebileceğimiz, doğruluk, fedakârlık, çalışma ve sabır gibi faziletleri geliştirebileceğimiz bu çağda, daha plânlı ve şuurlu bir ahlâk eğitimi vermek gerekir.
Bugün ahlâk eğitimi, eğitimimizin en önemli meselesi haline gelmiştir çünkü devlet yetkilileri, bir daha eski günlere yani anarşi dönemine dönülmeyeceğini sık sık tekrar etmektedirler. Bu kararlar elbette ki sevindiricidir. Anarşiye karşı en büyük tedbir olan ahlâk eğitiminin yıllardır sağlam zeminlere oturtulmamasının, millet büyük zararını çekmiştir. Şimdi de "ahlâk eğitimi mi?” yoksa “ahlâk öğretimi mi?’” olsun gibi tartışmalar yapılmaktadır. Hâlbuki ahlâkî erdemlere bağlılık, bilerek değil, yasayarak ve inanarak mümkündür. (2)
Temel eğitimin, anlamına uygun bir şekilde verilmesi zarurîdir. Kişi belki bu eğitimden ve öğretimden başka bir eğitim ve öğretim görmeyecektir. Önce işe millî değerlerin kazandırılmasıyla başlanmalıdır. Dilinden dinine, coğrafyasına tarihine ve ahlâkına kadar her şeyi en iyi şekilde çocuğa öğretmeliyiz. Kendi milletini tanımayan çocuğa dünyadan haber vermek ve başka kültürlerden bahsetmek çok anlamsızdır. Ders kitapları bütün sınıflarda bu esasa göre düzenlenmelidir. Eğer eğitimi mecburî olan çağda öğrenciye, hayatının her safhasında lâzım olacak ahlâkî bilgi verilmezse, başka kaynağa ve başka yere ihtiyaç duyacağa muhakkaktır.
Eğitimin temelini teşkil eden birinci kademe (ilköğretim), sadece okuma yazma öğreten, her vatandaşa mutlaka bir diploma veren gelişi güzel bir kurum olamaz. Fertlere bu süre içinde ahlâkî davranışlar kazandırarak onları “iyi insan olma” şuuruna kavuşturması gerekir.
Öğretimini devam ettirmeyen, bir işle meşgul olan kişiye, kültür dersleri pek lâzım olmuyor. Okuma yazma ve basit işlemlerin dışındakiler fazla ilgilendirmiyor. Fakat kişilerin tamamına yakın kısmı, dinî bilgileri öğrenmeye, dinî yaşayışa uymaya ve bunları da çeşitli kaynaklardan almaya çalışıyor. Kişinin ahlakî yönünü, zaten bu bilgiler teşkil etmektedir.
Toplumumuzda ahlâk dersi, daha önce de bahsettiğimiz gibi dine dayanmaktadır. (**) Halkımız ahlâklı insanın aynı zamanda dindar olduğunu düşünür.
Din derslerine gereken önemin verilmeyişi, halkımızı uzun yıllar küstürmüştür. Halk dinî ve ahlâkî bilgileri öğrenmek için, ehliyetsiz insanlardan faydalanma yollarını seçmiştir. Bunu yaparken de “acaba ne derler ...” diye hep korku içinde hareket etmiştir. Laikliği yanlış yorumlayanların yüzünden din ve ahlâk dersleri hep sürüncemede kalmıştır. Bu arada halk ihtiyacını karşılarken kimin önüne diz çökmüş ise, dini ve ahlâkı o kişinin şahsında görmüştür. Bir dereceye kadar kişiler bunda haklıdırlar. Nasıl ki, bir memlekette tıp tahsilini yasak ettiğimizde, hastalığı durduramıyorsak, din ve ahlâk eğitimini ihmal ettiğimizde de, bu ihtiyaçları unutturmuş olamayız. Böyle bir durumda hastalanan kişinin, bu işten anlamayan kişilerin eline düşmesi, kocakarı ilâçlarını kullanması normaldir. Din ve ahlâk eğitiminde durum çok daha yürekler acısıdır. Mevcut durumun süratle düzeltilmesi zaruridir.
Bu husustaki yanlış yargıların önüne geçmek için temel eğitimde çocuğa yeteri kadar pratik din ve ahlâk bilgileri verilmelidir. Onlara iyi ve kötüyü ayırmak, kendilerini idare etme konusunda sağlam alışkanlıklar ve beceriler kazandırılmalıdır.
