Makale

Dr. Seyfettin Erşahin ile misyonerlik faaliyetleri üzerine bir konuşma.

RÖPORTAJ:

Hayati OT YAKMAZ

Dr. Seyfettin Erşahin ile misyonerlik faaliyetleri üzerine bir konuşma.

Sayın Erşahin, Misyonerlik kavramını açıklar mısınız?

Misyonerlik kavramı, Latince missio kelimesinden türetilmiştir.
Sözlük anlamı "yetki”, “vekalet”, “bir kimseyi bir iş için özel olarak görevlendirmek” demektir. Kavram olarak ise, en kısa ve yaygın anlaşılan şekliyle “Incil’i Hıristiyan olmayanlara yaymak’" anlamına gelmektedir.
Misyoner ise bu işi dini bir görev bilinciyle yapan kişidir.
Aslında misyonerlik, her din için söz konusu olmakla birlikte, tarihte ve günümüzde daha çok Hıristiyanlık ile özdeşleşmiştir.
Misyonerlerin metotları ve hedefleri hakkında bilgi verir misiniz?
Başlangıçta, barışçıl metodlarla, masum birer din mübelliği olarak insanların gönülleri ve kafalarını fethetmekle işe başlayan Hıristiyan misyonerler, yüzyıllar içinde güçlenince bu yolu terk ettiler. Siyasi iktidarı ele geçiren Hıristiyanlar. askeri istilalarla bireyleri ve toplumları tahakküm altına alıp, zaman zaman zorla Hıristiyanlaş- tırma yoluna bile gittiler. Misyonerlik faaliyetleri günümüzde ise, siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik baskılarla sürdürülmektedir. Hedeflerine gelince:
1. İnsanlığı, Hz. İsa’nın imanına çağırmak, yani Hıristiyanlaştırmak,
2. Hıristiyanlığı yaydıkları ülkelerde kiliseler kurmak ve onları ayakta tutacak gönüllüler bulmak,
3. Söz konusu ülkede kalıcı olabilmek için bu ülkenin kültürüne çeşitli yollarla Hıristiyanlığı sızdırmak,
4. Günümüz insanlarını, sözde “barbarlıktan” ve “imansızlıktan” kurtarmak ve büyük oranda Hıristiyanlıktan kaynaklanan Batı medeniyetine dahil etmek.
Başta Türkistan olmak üzere, bağımsızlığına yeni kavuşan kardeş Türk cumhuriyetlerindeki misyonerlik faaliyetlerinin tarihçesini verir misiniz?
Türkistan, yüzyıllardan sonra tekrar dinlerin nüfuz mücadele sahası durumuna gelmek üzeredir. Bölgede VIII-XIV. yüzyıllarda İslam, Hıristiyanlık, Budizm ve Şamanlığın hâkimiyet mücadelesi yaşanmıştır. Bu mücadele sonunda Hıristiyanlık kuzeye ve batıya, Budizm kuzeye ve doğuya Tibet, Moğolistan ve Çin’e, Şamanlık ise Sibirya ve Al- taylara çekilmiştir. Türkistan’a ve Türklerin büyük çoğunluğuna İslam hâkim olmuştur. Şimdi benzeri bir mücadeleden söz edilebilir. Bugün Türkistan’da Budistler, Krişnalar, Babtistler, Mooncular, Evanjelistler, Adventistler ve Bahailer İslâm’a karşı yeni bir hırs ve öfkeyle mücadeleye girişmişlerdir.
Türkistan’ın Hıristiyanlıkla tanışma tarihi oldukça eskidir. Nasturi Hıristiyanlığı V. yüzyılda Bizans baskısı karşısında doğuya çekilerek Fars topraklarına sığınmış, yaklaşık bir yüzyıl sonra Aşağı Türkistan’a ulaşmıştır. Bölgede önemli bir direnişle karşılaşmayan Nasturi misyonerler kısa sürede Semerkant’ta bir metropolitlik kurarak burayı faaliyetlerinin merkez üssü haline getirmişlerdir. Daha da doğuya ilerleyen misyonerler bazı Türk boylarından gördükleri yakınlıkla Kaşgâr’da da bir metropolitlik açmayı başarmışlardır. Bunun yanında Buhara, Vinkard, Mirgi ve Talas’da Hıristiyan cemaatleri oluşturmuşlar ve dini merkezler tesis etmişlerdir. Ancak VIII. yüzyıldan itibaren İslâm’ın Maveraünnehir’e girmesiyle gücünü ve müntesiplerini kaybeden Hıristiyanlık bir süre sonra batıya Slav dünyasına çekilmek zorunda kalmıştır.
