Makale

ÂYET ve SÜRELER ARASINDAKİ MÜNASEBET

ÂYET ve SÜRELER ARASINDAKİ MÜNASEBET

Doç. Dr. Sakıp Yıldız
Atatürk Ü. İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Giriş

Her peygambere, gönderildiği zamanın âdet ve şartlarına uygun, mûcizeler; verilir. Bu mûcizeler; ya kalıcı olur, ya mûcize ânından itibaren sona erer. Çoğu peygamberin mûcizesi bu ikincisi, yani kalıcı olmayan mûcize şeklindedir. Alem­lere rahmet olarak gönderilen son peygamber Muhammed aleyhisselâm’ın mûcizesi Kur’ân, Cebrâil vasıtasıyla indirilen her kelimesi Allah kelâmı olan bir vahiy kalıcı bir mûcizedir. Bu yüzden; üslûbu, belâğatı, dünya ve âhiretle ilgili çeşitli konularda verdiği bilgilerle mûcizeliğini gösterir. Çünkü Kur’ân’ın mûcize oluşu, mücize ânında görülüp, sonradan kaybolan geçici bir mûcize değil, okunan, akılla idrak edilen, kıyamete kadar bâki kalacak bir mûcizedir. Dilini, üslûbu­nu ve manasını kavrayan her nesil, Rasûlullah’ın bu mucizesini devamlı ola­rak yaşar, üstün ifade gücü ve mânâsı karşısında, benzerini getirmede âciz kalır, Museylemetu’l-Kezzâb, İbnu’l-Mukaffi, Maarrî ve benzeri kimseler, bu âcizliği açıkça tatmışlardı. Kur’ân’ın benzerini getirme iddiasında olan bu bahtsız kişiler Rasûlullâh’ın bu mûcizesine inanmadılar, nefsani arzuları ve cehalet duygularından kurtulamadılar. Kur’ân’a karşı tutumuyla tanınan Velîd b. Muğira de, bunlardan biriydi. Herkesten zengin, arab şiiri, kasidesi ve dilini, çevresindeki pek çok kişiden daha iyi bilen bu kimse, Peygamberimizle konuş­tuktan, bu muciz kelâmı dinledikten sonra, İslâm’a karşı tutumlarıyla bilinen dostu Ebû Cehil’e şu itirafta bulunmuştu: Yemin ederim ki Muhammedin söyledikleri, asla şiir ve kasideye benzemiyor. Okuduğu âyetlerde ayrı bir tat­lılık, ayrı bir berraklık var. İşittiğim sözler, sözlerin en güzeli, en şifalısıdır. Kur’ân’ın üstünde, başka bir söz olamaz. Her söz, O’nun yanında sönük kalır.”(l) Velid b. Muğira’nın bu açık itirafında görüldüğü gibi, Kur’ân’ın ben­zerini getirmedeki acizlik ve imkânsızlıktan dolayı hiçbir hatip, hiçbir şair, hiçbir kalem ustası da buna cesaret edemedi, cesaretli olduğunu sananlar da, yaptıklarıyla gülünç duruma düştüler.(2)

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) gerçek ve kalıcı olan mûcizesi Kur’ân’ın naz­mındaki mânâ zenginliği, kelimelerindeki fesahat ve belagatın üstünlüğüne, benzerinin getirilemeyişine dayanır. Kur’ân’daki her kelimenin âyetler içinde yer alışı, bir kelimeden sonra hangi kelimenin ayete uygun düşeceğe, az sayı­daki kelimelerle çok geniş mânâları ifade etme özelliği ancak, her şeyi ilmiyle kuşatan, her türlü kelâmı en mükemmel şekilde bilen Allâh’a aittir. Öyle ki, âyetlerden bazı kelimeler çıkarılsa bundan daha güzelini bulmak üzere, bü­tün lügatlar karıştırılsa, yerini tutacak bir başka kelime bulmak imkânsızdır. Çünkü kelimelerin tertibi, insan gücünü aşan bir kuvvet ve ilmin eseridir. Şu­rası ayrıca bilinmelidir ki, Kur’ân’ın i’cazı; ne sadece terkibi, ne sadece keli­meleri, ne üslûbu, ne de gaybi haberlerindedir. Kur’ân’ın i’cazı, ayrı bir nazımla inen İlâhi kelâmın Kur’ân olma şeklindedir. Kelimeleri ve ifade ettiği mânâ­lar, mûciz olan Kur’ân’ın sadece bir parçasıdır. Şu halde Kur’ân’ın i’cazı, İlâhi kelâmın nazmına bağlı olan, Kur’ân’dan başka hiçbir kitapta bulunmayan, sa­dece Kur’an’a mahsus bir i’cazdır.

Kur’ân âyetlerinde mevcut bu i’cazla yakın ilgisi olan, tefsir usûlünde ay­rı bir konu olarak bilinen ayet ve sureler arasındaki münasebet, bazı müfessirlerin üzerinde durdukları, Kur’ân’ın i’cazı kadar önem verdikleri bir konudur. Yazımızda, Kur’ân’ın bu yönünü ele alacak, Kur’ân ilimleri arasında ayrı bir yeri olan münasebet ilminin tarifi ve gelişmesi üzerinde duracak, âyetler ara­sındaki münasebeti bulmanın kaidelerini gözden geçirecek, sunacağımız örnek­le âyetler arasındaki münasebetin nasıl tespit edildiğini, sureler arasındaki münasebeti de katarak göstermeğe çalışacağız(3).

Kelime Manasıyla Münasebet ve Kur’ân’daki Yeri

Lûgatta münasebet veya tenâsüb; yakınlık; benzerlik ve uygunluk mâ­nâsına gelir. Buna ayrıca, irtibat veya alâka demek de mümkündür (4). Bir şeyin veya bir cümlenin diğeriyle olan münasebeti, o iki şeyin şekli, yapısı ve ifade ettiği mânâ bakımından birbirine yakın, benzer ve uygun olması, aralarında bir irtibat veya alâka bulunması, birbirine şekil veya muhteva yönüyle benze­mesidir. Kelimenin mânâsı, bir veya birkaç cümleye uygulandığında, birbirini takip eden cümleler arasında, o cümlenin kelimeleri ve ifade ettiği mânâ ba­kımından akla ve mantığa uygun bir yakınlık ve benzerlik olduğu görülür. İş­te bu, cümleler arasındaki münasebettir.

Aynı durum Kur’ân’a tatbik edildiğinde, hususi bir mânâ ifade eder. Bu­na göre münasebet; birbirine yakın ve benzer mânâlar bulmaktır. Bu durum­da, âyetler arasındaki umumî veya hususi, aklî veya hissi mânâ bağı ile, sebeb veya müsebbeb, illet veya ma’lul, benzerlik veya zıtlık gibi akli bağlara dik­kat edilir. Bilindiği üzere Kur’ân, âyet ve sûrelerden meydana gelmiştir. Âyet ve sûrelerin; tertîb, tanzim, ve tayini, vefatından önceki son arza’ da Rasûlullâh’ın (s.a.v), Cebrâil Aleyhisselâma tekrar ettiği vahyin kıraatında büyük öl­çüde belli olmuş, Hz. Ebu Bekir zamanında, Zeyd b. Sâbit’in, gayretleriyle, sahabe’nin de görüş ve ittifakı alınarak Mushaf’ta aynen korunmuştur. Mushaf’ta yer alan her âyet; ya bir, ya da birden fazla cümle ihtiva eder. Her âyetteki cümleler nasıl birbirini tamamlayıp mânâ, bütünlüğü sağlıyorsa, bir önceki ve sonraki âyetler de terkib ve tertib bakımından birbirini tamamlar, aralarında yakın irtibat ve insicam bulunuyor. Âyetler arasındaki bu yakınlık, hiç şüphe­siz Kur’ân’daki i’caz’ın bir yönüdür. Aynı yakınlığı, sûreler arasında da bul­mak mümkündür. Bir sûrenin diğer bir sûre veya sûreler arasındaki mânâ, ve muhteva bakımından yakınlığı da, münâsebetin konusuna girer.

