Makale

Gönüllü Çalışmalarda Kadın

Prof. Dr. Ziya kazıcı
MÜ İlahiyat Fakültesi

Gönüllü Çalışmalarda Kadın

Bilindiği gibi, İslâm’ın, önemle üzerinde durduğu konulardan biri de çalışmadır. İslâm, herkesin imkân ve şartlarına göre çalışıp hem kendisine, hem de topluma faydalı olmasını ister. Çalışmadığı için başkalarına el açmak zorunda kalan insanların toplumda başarılı olamayacağını söyler. Bunun içindir ki İslam, cinsiyet farkı gözetmeden herkesi kendi imkânlarına göre farklı alanlarda çalışmaya teşvik eder. Çalışma ve başkalarına yardım etmenin bir ibadet olduğunu söylemekten de çekinmez. Ancak böyle bir çaba ve çalışma sonucunda Müslüman, Hz. Peygamberin müjdesine nail olabilir.
Hz. Peygamberden günümüze kadar İslam iktisat tarihine bakıldığı zaman orada çok farklı gelişmeler görülür. Bu gelişmelerin sonucu olarak çalışıp kazanmış olanların, emeklerinin semeresi olan kazançlarını, toplumun istifadesine sunmak suretiyle toplumla paylaştıkları ve hatta bütünüyle topluma devrettikleri görülür. Bu da İslam tarihinde vakıf adı verilen bir kurumun ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Burada, vakıf ve başkalarına yardım anlamına gelen sadakanın önemine temas etmek istemiyoruz. Ancak, İslam ve özellikle Osmanlı tarihinde o kadar çok vakıf bulunmaktadır ki, bundan dolayı Osmanlı Medeniyeti " Vakıf Medeniyeti" olarak isimlendirilir. Bununla beraber, üzerinde önemle durmamız gereken konu, vakıfların sadece erkekler veya zenginler tarafından değil, kadınlar ve fakirler tarafından da kurulmuş olması gerçeğidir. Gönüllü bir hareket ve çalışma olan bu faaliyetlerle ilgili kaynak ve belgelere bakıldığı zaman, pek çok hanımın ismine rastlandığı görülür. Bu makalemizde biz, gönüllü olarak insanlara faydalı olmaya çalışan kadınların kurdukları bazı vakıf ve bunların kurucularından kısaca söz etmek istiyoruz.
Osmanlı toplumunda vakıf o kadar önemli ve itibarlı bir müessesedir ki, malî imkan bakımından cemiyetin en alt seviyesinde bulunanlar ile en üst seviyesinde bulunanlar arasında anlayış bakımından bir farklılık göze çarpmaz. Bu bakımdan iki veya üç göz (oda) evi bulunan yaşlı ve kimsesiz bir kadın bile, evinin bir veya iki odasını vakfetmek suretiyle bu anlayışa iştirak eder. Nitekim Ortaköy’de üç bâb (oda) evi olan Hakime Hanım’ın vakfı, bize bu konuda ne kadar ileriye gidildiğini göstermektedir. Görüldüğü gibi Hakime Hanım, her türlü gösteriş ve menfaatten uzak ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak gayesiyle böyle bir harekete iştirak etmiştir. Gerçekten İslam - Türk dünyasında büyük tesisler yaptırmaya güçleri yetmeyenler, bütün bir toplum tarafından benimsenmiş olan hayır müesseselerini desteklemekten geri kalmıyorlardı. Yüzlerce kadın, geliri azalmış bir vakıf tesisine ufak da olsa bir gelir kaynağı sağlamak için evini, meyveli bahçesini, tarla ve ziynet eşyası gibi mal varlıklarını bağışlıyordu. Böyle bir imkâna sahip bulunmayanlar da hiç olmazsa bir ilim veya din müessesesini aydınlatacak kandil masraflarını karşılayacak bir gelir vakfı kuruyordu.
