Makale

OKULLARIMIZDA AHLÂK EĞİTİMİ

OKULLARIMIZDA AHLÂK EĞİTİMİ

Abdullah ÖZBEK
S.Ü.İ.F. Öğretim Üyesi

Geçen sayıdan devam

I — Temel Eğitim ve Ahlâk Eğitimi

Ülkemizde temel eğitim* 7–12 yaşlarında mecburidir. Bu yaşlar öğretimin ve eğitimin en çok üzerinde duracağı devredir. 7–12 yaşlar arasında geçen bu devrede çocuk büsbütün yeni bir hayata girecektir. Disiplin artacak, çalışma çoğalacak, "yaban­cılarla bir arada bulunma” ve “yakınlarından uzaklaşma” onda bazı kompleksler doğuracaktır. (1)

Temel eğitim çağında öğrenilen ve çevreden görülüp benimsenenlerin önemi, kişiliğin teşekkülü açısından çok büyüktür. Çocukların ruhlarını manevi değerlerle en çok besleyebileceğimiz, ahlaki sevgi motiflerini işleyebileceğimiz, doğruluk, fedakâr­lık, çalışma ve sabır gibi faziletleri geliştirebileceğimiz bu çağda, daha plânlı ve şuurlu bir ahlâk eğitimi vermek gerekir.

Bugün ahlâk eğitimi, eğitimimi­zin en önemli meselesi haline gelmiş­tir çünkü devlet yetkilileri, bir daha eski günlere yani anarşi dönemine dönülmeyeceğini sık sık tekrar etmektedirler. Bu kararlar elbette ki sevindiricidir. Anarşiye karşı en bü­yük tedbir olan ahlâk eğitiminin yıl­lardır sağlam zeminlere oturtulmamasının, millet büyük zararını çekmiştir. Şimdi de "ahlâk eğitimi mi?” yoksa “ahlâk öğretimi mi?’” olsun gibi tartışmalar yapılmaktadır. Hâlbuki ahlâkî erdemlere bağlılık, bile­rek değil, yasayarak ve inanarak mümkündür. (2)

Temel eğitimin, anlamına uygun bir şekilde verilmesi zarurîdir. Kişi belki bu eğitimden ve öğretimden başka bir eğitim ve öğretim görmeyecektir. Önce işe millî değerlerin kazandırılmasıyla başlanmalıdır. Di­linden dinine, coğrafyasına tarihine ve ahlâkına kadar her şeyi en iyi şe­kilde çocuğa öğretmeliyiz. Kendi milletini tanımayan çocuğa dünyadan haber vermek ve başka kültürlerden bahsetmek çok anlamsızdır. Ders ki­tapları bütün sınıflarda bu esasa göre düzenlenmelidir. Eğer eğitimi mecburî olan çağda öğrenciye, haya­tının her safhasında lâzım olacak ah­lâkî bilgi verilmezse, başka kaynağa ve başka yere ihtiyaç duyacağa mu­hakkaktır.

Eğitimin temelini teşkil eden bi­rinci kademe (ilköğretim), sadece o­kuma yazma öğreten, her vatandaşa mutlaka bir diploma veren gelişi gü­zel bir kurum olamaz. Fertlere bu süre içinde ahlâkî davranışlar kazan­dırarak onları “iyi insan olma” şuu­runa kavuşturması gerekir.

Öğretimini devam ettirmeyen, bir işle meşgul olan kişiye, kültür dersleri pek lâzım olmuyor. Okuma yazma ve basit işlemlerin dışındaki­ler fazla ilgilendirmiyor. Fakat kişi­lerin tamamına yakın kısmı, dinî bil­gileri öğrenmeye, dinî yaşayışa uy­maya ve bunları da çeşitli kaynak­lardan almaya çalışıyor. Kişinin ahlakî yönünü, zaten bu bilgiler teşkil etmektedir.

Toplumumuzda ahlâk dersi, daha önce de bahsettiğimiz gibi dine da­yanmaktadır. (**) Halkımız ahlâklı insanın aynı zamanda dindar oldu­ğunu düşünür.