Yasaklar konusunda çok ciddî durmalıyız çünkü bu çağda çocuk birçok yasakların manasım kavrayamaz. Bunun için kendisinden yasağın yerine müsaade edilen “iyi bir davranış” koymalıyız. (***) Böylece çocuğun enerjisinin bastırılması yerine, onu iyi yöne kanalize etme yolunu seçmiş oluruz. Böyle bir metoda ’‘enerjilerin transferi metodu” adını verebiliriz.
Ahlâk eğitimi konusunda ders yeterli değildir. Dergi birçok yönlerden uygulamalı yapmak gerekir. (3) Başta, öğrencilerin aralarında, yardımlaşma ve işbirliği duygusunu her zaman ayakta tutmalıyız.
Belli bir heyecan uyandırılmadan ahlâk eğitimi yapmak, ferdi ona inandırmak mümkün değildir. Bu heyecanı uyandırmak için ilham kaynağımız, başta Hz. Peygamber’in ve O’nun yolundan giden kimselerin üstün hayatlarıdır. Büyük ahlâkçıların ve şâirlerin söyledikleri de bize yardımcı olur. Onların ortaya koyduğu gerçekler, bazen hareketli ve canlı, bazen yumuşak ve duygulu bir şekilde, bazen da emredici bir şekilde kendisini gösterirler.
Ahlâk eğitiminin hedeflerinden birisi de şuurlu, yani yaptığını, bilerek yapan insan yetiştirmektir. Bunun gerçekleşmesi için, sağlam ellerde, muhteva yönünden doyurucu bir din ve ahlâk dersi ile mümkün olacağı kanaatindeyiz. Bunun için aşağıdaki konuların dikkate alınmasının uygun olacağı kanaatindeyiz.
- Müfredat ve Kitaplar
1. Yeni düzenlemeye göre ahlâk dersi, haftada iki saat olarak din dersi ile birleştirilerek verilecektir. Dersin geliştirilmesi için üzerinde birçok yönlerden araştırma yapılmalıdır. Öğrencilerin psikolojik ve sosyolojik durumları göz önünde tutulmalıdır.
2. Konular arasında birlik ve uygunluğa dikkat edilmelidir.
3. Konularda sınıf seviyeleri ve diğer derslerle olan münasebetleri gözetilerek dersler arası bilgi transferine gidilmelidir.
4. Öğrencilerin ilgileri devamlı canlı tutulmalı. Bunun için de yer yer konuların muhtevasına uygun resimler bulunmalıdır.
5. Öğrencileri davranışları üzerinde değerlendirme yapmaya götüren kısa ve özlü hikâyelere yer verilmelidir.
6. Millî kültürümüzün ahlâkî unsurları bütün açıklığı ile konularda ağırlığını göstermelidir.
7. Bazı konular diyalog şeklinde yazılmalıdır.
- Öğretmenler Açısından
Ahlâk dersinin gayesine uygun bir şekilde ele alınması, öğretmenlerin bilgi ve davranışlarıyla yakından ilgilidir. Eğer gayeye uygun olmazsa fayda yerine zarar getirebilir. Bu konu çok önemlidir. Temel eğitimde İmam-Hatip Lisesi mezunu öğretmenlere ders verdirilmelidir. Ya da temel eğitime öğretmen yetiştiren yükseköğrenim kuramlarında din ve ahlâk dersine de yer verilmelidir. Ayrıca din ve ahlâk dersi öğretmenliği yapacaklar özel kurslardan geçirilerek yetiştirilmelidir.
II — Orta eğitim ve Ahlâk Eğitimi
Orta eğitim, 12–19 yaşlar arasını kapsayan oldukça önemli bir devrede verilir. Genel olarak bu yaşların özellikleri şöyledir:
1. Ergenlik buhranı
2. Kişiliğin belirlenmesi
3. Heyecanların artması
4. Hayal kurmak zevk halini almıştır
5. Gururunun okşanmasını ister
6. Sevgi, ideal bir kavramdır
7. Soyut düşünce gittikçe artmaktadır
8. Kabiliyetler belirgin hale gelmeye başlamıştır.
Görülüyor ki orta eğitim yaşı, oldukça renkli görüntülere sahiptir.
Bu devrede karşımıza çıkan en büyük problem, gençlere, değerlendirme yeteneğinin kazandırılmasının nasıl olacağıdır. Değer sistemlerinin en önemlisi de dinî ve ahlâkî değerlerdir.
Ahlâkî ve dinî değerlerin öğrenciye kazandırılması, diğer bilgilerden farklı bir metod gerektirir. Ahlâkın anlatılması için mantıkça doğru olması yetmez, aynı zamanda bilgiyi verenin inanılır olması gerekir.
Ahlâk eğitiminin verilmesi için insanın insana inanması zorunludur çünkü insanın bilgi alanı, yani duyu verileri tecrübesi ve aklı böyle bir inancın kurulması için yetmez. Sözünde durmak, doğru olmak, başkalarına sadık olmak için, ne onları bilmek, ne de onlar tarafından bilinmek yeter. Bütün bu ahlâkî fiiller, başkasının iç dünyasına inanmakla etkisini gösterir.
İlkokulda ahlâkî değerler oyun içinde de verilmekteydi. Orta eğitim sınıflarının yüklü programlan buna imkân vermez.
Gençlere verilecek ahlâkî ölçülerin başında iyilik-kötülük kavramlarının verilmesi gelir. Neye “ahlâkî”, neye "ahlâk dışı” denileceğinin tayini başlı başına önemli bir konudur. Bir makina çalışmıyorsa ona rahatlıkla kötü diyebiliriz. Fakat hangi hareketlere iyi hangilerine kötü diyeceğimiz hususunda kesin kıstaslara ve sağlam esaslara dayanmak gereklidir.
Ahlâkî değerleri, fayda-zarar hükümlerine bağlamak doğru olmaz çünkü bizim için faydalı olan başkasına pekâlâ zararlı olabilir. Kendi toplumumuza faydalı olana da ‘‘ahlâkî” diyemeyiz. Bazen millet için faydalı, başka milletler için zararlı olan şeye "iyi” demede ittifak ederiz. Bu durumda ahlâkî hükümlerle millî hükümler aynı şey olur. Bununla birlikte yaralılara yardımda, esirlere iyi muamelede, mahkeme hükümlerinde, milletlerarası bir kararda evrensel bir seviyeye yükselerek değerlendirme yaparız. Böyle bir durumda insanlık için faydalı olana, "iyi” deriz. Bu duruma göre ahlâkî hükümlerin millî sınırlarla çevrildiği hakkındaki kanaat da doğru değildir. Okul gençlere ahlâk eğitimi verdiği zaman bu farkı nasıl belirtecek? Bu oldukça nazik bir durumdur. Milli varlığı tehlikeye düşüren her fiile kötü hükmü verdirmeliyiz. İnsanlar için eşit fiillerde de insanî ölçüyü kullanmamız gerekir. Fakat bunun dışında ahlâkın bütün toplumlar için değişmez bazı kaideleri vardır. Doğru sözlülük bunlardan biridir. Yalan söylememek, sözü ve özü bir olmak, sözünde durmak, ahlâk için bütün insanlar arasında temel kaidelerdir. Ispartalılar hariç, hiç bir toplumda yalancılığın, sözünde durmamanın fazilet sayıldığına rastlamıyoruz. Şüphesiz bütün bu ahlâkî değerler eğitimle kazanılır ve gelişir.
‘’İnsan doğuştan doğru sözlüdür” diyemeyiz ama "eğitildiği zaman doğru söylemeye müsaittir.” diyebiliriz. İnsanda bulunan bu özellik onun ahlâkî bir varlık olduğunu gösterir.
İyilik ve merhamet gibi terimleri odak noktası yapan bazı ahlâk sistemleri vardır. Meselâ Hıristiyanlık âcize, sakata acımayı faziletin başı sayar. Nietzsche ise acımanın insanlığı alçaltan bir kusur olduğunu söyler ve gerçek faziletin cüret ve cesarette aranması gerektiği üzerinde durur. Bu iki ahlakın tek cepheliliği ve bu yüzden eksikliği, insanı bütün olarak görememelerinden ileri gelmiştir. (4)
Orta eğitimde bütün derslerde insana bütün olarak bakılmasının önemi üzerinde durulmalıdır.
Asrımızda teknik öne geçmiş ve her alanda tesirleri görünmeye başlanmıştır. Kalkınmayı ve tekniği meydana getiren, insan ve madde ilişkisidir. Bu ilişkinin insanın ruh ve beden sağlığını koruyarak sürdürülmesi esas alınmalıdır, Ancak o zaman, toplumların huzur içinde kalkınması ve medeniyetin nimetlerinden faydalanması mümkün olacaktır. Kalkınma hem insanın, hem de insan dışındaki varlıkların bir gaye doğrultusunda değişmesi ve gelişmesi olarak düşünülecek olursa, insan unsuruna önem vermek zorunludur. En sağlıklı kalkınma, insan ihmal edilmeden gerçekleştirilecek kalkınmadır. Kalkınma ilmî metotlar çerçevesi içinde yapılırsa, dinin ve ahlâkın gücünden faydalanmaktan başka çıkar yol olmadığı anlaşılacaktır.
Okullarımızda yeterli ölçüde ahlâkî davranışlar kazandıramadığımız sürece, çok çelişkili ve karmaşık durumlarla karşılaşacağımız bir gerçektir.
Gerçek manada iyi ile kötüyü birbirinden ayıramayan bir genç, âilesi ve çevresiyle nasıl bir ilişki içine giriyor, ahenkli ve uyumlu bir yaşayışı olabiliyor mu? Hayatının çeşitli safhalarında bunalımlı ya da başarılı dönemlerinde genç ve ihtiyar olduğu zamanlarda, nasıl bir ruh hali içinde bulunuyor? Zengin-fakir, güçlü ve zayıf anlarında ne gibi tavırlar içine giriyor? Kendi iç dünyasında neler düşünüyor? İnsanlarla, âilesiyle ve çevresiyle, nasıl ilişkiler kuruyor? Orta eğitim basamağındaki gençler bu sorular üzerinde düşündürülmeli ve cevapları buldurulmaya çalışılmalıdır.
Ülkemizde din ve ahlâk eğitimine gereken önemin verilmeyişinin sebeplerini sayacak değiliz. Fakat sonuçlar ortadadır. Böyle bir tecrübenin çok pahalıya mal olduğu, herkesin malumudur. Din ahlâk eğitiminin yetersizliği sebebiyle milletimiz bir iç savaşın eşiğine kadar gelmiştir. Devletin çeşitli kademesindeki kuruluşlarındaki kimselerin, din ve ahlâk konusunda yeterli bilgileri olmadığından, devletin ahlâkî değerlere kargı olduğu şeklinde yanlış bir kanaate gidildi. Bu durum ise, din ve ahlâk eğitiminin siyasi istismara âlet edilmesini ortaya çıkardı. Böylece din ve ahlâk, hem devletin yetkili kuruluşlarının bazı ihmalleri, hem de yanlış anlaşılma sebebiyle iki yönlü hücuma uğramış oldu. Bunun zararını yine bu ülke insanı ödemek zorunda kalmıştır. Bu zararın telâfisi için, ilerde devletin çeşitli kademesinde görev alma ihtimali olan orta eğitim gençliğine yeterli din ve ahlâk eğitimi verilmelidir, Aşağıdaki tedbirlerin alınması bu eğitimin verilmesini kolaylaştıracaktır:
1. Ahlâk eğitimi, hayatın bütününü kapsayacak bir anlayışla verilmelidir.
2. Dersin müfredatında ortaokul ve lise öğrencisinin ihtiyaçları dikkate alınmalıdır. Milletimizin gösterdiği fedakârlıklar ve bu fedakârlığa sebep olan âmiller açık bir şekilde izah edilmelidir.
3. Dersin müfredatı hazırlanırken öğrencilerin ve velilerin istekleri dikkate alınmalıdır. Bu müfredata uygun kitaplar ise mutlaka ehliyetli kişiler tarafından yazılmalıdır.
4. Üniversite imtihanlarında din ve ahlâk sorularının da bulunmasının teminine gidilmelidir.
5. Ahlâk dersinin uygulaması çok geniş sahayı kapsamalıdır. Meselâ öğrencilere yardım etme duygusunu kavratmak için okulda “yardımlaşma haftası” vb. günler düzenlenmelidir.
6. Okullarda verilecek din ve ahlâk bilgisi dersi, yeterli seviyede olmalıdır ki, okul dışı bir din ve ahlâk bilgisine ihtiyaç duyulmasın. Böylece gençlerimiz, dinimizin yüce prensiplerine, akıl, ilim ve pedagojinin gereklerine uymayan bir öğretime terk edilmesinler. Ancak bu şekil ve metotla ahlâk dersi hedefine ulaşabilir.