Türkistan Hıristiyan misyonerler ile son iki asırda tekrar karşılaşmıştır. Bunlar: 1. Rus Ortodoks (Provaslav) Misyonerliği (Çarlık ve Sovyet dönemi). 2. Batı Avrupa (Katolik, Protestan, Evan- jelist, Babtist, Adventist vb.) Misyonerliği.
1. Rus - Ortodoks Misyonerliği
Ruslar kendilerini, barbar, göçebe ve paganist Asyalılara karşı medeni Hıristiyan Avrupa’nın kalesi olarak Allah tarafından seçilmiş millet görüyorlardı. Tarihi misyonları doğuya imanı ve medi- neyeti taşımaktı. Korkunç İvan 1552’de Kazan’ı harabeye çevirince bu misyonu şu cümlelerle ifade etmişti: “Bırakın kafirler, Rusya’nın yeni teb’ası gerçek Tanrı ’yı öğrensinler; Bırakın onlar da bizimle beraber ebediyen Kutsal Teslis’e dua etsinler.” Çarlık yönetiminin o zamanki hakim anlayışına göre Ruslar, mümin, dindar, zahid, saf, barışsever ve iyi insanlar. Tatarlar ise kâfir, putperest, dünyaperest, pis, savaşçı ve kötü insanlardı.
Bu tarihten başlayarak Ruslar hâkimiyetleri altındaki gayri Rusları Hıristiyanlaştırarak ve kültürel asimilasyona tabi tutarak homojen bir toplum kurmayı hayal ettiler. Bunu gerçekleştirebilmek için de misyonerlik faaliyetlerini başlattılar. Yüzyıllar içinde metodlarının içeriği ve faaliyetlerinin hızı değişmekle beraber,
Rus misyonerliğinin günümüze kadar devam ettiğini söyleyebiliriz.
Hıristiyanlık, Çarlık döneminde Türkistan’da yerli müntesipler kazanamamakla birlikte, çok sayıda Rus’un bölgeye yerleştirilmesiyle beraber tekrar temsil edilme imkanı ve fırsatı yakalamıştır.
1996’da Rus Ortodoks Kilisesi’nin başı Başpiskopos II. Alexy “dinimiz başka dilimiz (gönlümüz) bir” sloganıyla Orta Asya’ya Rus Kilisesi’nin gelişinin 125. yıldönümü kutlamalan çerçevesinde bir ziyarette bulunmuştur. İlk Rus Ortodoks Kilisesi II. Alexandre’in (1855-1881) fermanıyla 4 Mayıs 1871’de açılmıştır. Bunu Rusların yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde açılan kiliseler izlemiştir. Sözgelimi, Kırgız topraklarında 1896’larda Sokuluk,Kant ve Kara- kol’da kiliseler vücud bulmuştur.
1917 Bolşevik Devrimi ile Türkistan tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Yaklaşık 70 yıl süren bu dönemde uygulanan din karşıtı politikalar ve din ile mücadele, halkı dinî ve millî değerlerinden uzaklaştırmaya matuftu. Hatta bazı değerlendirmelerden hareketle Sovyet komünizmini, Türkistan halkını dinsizleştirerek Hıristiyan tebliğine açık ve uygun hale getirme planının önemli bir aşaması olarak düşünürsek, Sovyet döneminin de bir anlamda Rus misyonerliğine hizmet ettiğini söyleyebiliriz. Nitekim, Bolşeviklerin dine karşı başlattıkları sert mücadele yıllarında (1928-1938) fırsattan yararlanan bazı misyonerlerin Orta Asya’da faaliyetlerde bulundukları görülmektedir.
Bütün bu gayretlere rağmen Rus Ortodoks misyonerlerin Türkistan’da mesafe aldıkları söylenemez. Bunun en önemli sebebi Türklerin, Hıristi- yanlaştırmayı; “Ruslaştırma ve asimilasyon” politikasının bir vasıtası olarak görmeleri ve millî kimliklerini ve varlıklarını korumanın Hıristiyanlaştır- maya direnmekten geçtiğinin farkına varmış olmalarıydı. Öyle ki, Müslüman halk misyonerlerin şahsında Ruslara ve Rus devletine düşmanlık duyguları besler hale gelmişler, siyasi ve sosyal barış zaman zaman bozulmuştur.