Din derslerine gereken önemin verilmeyişi, halkımızı uzun yıllar küstürmüştür. Halk dinî ve ahlâkî bilgileri öğrenmek için, ehliyetsiz in­sanlardan faydalanma yollarını seç­miştir. Bunu yaparken de “acaba ne derler ...” diye hep korku içinde ha­reket etmiştir. Laikliği yanlış yorum­layanların yüzünden din ve ahlâk dersleri hep sürüncemede kalmıştır. Bu arada halk ihtiyacını karşılarken kimin önüne diz çökmüş ise, dini ve ahlâkı o kişinin şahsında görmüştür. Bir dereceye kadar kişiler bunda hak­lıdırlar. Nasıl ki, bir memlekette tıp tahsilini yasak ettiğimizde, hastalığı durduramıyorsak, din ve ahlâk eğiti­mini ihmal ettiğimizde de, bu ihtiyaçları unutturmuş olamayız. Böyle bir durumda hastalanan kişinin, bu işten anlamayan kişilerin eline düşmesi, kocakarı ilâçlarını kullanması nor­maldir. Din ve ahlâk eğitiminde durum çok daha yürekler acısıdır. Mev­cut durumun süratle düzeltilmesi zaruridir.

Bu husustaki yanlış yargıların önüne geçmek için temel eğitimde çocuğa yeteri kadar pratik din ve ahlâk bilgileri verilmelidir. Onlara iyi ve kötüyü ayırmak, kendilerini idare etme konusunda sağlam alış­kanlıklar ve beceriler kazandırılma­lıdır.

Yasaklar konusunda çok ciddî durmalıyız çünkü bu çağda çocuk birçok yasakların manasım kavrayamaz. Bunun için kendisinden yasa­ğın yerine müsaade edilen “iyi bir davranış” koymalıyız. (***) Böylece çocuğun enerjisinin bastırılması yerine, onu iyi yöne kanalize etme yo­lunu seçmiş oluruz. Böyle bir metoda ’‘enerjilerin transferi metodu” adını verebiliriz.

Ahlâk eğitimi konusunda ders yeterli değildir. Dergi birçok yönlerden uygulamalı yapmak gerekir. (3) Başta, öğrencilerin aralarında, yar­dımlaşma ve işbirliği duygusunu her zaman ayakta tutmalıyız.

Belli bir heyecan uyandırılma­dan ahlâk eğitimi yapmak, ferdi ona inandırmak mümkün değildir. Bu heyecanı uyandırmak için ilham kaynağımız, başta Hz. Peygamber’in ve O’nun yolundan giden kimselerin üs­tün hayatlarıdır. Büyük ahlâkçıların ve şâirlerin söyledikleri de bize yar­dımcı olur. Onların ortaya koyduğu gerçekler, bazen hareketli ve canlı, bazen yumuşak ve duygulu bir şekil­de, bazen da emredici bir şekilde kendisini gösterirler.

Ahlâk eğitiminin hedeflerinden birisi de şuurlu, yani yaptığını, bile­rek yapan insan yetiştirmektir. Bu­nun gerçekleşmesi için, sağlam eller­de, muhteva yönünden doyurucu bir din ve ahlâk dersi ile mümkün olacağı kanaatindeyiz. Bunun için aşağı­daki konuların dikkate alınmasının uygun olacağı kanaatindeyiz.

  1. Müfredat ve Kitaplar

1. Yeni düzenlemeye göre ahlâk dersi, haftada iki saat olarak din dersi ile birleştirilerek verilecektir. Dersin geliştirilmesi için üzerinde birçok yönlerden araştırma yapılmalı­dır. Öğrencilerin psikolojik ve sosyo­lojik durumları göz önünde tutulma­lıdır.

2. Konular arasında birlik ve uygunluğa dikkat edilmelidir.

3. Konularda sınıf seviyeleri ve diğer derslerle olan münasebetleri gözetilerek dersler arası bilgi trans­ferine gidilmelidir.

