Makale

ATATÜRK'ÜN DİNLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ

ÖMER KARAKAYA

ATATÜRK’ÜN DİNLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ

Atatürk hiçbir zaman dine cephe almamış, aksine yanında olmuştur. Onun karşı olduğu ve mücadele ettiği; din maskesi altında insanları sömüren, dini kullanarak kendine makam, mevki, gelir sağlayan ve dini yozlaştıranlardır. Ama bunun yanında hiçbir zaman gerçek din adamlarına ve dindarlara karşı olmamıştır.
Konuyu fazla uzatmadan yapılacak olanın en doğrusu Atatürk’ün din konusundaki sözlerini burada aktarmaktır. Atatürk yurt gezilerinden birinde, 16 Mart 1923 te Adana’da Türk Ocağında esnaf ve sanatkârlara yaptığı konuşmasında dinimizin mahiyeti ve gerçek din âlimi gibi konularda şöyle diyor:
“Muhterem sanatkârlar, aziz arkadaşlar,
Bizi yanlış yola sevk eden habisler, bilirsiniz ki, alelekser din perdesine bürünmüşler saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aidata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve mel’anetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar. Halbuki, elhamdülillah, hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim, dinin icabatını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile, bize dinimizin esa- satını anlatmaya kafidirler. Buna rağmen, hafta tatili dine mugayirdir gibi, hayırlı ve akla, dine muvafık meseleler hakkında, sizi iğfal ve idlale çalışan habislere iltifat etmeyin. Milletimizin içinde hakiki ve ciddi ulema vardır. Milletimiz bu gibi ulemasıyla müftehirdir. Onlar milletin emniyetine ve ümmetin itimadına mazhardırlar. Bu gibi ulemaya gidin: Bu efendi bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz deyiniz. Fakat sûret-i umumiyede buna da ihtiyaç yoktur.
Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir miyar vardır. Bu miyarla hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, halkın menfaatine uygundur, biliniz ki, o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslâm’ın menfaatine muvafıksa kimseye sormayın, o şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın tetabük ettiği bir din olmasaydı ekmel olmazdı, ahir din olmazdı.
Atatürk’ün, din hakkındaki görüşlerini açıklamasına vesile olan bir olay da şöyledir.
“Ankara Orman Çiftliği... Değişik konular üzerinde görüşülmektedir. Sayın Asaf İlbay da bu gezide Atatürk’le beraberdir. Atatürk’ün din hakkındaki kat’i fikrini öğrenmek için ne zamandır beklediği fırsat zuhur etmiştir. Başbaşa kaldığı birandan faydalanarak hemen soruyor:
- Paşam, din hakkındaki düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum.
Atatürk cevap veriyor:
Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi. Fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harçlar yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur (tefsirler, hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşerek ve sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır.
Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz, dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre muhalif değiliz. Biz, sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasde ve fiile dayanan taassupkâr hareketlerden sakınıyoruz. Mültecilere asla fırsat vermeyeceğiz."2
“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur." 3
Komünizme karşı en önemli engellerden birinin de dinimiz olduğunu bakınız nasıl açıklıyor:
“Komünizm, toplumsal bir meseledir. Memleketimizin hali, memleketimizin toplumsal şartları, dinî ve millî an’anelerinin kuvveti Rusya’da Komünizmin bizce tatbikine müsait olmadığı kanaatini doğrular bir mahiyettedir.
Biz ne Bolşevik, ne de Komünistiz; ne biri, ne diğeri olamayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız.
“Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz."5
M. Hayri EGELİ “Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar" isimli eserinde şu olayı naklediyor:
“Atatürk için dinsiz diyenler oldu. Bunu bir moda imiş gibi yayanlar vardı. Onun lâik anlayışını dinsiz gibi göstermekte fayda bulanlar oldu. Halbuki Atatürk yobaz aleyhtarı idi. Size başımdan geçen bir vak’ayı naklederek başlayayım:
Bir gün Necip Ali ona:
1 - Efendim, Münir Hayri namaz kılar, dedi.
En yakın bir dostumun beni bu şe- ( kilde takdim ettiğini gören beni sevmeyenler, şimdi kovulacağımı zannederek gülüştüler. Atatürk’le aramızda ’ şu konuşma geçti:
, - Sahi mi?
- Evet Paşam.
- Niçin namaz kılıyorsun?
- Namaz kılınca içimde bir huzur ve sükun hissederim.
Atatürk demin gülenlere dönerek:
- Batmak üzere olan bir gemide bulunsanız, her halde, yetiş Gazi, demezsiniz; Allah, dersiniz. Bundan tabii ne olabilir.
Sonra da bana dönerek:
- Dünyadaki işlerine zarar vermemek şartıyla namazını kıl, heykel yap, resim de.
Atatürk asla dinsiz değildi, lâikti. Taassubun şiddetli düşmanıydı. Medreseleri lağvettirdiği zaman, yakınında bulunanlardan rahmetli Galib’e:
- Yahya Galip Bey, Müslümanlıkta rahiplik yoktur. Medreseler, eski Türk- lerin kurdukları modern zihniyette üniversitelerin, taassubun elinde ıslah olmayacak kadar tereddiye uğramış harabeleridir. Bunları ne ıslah, ne de idame ettirmek kâbildir. Yıkmaktan kasdımız budur. Müslümanlıkta imam, cemiyetin en üstün adamıdır, zamanın en münevver adamıdır. Dört beş yüzyıl birbirini tutmayan içtihatlarla, esen rüzgarlara göre verilmiş fetvalarla inançlarıyla oynanan Türk milletinin din duygularını, bir sürü skolâstik cahilin elinde bırakamayız. İlerde bu işi bizzat elime alacağım."6
Sözü fazla uzatmadan ve konuya daha da açıklık getirmesi bakımından Atatürk’ün Milli Mücadelenin kazanılmasından sonra çıktığı yurt gezilerinden birinde, Balıkesir’de 7.2.1923 tarihinde Zağanos Paşa Camii’nde halka irad ettiği hutbeyi aynen burada aktaracağız. Atatürk diyor ki:
“Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selameti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara hakayık-ı diniyeyi tebliğe memur ve rasul olmuştur. Kanun-i esasi, cümlenizce malumdur ki, Kur’an-ı azi- müşşandaki nusustur. İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, ekmel dindir. Çünkü dinimiz, akla, mantığa ve hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor. Eğer, akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı bununla diğer kavânîn-i tabiiy- ye-i İlâhiye beyninde tezat olması ica- bederdi. Çünkü bilcümle kavânîn-i kevniyyeyi yapan Cenâb-ı Hak’tır.
Arkadaşlar! Cenâb-ı Peygamber, mesaisinde iki dâra yani iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı. Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, taat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni, başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte bizde burada din ve dünya için, istikbal ve istiklâlimiz için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Amâl-i milliye, irâde-i milliye yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efrâd-ı milletin arzularının, emellerinin muhassalasından ibarettir. Binaenaleyh, benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim." 171
Atatürk hutbenin sonunda, halkın sorduğu yirmi kadar soruyu tespit ederek cevap verdikten sonra hutbelerle ilgili olan soruya şu cevabı verdi:
"’Hutbeler hakkında sorulan sualden anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı milletimizin fikri hisleri, dili ve medeni ihtiyaçlarıyla uygun görülmemektedir. Efendiler! Hutbe demek, nâsa hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman bundan bir takım mefhum ve manalar istihraç edilmemelidir. Hutbeyi irad eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir
Biliyoruz ki, Hz. Peygamber zaman-ı saadetlerinde hutbeyi kendisi irad ederlerdi. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek Hulefâ-i Râşidin’in hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek Hulefâ-i Râşidin’in söylediği şeyler o günün meseleleridir, o günün askerî, İdarî, malî, siyasî ve içtimaf hususatıdır. Ümmet-i İslâmiyye tekessür ve me- malik-i İslâmiye tevessüa başlayınca, Cenab-ı Peygamberin ve Hulefa-i Raşi- dinin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irad etmelerine imkan kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri iblağa bir takım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar herhalde en büyük rüesa idi. Onlar Cami-i şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı tenvir ve irşad için ne söylemek lazımsa söylerdi.
Bu tarzın devam etmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması... Halkı ahval-ı umumiyyeden haberdar etmek son derece hâiz-i ehemmiyettir. Çünkü, her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı hâl-i faaliyette bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir.
Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanla olması ve onların da bugünkü icabat ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindir.
Hutbeden maksat ahalinin tenvir ve irşadıdır, başka şey değildir. Yüz, ikiyüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutabânın her halde nâsın kullandığı lisanla konuşması elzemdir.
Geçen sene mecliste irad ettiğim bir nutukta demiştim ki, minberler halkın dimağları, vicdanları için bir menba-ı feyz, bir menba-ı nur olmalıdır. Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve hakayık-ı fenniyye ve ilmiy- yeye mutabık olması lazımdır. Hutabay-ı kiramın ahval-i siyasiyye, ahvali içtimaiyye ve medeniyyeyi her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinat verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve icabat-ı zamana muvafık olmalıdır ve olacaktır."8
Son olarak konuya açıklık getirmesi bakımından yabancı bir gazetecinin Atatürk’le yaptığı bir röportajı nakledelim: Fransız gazeteci Maurice Perno, Atatürk ile yaptığı bir röportajda, sorduğu bir takım sorulara aldığı cevaplardan sonra Atatürk’ten dini meseleler hakkındaki görüşlerini öğrenmek istiyor. Aldığı uzun bir cevaptan sonra aynı konuya dair şu soruyu soruyor:
- Şu halde yeni Türkiye’nin siyasetinde dine aykırı hiçbir temayül ve mahiyet olmayacak demek?
Bu soruya Atatürk şu cevabı veriyor:
- Siyasetimiz dine aykırı olmak şöyle dursun, din bakımından eksik bile hissediyoruz.
Gazeteci tekrar soruyor ve izahat istiyor:
- Zât-ı asilâneleri, düşündüklerini bendenize, daha iyi izah buyururlar mı?
Bu istek üzerine Atatürk şu açıklamayı yapıyor:
- Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye’ye istiklâlini veren bu Asya milleti içinde daha karışık, sun’i, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır.
- Eğer ışığa yaklaşamazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız.”9.

Netice olarak Atatürk, dindardır. Bunu kendi sözlerinden daha iyi anlıyoruz. Bunu söylerken de Atatürk’ün bir din alimi veya bir din adamı olduğunu iddia etmiyorum. Fakat Atatürk din konusunda gerçekten sağlam bilgilere sahip bir şahsiyetti. Ama bugün bazı çevreler onun bu yönünü sanki , Atatürk hiç yaşamamış ve bu konularda konuşmamış gibi yok sayıyorlar ve milletimizden gizlemeye çalışıyorlar. Oysa gerçekler hiçbir zaman saklanamaz, eninde sonunda ortaya çıkar. O halde doğru olan Atatürk’ü her yönüyle insanlara anlatmak ve öylece kabul etmektir.


(1) Sadi BORAK, Atatürk ve Din, Istanbul- 1962.
(2) Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara-1971.
(3) Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara-1971.
(4) Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara-1971.
(5) Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara-1971.
(6) Sadi BORAK, Atatürk ve Din, Istanbul- 1962.
(7) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri.
(8) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri.
(9) Prof. Dr. Enver Ziya KARAL, Atatürk’ten Düşünceler, Ankara-1969.