II. Batı Avrupa Misyonerliği
Tarihteki bazı maceracı Batılı gezginleri saymazsak Türkistan, Batı (A.B., A.B.D., Kanada vb.) misyonerleri ile 1991 sonrası bağımsızlık döneminde tanışmıştır. Misyonerler Türkistan’ın kapılarını bu günlerde yeni bir ümit, şevk ve heyecanla tekrar çalmaktadırlar. Ayrıca Hz. İsa’nın doğumunun 2000. yılının dünya için önemine inanan bazı misyoner teşkilatları, işe daha da sıkı sarılmaktadırlar. Katolik Hıristiyan dünyanın manevî lideri Papa II. J. Paul 22.01.1991’de yayınladığı bildiride kilise öğretilerinin Üçüncü Dünya ve İslâm ülkelerine misyoner bir ruhla yayılmasını isterken bir bakıma eski Sovyet ülkelerini de hedef göstermiş oluyordu. Aynı şekilde A.B.D. Başkanı G. Bush 3 Mart 1992’de National Assaciation of Evangelicals’da (fundamentalist bir dini cemaat) yaptığı konuşmasında, eski komünist blokta meydana gelen iman boşluğunu doldurmanın zamanının geldiğini bunu doldurmak için bölgeye giden misyoner cemaatlerine maddi destek verdiklerini belirtiyordu. Gerçekten de Batı bu sözünün arkasında durmuştur. Mesela, A.B.D. resmi makamları bizzat devreye girerek çok sayıda Barış Gönüllüsünün Kazakistan’a girmesini ve sosyal, ekonomik ve kültürel haklara sahip Kazak vatandaşı gibi ülkede faaliyet gösterme imkânını sağlamışlardır.
Türk cumhuriyetlerinde misyonerlere faaliyet imkânı sağlayan faktörler nelerdir?
1. İnanç boşluğu ve dini bilgi eşikliği: Bölge halkı, Sovyet döneminin oluşturduğu manevi boşluk nedeniyle genelde din, özelde İslâm konusunda tutum takınıp karar verebilecek düzeyde bilgiden yoksun kalmıştır. Bugün geçmişin ateist baskısından bıkmış olan bölge insanı bir an önce kendisini dünyada ve ahirette mutlu kılacak inanca kavuşmak istiyor. Bu durumu çok iyi tespit eden misyonerler söz konusu iman boşluğunu doldurmak için Türkistan’a koşuyorlar.
2. Dış kaynak ihtiyacı: Komünist dünya görüşü ve sosyalist ekonomiden serbest pazar ekonomisine geçmeye, kısaca her yönüyle Batı Avrupa çizgisinde yenişleşmeye çalışan bölge ülkeleri, altyapı. tecrübe kaynak ve eleman yetersizliği nedeniyle dış ülkelerden gelecek insan ve para kaynağına ihtiyaç duymaktadırlar. Bu kaynaklan bulmak ve kalkınmak ümidiyle kapılarını dış dünyaya açan Türkistan’a, Batı’dan gelen her branştaki elemanların büyük kısmı misyoner teşkilatları ile bağlantılı olarak çalışmaktadır. Bu bağlamda bazı etkin çevreler misyonerleri zararsız hatta yararlı görmektedirler. Özellikle zengin ve etkin çevreler misyonerler vasıtasıyla batı sermayesine ve teknolojisine ulaşmayı amaçlamaktadırlar.
3. Bilim ve eğitim kurumlarının kaynak ihtiyacı: Sovyetlerin dağılmasıyla bölge ülkelerinde bilim adamları büyük ekonomik ve sosyal itibar kaybına uğramışlardır. Bütün bu ağır şartlara rağmen bilimsel faaliyetlerini sürdürmeye çalışan bilim adamları finans kaynağı olarak misyonerlerin tekliflerini kabul etmek zorunda kalmışlardır. Özellikle Moon teşkilatı ve Babtistler bu sahaya el atmışlardır. Mooncular bölgenin bazı üniversitelerindeki profesörleri kazanmışlardır. Eğitime yardım adı altında öğretmen, bilim adamı vb. adlarla bölgeye çok sayıda misyoner sızmış durumdadır. Bunların en yaygınları da özellikle yabancı dil kurslarında veya okullarda öğretmenlik yapan Barış Gönüllüleridir.