4. Öğrencilerin ilgileri devamlı canlı tutulmalı. Bunun için de yer yer konuların muhtevasına uygun resim­ler bulunmalıdır.

5. Öğrencileri davranışları üze­rinde değerlendirme yapmaya gö­türen kısa ve özlü hikâyelere yer ve­rilmelidir.

6. Millî kültürümüzün ahlâkî unsurları bütün açıklığı ile konularda ağırlığını göstermelidir.

7. Bazı konular diyalog şek­linde yazılmalıdır.

  1. Öğretmenler Açısından

Ahlâk dersinin gayesine uygun bir şekilde ele alınması, öğretmenle­rin bilgi ve davranışlarıyla yakından ilgilidir. Eğer gayeye uygun olmazsa fayda yerine zarar getirebilir. Bu ko­nu çok önemlidir. Temel eğitimde İmam-Hatip Lisesi mezunu öğretmen­lere ders verdirilmelidir. Ya da te­mel eğitime öğretmen yetiştiren yükseköğrenim kuramlarında din ve ahlâk dersine de yer verilmelidir. Ayrıca din ve ahlâk dersi öğretmenliği yapacaklar özel kurslardan geçirile­rek yetiştirilmelidir.

II — Orta eğitim ve Ahlâk Eğitimi

Orta eğitim, 12–19 yaşlar arasını kapsayan oldukça önemli bir devrede verilir. Genel olarak bu yaşların özel­likleri şöyledir:

1. Ergenlik buhranı

2. Kişiliğin belirlenmesi

3. Heyecanların artması

4. Hayal kurmak zevk halini almıştır

5. Gururunun okşanmasını is­ter

6. Sevgi, ideal bir kavramdır

7. Soyut düşünce gittikçe art­maktadır

8. Kabiliyetler belirgin hale gelmeye başlamıştır.

Görülüyor ki orta eğitim yaşı, ol­dukça renkli görüntülere sahiptir.

Bu devrede karşımıza çıkan en büyük problem, gençlere, değerlen­dirme yeteneğinin kazandırılmasının nasıl olacağıdır. Değer sistemlerinin en önemlisi de dinî ve ahlâkî değerlerdir.

Ahlâkî ve dinî değerlerin öğren­ciye kazandırılması, diğer bilgilerden farklı bir metod gerektirir. Ahlâkın anlatılması için mantıkça doğru ol­ması yetmez, aynı zamanda bilgiyi verenin inanılır olması gerekir.

Ahlâk eğitiminin verilmesi için insanın insana inanması zorunludur çünkü insanın bilgi alanı, yani duyu verileri tecrübesi ve aklı böyle bir inancın kurulması için yetmez. Sö­zünde durmak, doğru olmak, başka­larına sadık olmak için, ne onları bilmek, ne de onlar tarafından bilin­mek yeter. Bütün bu ahlâkî fiiller, başkasının iç dünyasına inanmakla etkisini gösterir.

İlkokulda ahlâkî değerler oyun içinde de verilmekteydi. Orta eğitim sınıflarının yüklü programlan buna imkân vermez.

Gençlere verilecek ahlâkî ölçüle­rin başında iyilik-kötülük kavramlarının verilmesi gelir. Neye “ahlâkî”, neye "ahlâk dışı” denileceğinin tayi­ni başlı başına önemli bir konudur. Bir makina çalışmıyorsa ona rahat­lıkla kötü diyebiliriz. Fakat hangi hareketlere iyi hangilerine kötü di­yeceğimiz hususunda kesin kıstaslara ve sağlam esaslara dayanmak gerek­lidir.

