Makale

ÖLÇÜLÜ VE DENGELİ OLABİLMEK

ÖLÇÜLÜ VE DENGELİ OLABİLMEK

Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Hayat, ölçülü ve dengeli olmakla anlamlı, kıvamlı, yararlı, hoş ve güzeldir. İnancında, amelinde, işinde, söz, fiil ve davranışlarında ölçüsüz ve dengesiz olan insan; anormal, başarısız ve mutsuzdur. İnsanlar ölçülü, dengeli, âdil ve mutedil olsunlar diye yüce Allah, kutsal kitap ile birlikte "mîzan"ı indirmiştir: “Andolsun biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitap ve mizanı indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler...” (Hadîd, 57/25). "Mîzân" kelime olarak ölçü ve denge / terazi ve tartı âleti demektir. "Mîzân" pratik hayatta, maddî varlıkları ölçmede, eksik ve fazlalığı önleyip hakkaniyeti ifade ederken; fert, âile ve toplum hayatında ölçülü, dengeli ve adâletli olmayı temsil eder. Nitekim Rahman Sûresi’nde evrendeki dengeyi ifade etmek için "mîzân’ kelimesi kullanıldığı gibi, maddî varlıklarda hakkaniyet ölçüsü olarak da ‘‘mîzân” kelimesi kullanılmıştır: “Göğü O yükseltti, denge ve ölçüyü (mîzânı) O koydu ki, dengeden (mîzândan) sapmayasınız. Ölçüyü düzgün tutunuz ve eksik tartmayınız.” (55/7-9)
Ayetlerde evrenin nizamının denge ile sağlandığına dikkat çekilerek beşerî ilişkilerde de dengenin şart olduğu, bunun ise adaletle sağlanabileceği vurgulanmaktadır. Şu âyetler de bu gerçeği ifade etmektedir: “...Ölçüyü ve tartıyı adaletle ve tam yapın...” (En am, 6/152), “Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir.” (İsrâ, 17/35)
Sosyal hayatta mîzânın ölçüsü, Kur’ân, sünnet, akıl ve sağduyudur. İnsanın, hayatını insana yaraşır biçimde düzenleyebilmesi için konan İlâhî kurallar, denge kanununun bir tezahürüdür. Dengenin hayata geçirilmesi ve korunması, kişinin İlâhî kurallara uygun davranmasıyla mümkündür. Dengenin bozulması, hayatı felç eder, fitne, fesat, anarşi ve kargaşa doğurur.
Yüce Allah, âleme bir denge koymuştur (Rahman, 55/78). Alemdeki bu dengenin bozulması, kâinatın sonu demektir. Tabiat yasaları dediğimiz “sünnetüllâh", âlemin dengesidir. Güneşin, ayın, yıldız ve gezegenlerin yörüngelerinden saptıklarını, birbirlerine yaklaştıklarını veya uzaklaştıklarını düşünün! Alemde nizam diye bir şey kalır mı? İki hidrojen ve bir oksijenden oluşan suyun ayrışıp hidrojenin tutuştuğunu düşünün! Irmaklar, göller ve denizler alev alev yansa ne olur? Hormonların dengesinin bozulduğunu, insanların dengesiz ve ölçüsüz büyüdüklerini, sürekli şişmanladıklarını düşünün! Hayat yaşanır ve çekilir mi? Yeryüzüne yağmurun dengesiz ve sürekli yağdığını veya hiç yağmadığını düşünün! Ne olur? Yeryüzü ya susuzluktan kurur, kavrulur ya da sellere mahkum olur ve yeryüzü yaşanmaz hale gelir. Onun için yüce Allah, yeryüzüne belli bir ölçüde yağmur indirmektedir: “Biz gökten belli bir ölçüde su indirdik...” (Miiminûn, 23/18) ve “O, gökten bir ölçüye göre yağmur indirendir.” (Zuhruf, 43/11) âyetleri bu gerçeği ifade etmektedir.
Toplumda herkesin varlıklı ve zengin olduğunu düşünün! Zor ve meşakkatli işleri kim yapardı? İnsanlar birbirine hizmet ederler miydi? Onun için Allah insanlardan kimine az, kimine çok rızık vermektedir ki toplumda işler aksamasın, denge sağlansın: “Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Çünkü, gerçekten O, kullarından haberdardır ve onları görmektedir.” (İsra, 17/30); “...Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için (çeşitli alanlarda) kimini kimine derece derece üstün kıldık...” (Zuhruf, 43/32)
Yüce Allah’ın her şeyi ölçülü ve dengelidir: “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve denge ile yarattık." (Kamer, 54/49), âyeti bu gerçeğin beyanıdır.
İnsan bir ölçü ve dengeye göre yaratıldığı gibi hayatın sağlıklı olarak devamı da bir ölçü ve dengeye göre mümkündür. İnsanın kendisini sıcak ve soğuktan koruması, sıcak havalarda ince, soğuk havalarda kalın giysiler giymesi, böylece vücut sıcaklığını 36-37 derecede dengede tutması gerekir. Yemesine ve içmesine dikkat etmesi, midesini ne tıka basa doldurması ne de aç bırakması gerekir. Aksi takdirde vücudun dengesi bozulur ya çok şişman ya da çok zayıf olur. İnsanın; vücut, kalp, mide, göz, kulak ve diğer organlarında denge bozulunca hastalıklar ortaya çıkar. Mesela insan: tansiyonu 80/120; şekeri. 60-120 mg/dl arasında olursa sağlıklıdır. Bu dengenin bozulması, sağlık sorununu ortaya çıkarmaktadır: “...O’nun yanında her şey bir miktar iledir.” (Ra’d, 13/8) ve “Biz her şeyi bir ölçü ve dengeye göre yarattık.” (Kamer, 54/49) âyetleri bu gerçeğe işaret etmektedir.
Yüce Allah, kâinatta her şeyi bir ölçü ve denge ile vâr ettiği gibi insanların da fert, aile ve toplum hayatlarında dengeli ve ölçülü olmalarını istemektedir. İşte yazımızda bu konuyu ifade eden “Yürüyüşünde mutedil ol, sesini biraz kıs. Çünkü seslerin en çirkini şüphesi/ merkeplerin sesidir” anlamındaki Lokman Sûresi’nin 19. âyetini tahlil etmeye çalışacağız.
Ayetin Etimolojik Tahlili "Mutedil o/” diye çevirdiğimiz “veksıd” cümlesi; “yönelmek, adaletle hükmetmek, güvenmek, yürüyüşünde mutedil, doğru, düzgün olmak, nafakada tutumlu ve mutedil olmak, ne israf ne de cimrilik etmek; yol düzgün ve doğru olmak" anlamındaki "k-s-d" kökünden emirdir. "Yürüyüşte mutedil olmak"’, ne hızlı ne yavaş, ölçülü, dengeli ve orta halli yürümektir. " "Sesini biraz kıs" diye çevirdiğimiz "vağdud min savtike" cümlesi "sesi kısmak, alçaltmak ve indirmek" anlamındaki "ğ-d-d" kökünden emirdir. "Beyâniyye" veya "bazıyye" olarak kullanılan "min" ön takısı (harf-i cer) bu âyette "ba’zıyye" anlamındadır. Dolayısıyla "sesinden biraz kıs" yani yüksek sesle ve bağırarak konuşma demektir. "Sesini biraz kıs" emrinde; zor duyulacak ve anlaşılmayacak şekilde sesini kısma anlamı olduğu gibi konuşmada tekellüf yapma, sesini gerektiği kadar kullan anlamı da vardır. Çünkü konuşmada sesi gerektiğinden fazla yükseltmek, zorlama ve tabiîliği terk etmektir.’21 "Çünkü seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir" cümlesi, "sesini biraz kıs" cümlesinin gerekçesidir. Niçin yüksek sesle bağırarak konuşulmaması gerektiği bir benzetme ile anlatılmaktadır; "Çünkü seslerin en çirkini merkeplerin sesidir” cümlesinde geçen "enker" kelimesi ism-i tefdîl olup en çirkin, en vahşî ve en kaba ; "hamîr" kelimesi ise "hımâr" kelimesinin çoğulu olup merkepler / eşekler demektir. Merkepler, yüksek ve çirkin bir sesle anırırlar. Merkeplerin seslerinin çirkinliği vurgulanmak için isim cümlesi "inne" ve "lâm" harfleriyle te’kit edilmiştir. Merkeplerin seslerinin çirkinliği bilindiği ve hoşlanılma- dığı için bu misal ile insanlara konuşmalarını yüksek sesle, bağırarak yapmamaları konusunda uyarı yapılmıştır.