4. Yerli halk desteği: Demir perde arkasında uzun süre dünyaya kapalı olarak yaşayan bölge halkının büyük çoğunluğu Batıyı idealize etmekte, ona ulaşmayı bir sosyal sınıf atlama, zenginleşme ve modernleşme aracı olarak görmektedir. Halkın bu özentisini istismar eden misyonerler onlara çeşitli vaatlerde bulunarak kendilerine çekiyorlar. Kısaca bütün imkanlarını misyonerlerin istifadesine sunuyorlar. Bir köy veya mahallede kendilerine kazandıkları kişiye para vererek kendi ırkdaşları arasında faaliyette bulunmasını, evini misyoner merkezi gibi kullanmasını sağlıyorlar. Sözgelimi, Bişkek’te bir Kırgız, evinin bir bölümünü kilise olarak düzenleyip, misyonerlere tahsis etmiştir.
5. Bölge hükümetlerinin din ve kültür siyasetlerindeki belirsizlik: Bağımsızlıktan sonra bölge ülkelerinin kültür siyasetlerinde net ve istikrarlı bir çizgiye kavuştukları henüz söylenemez. Kapitalizm, sosyalizm, milliyetçilik, evrensellik gibi değerler arasında bocalayan Türkistan yönetimlerinin istikrarsız tutumları misyoner teşkilatlarının çalışmalarına zemin hazırlamaktadır. Kırgız, Bahaist Kırgız, Moon Kırgız, Lama Kırgız gibi ayrılarak Kırgız medeniyetini oluşturmaya çalıştığını söylemektedir.
6. Din ve vicdan özgürlüğü kanunlarındaki boşluklar: Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Türkistan cumhuriyetleri din ve vicdan özgürlüğü hakkında yeni kanunlar çıkardılar. Söz konusu kanunlarda dine ve dinî kuramlara laiklik esasında dünya standartları ölçüsünde yeni haklar tanındı. Bu özgürlük ortamından bölgenin hakim dini İslâmiyet yararlanırken diğer dinler de aynı imkanlara kavuştular. Sözgelimi: Din Tutuu Erkindiği Cana Din Uyumdan Conundo Kırgız Respublikasımn Zakonu (Din Tutma Özgürlüğü ve Din Kuramları Yönünde Kırgız Cumhuriyetinin Kanunu)da “Cumhuriyet dahilinde İslam, Hıristiyan ve başka din cemaatları, dini idareler ve din okulları, din kurumlan kabul edilir. Din kurumlan kendi teşkilatlarını kurma hakkına sahiptirler. Dini kurumlar kendi ihtiyaçları olan personeli yetiştirmek için din okulları açabilirler” (Bölüm II/madde 7) ifadesi ile bütün dinler ve onların teşkilatlan resmen tanınmıştır. Söz konusu kanunla din kurumu açmak da kolaylaştırılmıştır: “18 yaşında en az 10 Kırgız vatandaş dini kurum açmak için resmi makamlara (Adalet Bakanlığı ’na) baş vurur. İlgili makam bir ay içinde inceleme yapıp dini kuruın açılması için karar verir ve söz konusu kurum resmiyet kazanır." (Bölüm II/ madde 8) Bu düzenleme çerçevesinde, ülkeye gelen herhangi bir misyoner teşkilatı çeşitli yollarla kazanacağı 10 Kırgız vatandaşı aracılığı ile kendi dini kurumuna kavuşmuş, bu hakkı kazandıktan sonra da kanunda belirtilen faaliyetlere başlamıştır.
7. İslâm teşkilatları ve Müslüman temsilcilerin zayıflığı: Sovyet döneminde dinin baskı altında tutulması nedeniyle teşkilatlanamayan ve din uzmanlarını yetiştireme- yen Müslüman dini kurumlan halka İslâm’ı anlatmakta, yeni sorunlar karşısında çözüm üretmekte, kısaca tebliğde yetersiz kalmaktadır. Bu zaafını kapatmaya çalışmakla beraber henüz yeterli olduğu söylenemez. Müslümanların bölge insanlarının psikoloik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak İslâmi tebliğ çalışmalarını hızlandırmaları gerekmektedir.
8. Erdemli - örnek insan arayışı: Misyonerler şahıslarında dürüst, yardımsever, zengin, ideal bir insan portresi çiziyorlar. Üstelik bunu Incil’in öğretilerine uyarak ve Hz. İsa’yı takip ederek elde ettiklerini söylüyorlar. Batı’da yetişmiş, zengin ahlâklı ve kültürlü bir insan elbette ilgi çekiyor. Bunun yanında yerli Müslüman halktan kaynaklanan bazı ahlâki zaafiyetler de misyonerlere yardımcı oluyor. Bu iki zıtlığı gören gençler için misyonerler cazibe merkezi haline geliyor.
