Makale

Çelik Gülersoy: Kur'an'daki tabiat tasvirleri dünyada ki bütün edebiyat eserlerinden daha üstündür

RÖPORTAJ :

Dr. Vahdettin Akgün

İstanbul Müftü Yardımcısı Dr. Vahdettin AKGÜN, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Genel Müdürü Sayın Çelik Gülersoy ile görüştü. Ülkemizde ecdad yadigârı tarihî eserlerin korunması ve bunların asıllarına uygun olarak insanlık hizmetine sunulması konusunda üne sahip olan Gülersoy, Çamlıca tepesinin düzenlenmesi,
Sultanahmet Evleri’nin eski haline getirilmesi, Safranbolu Evleri’nin muhafazası, İstanbul’daki bir çok tarihî köşkün, koruluğun ve parkın ihya edilmesi gibi dev projelerin gerçekleşmesinde imzası bulunan, araştırmaları ve yayınları bulunan bir insan. Hayatını ve varlığını çevrenin ve kendi deyimiyle, Allah’ın ikramı olan tabiatın korunmasına adayan örnek bir fedakâr...
Bu tatil mevsiminde görüşme isteğimizi kabul eden Sayın Gülersoy’a ilk sorumuzu sorduk:

Çelik Gülersoy:
"Kur’an’daki tabiat tasvirleri dünyada ki bütün edebiyat eserlerinden daha üstündür."

ÇEVRE
TAHRİBATININ
TARİHÇESİ
AKGÜN: Sayın GÜLERSOY, dünya kamuoyunun gündemine gelen, ülkemizde de bakanlığı kurulan çevre korumacılığı konusunda, özellikle günümüz insanını düşünmeye, hükümetleri ve devletleri tedbirler almaya zorlayan bu konuda, konunun geçmişine yani tarihçesine alt neler söyleyebilirsiniz?
.GÜLERSOY: İnsanoğlu dünyaya geldiği andan itibaren dünyayı tahribediyor. Bu bir vakıadır, yani devam edip, giden bir olgudur. Ancak, insanoğlunun konfor ve tekniğin gelişmediği ilk zamanlarda bu tahribat daha az ve sınırlı iken, 19. yüzyıldan itibaren doğal çevre tahribatı daha da hızlanmış ve telafisi mümkün olmayan boyutlara ulaşmıştır. Karalar-daki imkânlar azalıp da denizlere yönelince, bütün Lübnan ve Suriye’nin sahil çamlarının, antik gemi yapmak için tahrib edildiğini tarih kaydediyor. İnsanın konforu ve tabiata hâkimiyeti arttıkça, tabiatı tahribi de hızlanmıştır. Sanayi devrimi, pekçok nimeti insanoğluna sunmuştur ama, tabiatın tahribini de hızlandırmıştır.

AMERİKA’DA TRENLER VE ATLARIN İSYANI
Meselâ ilk toplu taşıma aracı olan treni ele alalım. Amerika’nın uçsuz bucaksız semalarına dumanlarını yaymaya ve dolayısıyla çıkardığı karbondioksit gazı ile doğal oksijen dengesini bozmaya başlayınca, kırlardan ’tren geçerken atlar vahşî | tepkiler içine girerek, öküzler ve boğalar sürüler halinde, gürültüyle geçerken (C02) karbondioksit gazı dumanları saçarak giden trene ilk tepkiyi gösterirler. Meğer bu hayvanlar ne kadar haklılarmış, keşke akıllı olan 1 insanoğlu da aynı tepkiyi gösterseydi.
Sayın GÜLERSOY, İnsanoğlunun konforu artınca çevre tahribatı da beraber arttı, dediniz. Özellikle günümüzde, lüks ve israfın artması, toplumun tüketim toplumu özelliğini kazanması ile, lüks ve israftan kaçınmayı emreden, gösterişten uzak kalmayı öğütleyen değer yargılarımız arasında bir ilgi kuramaz mıyız?
Efendim, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan lüks tutkusu ve gösteriş alışkanlığı, tabiatın tahribatını artırdı. Size bir örnek vereyim; 20 yıl kadar önce Paris’te bir mağazaya girmiştim. Gördüklerim karşısında hayrete düştüm. 200 kadar mum çeşidi vardı. Renklerine göre, şekillerine göre, yandığı zaman yaydıkları kokulara göre yüzlerce mum vardı. Bu kadar çeşit ve bu kadar debdebe, haliyle kısıtlı olan tabiat imkânlarının tahribatını doğuruyor. İnsanın kültürüne hizmet etmeyen bazı basın unsurları için tahribedilen ağacı ve ormanı da burada kaydetmeliyiz. Ama en önemli tahribat, enerji israfı konusunda oldu. Rüzgar ve su gibi doğal enerji kaynakları ile petrolden sonra, nükleer enerjiye geçilmesi, dönüşü olmayan bir çevre tah-ribatı doğurdu. Nükleer atıklar, tabiat dengesini bozmaya, Afrika’nın kıtlık .ve kuraklık kıtası haline gelmesine, hatta Karadeniz’inde variller dolusu atık ile çöplük yapılmaya başlanmasıyla, ülkemizi de tehdit eder hale gelmiştir. Çevre tahribatının önlenmesi için, ozon tabakasını delen kloroflorokarbon gazının önlenmesi gerekir.