Ahlâkî değerleri, fayda-zarar hükümlerine bağlamak doğru olmaz çünkü bizim için faydalı olan baş­kasına pekâlâ zararlı olabilir. Kendi toplumumuza faydalı olana da ‘‘ah­lâkî” diyemeyiz. Bazen millet için faydalı, başka milletler için zararlı olan şeye "iyi” demede ittifak ede­riz. Bu durumda ahlâkî hükümlerle millî hükümler aynı şey olur. Bununla birlikte yaralılara yardımda, esirlere iyi muamelede, mahkeme hükümle­rinde, milletlerarası bir kararda ev­rensel bir seviyeye yükselerek de­ğerlendirme yaparız. Böyle bir du­rumda insanlık için faydalı olana, "iyi” deriz. Bu duruma göre ahlâkî hükümlerin millî sınırlarla çevrildiği hakkındaki kanaat da doğru değildir. Okul gençlere ahlâk eğitimi verdiği zaman bu farkı nasıl belirtecek? Bu oldukça nazik bir durumdur. Milli varlığı tehlikeye düşüren her fiile kötü hükmü verdirmeliyiz. İnsanlar için eşit fiillerde de insanî ölçüyü kullanmamız gerekir. Fakat bunun dışında ahlâkın bütün toplumlar için değişmez bazı kaideleri vardır. Doğ­ru sözlülük bunlardan biridir. Ya­lan söylememek, sözü ve özü bir ol­mak, sözünde durmak, ahlâk için bü­tün insanlar arasında temel kaideler­dir. Ispartalılar hariç, hiç bir top­lumda yalancılığın, sözünde durma­manın fazilet sayıldığına rastlamı­yoruz. Şüphesiz bütün bu ahlâkî de­ğerler eğitimle kazanılır ve gelişir.

‘’İnsan doğuştan doğru sözlüdür” diyemeyiz ama "eğitildiği zaman doğru söylemeye müsaittir.” diyebi­liriz. İnsanda bulunan bu özellik o­nun ahlâkî bir varlık olduğunu gös­terir.

İyilik ve merhamet gibi terimleri odak noktası yapan bazı ahlâk sis­temleri vardır. Meselâ Hıristiyanlık âcize, sakata acımayı faziletin başı sayar. Nietzsche ise acımanın in­sanlığı alçaltan bir kusur olduğunu söyler ve gerçek faziletin cüret ve cesarette aranması gerektiği üzerin­de durur. Bu iki ahlakın tek cepheliliği ve bu yüzden eksikliği, insanı bütün olarak görememelerinden ileri gelmiştir. (4)

Orta eğitimde bütün derslerde in­sana bütün olarak bakılmasının öne­mi üzerinde durulmalıdır.

Asrımızda teknik öne geçmiş ve her alanda tesirleri görünmeye baş­lanmıştır. Kalkınmayı ve tekniği meydana getiren, insan ve madde ilişkisidir. Bu ilişkinin insanın ruh ve beden sağlığını koruyarak sürdü­rülmesi esas alınmalıdır, Ancak o za­man, toplumların huzur içinde kal­kınması ve medeniyetin nimetlerin­den faydalanması mümkün olacaktır. Kalkınma hem insanın, hem de insan dışındaki varlıkların bir gaye doğrul­tusunda değişmesi ve gelişmesi olarak düşünülecek olursa, insan unsu­runa önem vermek zorunludur. En sağlıklı kalkınma, insan ihmal edil­meden gerçekleştirilecek kalkınma­dır. Kalkınma ilmî metotlar çerçeve­si içinde yapılırsa, dinin ve ahlâkın gücünden faydalanmaktan başka çı­kar yol olmadığı anlaşılacaktır.

Okullarımızda yeterli ölçüde ah­lâkî davranışlar kazandıramadığımız sürece, çok çelişkili ve karmaşık du­rumlarla karşılaşacağımız bir ger­çektir.

Gerçek manada iyi ile kötüyü birbirinden ayıramayan bir genç, âilesi ve çevresiyle nasıl bir ilişki içine giriyor, ahenkli ve uyumlu bir yaşa­yışı olabiliyor mu? Hayatının çeşitli safhalarında bunalımlı ya da başarılı dönemlerinde genç ve ihtiyar olduğu zamanlarda, nasıl bir ruh hali içinde bulunuyor? Zengin-fakir, güçlü ve zayıf anlarında ne gibi tavırlar içine giriyor? Kendi iç dünyasında neler düşünüyor? İnsanlarla, âilesiyle ve çevresiyle, nasıl ilişkiler kuruyor? Orta eğitim basamağındaki gençler bu sorular üzerinde düşündürülmeli ve cevapları buldurulmaya çalışılmalı­dır.