9. Gençliğin içinde bulunduğu maddi - manevi durum: Gençlerin önemli bir kısmının inanç boşluğu içinde oldukları görülmektedir. Bölgede görev yaptığımız yıllarda bunu gözlemlemiş durumdayız. Bazı gazetelerin arkadaş bulma köşelerinde çıkan ilanlar da Kırgız gençlerin bir kısmının ruh dünyasını yansıtmaktadır. Sözgelişi 1969 doğumlu bir genç kız en çok sevdiği rengin beyaz, en sevdiği çiçeğin gül, en sevdiği arabanın Lada-Jigu- li, en sevdiği tatil yerinin Issık Göl, en kötü gördüğü huyun iki yüzlülük, en güzel gördüğü huyun açıksözlülük,en sevdiği filimlerin Sovyet filimleri, en sevdiği yazarın Cengiz Aytmatov olduğunu beyan ederken; “Tuttuğunuz din nedir?” sorusuna “sadece Allah’a inanırım" cevabını vermektedir.
10. Yanlış İslâm anlayışını istismar: Misyonerler toplantı şeklinde yaptıkları faaliyetlerinde açıktan İslâm’a saldırmıyorlar. Ancak bire bir konuşma ve görüşmelerinde İslâm hakkında yersiz isnadlarda bulunarak halkın inancını sarsmaya çalışıyorlar. Bunların başında İslâm’ın insanlara zorla kabul ettirildiği, onun bir kılıç dini olduğu iddiası geliyor. Bu bağlamda Kırgızlar dahil Orta AsyalIların Araplar tarafından zorla Müslüman yapıldığını, bu seçimde özgür iradenin söz konusu olmadığını ileri sürüyorlar. Öte yandan Hıristiyanlığın zorlamaya başvurmadığını, dünyaya tamamen insanların özgür seçimi ile yayıldığını belirtiyorlar.
Misyonerler ayrıca İslâm’ın insanı fakirleştirdiğini bu yüzden Müslümanların bütün dünyada fakir kaldıklarını, insanın üretme kabiliyetini ve yaratma gücünü körelttiğini, üretemez insanlar yetiştirdiğini söylüyorlar. Kendilerinin zenginlik ve gelişmişliğinin de Hıristiyanlıktan kaynaklandığım vurguluyorlar.
Türk cumhuriyetlerinde misyonerlikle mücadele için neler önerirsiniz?
İslâmî bilgi artırılmalıdır: Bize göre misyonerin başarısındaki en belirleyici etken fakirlik değil. İslâmî bilgi eksikliğidir. Zira biz biliyoruz ki, Orta Asya’nın en fakir bölgeleri kabul edebileceğimiz Tacikistan ve Afganistan’da misyonerler başarılı olamamaktadırlar. Ayrıca ekonomik sıkıntı sadece Kırgızistan ve Kazakistan’da değil bölgenin hemen her ülkesinde bulunmaktadır. Ancak oralarda İslâmî bilgi ve pratik yüksek olduğundan dolayı misyonerler halka nüfuz etmekte büyük güçlük çekmektedirler.
Öyleyse zaten Müslüman olan halkın İslâmî bilgi düzeyi hızla yükseltilmelidir. Bu meyanda Kur’an ve temel hadis kitaplarının yerli dillere iyi tercümelerinin yapılmasına sür’atle ihtiyaç vardır.
Misyonerlik hakkında halkı aydınlatıcı ve uyarıcı yayınlar yapılmalıdır: Biran için ekonomik kavramlarla düşünürsek, serbest pazar ekonomisinde rekabet vardır ve müşteri en kaliteli ürünü en ucuz fiyata alır. Ancak ürünün kalitesi konusunda müşterinin aydınlatılması gerekir. Bu açıdan kamuoyunun aydınlatılması için kitle iletişim araçlarından yararlanılmalıdır.
Başka ülkelerle işbirliği yapılmalıdır: Bilindiği kadarıyla bölgede hâlâ en etkili güç olan Rusya da Batılı misyonerlerin faaliyetlerinden rahatsızlık duymaktadır. Rusya Türkistan’ı arka bahçesi olarak gördüğü için orada oluşturulacak bir gayri Ortodoks Hıristiyan nüfuz uzun vadede Rusya’nın menfaatlerine zarar verebilir.