KUR ANI KERİM VE ÇEVRE
Din ile çevre arasında nasıl bir ilgi kuruyorsunuz?
Sayın AKGÜN, size samimi bir itirafta bulunayım. Bu güzel Diyanet Derginizin bir köşesini süslemesini veya müstakil bir makalesini oluşturmasını dilediğim bir araştırmamda, ben bunu tesbit ettim. Kutsal kitaplar içinde tabiatın doğal dengesine, yaratılışta uçsuz bucaksız hikmete, bitki olsun veya hayvan olsun binlerce çeşit yaratığın, insanoğlunda uyandırması gereken hayranlığa dair en güzel ifade ve tasvirleri Kur’an-ı Kerim’de buluyoruz. Ben bunu "Lâle ve İstanbul" isimli bir makalemde (1) ifade ettim. Osmanlı niçin lâle çiçeği üzerine düşmüş? Lâle, neden bir devre adını vermiş? Araştırınca gördüm ki, İlâhî kitabımızda-ki tabiat tasvirleri, insanımızda hayranlık uyandırmıştır. Bakınız, Sayın AK-GUN, Enam Süresindeki tabiat tasvirleri dünyadaki bütün edebiyat eserlerindeki tasvirlerden daha üstündür. Osmanlı insanında hayranlık uyandıracak, onu tabiatı sevmeye, korumaya sevkeden kutsal kitap, dümdüz uzanan alev gibi kavrulan kumlarda, düşü bile kurulamayacak bir çiçekler, denizler, yapraklar, yemişler âlemini çizen, boyayan, anlatan ve bunların nedenleri üstüne insanları düşünmeye sevk eden mesajlar şunlardır: (2)
"O, gökten suyu indirendir. İşte biz, bitip gelişen her bitkiyi onunla yetiştirdik. O bitkiden bir yeşillik çıkardık ki, ondan birbiri üzerine binmiş taneler çıkarttık. Hurmanın tomurcuğundan sarkan, (koparmak isteyene yakın) salkımlar, üzüm bağları, bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri çıkardık. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bir bakın. Şüphesiz bütün bunlarda, inanan bir toplum için ibretler vardır." (Enam Suresi, Ayet 99).
Demek ki İnsanoğlunda, tabiatın değerini en iyi bilmeye ve onu ibret almaya sevkederek, tabiatı korumaya sevk eden en değerli anlatım, Kur’an Kerim’dedir.
Siz şahıs olarak ve kurum olarak özellikle İstanbul’da birçok tarihî eserin korunmasında ve ihyasında büyük bir örneklik simgelediniz. Acaba, tabiî çevre ile tarihî eserlerimizin muhafazasında, medeniyetin gelişmesinde, dinî değerlerin ne gibi etkileri olmuştur? Siz
Bu dinî motiften nasıl etkilendiniz?
Dinî duygular kesinlikle medeniyet kurulmasında ve çevrenin korunmasında baş etkiyi yapmıştır. Tarih boyunca insanlar, hangi medeniyet, eserini yükseltmişse ve hangi güzel işi yapmışsa, bunda baş etkiyi dinimiz yapmıştır, dinler yapmıştır. Bu hizmetlerin yapılmasında Allah rızası duygusu vardır. İnsanoğlunun yaptığı güzelliklerde hep bu ulvî duygu rol oynamıştır. Vakıf müesseseleri hayırlı işlerin ve güzel, faydalı işlerin yapılması için kurulmuş hukukî müesseselerdir.
Vakıfların vakfiyelerinin sonunda bir de "Beddua" kısmı vardır. Beddua kısmında, vakıfları bozanların, çevreci tabiriyle, çevredeki hayırlı hizmetleri tahribedenlerin, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanlığın lanetine uğramaları için beddua edilir. Bu husus, vakfiyelerin vazgeçilmez unsurudur. Sınırlı bir emanet olan vakfın korunmasında, beddua, caydırıcı bir rol oynuyor. Acaba sınırsız bir vakıf diyebileceğimiz çevrenin ve tabiatın korunmasında da bu vakıf ruhunun ve bedduanın tesiri düşünülebilir mi?
Çevrenin korunması ve vakfın devamı açısından, insanların endişeleri olmaktadır. Bu endişeyi gidermek için ölümlü olan insanoğlu, ancak beddua yolunu seçmiştir. Bu anlayış, hayır eserlere karşı yapılabilecek kötülüklerden caydırmakta müspet rol oynamaktadır. Yani manevî ve dinî duygular insanları çevrelerini korumakta daha dikkatli davranmaya, kötülükler-den sakınmaya sevket-mektedir. Bir diğer husus da, benim kanaatimce, şarkın hayırseverlik ve fedakârlık, garbın müesseseleşme anlayışını birleştirmek gerekir.

