Makale

CUMHURİYETİMİZ 80 YAŞINDA

CUMHURİYETİMİZ
80 YAŞINDA

Mehmet Erdoğan

Türk Millî Mücadelesinin en önemli kazanımı kuşkusuz Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk büyük verimi ise cumhuriyettir. Cumhuriyet, yeni Türk devletinin lâiklik ve demokrasi ile birlikte tartışmasız en temel niteliğidir.
Türk Millî Mücadelesi, öncesi ve sonrasıyla uzun bir dönemi kapsayan tarihsel bir süreçtir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşından başlayan ve Meşrutiyet İhtilâli, Balkan savaşları, muhaceretler, Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, Mütareke yılları ve Kurtuluş Savaşını içine alan dönemde toplumu derinden etkileyen olayların yarattığı büyük çözülme- I ler, çeşitli kırılmalar ve ardından gelen yeniden bağımsızlık ve yapılanma süreci... Bu sebeple Millî Mücadeleyi, birbirine bağlı kesintisiz bir olgu ve bir bütün olarak ele almak gerekir. O, bir taraftan birbiriyle bağıntılı olaylar zincirinin, bir taraftan da halkın ve as- ker-sivil nitelikli aydın kadronun başlattığı, içinde yer aldığı geniş soluklu bir hareket olarak karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı Devletinin içeride ve dışarıda gücünü yitirmeye başlamasıyla yönetici-aydın-halk kitlelerinin ortak amacı vatanı kurtarmak, millî varlığı ve istiklâli sağlamak olmuştur. İşte halk, Millî
Mücadelenin burasındadır. Başta Mustafa Kemal olmak üzere yönetici ve aydın kadro ise eski devletin devamı yerine yeni bir düzen düşüncesini Millî Mücadele boyunca sistematik olarak hayata geçirip, ona yeni bir boyut kazandırmıştır. Halkın bu duruma bir diyeceği yoktur. O vatanının, dininin ve namusunun korunmasını istemektedir. Bu konuda öncü kadronun arkasındadır ve ona güveni tamdır. Öncü kadro da yeni düzende, halkın bu gerçekçi taleplerinin daha iyi karşılanacağını düşünmektedir. Millî hareketten cumhuriyete, böyle bir süreç izlenerek geçilmiştir.
Peki her geçiş döneminde olduğu gibi cumhuriyete geçişte de yaşanan bazı çatışma ve olaylar neyin nesiydi? Öncelikle şunun söylenmesi gerekir ki halk, bu çatışma ve olayların içinde doğrudan yer almamıştır. Bu durum, eski kadrolarla yeni kadroların bir çeşit iktidar savaşıdır ve halk, eski kadrolar tarafından bu savaşa çekilmeye / sürüklenmeye çalışılmıştır. Cumhuriyetle gelen kalkınma, ilerleme, bağımsızlık, yeni kurumlar ve yeni bir hayat tarzı düşünceleri kısa zamanda uygulamaya konulmuş, elde edilen başarı somut bir uzlaşma zemini yaratmıştır. Artık bütün farklı düşünce ve duruşlar bir zenginlik kabul edilecek; devlet bunlardan zarar görmeyecek ve devletin temel niteliklerinin gereği olan daha özgür bir ortama geçiş mümkün olacaktır. Bunun adı ise demokrasidir.
İlginçtir; Türkiye’de lâiklik ve demokrasi üzerine yaşanan spekülasyonlar cumhuriyet üzerine yaşanmamıştır! Çünkü Türk milletinin tarihsel karakterinde cumhuriyetle örtüşen gizli bir damar vardır. Batıda bu üç olgu, büyük bedeller ödenerek belirli kırılma ve çatışma evrelerinden sonra hayata geçirilmiştir. Oysa Türk milleti, cumhuriyeti benimsemekte hiçbir tedirginlik yaşamamış, aksine çok doğal ve hızlı hareket etmiştir. Bunu, devlet-millet-asker karakterli bir millet olan Türklerin, yönetim erkine dahil olma iradesinin bir yansıması olarak görmek yerinde olur. Türk milleti, lâiklik ve demokrasi konusunda da aynı doğallığı gösterme istidadında olmasına rağmen ne yazık ki, siyasal bazı zaaflar sebebiyle batılı toplumla- ra benzer bir süreci yaşamak zorunda kalmıştır. Bunu da siyasetin, birlikte yaşama ve millet olma iradesine yerli bir açılım kazandırmadaki tecrübe eksikliğine yormak gerekir. Oysa cumhuriyet, lâiklik ve demokrasi birbirini tamamlayan birer olgudur. Halkın bunlara yönelimi benzer nitelikler taşımalıdır.
Bu bağlamda cumhuriyet tecrübesini, batılılaşma politikalarının bir izdüşümünden çok, çağın getirdiği bir gerçeklik olarak algılamak daha sağlıklı bir yaklaşım olur. Kaldı ki batıya yönelim Türklerin İslâmlaşma sürecinde de söz konusudur. Çünkü İslâm, Akdeniz havzasında doğmuş ve bu havza merkezli gelişmiş bir dindir. Türkler, Asya bozkırlarından kalkarak yeni bir dünya arayışıyla batıya yönelirken İslâm’la karşılaşmış ve İslâm onlar için yeni bir gerçeklik alanı olmuştur. Cumhuriyet de tıpkı böyledir. Uzun savaş yıllarının ardından devlette meydana gelen dağılma ve çözülmeler, yeni bir derleyip toparlayıcı güç veya yapılanma arayışına gidilmesini zorunlu kılmıştır. İşte cumhuriyet, böyle bir arayış sonucunda ulaşılan bir modeldir. Yeri gelmişken iki önemli ayrıntıya vurgu yapmadan geçmeyelim. Bunlardan biri, Türklerin kendine uygun olanı almada hiçbir kuşku duymayan karakter özelliği; diğeri de batının, istikamet olarak onların gözünde baştan beri çağdaş bir dünya olarak görülmesidir. Demek ki Türkleri İslâm’la buluşturan şartlar ve sebepler ile cumhuriyetle buluşturan şartlar ve sebepler arasında en azından görece bir benzerlik söz konusudur.
Son olarak, cumhuriyetin 80. yılında maddî ve manevî, bilinen ve bilinmeyen bütün millet önderlerini rahmet, minnet ve saygıyla anmayı yeterli bulmadığımızı; onların milleti bağımsızlaştıran, ileri götüren, ufuk açıcı, yol gösterici ve sonuç alıcı çabalarına, bugün bizim bir yenisini eklemedikçe statikleşmiş anmaların nostaljik avuntudan öte bir anlam taşımayacağını vurgulamak isteriz! Çünkü cumhuriyet; millet olma, millet olarak birlikte yaşama ve sorumluluğu ortaklaşa paylaşma bilincinin kurumsal bir tezahürüdür. Ruh olarak özgürleşme, ileriye açılma ve kendini her çağda yeniden yaratma duygusudur. Bütün bunlarla çağı doğru okumak ve çağdaş dünyada, çağdaş bir millet olarak ayakta kalabilme yetisi ve hünerini göstermektir. Böy- lesine hayatî bir olayın nostaljiyle geçiştirilmesi elbette kabul edilemez bir durumdur.
Bu düşüncelerle daha nice 80. yıllara diyoruz...