Ayetin Anlam Ve Yorumu
Tahlil etmeye çalıştığımız âyet, Hz. Lokman’in oğluna yaptığı nasihatlerden ikisini içermektedir. Aynı surenin 12. âyetinde; “Andolsıııı biz Lokman’a, ‘Allah’a şükret’ diye hikmet verdik...” buyurulmakta ve 13, 16, 17, 18 ve 19. âyetlerde, Lokman’ın oğluna nasîhatleri bildirilmekte ve Hani Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti:
"Yavrum! Allah’a ortak koşma. Çünkü Allah’a ortak koşmak en büyük zulümdür...” diye başlayan Hz. Lokman’m öğütleri;
“Yavrum! Şüphesiz yapılan iş, bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde, yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah, en gizli şeyleri bilendir, her şeyden hakkıyla haberdar olandır.”
"Yavrum! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten alıkoy, başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.”
“Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yer yüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü, Allah hiçbir kibirleneni, çok övüneni sevmez.”
“Yürüyüşünde mutedil ol; sesini biraz kıs; çünkü. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir” diye sona ermektedir.
Tahlil ettiğimiz âyette; insanların toplum içindeki iki davranışına dikkat çekilmektedir. Biri yürümek, diğeri konuşmaktır. Allah (c.c.), Hz. Lokman’ın diliyle insanlara ifrat ve tefritten uzak, mutedil ve dengeli olmayı emretmektedir.
Ayetin İçerdiği Hükümler
Ayette iki hüküm vardır;
1. Konuşma, söyleşi, söylev, anlatım ve hitaplarda tabiî olmak, ne yüksek sesle bağırarak konuşup muhatapları rahatsız etmek, ne de anlaşılmayacak şekilde kısık bir sesle konuşup muhatapları duyma, dinleme ve anlama sıkıntısına düşürmek, ölçülü ve dengeli olmak.
Yüce Allah, konuşma ve hitaplarda bir edebi öğretmektedir. Bağırıp çağırmayı, yüksek sesle konuşarak insanları tahkir, tezyif ve rahatsız etmeyi yasaklamaktadır.
İnsan; eğitim, öğretim ve sabırla sesini terbiye edebilir. Yüksek sesle ve bağırarak konuşmanın arka planında sinirlilik, öfke, galip gelme ve muhatabı bastırma duygusu vardır. Halbuki atalarımızın dediği gibi “öfke ile kalkan zararla oturur." Hiçbir sorun, bağırarak çözülmez. Sâkin ama ikna edici konuşma daha etkilidir. “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır" atasözü de bunu ifade etmektedir. Özellikle ikili konuşmalarda, ders anlatımlarında, sohbetlerde, va’z, konferans, panel, sempozyum ve benzeri etkinliklerde, büyüklere hitapta bağırmak, saygı sınırlarını aşmak ve başarısızlığa uğramak olur.
"Sesin biraz kısılması” emrinden sonra “merkeplerin sesinin çirkinliğinin" zikredilmesi ilginçtir. Halbuki merkepleri yaratan ve insanların hizmetine sunan Allah’tır. İnsanlar, merkeplerin gücünden yararlanmaktadırlar. Kuşların ve horozların seslerinin ve ötüşlerinin güzelliğine, kulağa hoş gelmesine karşılık, hiç şüphesiz merkeplerin sesi/anırması çirkindir; bundan insanlar hoşlanmazlar. Bu misal ile müminler bağırıp çağırarak konuşmaktan men edilmektedirler. Kavga, küslük, huzursuzluk ve geçimsizliklerin temelinde düşüncesiz, ölçüsüz ve dengesiz konuşma da vardır. Dil yarası, kılıç yarasından daha derin ve tedavisi daha zordur. Kılıç, ette yara açarken dil, gönülde yara açar. Bu sebeple ilginç bir benzetme ile konuşmalarda sesin biraz kısılması ve kırıcı olunmaması emredilmektedir.