Resmi kurumlar ve iktidarların tavırları netleşmelidir: Yukarıda değindimiz gibi misyonerler resmi kuramların kararsız tutumlarından yararlanmaktadırlar. Bu tutumun bir an önce netleştirilip ülke ve milletin bütünlüğünün en önemli yapı taşlarından olan, halkın büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiş bulunan İslâm Dini korunmalıdır.
Aile güçlendirilmelidir: Geçiş dönemi adı verilen şu yıllarda Orta Asya büyük sosyal, ekonomik ve siyasi değişim hatta dönüşümlere sahne olmaktadır. Sovyet geleneğinin yıkılmasıyla birlikte toplum da yıkım ve çöküntüyle karşı karşıya gelmiştir. Dünyanın başka yerinde olsaydı belki de büyük sosyal patlamalar olabilirdi. Orta Asya’da bu olmamışsa bunun en önemli kaynağı Müslüman aile yapısıdır. Geniş Müslüman aile yapısında aile fertleri birbirlerini denetlemekte, gözetlemekte, desteklemektedir. Aile böylece dini, kültürü, toplumu, ekonomik çöküntüyü korur.
Geleneksel kültür unsurları güçlendirilmelidir: Türkistan Türklerinde Sovyet döneminden günümüze milliyetçilik duyguları gelişmiştir. Özellikle geleneksel kültür bilinebildiği kadarıyla halk tarafından sevilmekte ve korunmaktadır. Bu duygu ve duyarlılık misyonerlerle mücadelede yardımcı olabilir. Bilinen bir husustur ki, bölge insanının geleneksel kültürü büyük ölçüde İslâm ile yoğrulmuş ve şekillenmiştir. Öyleyse, halka İslâm’ı anlatırken ve misyonerlerin zararlarında söz ederken geleneksel kültüre vurgu yapılabilir.
“Misyonerlik Faaliyetlerini İzleme ve Araştırma Merkezi”ne işlerlik kazandırılmalıdır: 1996’da toplanan II. Avrasya İslâm Şûrası Sonuç Bildirisi’nde bu adla her cumhuriyette merkezler kurulması taahhüt edilmiştir. Bu taahhdün hayata geçirilip geçirilmediği merak konusudur. Eğer söz konusu merkezler faaliyete geçirilirlerse, buralarda toplanacak bilgiler ve oluşturulacak birimlerle misyonerlerle mücadelede yeni usuller ve teknikler geliştirelibilir. Bu merkezler bölge cumhuriyetleri Müslüman dinî idareleri ile işbirliği yaparak bilgi ve tecrübe paylaşımı yapabilirler.
Kardeş Türk cumhuriyetlerinde misyonerlik faaliyetleri ne gibi tehlikeli sonuçlar doğurabilir?
Misyonerler Türkistan’da yaptıkları bunca faaliyetlerden sonra dini tebliğ etme vazifesini yerine getirmenin verdiği büyük mutluluğu yaşıyorlar. Bunun yanında kendi ülkelerinin ekonomik, siyasi ve stratejik çıkarlarına yardım etmenin gururunu duyuyorlar.
Bu şartlarda misyonerlik faaliyetleri din ve vicdan özgürlüğü sınırlarını aşmaktadır. Bir bireyin veya toplumun maddi - manevi zayıflığından yararlanarak onun vicdanını satın almak anlamı taşımaktadır. Eğer ekonomik sıkıntılar misyonerlerin istismarına yol açıyorsa ki, bu göz ardı edilemez, bu durumda özellikle bölge zenginleri ve Müslüman dünyadan elde edilecek zekat, sadaka, fitre vb. yardımlar bir fonda toplanarak ihtiyaç sahiplerine ulaştırılabilir.
Sovyet dönemi öncesinde Türkistan’da Rus misyonerleri başarılı olamamışlardır. Bunun en önemli sebebi, misyonerlerin Rus müstevlileri olması ve Hıristiyanlığa geçmenin de Ruslaşma olarak göriilmesiydi. Ama bu günkü Batı misyonerliği farklı nitelikler taşımaktadır. Çünkü Batı misyonerleri müstevli temsilcisi olarak algılanmadığı gibi, Hıristiyanlığı seçmek de kültüre, medeniyete, zenginliğe ve bilime ulaşmak olarak telakki edilmektedir. Bu durum misyonerlik meselesine daha ciddi şekilde eğilinmesi gereğini ortaya koymaktadır.
- Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz.