Makale

Cumhuriyet ve Diyanet

Merhaba

Cumhuriyet ve Diyanet

29 Ekim Cumhuriyetimizin 76’ncı yıldönümü. Ancak, 76. yıla buruk giriyoruz. Marmara Bölgesinde yaşadığımız deprem felaketi, milletçe hepimizi derinden üzdü. Cumhuriyetimizin 76. Yılı tıpkı Cumhuriyetimizin kuruluş sürecinde yaşadığımız kurtuluş savaşımızda milletçe ortaya koyduğumuz dayanışma ve birlik şuurunun bu zor günlerimizde yeniden şahlanışıyla daha da bir anlam kazandı. Yüce dinimiz İslâmiyet’in yardımlaşmaya, dayanışmaya, birlik ve beraberliğin tesisine verdiği önem hepimizce bilinen bir husustur. Bizler millet olarak, dinimizden, tarihimizden ve geleneklerimizden aldığımız bu şuurla, her acılı ve zor günümüzde birlik olmayı, acıları paylaşmayı, yaralarımızı sarmayı başarmış ve bu alanda eşsiz örnekler vermişizdir. Bu bakımdan yaşanan deprem felaketinin yaralarını milletçe el ele vererek devletimizle işbirliği içerisinde en kısa zamanda saracağınıza inancımız tamdır. Nitekim bütün gelişmeler de bu yönde cereyan etmektedir.
Milletler ve devletler değerlerine sahip oldukları sürece yaşarlar. Değerlerinden uzaklaşan toplumlar huzur ortamından da uzaklaşırlar. Varlıklarını anlamlı kılan ilke ve kavramların içeriğini boşaltarak ortaya konulan kavram kargaşası ise, toplumlarda önce düşünce anarşisinin; sonra da topyekûn toplumsal anarşinin doğmasına sebebiyet verir. Millî birlik ve beraberlik ruhunun zedelenmesine yol açar. Devletler, o devleti oluşturan milletin tarihi tecrübelerinden, kazanımlarından, ülke gerçekleri ve ihtiyaçlarından yola çıkılarak şekillenir. Millî devletler bu hususları göz ardı etmeden dünyadaki gelişmeleri ve değişmeleri de dikkate alarak şekillendiğinde ise modem dünya devleti olma özelliğini kazanır.
Milletimizin en zor günlerinde Anadolu’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından başlatılan Kurtuluş Savaşımız sonunda “Millî Hakimiyet” prensibine dayalı olarak kurulan yeni Türkiye devletinin idari yapılanması Cumhuriyet olarak belirlenmiş, 1924’den 1937’ye uzanan süreç içerisinde de yukarıda işaret ettiğimiz hususlara dayalı demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti yapılanması gerçekleştirilmiştir. Bu devletin yönetim tarzı ve şekillenmesi ile nasıl bir devlet anlayışına sahip olmamız gerektiği de ardarda yapılan yasal düzenlemeler ve oluşturulan kurumlar ile açık bir şekilde ortaya konmuştur.
Cumhuriyetimizin laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti niteliklerini belirleyen irade, devletin teşkilat yapısında genel idare içerisinde Diyanet İşleri Başkanlığının yer almasını da belirleyen iradedir. Burada dikkatten kaçırılmaması gereken husus, Mustafa Kemal Atatürk’ün yeni devlet anlayışlarının artık belirgin bir hale geldiği dönemde, dünyadaki gelişmelere uygun böyle bir modeli seçmiş olması ve ülke şartlarını ve millet geleneğini de göz önüne alarak bu yapılanmaya genel idare içerisine Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir müesseseyi yerleştirmiş olmasıdır.
Çünkü Türk Milletinin geleneğinde devlet ve din her zaman iç içe olmuş, dinî müesseseler de hep devlet teşkilatlanması içerisinde yer almıştır. Bütün bu düzenlemelerin halk nezdinde büyük bir oranda kabul görmesi de, bu “nev’i şahsına münhasır” bize ait modelin bütün hassasiyetler gözetilerek ortaya konmuş olmasındandır.
Geride bıraktığımız 76 yıllık tecrübelerimiz, devletimizin yapısına ait kavramların, kuruluşundaki mantık çerçevesinde yerli yerine oturtulmasını gerektirirken, özellikle son zamanlarda, bu kavramlar üzerindeki tartışmalar yoğunlaştırılmış, birtakım çevrelerin kendi dünya görüşlerini devlet ideolojisi olarak gösterme gayretleriyle, ülke gerçekleri ve millî menfaatlerimiz gözardı edilerek, Diyanet İşleri Başkanlığının varlığı tartışılır hale getirilmek istenmiştir. Genel idare içerisinde Diyanet İşleri Başkanlığının bulunması teokratik rejim benzetmeleriyle izah edilmeye kalkışılmıştır.
Herhangi bir siyasal rejimin kurucuları tarafından, adı hukukî belgelerde konulmuş olsun, ya da olmasın, bir siyasî iktidar düzeni, modeli olan laikliğin benimsenmesi, sosyo-politik şartları çerçevesinde ilgili toplum için şekillendirilmiş amaç ve siyasalarını gösterir. Her toplum farklı sosyo-politik şartlara sahip olduğundan laikliğin siyasal ve dolayısıyla hukuksal sistemlerde yorumlanışı ve uygulanışı da farklılıklar arzeder. Bu bakımdan çoğunluğu Hristiyan inancında olmasına karşılık bu dinin çok değişik mezheplerine mensup bir nüfusa sahip ABD örneği ile kilise - devlet arasında bir siyasî güç mücadelesinin verilmiş ve ayrışmanın sağlanması üzerinden asırlar geçmiş olmasına karşılık, bir bakıma hâlâ Katolik Kilesisi’nin gölgesini üzerinde hisseden Fransa örneğinde tam tamına bir benzerlik görmek mümkün müdür? Aynı şey diğer modern ülkeler için de geçerlidir.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucularının Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kuruma idare içerisinde yer vermiş olmalarının gerekçelerini her zaman hatırda tutmamızın gerektiğini bilmem vurgulamaya gerek var mıdır? Diyanet İşleri Başkanlığının ortada olmadığı bir Türkiye’de nelerin olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Eğer bunu görmek isteyenler varsa Avrupa’daki işçilerimizin yoğun olduğu bölgelerde her biri ayrı bir cami etrafında kümelenmiş ve birbirleri ile ilişkileri bile olmayan, birbirlerine ait camilere bile giremeyen vatandaşlarımızın birlik ruhundan ne kadar uzaklaştıklarına bakmaları yeterlidir sanırım. Tabi hedef ülkemizi parçalayıp, bölmek değilse.
Bir sonraki sayımızda buluşmak üzere, her şey gönlünüzce olsun, hoşça kalınız.

Harun ÖZDEMİRCİ
Dini yayınlar Dairesi Başkanı