Yüce Allah konuşmada ölçülü ve dengeli olunmasını istediği gibi; Kur’ân okuma, zikir ve duada da ölçülü ve dengeli olunmasını istemektedir: “...Namazında sesini pek yükseltine, çok da kısma, ikisi ortası bir yol tut.” (İsra, 17/110); “Rabbinize yalvararak, saygı ve tevazu ile içinizden kısık bir sesle dua edin. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.” (A’raf, 7/55); “Rabbini içinden yalvararak, korkarak ve yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret ve gafillerden olma” (A’raf, 7/205) âyetleri bu gerçeği ifade etmektedir. Birinci âyette geçen "namazında" diye çevirdiğimiz "bi salâtike" ifadesi ile maksadın namazda Kur’an okumak141, veya sözlük anlamı itibariyle dua etmek olduğu söylenmiştir. Âyette açıktan Kur’an okunan namazlarda Kur’an’ın yüksek ve çok kısık bir sesle değil, bu ikisinin arasında orta bir sesle okunması emredilmektedir. İkinci âyette duanın yüksek olmayan kısık bir sesle yapılması istenmektedir. Yüksek sesle dua etmek"’ mekruh ve bidattir.’6’
Ayetin sonunda Allah’ın haddi aşanları sevmediğini bildirmesi bunun delilidir. “Allah haddi aşanları sevmez” hükmü, hem duada hem de diğer görevlerde ölçü ve dengeyi bozmamayı ifade eder. Üçüncü âyette yüksek olmayan bir sesle zikir yapılması emredilmektedir. Bu âyette geçen “zikir" kelimesi; Kur’ân okuma, dua etmek, Allah’ı noksan niteliklerden tenzih ederim anlamına gelen “siibhânel- lah”\ Allah en büyüktür anlamına gelen “Allah’ii ekber”, Allah’tan başka ilah yoktur anlamına gelen “lâilâhe illallah”, her türlü övgü Allah’a özgüdür, Allah’a hamdol- sun anlamına gelen “el-hamdü lil- lâh" deme ve benzeri her türlü zikri ifade eder.17’ Yüksek sesle tekbir getiren ve dua edenleri duyan Peygamberimiz (s.a.s.); “Rabbiniz sağır değildir, kayıp da değildir, O ar anızdadır...” (Tirmizî, Dua, 3.V, 437); “S/r sağıra da kayıp olana da dua etmiyorsunuz. Siz (size) yakın, isteklere cevap veren ve duanızı duyup kabul eden Allah’a yalvarıyorsunuz.” (Ahmed, IV, 403); “Ey insanlar! Seslerinizi kısın. Çünkü siz sağır ve kayıp olana dua etmiyorsunuz. Siz duyan ve (size) yakın olana dua ediyorsunuz. O, sizinle beraberdir" (Müslim, Zikr, 44. III, 2076. bk. Buhârî, Deavat, 5. İbn Mâce, Dua, 15) buyurmuştur. Çünkü Allah, insanlar nerede olurlarsa olsunlar onlarla beraberdir (Hadîd, 57/5) ve onların dualarını işitir (İbrahim, 14/39) ve her söylediklerini duyar.