Ülkemizde din ve ahlâk eğitimi­ne gereken önemin verilmeyişinin sebeplerini sayacak değiliz. Fakat sonuçlar ortadadır. Böyle bir tecrübe­nin çok pahalıya mal olduğu, herke­sin malumudur. Din ahlâk eğiti­minin yetersizliği sebebiyle milletimiz bir iç savaşın eşiğine kadar gelmiştir. Devletin çeşitli kademesindeki kuru­luşlarındaki kimselerin, din ve ahlâk konusunda yeterli bilgileri olmadığın­dan, devletin ahlâkî değerlere kargı olduğu şeklinde yanlış bir kanaate gidildi. Bu durum ise, din ve ahlâk eğitiminin siyasi istismara âlet edilmesini ortaya çıkardı. Böylece din ve ahlâk, hem devletin yetkili kuru­luşlarının bazı ihmalleri, hem de yanlış anlaşılma sebebiyle iki yönlü hü­cuma uğramış oldu. Bunun zararı­nı yine bu ülke insanı ödemek zorun­da kalmıştır. Bu zararın telâfisi için, ilerde devletin çeşitli kademesinde görev alma ihtimali olan orta eğitim gençliğine yeterli din ve ahlâk eğiti­mi verilmelidir, Aşağıdaki tedbirlerin alınması bu eğitimin verilmesini ko­laylaştıracaktır:

1. Ahlâk eğitimi, hayatın bü­tününü kapsayacak bir anlayışla ve­rilmelidir.

2. Dersin müfredatında orta­okul ve lise öğrencisinin ihtiyaçları dikkate alınmalıdır. Milletimizin gösterdiği fedakârlıklar ve bu fedakârlığa sebep olan âmiller açık bir şe­kilde izah edilmelidir.

3. Dersin müfredatı hazırla­nırken öğrencilerin ve velilerin is­tekleri dikkate alınmalıdır. Bu müf­redata uygun kitaplar ise mutlaka eh­liyetli kişiler tarafından yazılmalıdır.

4. Üniversite imtihanlarında din ve ahlâk sorularının da bulunma­sının teminine gidilmelidir.

5. Ahlâk dersinin uygulaması çok geniş sahayı kapsamalıdır. Me­selâ öğrencilere yardım etme duy­gusunu kavratmak için okulda “yar­dımlaşma haftası” vb. günler dü­zenlenmelidir.

6. Okullarda verilecek din ve ahlâk bilgisi dersi, yeterli seviyede olmalıdır ki, okul dışı bir din ve ah­lâk bilgisine ihtiyaç duyulmasın. Böylece gençlerimiz, dinimizin yüce prensiplerine, akıl, ilim ve pedagoji­nin gereklerine uymayan bir öğreti­me terk edilmesinler. Ancak bu şekil ve metotla ahlâk dersi hedefine ula­şabilir.

7. Diğer derslerde, din ve ahlâk bilgisine ters düşen bilgiler verilme­melidir.

8. Ahlâk eğitimi, hükümetler politikası olmaktan çıkarılıp, devlet politikası haline getirilmelidir.

NETİCE VE TEKLİFLER

İnsan hayatı daima mükemmele yöneliktir. Bu hayat içinde bazen şerlere doğru meylin de olduğunu görmekteyiz.

Suçlar ve şerler çok kere dar görüşlülükten kaynaklanır. Görüşleri dar olan kimse, kendisinden başkası­nı düşünmez. Böyle olunca da birçok kötülükler kendiliğinden ortaya çıkar.

Dar görüşlü insan, yapmış oldu­ğu her şeyi hayır olarak görür. Uzak görüşlü insan ise, toplumun menfaa­tiyle kendi menfaatini birlikte ele a­lır. Ahlâk eğitimi açısından bu husus önemli bir esastır. O halde kişiye, kendisini aşmasını öğretmeliyiz. İn­şanın kendisini aşması, ona her şey­de objektif karar vermesini sağlar.