7. Diğer derslerde, din ve ahlâk bilgisine ters düşen bilgiler verilmemelidir.
8. Ahlâk eğitimi, hükümetler politikası olmaktan çıkarılıp, devlet politikası haline getirilmelidir.
NETİCE VE TEKLİFLER
İnsan hayatı daima mükemmele yöneliktir. Bu hayat içinde bazen şerlere doğru meylin de olduğunu görmekteyiz.
Suçlar ve şerler çok kere dar görüşlülükten kaynaklanır. Görüşleri dar olan kimse, kendisinden başkasını düşünmez. Böyle olunca da birçok kötülükler kendiliğinden ortaya çıkar.
Dar görüşlü insan, yapmış olduğu her şeyi hayır olarak görür. Uzak görüşlü insan ise, toplumun menfaatiyle kendi menfaatini birlikte ele alır. Ahlâk eğitimi açısından bu husus önemli bir esastır. O halde kişiye, kendisini aşmasını öğretmeliyiz. İnşanın kendisini aşması, ona her şeyde objektif karar vermesini sağlar.
Bazı ahlâkçı ve ıslahatçıların kötü işler yapmasının yegâne sebebi, görüşlerini tek bir noktada toplamış olmalarıdır(5). Bu sebepten ilgi merkezi yapılan noktanın dışındaki yerler, ihmal edilmiş olmaktadır. Meselâ Sokrat, insanların ıslahına önem vermiş, fakat âileyi ihmal etmiştir(6).
Ahlâkçılar insanın davranışlarına önem verdikleri gibi, niyetleri de dikkate almışlardır çünkü niyetler her zaman davranışlarla yan yanadırlar. Eğitim esnasında mutlaka ’‘iyi niyet” prensibini öğretmeliyiz. Sonuç kötü de olsa, iyi niyetlilik insanı mutlu edecektir.
İnsanın mesut olmasını sağlayan baş faktör, ümitle geleceği düşünmesi ve davranışlarını ona göre yönlendirmesidir. Meselâ bir çiftçi, gelecekte ihtiyaç olan mahsulü ektiği için mutludur. İşlerini buna göre düzenler. Öğrenci de geleceği düşünerek dersine çalışır. Eğer insan yaptığı işlerde uzak hedef düşünmezse, hayatı baştanbaşa sıkıntı ve ıstırap olur. Söz gelimi ele alacak olursak, hiç bir zaman para biriktirmek için para kazanmak doğru bir şey değildir çünkü paranın, ancak başka bir şeyin temininde vasıta olarak kullanıldığı ölçüde bir değeri vardır. Eğer insan bunu unutur, sırf paraya rağbet gösterirse, iyi bir davranışta bulunmuş olmaz.
Mal hiç bir zaman tek başına güzel değildir. Kullanılışa göre iyi ya da kötü olabilir. İyi kullananın elinde iyi, kötü kullananın elinde de kötü olabilir. Ahlâk eğitimi açısından malın kazanılması ve kullanılması çok önemlidir. Bunun ahlâk eğitimiyle yakından alâkası vardır. Fazilet ve rezîletlerin çoğu mala dayanır. Cömertlik, emanet, ihsan, iktisat, tamah, cimrilik ve israf gibi özelliklerin hepsi insanın malî yönüyle ilgilidir. Bunun dışında indirekt olarak malla ilgili fazilet ve rezîletler vardır.
Öğrenciler açısından mal sahibi olmak çok önemlidir, özellikle temel eğitim basamağındaki çocuklara ne olmak istedikleri sorulduğunda, tercih edilen mesleğin çoğunlukla, daha fazla para getirdiği tahmin edilen bir meslek olduğu görülecektir. Onun için bu çağlarda onlara mal ve makamın ahlâkî değerlere uygun olarak kullanılması ve değerlendirilmesi öğretilmelidir.
Zaman da mal gibidir. Her ikisinin de iyi kullanılması ahlâk eğitimi açısından çok önemlidir çünkü hepimiz sınırlı bir zaman içinde yaşamaktayız. Gece gündüz birbirini takip edip giderken, hayatımızı da alıp götürmektedir. Çocukluk, gençlik, ihtiyarlık… Bunlar insan ömrünün basamaklarıdır. Sonunda ölüm gelip çatacak!... Geçen zaman bir daha geriye dönmeyecektir. Zamanı uzatmak ya da kısaltmak mümkün değildir. O halde zamanı en güzel şekilde kullanmak zorundayız. Zamanı kötü kullanmak ahlâk eğitimini ters yönde etkilemektedir.
Zamanı kötü kullanmanın iki sebebi vardır:
1. Hedefsiz ve gayesiz hareket
Belirli bir gaye olmadan sokakta dolaşmak, kitap okumak, sorular sormak, insan hayatını pasifleştirir. Yahut boş işlerle uğraşmaya sevk eder. Böyle kimselerin “hayır” işlemesi hemen hemen hiç mümkün değildir. Gayesiz insan, azgın dalgalara terkedilmiş denizdeki gemiye benzer.
Bu durum göz önünde tutularak çocukları küçük yaştan itibaren herhangi bir faydalı işle meşgul etmek gerekir. Oyunlarını da belli hedeflere göre icra ettirmemizde yarar vardır. Önemli olan, her işi farkında olarak yaptırmaktır.
2. Dar hedefler peşinde koşmak
Vaktin kullanılması, hayatımızın en önemli meselesidir. “Boş vakit” diye adlandırdığımız bir zaman aralığını nasıl değerlendireceğiz? Çocukların faydasız sokakta dolaşmaları, gençlerin ve ihtiyarların kahvelerde hiçbir bedenî ve fikrî faaliyette bulunmadan oturmaları şuursuzca bir vakit öldürmedir. Değersiz boş laflar ve faydasız oyunlarla geçip giden uzun vakitler, birçok şerlere yol açmaktadır. Faydalı iş yapmayan insan mutlaka zararlı iş yapıyor demektir.
Toplumda mevcut cehaletten başka, gereği gibi ahlâk eğitiminin de yokluğu, bütün zevk ve ilgilerin kötü yönde kullanılmasına yol açar. Bunun için gençliği temel ve orta eğitim basamağında zamanını nasıl değerlendireceği konusunda uyanık ve şuurlu hale getirmeliyiz.
Boş zamanın değerlendirilmesi, bazı ülkelerde turizm hareketlerine yol açmıştır. Öğretime, bilgi görgü artırmaya ve araştırmaya yönelik geziler elbette ki faydalıdır, öğrencileri bu konuda uyarmalıyız çünkü gayesiz gezişlerin birçok yönlerden zararı olduğu bir gerçektir.
Boş vakitlerin değerlendirilmesi:
a. Çocuklara küçük yaştan itibaren faydalı kitap okuma alışkanlığı vermeliyiz. Bunun için de çocukların sevebilecekleri, özellikte eğitici mahiyette bol resimli ve ahlâki değerlere önem veren kitaplar yazılmalıdır. Bununla birlikte kitapları nasıl okuyacaklarına dair bilgi vermeliyiz. Usanç verecek kitaplardan sakınmalıyız.
b. Gazete, sinema, tiyatro, radyo, televizyon vb. kitle haberleşme araçlarını, boş vakitleri değerlendirmede vasıta olarak kullanabiliriz. Tabiî ki bunlardan ahlâka aykırı olanlarını okumayı ve seyretmeyi önlemeliyiz.
Devlet yönetimi laik ise de, ülkemiz insanının büyük çoğunluğunun İslâm inancında birleşmiş olmaları, Müslüman halkımızın davranışlarına yön veren kuvveti ortaya koymaktadır. Örf ve âdetlerimizin değerlendirilmesi de bu noktadan yapılabilir.
Ahlâk eğitiminin amacı, ahlâkçılar arasındaki uyuşmazlığı çözmek değildir. Konunun iyi anlaşılması için insan değerlendirme tarzlarının verilmesinde fayda vardır.
Ahlâk dersi, insan davranışlarını değerlendirmesi itibariyle diğer derslerin merkezinde yer alır.
Okula gelen çocuk, her zaman zihnini kurcalayan bir sürü sorularla karşı karşıyadır. Bu bakımdan ahlâk dersi, çocuğa “soru sorma” ve ‘‘tesirli olma”’ gücünü kazandıracak şekilde verilmelidir. Bunun için ahlâk dersinde kullanılacak en önemli metot, “gözlem” olacaktır. İnsan davranışlarının gözlenmesi, öğrenciye her zaman telkin edilmelidir. Böylece, sınıfta, konuşularak yapılan bir ders olmasından çok hayatı inceleyen ve değerlendiren bir görünüm arz etmelidir.
Ahlâk dersi, öğrencinin “değerlendirme ve tercih etme” özelliğine hitap eden bir derstir. Bu derste bir hayat olayı, öğrencilerle beraber, kavrayabilecekleri ölçüde, bir “bütün” halinde incelenir. Bu incelemede öğrenciye her zaman, “Siz olsaydınız nasıl yapardınız?” şeklinde bir soru yöneltilmelidir. Böylece, bir taraftan seçimlerin objektif olması sağlanırken, çocuğa kendi problemlerini de çözmeyi öğretmiş oluruz.
Ahlâk eğitiminin esası, "nefis kontrolü” dür. Buradaki kontrol, çocuğun çevresi ve seviyesine göre değişen bir kontroldür. Bu metot, çocuğa “doğru karar verme” yeteneğini kazandıracak, objektif olmasına yardımcı olacak, başarısını artırarak olgun bir şahsiyet geliştirmesini temin edecektir.
Ahlâk dersinde, çeşitli metotlar kullanmak, her dersten daha fazla gereklidir çünkü bu derste hayatın her yönüne ilgi çekilecektir.
Ahlâk dersini bir “ezber” dersi olarak değil, bir “muhakeme” dersi olarak görmek gerekir. Öğrenci, bu dersler yoluyla günümüzün sosyal ve kişisel problemlerini tanıyacak ve kıyas yapma kabiliyetini elde edecektir.
Bu derste, her an fırsatlardan yararlanmak, öğrencinin dünyasına nüfuz etmek gerekir. Bayramlar, günler, önemli gazete haberleri, yakınlarını kaybedenlerle ilgilenmek, iyi bir ahlâk eğitimi için “değerlendirme” malzemeleridirler.
Hz. Peygamber’in hayatı, ahlâk eğitiminde en çok kullanacağımız ‘’değerlendirme” ve “uygulama” malzemesidir. Hayatımızı O’nun örnek hayatıyla kıyaslayıp değerlendirmeliyiz.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, ahlâk dersi, çocuğun bir insan olarak ferdî ve sosyal yaşayışına tesir etmeli ve mükemmellik vasfını kazanmasına yardımcı olmalıdır.
(*) Temel eğitim, kişiye lâzım olacak temel bilgilerin verilmesini hedef alan bir eğitim basamağıdır. Yeni düzenlemeye göre temel eğitim ortaokulu da içine alarak 8 yıllık (7–15 yaşlan arasında) bir devreyi kapsamaktadır.
(1) H.Z. Ülken, a.g.e. s, 171.
(2) Beyza Bilgin, Liselerde Din Bilgisi Eğitimi, 50. Yıl, A.Ü.İ. Fak. Yay. Ank. 1973, s, 289.
(**) Bu durumun geç de olsa farkına varılarak, anlaşılır bir şekilde ele alınışı, yolunda bazı adımlar atılmıştır. Bu cümleden olarak, din ve ahlâk dersi birleştirilerek mecburî dersler arasında mütalaa edilmiştir.
(***) Hz. Peygamber’in eğitiminde bu gibi uygulamaları çok görmekteyiz. Bir gün Ensar’ın hurmalarını taşlayan çocuk, Peygamberimiz(a.s.)’e getirilir. Hz. Peygamber, “Yavrucuğum, niçin hurmaları taşlıyorsun?” der. Çocuk hurmaları düşürüp yediğini söyler. O zaman Hz. Peygamber, “hurmaları taşlama, fakat (kendiliğinden) dibine düşeni ye” diyerek çocuğun başını sıvazlar ve “Allah’ım bunun karnını doyur” diye dua eder. Bak: Sunen-i Ebî Davud, Ticaret, 67; Ahmed b. Hanbel, . 5, 31.
(3) Aime Souch, Yeni Pratik Pedagoji (Ter: Salahattin Odabaş), M.E.B. Yay. Ank. 1977, s. 38.
(4) H.Z. Ülken, a.g.e. s. 260.
(5) Ahmed Emin, a.g.e. s, 240.
(6) Ahmed Emin, a.g.e. s, 246.