2. Yürüyüşte Dengeli, Ölçülü, Tabiî ve Mutedil Olmak
Yürüyüşte dengeli olmak; ne hızlı ne de yavaş yürümektir. Normalden yavaş yürümek, zafiyet, dermansızlık ve hastalık belirtisi; hızlı yürümek ise kişinin terlemesine ve hasta olmasına sebep olabileceği gibi, âcil bir işi yoksa onun fevri ve mütekebbir oluşunun da belirtisi olabilir. Peygamberimiz (s.a.s.); “Hızlı yürümek müminin zerafetini giderir" buyurmuş’81, vakar ve sekînetle yürünmesini tavsiye etmiştir.9
“Yürüyüşünde mutedil ol” emrinde “kibirlenme ve aceleci olma" anlamı da vardır.1’01 Fürkân Sûresi’nin 63. âyetinde vakar ve tevâzu ile yürüyen “Allah’ın kulları” övülmektedir: “Rahman’ın kulları yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir...” Vakar ve tevâzu ile yürümek, ölçülü ve dengeli yürümektir." "
İman edip kulağını, gözünü, dilini, kalbini, ellerini, ayaklarını ve diğer uzuvlarını Allah’ın emrettiği şekilde kullananlar, “Rahman’ın kulları” niteliğini hak edebilen kimselerdir.12
“Yer yüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara erişemezsin.” (İsrâ, 17/37); “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yer yüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü Allah, kibirlenen ve çok övünen hiç kimseyi sevmez” (Lokman. 31/18); “Dâima kusur arayıp kınayan, koğu- culuk ile yürüyen / söz taşıyan kimseye (uyma)” (Kalem, 68/11) âyetleri; “En şerlilerinizi size haber vereyim mi? (Onlar) koğuculuk / nenıîme ile yürüyenlerdir" (Ahmed, III, 394) ve “Allah, kibirle- nenleri sevmez" (Ahmed, V, 63) hadisleri de, büyüklenerek yürümenin dînen yasak ve haram bir davranış olduğunu ifade etmektedir.
Peygamberimiz (s.a.s.) zamanında motorlu taşıtlar yoktu. Teknolojinin gelişmesiyle, hava, deniz ve kara taşıtları üretilmiştir. Milletler, motorlu taşıtlar için trafik kuralları belirlemişlerdir. Sürücü, kaptan, pilot, makinist ve yayaların can güvenliği açısından bu kurallara uymaları gerekir. Şehir içi ve şehir dışında yolun durumuna göre hız limitleri farklı şekillerde belirlenmiştir. "Vaksıd fî nıeşyike" (yürüyüşünde mutedil ol) emri, sürücüler için de geçerlidir. Belirlenen hızdan fazla veya eksik hızla vasıta kullanmak trafik düzen, emniyet ve akışını ihlâl eder. Özellikle vasıtayı çok yavaş sürmek trafiğin akışını önlediği gibi, fazla sürat de kazalara sebep olur. Trafik kazaları binlerce can almakta, pek çok insanı sakat bırakmakta ve milyarlarca liralık servet zayiatına sebep olmaktadır. Bu itibarla vasıta kullanımında ölçülü ve dengeli olmak, trafik kurallarına uymak da “yürüyüşünde mutedil ol” emrine dahildir.
Yüce Allah, insanın konuşmada ölçülü ve dengeli olunmasını istediği gibi ibadet, sevgi, ekonomi, korku ve ümit, dünya ve âhiret, şükür ve sabır gibi her konuda ölçülü ve dengeli olunmasını istemektedir.
* Allah’a kulluk için yaratılan insanın (Zâriyat, 51/56), bu görevini yerine getirebilmesi için iman edip ibadet etmesi gerekmektedir. Bu görevini îfa ederken, insan; dünya nimetlerini, nefsini, eşini ve çocuklarını ihmal etmemek zorundadır. İnsanın bütünüyle kendisini ibadete verip dünyadan el etek çekmesi doğru olmadığı gibi, bütünüyle dünyaya dalıp âhireti unutması da doğru değildir. “Kim âhiret kazancını isterse, onun kazancını artırırız. Kim de dünya kazancını isterse ona da istediğinden veririz, fakat onun âhirette hiçbir payı yoktur." (Şûrâ, 42/20, bk Hûd. 11/15-16); “...İnsanlardan, “ey Rabbimiz! Bize vereceğini bu dünyada ver” diyenler vardır. Bunların âhirette bir nasibi yoktur. Onlardan, “Rabbi- mizîBize dünya da iyilik ver âhirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” diyenler de vardır. İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı çok süratli olandır.” (Bakara, 2/201-202) âyetleri, dünya ve âhiretin birlikte istenmesini, sadece birinin istenmesinin dengesizlik olduğunu ifade etmektedir.