Bilindiği gibi, ülke maarif ve kültürünün gelişmesinde en büyük görev, o günün adıyla medrese denilen eğitim ve öğretim kurumlarına düşmekte idi. Bu sahada da kadınların, küçümsenmeyecek sayıda vakıf kurduklarını görüyoruz. Her biri, yaşadığı dönem ve toplumda, birer önder olan bu kadınlardan sadece bir kaçı ile ilgili arşiv belgelerine bakmak istiyoruz. İzmir’de Haşan Hoca mahallesi Keçeciler Çarşısında Mustafa kızı Emine Hatun tarafından kurulan "Dâru’l-Kurra Medresesi" ülkenin eğitim ve öğretimine hizmet eden bir müessese olarak önem arz etmektedir. Gerek bu medresede eğitim gören öğrenciler, gerek burada ders veren eğitim kadrosu, gerekse burada hizmet veren hizmetli kadrosunun bütün masrafları bu hanım tarafından karşılanıyordu. Elimizde bulunan başka bir belgeye göre, Kengiri (Çankırı)’de bir dershane ile 12 oda yapıp vakfeden Abdullah kızı Ayşe Hatun’un medresesi de eğitim ve öğretime hizmet ettiği gibi, orada görev yapan insanların da geçimlerinin sağlanmasını temin ediyordu.
Arşivlerimizde bulunan birçok vesika, kadınlar tarafından kurulan vakıflardan bahsetmektedir. Hatta kurulan bu vakıflarda çalışmak suretiyle kimlerin bu vakıflardan ne ölçüde istifade ettiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Nitekim 22 Zilkade 1175 (15 Haziran 1762) tarihi bir belge, Kara Ferye’de bulunan Mehmed Bey Medrese Camii’nde müderris (öğretmen, profesör) olanlara yevmî (günlük) 25 akça, ayrıca, Gazi Murad Han Camii’nde her hafta Pazartesi ve Perşembe günlerinde "tâlib-i ilim " olanlara Tefsir, Hadis ve Fıkıh öğretmek üzere Mahmut kızı Atike’nin kurduğu vakıftan 25 akça almaya hak kazanan Müderris Mustafa’ya verilen berat sayesinde haberdar oluyoruz.
Görüldüğü gibi, bu belge, medresede belli dersleri okutan hocalara o güne göre küçümsenmeyecek derecede bir ücret ödenmektedir. Dikkat edilecek olursa Atike Hanım’ın kurduğu vakıf, çok daha zengin ve varlıklı kadınlar ile vâlide sultanlar tarafından kurulan vakıflar kadar geniş imkânlara sahip değildir. Bununla beraber adı geçen kadın da kendi malî gücüne göre bu gönüllü harekete iştirak etmiş bulunmaktadır. Sadece basit bir karşılaştırma yapma imkânına kavuşma bakımından başka bir belgenin verdiği küçük ve kısa bir bilgiyi buraya almak istiyoruz. (Belge ile ilgili geniş bilgi için bk. Ziya Kazıcı, Islâm Kültür ve Medeniyeti, İstanbul 1996, s. 262) Buna göre 17 Zilkade 1228 (2 Kasım 1813) tarihini taşıyan ve İstanbul’da bulunan, "Merhume ve Mağfurun leha Haseki Sultan Tâbe Seraha Cami-i Şerifi ve İmaret-i Âmire ve Medrese-i Latife ve Dâru’ş-şifası vakfından almak üzere..." diye devam eden belgeye göre câmi, imâret, medrese, hastane vs. gibi halkın istifadesine sunulan "Haseki Külliye- si"nde birçok kimse hizmet görmek suretiyle geçimini sağlarken, birçok kimse de bu külliyenin imkânlarından ücretsiz olarak yararlanıyordu. Böylece bu külliye, o dönem için âdeta bir fabrika vazifesi görerek insanlara hizmet ediyordu.
Herkesin aynı ölçü ve seviyede zengin olamayacağı bilinen bir gerçektir. Fakat bu, zengin sayılacak derecede mal varlığına sahip olmayan Müslümanların başkalarına maddî yardımda bulunmak veya vakıf kurmaları için bir engel teşkil etmiyordu. Özellikle, kadınların bu konudaki faaliyetleri ile ilgili pek çok belgenin elimizde bulunduğunu söylemekle yetinmek istiyoruz. Zira yerimizin darlığı, bütün bunlardan söz etmeye imkân vermemektedir.
Bütün bunlar, İslâm toplumundaki "Veren el alandan üstündür" hadis-i şerifinin toplumdaki etkisini göstermektedir. Bu bakımdan herkes malî durumuna göre "veren el" olmayı tercih ediyordu. Hükümdar, hükümdar aileleri, vezir ve diğer insanlar da malî güçlerine göre bu anlayışa iştirak ediyorlardı. Osmanlı Medeniyetinin geniş yelpazesinde yer alan Valide-i Atik, Mihrimah, Mihrişah ve Bezm-i Âlem Haseki Sultan gibi hemen herkes tarafından bilinen ve hâlâ insanlara hizmet sunan vakıf eserlerden pek söz etmeyeceğiz. Adı geçen vâlide sultanların, kendi imkânları ile halkın hizmetine sundukları bu eserlerin bir kısmı yurt içinde, bir kısmı da günümüz Türkiye’sinin sınırları dışında kalmış bulunmaktadır. Vâlide Sultanlar tarafından kurulmuş olan vakıfların vakfiyelerine bakıldığı zaman, bunların, malî imkânlarını kullanmak suretiyle, topluma nasıl hizmet ettikleri ve topluma nasıl örnek oldukları görülür. Bununla beraber biz, İslâm’dan aldıkları ilhamın sonucu olarak 1845 tarihinde Bezm-i Âlem Valide Sultan tarafından "Garip Müslümanlar " için kurulmuş bulunan Vakıf Gureba Hastanesi ile onun diğer eserlerinden söz etmek istiyoruz.
Kaynaklar, Sultan Abdülmecid’in annesi olan Bezm-i Âlem Vâlide Sultan’ı (öl. 1853 ), akıllı, dürüst, hayırsever, cömert ve tedbirli bir kadın olarak tanıtır. Onun, bu hastane için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadığı anlaşılmaktadır. Vakfiyesinde hastalar için her türlü çareye başvurulmasını şart koşmuş olan bu hanım, gerçek bir ana gibi milletinin üzerine titremiştir. İyileşen hastalara yol parasının verilmesi, hastalar için hastalıklarına uygun en iyi yiyeceklerin temin edilmesini şart koşan Vâlide Sultan, tedavide kullanılacak ilaçların alınıp karşılıksız olarak hastalara verilmesine varıncaya kadar her şeyin temin edilmesini şart koşmuştu. Onun, toplumun hizmetine sunduğu eserlerin sadece Vakıf Guraba Hastanesi olmadığını belirtmemiz gerekir. Onun eserleri arasında şu aşağıdakileri de zikredebiliriz. Mekke’de "Guraba-i Müslimîn Hastahanesi" (Bu hastahane, daha sonra Sultan II. Abdülhamid tarafından tamamlanmıştır). Dâru’l-Maarif (Valide Mektebi), 1850’de hizmete açılan bu mektep, 1933’ten bu yana "İstanbul Kız Lisesi" adı altında faaliyetine devam etmektedir. Beykoz Çubuklu’daki Bezm-i Âlem Vâlide Mektebi, Edirnekapı’da bulunan Sıbyân Mektebi, Cağaloğlu Sıbyân Mektebi (Yeşil Mektep), Dolmabahçe Camii (vefatından sonra oğlu Abdülmecid tarafından tamamlandı), Guraba Hastanesi Camii, İstanbul’da 12, Medine’de 2 ve Kerbela’da 1 olmak üzere 15 tane çeşme. Bütün bu hizmetlerin sebebini de Valide Sultan’ın mühründeki şu ifadeden anlamak mümkündür:
"Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl?
Zuhuruyla Bezm-i Âlem oldu vâsıl. "