Ancak, âyet ve sûreler arasındaki bu münâsebeti Kur’ân’ın her yerinde ko­layca bulmak mümkün değildir. Çünkü, âyet ve sûreler arasındaki münasebeti kurabilmenin bazı esasları vardır. Bunlara uymadan münasebet tesis etmeğe çalışmak imkânsızdır. Şurası peşinen kabul edilmelidir ki bir âyetin, bir diğer âyet veya âyetlerle münasebetini bulmak, daha ziyâde, ilahi kelâmdaki bazı belagat ve hitap özelliklerini, Arap dili ve edebiyatı ile nüzul sebeblerini bilmeye, Kur’ân kadar, O’nun şerh ve tefsiri olan sahih hadîslere hâkim olan sağlam bir düşünce ve muhakeme gücüne dayanır. Bu düşünce Kur’ân’ın mânâ ve ru­huna sıkı sıkıya bağlı kalındığı, münasebet kurmadaki esaslar bilindiği zaman geçerli olur. Bunun için başta, âyetteki kelimelerin iştikakı ve lügat mânâla­rı olmak üzere, nüzul sebebi, i’caz ve belağat yönü, gayesi, ilâhi kelâmdaki mânâ inceliği ve hikmetlerin bilinmesi gereklidir. Usul uleması bunun için ba­zı esaslar tespit etmiş, uyulması gereken bazı kaideler getirmiştir.

Münasebet İlminin Tarihçesi

Yukarıda kısmen açıkladığımız gibi, âyet ve sûreler arasındaki münase­beti tespit etmek, bunu, akli ve nakli delillere dayandırarak ispatlamak, sa­nıldığı kadar kolay değildir. Bu yüzden, sahibe ve tâbiun devri ile daha son­raki devirlerde, Kur’ân’ın bu özelliği üzerinde pek düşünen olmamıştır. Çün­kü İslâm’da Kur’ân’a dayalı her ilim, tedricen gelişmiştir. Sarf-nahiv, tefsir, hadîs, fıkıh, kelâm, i’caz, belagat, maâni ve beyân gibi ilimler, birbirinden ya kıs­men, ya da büyük ölçüde istifade ederek müstakil birer ilim haline gelmişler­dir. Saydığımız bu ve diğer ilimler, Kur’ân tefsiri için kaçınılmaz bir öneme sahiptirler. İslâmda ilk müdevven ilmin hadisle tefsir olduğu gözönünde tu­tulursa, diğerlerinin tedvini hicri II. asrın ortalarından başlayarak V. asır or­talarına kadar sürmüştür. Şu halde her ilmin tekamülü, usul ve eserleriyle bü­tünleşip sağlam bir yapıya kavuşması, zamana bağlı kalmıştır. Münasebet il­mi de; i’caz, belâğat, maâni ve beyân ilimlerine büyük ölçüde dayandığı için, gelişmesini haklı olarak, bu ilimlerin gelişmesine bırakmıştır.

Kaynakların belirttiğine göre âyetler arasındaki münasebetten ilk söz eden, Ebû Bekir’n-Nîsâburî (v. 324/936) olmuştur (5) Kendisine; şu âyet, şu âyetle birlikte niçin geldi, bu sûrenin şu sûre akabinde gelmesindeki hikmet nedir? gibi sorular sorulmuştur.

Verdiği cevaplar, çevresindekilerin münasebet ilmini bilmemelerinden hoş karşılanmamış, hatta tenkit edilmiştir.

Aradan iki asır geçtikten sonra, âyetler arasındaki münasebet üzerinde duran, Ahkâmu’l-Kur’an sahibi, fakîh İbnu’l-Arabî (v. 543/1148) olmuştur. Suyûti, bu konuda şu bilgiyi verir (6); İbnu’l-Arabî, Siracül Muridin adlı eserinde şöyle der: Bu sahada bir tek âlim çıktı, sadece Bakara sûresinin münâsebeti ile ilgili eser meydana getirdi. Sonra Allâh, bizim bu konuya eğilmemizi nasip etti. Fakat ilgi göstereni bulamadık, halkın yanlış değerlendirmesi ile karşı karşıya kaldık. Bunun üzerine te’lifi bırakıp, neticeyi Allâh’a havale ettik".

Âyetler arasındaki münasebet; Kur’ân’dâki i’caz ve belagati Keşşâf adlı tefsirinde büyük bir ustalıkla işleyen Zemahşerî (v. 538/1143) tarafından gös­terilmeye çalışılmış bazı âyetlerin tefsirinde münasebete yer vererek, görüş­lerini bildirmiştir (7)

Ayet ve süreler arasındaki münasebetin tefsirde yer alışı ve öncekilere na­zaran daha geniş biçimde işlenişi Mefatihu’l-Gayb adlı eserinde, Fahruddin Râzi (v. 506/1209) ile başlamıştır. (8) Bundan sonra, Harallî adiyle tanınan Ebû’l- Hasen Ali b. Ahmed (v 630/ 1240) ve Muhammed b. Abdullah el-Mursî (v. 655/ 1247) gibi Endelus âlimleri tefsirlerinde âyet ve sûreler arasındaki münasebete daha çok yer vermişler, kendisinden sonraki eserlere kaynak olacak bilgiler sunmuşlardır. Bu arada İbnu Ebi’l-Isba’ (v. 654/1256) Bedî’ul-Kur’an’ında, İbnu Nâkib (v. 698/1298) de tefsirinde, aynı konuya temas etmişlerdir.

Müaasebetu’l-Kur’ân konusunda ilk müstakil eser, Endelus ulemasından Ebû Ca’fer b. Zubeyr’in (v. 708/1309) yazdığı el-Burhân fi Tertibi Suveri’l- Kur’an olmuştur. Eser henüz yazma halindedir, sûreler arasındaki münasebe­ti göstermeye çalışır. (9)

Âyet ve sûreler arasındaki münasebeti geniş biçimde ele alan, tefsirinde bu konuyu kendinden önceki ve sonraki müfessirlere nazaran daha ciddi ve ti­tizlikle işleyen müfessir, Burhanuddin Bikâcî’dir(10). (v. 885/1480). Müfessir, Nazımu’d-Durer fi Tenâsubi’l-Ayi ve’s-Suver adındaki eserini yazarken, yapılan tenkitler üzerine çalışmasını bırakır, âyet ve sûreler arasında münasebeti gös­termedeki haklılığım ispatlamak için Mesacidu’n-Nazar li’l-İşrâfi alâ Makâsıdı’s-Süver adındaki eserini kaleme alır, Süleymaniye Kütüphanesi Reisülkkütâb bölümü 96 numarada kayıtlı bu eser, 238 varaktır. Eserde, münasebetle ilgili bilgilerle, bütün sûrelerin maksûdu üzerinde durulur, aralarındaki münasebet gösterilmeye çalışılır. Nazmu’d-Durer adlı tefsirini tamamladıktan sonra, tef­sirinin bir nevi kısaltılmış şekli olan, daha ziyade münasebet üzerinde duam Delâletu’l-Burhani’ l-Kavim alâ Tenasubî’l-Kur’anü’l-Azim adlı hacimli eserini ta­mamlar. Kılıç Ali Paşa kitaplığı 77 numarada kayıttı bu eser, 833 varaktır, nüs­hada bazı eksiklikler mevcuttur. (11)

Müstakil bir kitap halinde kaleme alınan son eser, Celaluddin Suyûti’ye aittir, (v. 911/1505) Müellifin Esrâru’t-Tenzîl adlı eseri, âyet ve sûreler arasın­daki münasebetle ilgilidir. Suyûtî bunu şöyle ifade eder; ‘‘Esrâru’1-Tenzil adlı ese­rini, i’caz ve belagati ihtiva etmekle beraber, sûre ve âyetler arasındaki müna­sebeti de ele aldığından, bu sahada yazılan bir eserdir. Bu eserimden, sûreler arasındaki münasebete ait olan bölümü ayrı bir kitap halinde özetledim. Tenasuku’d-Durer fi Tenasubi’s- Suver adını verdim” (12).

Son olarak şunu da ilâve etmek gerekir ki, Ebu Hayyân’ın (v. 745/1344) Bahru’l-Muhit’ı, Beydâvî’nin (v. S85/1286) Envâru’t-Tenzîl ve Esraru’t-Te’vil’i, Ebussûd Efendi’nin (v. 982/1574) İrşâdu Aklı’s-Selîm’i, Alûsî’nin (v, 1270/1853) Rûhu’l-Maanî’si, Reşid Rıdâ’nın Tefsirul-Menâr’ ı gibi eserler, ayetler ve sûre­ler arasındaki münasebetten az da olsa söz ederler.

(Devamı Gelecek Sayıda)

(1) Suyüti, el-Itkan fi Ulümi’l-Kur’ân, I, 117.
(2) Çünkü Yüce Allah, İsrâ sûresi 88. âyetinde, vahyin nüzulü sırasındakilere olduğu kadar, kıyamete kadar böyle bir teşebüste bulunacaklara da şu kesin bükümünü bildirmiştir: "Ey Rasûl de ki: insanlar ve cinler bu Kur’ân’ın benzerini getirmek üzere toplansalar, birbirlerine yardım etse­ler bile, benzerini getiremeyeceklerdir.’’
(3) Bu yazımızı, Bikâ’ci’nin (v. 835/1480) Nazmu’d-Durer fi Tenâsubi’l-Ayi ve’s-Suver adlı eseri üzerinde yönettiğimiz doktora çalışması sırasında fişlediğimiz çok sayıdaki bilgiden istifade ile hazırladık. Ayrıca, ciddi ve sa­bırlı bir mesai île tezini tamamlayan talebemiz Dr. Necati Kara’nın ba­sılmamış doktora tezine de gerektiğinde müracaat ettik.
(4) Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, I, 35, Suyutî, el-îtkân fi Ulumi’I-Kur’ân, II, 108.
(5) el-Burhân fi Ulûmi’l-Kur’ân, I, 36; el-İtkân fi Ulûmi’l-Kur’ân, II, 108, Mebâhis fi Ulûmil-Kur’ân, 151.
(6) Suyûti, a.g.e. a.y.
(7) Subhi Sâlih Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân, 154-55.
(8) Suyûtî, el-İtkân fî Ulumi’l-Kur’ân, II, 108 de: Münasebet ilmi, şerefli bir ilimdir. Zorluğundan dolayı müfessirler bu mevzuya fazla girememişlerdir. Tefsirinde buna en çok yer veren Fahruddin Râzi olmuş, âyetlerdeki letâfetin büyük bir kısmı, tertib ve münasebette görülür demiştir. Ayrıca bkz. el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, I, 35; Suyûti, Esrâru Tertibi’l-Kur’ân, tahkik Abdulkadir Ahmed Atâ, önsöz, 40. İsmail Cerrahoğlu, Fahruddin er-Razî ve Tefsiri, İslâmi ilimler Fakültesi Dergisi, 36. sayı 2.
(9) Necati Kara, Bikâci ve Tefsirindeki Metodu, 218-19.
(10) Suyûtî, el-îtkân fi UIûmi’l-Kur’ân, II, 108.