Hz. Enes’in bildirdiğine göre üç sahâbî Hz. Peygamberin eşlerine Peygamberin ibadetlerini sormuşlar; Peygamberin hanımları onun ibadetlerini bildirince kendi ibadetlerini azımsamışlar ve ‘biz nerede Peygamber nerede? Halbuki onun geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmıştır (Fetih, 48/2) demişler’. Bunun üzerine biri, ‘her gece sürekli ibadet edeceğim’, İkincisi ‘her gün sürekli oruç tutacağım’, üçüncüsü ise, ‘kadınlarla beraber olmayacağım, hiç evlenmeyeceğim’ demiştir. Bu sahâbîlerin sözlerini duyan Peygamberimiz (s.a.s.) yanlarına gitmiş ve onlara, ‘şöyle şöyle diyen sizler misiniz?’ diye sormuş, ‘evet’ cevabını alınca kendilerine; “Ben sizin Allah’tan en çok korkan ve O’ndan en çok sakı- narıızım. Buna rağmen bazen oruç tutar bazen tutmam, geceleri hem namaz kdar hem uyurum, kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir” buyurmuştur." (bk. Buhârî, Nikah, 1.
VI, 116) Her gün oruç tutmak, bütün gece Kur’an okumak isteyen Abdullah İbn Ömer İbn el-As’a, "Her aydan üç gün oruç tutman yeter" buyurmuştur. "Ey Allah’ın Elçisi! Benim bundan fazlasına gücüm yeter" demesi üzerine, "Üzerinde eşinin, ziyaretçilerinin, çocuklarının ve bedeninin hakkı vardır" buyurmuştur. (Müslim, Siyam, 182-183,1, 813. bk. Müslim. Nikah, 5. II, 1020. Siyam, 177). Ayet ve hadisler, müminlerin ibadetlerinde de ölçülü ve dengeli olmaları gerektiğini ifade etmektedir.
* Mümin; nimetler karşısında şükreder, azmaz; musibetler karşısında ise sabreder, feryat etmez. “...Gerçekten biz insana katımızdan bir rahmet /bir nimet tattırdığımız zaman ona sevinir; ama elleriyle yaptıkları işler yüzünden onlara bir kötülük dokunursa o zaman da insan pek nankördür.” (Şura. 42/48 bk. Yunus, 10/12): "Rabbi insanı deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, •Rabbim bana ikram etti’ der. Ama deneyip rızkını daraltınca da ‘Rabbim beni aşağıladı’ der." (Fecr, 89/15/16); "Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır. Ona bir hayır dokunduğu zaman da eli sıkıdır. Ancak namaz kılanlar başka ..." (Meariç, 70/19-22) âyetleri, insanın nimet ve musibetler karşısında genel karakterini ortaya koymaktadır. Bu, ölçüsüzlük ve dengesizliktir. Namaz kılan müminlerin böyle olmadığı, olmaması gerektiği bildirilmektedir.
*Allah, ekonomik değerlerin, mal, servet ve paranın harcanmasında da ölçülü ve dengeli olunmasını istemekte; israf ve cimriliği haram kılmaktadır: “Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez.” (A’raf, 7/31 bk. İsra, 17/26-27): “Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şev kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır...” (Al-i İmran, 3/180) Mümin, ne cimrilik eder ne de israf, ikisi arası dengeli olur: “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.” (İsra, 17/29) ve; “Onlar (Allah’ın övdüğü kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik eden kimselerdir. Onların harcamaları bu ikisi arası, dengeli bir harcamadır." (Furkan, 25/67) âyetleri bu gerçeği ifade etmektedir.
* İnsan, ne Allah’ın af ve mağfiretinden ümit kesmeli, ne de İlâhî azaptan emîn olmalı; ümit ve korku arasında bulunmalıdır (beyne’l- havfi ve’r-recâ): “(Ey Peygamberim!) Kullarıma de ki, gerçekten ben çok bağışlayan çok merhamet edenim ve şüphesiz benim azabım da elem dolu azaptır." (Hıcr, 15/49-50); "Şüphesiz Rabbin, insanların zulümlerine karşı mağfiret sahibidir. Bununla beraber gerçekten Rabbinin azabı da pek şiddetlidir." (R’ad, 13/6), "Bilin ki şüphesiz Allah’ın cezası çetindir ve gerçekten Allah çok bağışlayan ve çok merhametli olandır." (Maide, 5/98); "Gerçekten senin Rabbin mağfiret sahibidir ve elem dolu azap sahibidir." (Fussilet, 41/43) âyetleri insanların ümit ve korku arasında olmasını öngörmektedir. Çünkü âyetler, Allah’ın mağfiretinin çok olmasına karşılık azabının da çetin olduğunu bildirmektedir.
"...Allah’ın (azabından) korkarak ve (rahmetini de) umarak dua edin..." (A’raf, 7/56) âyeti de insanın korku ve ümit arasıda olunması gerektiğini ifade etmektedir.
*İnsanın sevgi ve kızmasında da ölçülü ve dengeli olması gerekir. "Hz. Ali’nin, "Sevdiğini ölçülü sev, bir gün ona kızabilirsin; kızdığına da ölçülü kız, bir gün onu sevebilirsin" sözü bu gerçeği vurgulamaktadır. (Tirmizî, Birr, 59. IV, 380).
Sonuç ve Değerlendirme
Yüce Allah, kâinata bir ölçü ve denge koymuş, en değerli yaratığı olan insanlara da özel, aile ve toplum hayatlarında ölçülü ve dengeli olmalarını emretmiştir. Bunu sağlayabilmeleri için de peygamber ve kitapları vasıtasıyla; yeme-içme, konuşma-yürüme, dünya ve âhireti kazanma, mal-mülk edinme, nimet- musîbet, ibadet, amel ve ahlak, sosyal ilişkiler ve benzeri her alanda ölçülü ve dengeli olmanın kriterlerini bildirmiştir.
Hayat, ölçülü ve dengeli olmakla daha anlamlı; daha iyi ve daha güzeldir."” Dengenin bozulması evreni yaşanmaz hale getireceği gibi, beşerî ilişkilerde, söz, fiil ve davranışlarda dengenin bozulması da hayatı çekilmez hale getirir. Bu sebeple yüce Allah, insanların ölçülü ve dengeli olmaları istemektedir. Yazımızda yüce Rabbimizin bu emrini ifade eden Lokman Sûresi’- nin 19. âyetini, âyet ve hadislerin ışığında tahlil etmeye çalıştık. Bu âyette yüce Allah; "Yürüyüşünde mutedil ol; sesini biraz kıs, çünkü seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir" buyurmaktadır. Bu âyet, sosyal ilişkiler açısından iki kuralı içermektedir: Biri, insanların yaya yürüyüşlerinde tabîî ve mütevâzî olmaları, sürücülerin trafik kurallarına uymaları; diğeri ise her türlü konuşmada seslerini iyi ayarlamaları, bağırarak, yüksek sesle konuşmamalarıdır. Konuşma ve yürümeye varıncaya kadar, hayatın her alanında Allah’ın ölçü ve kural koyması, insanların dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayabilmelerine yöneliktir.

1- Kurtubî, Muhammed b. Ahmed el-Câ- mi’ li Ahkâmi’ l-Kur’ân, XIV, 71. Kahire, 1935.
2- Kurtubî, XIV, 71.
3- Kurtubî, XIV, 71.
4- Kâdî Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Es-
râru’t-Te’vîl,, IV, 79. (Mecmûatün Mine t-Tefcısîr). Beyrut, tarihsiz.
5- Hâzin, Ali b. Muhammed, Lübâbut- Te’vîl fi Mcânî’ t-Tenzîl, IV, 79.(Mec- mûatü’n Mine’ t-Tefâsîr) Beyrut, tarihsiz.
6- Nesefî, Ebû’l-Berekât, Medâriku’t-
Tenzin ve Hakâiku’t-T’evîl, 11, 568. Beyrut, tarihsiz.
7- Nesefî, II, 692.
8- Aclûnî, Keşfu l-Hafâ, 1, 547.
9- Buhârî, Hac, 194. îmân, 42. 1, 20. Müslim, Hac, 268.
10- Taberî, XI, 21/77.
11- Kurtubî, XIII, 68.
12- Kurtubî, XIII, 68.
13- Beydâvî, IV, 79.