Makale

BİR MÜSLÜMAN NASIL OLMALI?

BİR MÜSLÜMAN NASIL OLMALI?

Osman KESKİOĞLU

Müslüman, üstün ahlâklı bir insan demektir. “Ben üstün ahlâkı tamamlamak için gönderildim” diyen Peygamberimiz: “Müslümanlık güzel ahlâktır, îmânı en üstün ve olgun mü’min, ahlâkı en güzel olandır. Mizanda güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey asla yoktur” buyurmuşlardır. Öyle olunca Müslüman, bütün güzel huyları kendinde toplamış olgun bir insan olmalı ve bu haliyle bir fazilet örneği, bir olgun insan timsali sayılmağa liyakat kazanmalıdır. Hareketlerinin dürüstlüğü, sözlerinin doğruluğu herkese saygı ve sevgi telkin etmelidir. Yine Peygamberimiz buyurmuştur ki : “Îmân ettim de ve sonra da dosdoğru ol. Doğru ol ki, ahlâkını halk beğensin.”

Temiz ahlâklı ve faziletli bir adam olmanın yolunu ilim gösterir. Onun için dinimiz her şeyden evvel ilim ve irfan sahibi olmağı emretmiş; kadın, erkek herkese ilim öğrenmeği farz kılmıştır, ilim, medeniyetin temelidir, insanın fazilet rehberidir, yoluna ışık tutar ve nur saçar. “Ya bilenlerden ol, ya öğrenenlerden ol veyahut bilgi severlerden ol, yoksa bir hiç olup kalırsın” (Hadîs)

Bilgili kimse güzel ahlâklı, temiz yürekli olur. Kalbi insanlık sevgisiyle dolup taşar. Düşmüşleri kaldırır, zavallıların imdadına koşar, biçarelere şefkat ve merhamet elini uzatır, iyilik yapmak güzel ahlâkın en yüksek mertebesi olduğunu bilir.

Müslüman işte bunun için ilmin dostudur. Cehaletin düşmanıdır. İslâmla cehalet barışamaz. Çünkü İslâm nurdur, cehâlet ise karanlıktır. Müslüman karanlığa düşmez. Karanlığı boğan bir nur gibi daima ışıldar, ilmin ışığiyle yaşar. Onun için batıl inançlar, hurafeler, fallar bir Müslümannı kafasında yer tutamaz. İnsanın fikrini çelen, aklını zehirliyen boş düşüncelere, mânâsız kuruntulara kendini kaptırmaz. Hurafelerin, üfürükçülerin esiri olamaz. O daima nedenini ve niçinini araştırır. Bilmediği şeyin peşine düşmez.[1] Geriliğe kapılmaz. Bilir ki, din, hamle yapan bir kuvvettir. İslâm en büyük bir inkılâptır, Müslüman daima ileri gider, geri dönmez; üstün gelir, aşağı kalmaz.

Müslüman, tevhit dininde en nezih akide dürüstlüğü yanında muhakeme kudretini de bulmuştur. Aklı ona doğru düşünmeyi öğretir. Her şeyin doğrusunu düşünür, bular, anlar ve yapar. Akidesi temiz, içi temiz olan Müslümamn her şeyi onlara uygun olur. İslâm, akide temizliğine son derece önem verir. Çünkü îmanı temiz olanın işleri de temiz olur. İş bir düşünce mahsulüdür. Kaynak temiz olursa oradan çıkanlar da temiz çıkar. Böylece temiz îman temiz insan yaratır. Olgun akîde insanı olgunlaştırır. Hayatın güzelliği kalb i’tikâdının güzelliğiyle başlar. Böyle bir îman sahibi Müslümandan kötü hareket, yanlış iş çıkmaz. Özü, sözü doğrudur. Her şeyin mükemmelini ve iyisini isteyip arayan Müslümanın estetik duyguları da gelişir. Güzel, temiz, iyi, faydalı olan şeyleri ister ve yapar olur. Temizliğin îmandan olduğunu bilir ve bunu tatbik eder. Çirkin hareketlerden ve pis şeylerden nefret eder. Düşüncesi, hareketleri doğru olduğu gibi giyinmesi, kuşanması, yaşaması da iyi ve temiz olur. Temiz yer, temîz içer, temiz yaşar. Muhitinde temizlik örneği olur. Böylece toplum içinde temizlik fikrinin yerleşmesine sebeb olur. Çevresinin yükselmesine çalışır. Yurdunu cennete çevirir. Yurt sevgisinin, îmandan doğduğunu bilir.

Müslüman, katı yürekli, merhametsiz olamaz. Yabanilik, kabalık, tecavüz gibi her türlü fena hareketlerden uzak bulunur. İnsanlığa yakışmayan bu gibi kötü hareketlerin kendisini Allah’ın rızasından uzaklaştırdığı gibi insanların gözünden düşüreceğini de bilir. Allah’ın sevmediği, kulların saymadığı bir insan olmak ne bedbahtlıktır.

Müslüman daima intizamlıdır. Her hareketini ayarlar, her işini plânlar. Beş vakit namaza devam i’tiyadı onun hareketlerinde bir nâzım rolü oynar. Vakitler hesaplanır, her şey vaktinde yapılır. Eskiler: vakit, nakitdir, demişler. Gerçekte vakit nakitten daha kıymetlidir. Hayatta başarının sırrı disiplindir, ölçüsüz, hesapsız hareketler verimsiz toprak gibidir. Sahası ne kadar çok olsa, üzerinde ne kadar çok işlenip didik didik edilse yine de mahsul alınamaz.

Müslüman iyi niyet sahibidir. Bozuk niyet onda asla konuklayamaz, bozuk niyetliler onda hiç yüz bulamaz. O, kimsenin zararına çalışmaz. Dedikodu yapmaz, insanları çekiştirmez. Koğuculuk yapmaz. Boşboğazlıktan kaçınır. Lâfinı da, parası ve malı gibi lüzumsuz ve faydasız yere harcamaz. Elinden, dilinden herkes emin olabilir.

Müslüman, Allah’tan başkasına kul olmaz. O yalnız Allah’ın karşısında eğilir. Kula kulluk etmez. Kulu vesîle yapıp dilek dilemez. Hayrı Allahtan’ diler. Ve hayırdan başka bir şey düşünmez. Düşüncenin bile ibadet olduğunu bilir.

Müslüman hayatını alın teriyle kazanır. Kimseye yük olmaz, bereketli toprakları işlediği gibi sanatın altın bilezik olduğunu bilir. Ticaret yollarını da öğrenir; hem kazanır, hem kazandırır. Bunları şerefiyle, namusiyle yapar. Hile bilmez, dalavereye tenezzül etmez, bilir ki “Allah, bir kulun işini iyi ve mükemmel yapmasını sever” (Hadîs). Onun için işine canla başla sarılır. Kendisini sanatına verir. Hangi işte olursa olsun eserinin en mükemmel ve en üstün olmasına çalışır. Eserine milletinin şerefinden şeref katmağı kutsal bir borç bilir. Yaptığı işin temiz ve sağlam olmasiyle milletinin öğüneceğini düşünerek çalışır ve bununla haklı olarak öğünür. Temiz akide, nezih düşünce, dürüst hareket, üstün ahlâk onun fazilet düsturlarıdır.

İşte bir Müslüman’da bulunması gereken vasıflardan bir kısmı bunlardır. Müslüman böyle olur ve bunları yapan Müslüman, milletinin şerefini yükselterek gönül rahathğiyle yaşar, îmanın verdiği iç rahatlığa kavuşur.

Müslüman, meskenet ve zillet içinde yaşayamaz. Maddî ve manevî bakımdan aşağı dereceye düşüp bir kötü örnek halinde ortaya çıkarak bu mübarek dîni lekelemeğe kimsenin hakkı yoktur. Böyleleri kötü halleriyle İslâmiyet’i medenî insanlar nazarında küçük düşürmeye sebep olduklarından pek ağır bir vebal altına girerler. Kendi günahlarından başka, cemiyetin günahını da yüklenirler.

İslâmiyet gericilik, eskilik, harabelik yığını halinde bir zihniyetle bağdaşamaz. Müslümanların yanlış telkin yüzünden böyle geri kalmaları, perişan bir hale düşmeleri dînin icabı değil, dînin icablarına uymamalarının bir neticesidir. Bu yanlış anlamadan, koyu cehaletten ileri gelmiş bir durumdur. Bu yanlış anlayışlara bakarak hüküm vermek de cehaletin başka türlüsüdür. İslâm hakkında bilgisi olmayanlann ikide birde dîne hücumları vukufsuzluklarından ileri geliyor. Münevverlere düşen, yolunu şaşıranlara ışık tutup doğru yolu göstermektir. Onlara düşman kesilmek, kin beslemek değil. Milletçe saadete kavuşmak, medenî milletler seviyesine ulaşmak istiyorsak gerçeklere uyalım, yanhş anlayışlara son verelim. Bozguncu ve yıkıcı değil, düzeltici ve yapıcı olalım. Millet ve vatana hizmetin yolu budur.



[1] İsrâ’ sûresi, 36. âyet.