Bazı ahlâkçı ve ıslahatçıların kötü işler yapmasının yegâne sebebi, görüşlerini tek bir noktada toplamış olmalarıdır(5). Bu sebepten ilgi mer­kezi yapılan noktanın dışındaki yer­ler, ihmal edilmiş olmaktadır. Meselâ Sokrat, insanların ıslahına önem vermiş, fakat âileyi ihmal etmiştir(6).

Ahlâkçılar insanın davranışları­na önem verdikleri gibi, niyetleri de dikkate almışlardır çünkü niyetler her zaman davranışlarla yan yanadırlar. Eğitim esnasında mutlaka ’‘iyi niyet” prensibini öğretmeliyiz. Sonuç kötü de olsa, iyi niyetlilik insanı mutlu edecektir.

İnsanın mesut olmasını sağlayan baş faktör, ümitle geleceği düşün­mesi ve davranışlarını ona göre yön­lendirmesidir. Meselâ bir çiftçi, ge­lecekte ihtiyaç olan mahsulü ektiği için mutludur. İşlerini buna göre dü­zenler. Öğrenci de geleceği düşüne­rek dersine çalışır. Eğer insan yaptığı işlerde uzak hedef düşünmezse, haya­tı baştanbaşa sıkıntı ve ıstırap olur. Söz gelimi ele alacak olursak, hiç bir zaman para biriktirmek için para ka­zanmak doğru bir şey değildir çün­kü paranın, ancak başka bir şeyin temininde vasıta olarak kullanıldığı ölçüde bir değeri vardır. Eğer insan bunu unutur, sırf paraya rağbet gös­terirse, iyi bir davranışta bulunmuş olmaz.

Mal hiç bir zaman tek başına güzel değildir. Kullanılışa göre iyi ya da kötü olabilir. İyi kullananın elinde iyi, kötü kullananın elinde de kötü olabilir. Ahlâk eğitimi açısından ma­lın kazanılması ve kullanılması çok önemlidir. Bunun ahlâk eğitimiyle yakından alâkası vardır. Fazilet ve rezîletlerin çoğu mala dayanır. Cö­mertlik, emanet, ihsan, iktisat, ta­mah, cimrilik ve israf gibi özelliklerin hepsi insanın malî yönüyle ilgili­dir. Bunun dışında indirekt olarak malla ilgili fazilet ve rezîletler var­dır.

Öğrenciler açısından mal sahibi olmak çok önemlidir, özellikle temel eğitim basamağındaki çocuklara ne olmak istedikleri sorulduğunda, ter­cih edilen mesleğin çoğunlukla, daha fazla para getirdiği tahmin edilen bir meslek olduğu görülecektir. Onun için bu çağlarda onlara mal ve maka­mın ahlâkî değerlere uygun olarak kullanılması ve değerlendirilmesi öğ­retilmelidir.

Zaman da mal gibidir. Her ikisi­nin de iyi kullanılması ahlâk eğitimi açısından çok önemlidir çünkü hepimiz sınırlı bir zaman içinde yaşa­maktayız. Gece gündüz birbirini takip edip giderken, hayatımızı da alıp gö­türmektedir. Çocukluk, gençlik, ih­tiyarlık… Bunlar insan ömrünün ba­samaklarıdır. Sonunda ölüm gelip ça­tacak!... Geçen zaman bir daha geri­ye dönmeyecektir. Zamanı uzatmak ya da kısaltmak mümkün değildir. O halde zamanı en güzel şekilde kullanmak zorundayız. Zamanı kötü kullanmak ahlâk eğitimini ters yön­de etkilemektedir.

Zamanı kötü kullanmanın iki se­bebi vardır:

1. Hedefsiz ve gayesiz hareket

Belirli bir gaye olmadan sokakta dolaşmak, kitap okumak, sorular sormak, insan hayatını pasifleştirir. Ya­hut boş işlerle uğraşmaya sevk eder. Böyle kimselerin “hayır” işlemesi he­men hemen hiç mümkün değildir. Ga­yesiz insan, azgın dalgalara terkedil­miş denizdeki gemiye benzer.