CAMİLERİN ÇEVRELERİ EN GÜZEL ÇEVRECİLİK ÖRNEKLERİDİR
İstanbul’u örnek olarak alalım ve bakalım,eğer Sultanahmet Camii, Ayasofya, Fatih ve Süleymaniye Camilerini ve diğer dinî yapıları yok ve yapılmamış kabul etsek, dokuz milyon nüfuslu şehirde nefes alacak yeşil bir alan bulmak, sosyal hizmetler için bir mekân bulmak, ve -beni bağışlayın-umumî tuvalet bulmak bile mümkün olamayacaktı. Türkiye’mizin her yeri için aynı şeyi düşünmek mümkündür. Siz bu olguyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Akgün, çok güzel bir «onuya değindiniz. Camiler, imarethaneler, şifâhâneler halkın içtimaî ve ortak müesseseleridir. Camiyi tamamlayan geniş müesseseler de böyledir. Camiler çok ince bir görüşle, çok geniş hâkim mekânlara yayılmıştır. Cami avlularına ağaç dikmek, cami için vazgeçilmez bir adettir. Medreseler ve külliyeler için de aynı şeyi söylemek mümkün. Sayın Akgün, ben şöyle değerlendiriyorum; Camilerimiz, İstanbul’u-muzun bir nevi oksijen bacalarıdır. Rahat nefes alma mekânlarıdır. Öyleyse dinî yapılaşma ve dinî mimarî, hem medeniyet açısından ve hem de çevrenin güzelleşmesi açısından çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu yapılar, en güzel çevrecilik örnekleridir.
Sizce çevre koruma konusunda, din adamlarımıza, Diyanet personeline ne gibi hizmetler terettüp ediyor?
Toplumumuzun dinî duygusu çok kuvvetlidir. Sadece çevrecilik konusunda değil, toplumun her probleminde ve her konuda din adamlarına görevler terettüp etmektedir. Çünkü din adamları, yaygın eğitimcilerdir. Din adamları, Allah’ın kendi omuzlarına yüklediği mesuliyet çok ağır olduğu için, kendilerini çok iyi yetiştirmelidirler. Dünyanın gidişatını çok iyi takip edebilecek seviyede aydınlanmalılar ki, toplumu aydınlatabilsinler.
Bizde de din adamlarımız, bu seviyede yetiştirilmeli, toplumdaki etkin rolünü oynayabilecek hale gelmelidir. Toplumu aydınlatmakla görevli din adamları, bu görevi hak-kıyla yapabilmesi için çok okumalı ve iyi yetişmelidir.
Efendim, çok teşekkür ediyor ve hizmetlerinizde başarılar diliyorum.
Ben teşekkür ediyor ve Diyanet’in çevrecilik konusuna el atmasından memnun olduğumu ifade ediyorum.