Bu durum göz önünde tutularak çocukları küçük yaştan itibaren her­hangi bir faydalı işle meşgul etmek gerekir. Oyunlarını da belli hedeflere göre icra ettirmemizde yarar vardır. Önemli olan, her işi farkında olarak yaptırmaktır.

2. Dar hedefler peşinde koşmak

Vaktin kullanılması, hayatımızın en önemli meselesidir. “Boş vakit” diye adlandırdığımız bir zaman ara­lığını nasıl değerlendireceğiz? Çocukların faydasız sokakta dolaşmaları, gençlerin ve ihtiyarların kahvelerde hiçbir bedenî ve fikrî faaliyette bu­lunmadan oturmaları şuursuzca bir vakit öldürmedir. Değersiz boş laflar ve faydasız oyunlarla geçip giden u­zun vakitler, birçok şerlere yol aç­maktadır. Faydalı iş yapmayan in­san mutlaka zararlı iş yapıyor demektir.

Toplumda mevcut cehaletten başka, gereği gibi ahlâk eğitiminin de yokluğu, bütün zevk ve ilgilerin kötü yönde kullanılmasına yol açar. Bunun için gençliği temel ve orta e­ğitim basamağında zamanını nasıl değerlendireceği konusunda uyanık ve şuurlu hale getirmeliyiz.

Boş zamanın değerlendirilmesi, bazı ülkelerde turizm hareketlerine yol açmıştır. Öğretime, bilgi görgü artırmaya ve araştırmaya yönelik geziler elbette ki faydalıdır, öğrencileri bu konuda uyarmalıyız çünkü gayesiz gezişlerin birçok yönlerden zararı olduğu bir gerçektir.

Boş vakitlerin değerlendirilmesi:

a. Çocuklara küçük yaştan iti­baren faydalı kitap okuma alışkanlığı vermeliyiz. Bunun için de çocukların sevebilecekleri, özellikte eğitici ma­hiyette bol resimli ve ahlâki değer­lere önem veren kitaplar yazılmalı­dır. Bununla birlikte kitapları nasıl okuyacaklarına dair bilgi vermeliyiz. Usanç verecek kitaplardan sakınmalıyız.

b. Gazete, sinema, tiyatro, rad­yo, televizyon vb. kitle haberleşme araçlarını, boş vakitleri değerlendir­mede vasıta olarak kullanabiliriz. Tabiî ki bunlardan ahlâka aykırı olan­larını okumayı ve seyretmeyi önlemeliyiz.

Devlet yönetimi laik ise de, ül­kemiz insanının büyük çoğunluğunun İslâm inancında birleşmiş olmaları, Müslüman halkımızın davranışlarına yön veren kuvveti ortaya koymaktadır. Örf ve âdetlerimizin değerlendi­rilmesi de bu noktadan yapılabilir.

Ahlâk eğitiminin amacı, ahlâk­çılar arasındaki uyuşmazlığı çözmek değildir. Konunun iyi anlaşılması için insan değerlendirme tarzlarının verilmesinde fayda vardır.

Ahlâk dersi, insan davranışlarını değerlendirmesi itibariyle diğer derslerin merkezinde yer alır.

Okula gelen çocuk, her zaman zihnini kurcalayan bir sürü sorularla karşı karşıyadır. Bu bakımdan ahlâk dersi, çocuğa “soru sorma” ve ‘‘tesir­li olma”’ gücünü kazandıracak şe­kilde verilmelidir. Bunun için ahlâk dersinde kullanılacak en önemli me­tot, “gözlem” olacaktır. İnsan davra­nışlarının gözlenmesi, öğrenciye her zaman telkin edilmelidir. Böylece, sı­nıfta, konuşularak yapılan bir ders olmasından çok hayatı inceleyen ve değerlendiren bir görünüm arz etmelidir.

Ahlâk dersi, öğrencinin “değer­lendirme ve tercih etme” özelliğine hitap eden bir derstir. Bu derste bir hayat olayı, öğrencilerle beraber, kavrayabilecekleri ölçüde, bir “bü­tün” halinde incelenir. Bu incelemede öğrenciye her zaman, “Siz olsaydı­nız nasıl yapardınız?” şeklinde bir soru yöneltilmelidir. Böylece, bir ta­raftan seçimlerin objektif olması sağlanırken, çocuğa kendi problemle­rini de çözmeyi öğretmiş oluruz.

Ahlâk eğitiminin esası, "nefis kontrolü” dür. Buradaki kontrol, ço­cuğun çevresi ve seviyesine göre değişen bir kontroldür. Bu metot, çocuğa “doğru karar verme” yete­neğini kazandıracak, objektif olma­sına yardımcı olacak, başarısını artı­rarak olgun bir şahsiyet geliştirmesi­ni temin edecektir.

Ahlâk dersinde, çeşitli metotlar kullanmak, her dersten daha fazla gereklidir çünkü bu derste hayatın her yönüne ilgi çekilecektir.

Ahlâk dersini bir “ezber” dersi olarak değil, bir “muhakeme” dersi olarak görmek gerekir. Öğrenci, bu dersler yoluyla günümüzün sosyal ve kişisel problemlerini tanıyacak ve kıyas yapma kabiliyetini elde ede­cektir.

Bu derste, her an fırsatlardan yararlanmak, öğrencinin dünyasına nüfuz etmek gerekir. Bayramlar, günler, önemli gazete haberleri, ya­kınlarını kaybedenlerle ilgilenmek, iyi bir ahlâk eğitimi için “değerlen­dirme” malzemeleridirler.

Hz. Peygamber’in hayatı, ahlâk eğitiminde en çok kullanacağımız ‘’değerlendirme” ve “uygulama” mal­zemesidir. Hayatımızı O’nun örnek hayatıyla kıyaslayıp değerlendirmeliyiz.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, ahlâk dersi, çocuğun bir insan o­larak ferdî ve sosyal yaşayışına tesir etmeli ve mükemmellik vasfını ka­zanmasına yardımcı olmalıdır.

(*) Temel eğitim, kişiye lâzım ola­cak temel bilgilerin verilmesini hedef alan bir eğitim basamağı­dır. Yeni düzenlemeye göre te­mel eğitim ortaokulu da içine alarak 8 yıllık (7–15 yaşlan ara­sında) bir devreyi kapsamakta­dır.

(1) H.Z. Ülken, a.g.e. s, 171.

(2) Beyza Bilgin, Liselerde Din Bil­gisi Eğitimi, 50. Yıl, A.Ü.İ. Fak. Yay. Ank. 1973, s, 289.

(**) Bu durumun geç de olsa farkına varılarak, anlaşılır bir şekilde ele alınışı, yolunda bazı adımlar atılmıştır. Bu cümleden olarak, din ve ahlâk dersi birleştirilerek mecburî dersler arasında mütalaa edilmiştir.

(***) Hz. Peygamber’in eğitiminde bu gibi uygulamaları çok gör­mekteyiz. Bir gün Ensar’ın hurmalarını taşlayan çocuk, Pey­gamberimiz(a.s.)’e getirilir. Hz. Peygamber, “Yavrucuğum, niçin hurmaları taşlıyorsun?” der. Çocuk hurmaları düşürüp yediğini söyler. O zaman Hz. Peygamber, “hurmaları taşla­ma, fakat (kendiliğinden) dibi­ne düşeni ye” diyerek çocuğun başını sıvazlar ve “Allah’ım bu­nun karnını doyur” diye dua e­der. Bak: Sunen-i Ebî Davud, Ticaret, 67; Ahmed b. Hanbel, . 5, 31.

(3) Aime Souch, Yeni Pratik Peda­goji (Ter: Salahattin Odabaş), M.E.B. Yay. Ank. 1977, s. 38.

(4) H.Z. Ülken, a.g.e. s. 260.

(5) Ahmed Emin, a.g.e. s, 240.

(6) Ahmed Emin, a.g.e. s, 246.