İSLAM’DA KAMU YARARINA İSTİMLÂKIN MEŞRUİYYETİ
İslâm, özel mülkiyetin saygıdeğer olup, sahibinin izni olmadan tecavüz edilmesinin veya dokunulmasının haram olduğuna hükmeder. Bu konuda Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
(…) “Ey iman edenler! Aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret hali olması müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda alıp vererek yemeyin (2).
İmam Buharı Sahihinde İbn’i Abbas’tan yaptığı bir rivayette şöyle der: Peygamberimiz (s.a.v.) Kurban Bayramı günü irad ettiği hutbede (Veda Haccı Hutbesi) şöyle buyurdu:
— Ey İnsanlar! Bu gün nasıl bir gündür?
(Dinleyenler) mukaddes bir gündür dediler.
— Bu şehir (Mekke) nasıl bir şehirdir?
— Mukaddes ve muhterem bir şehirdir, diye cevaplandırdılar.
— Bu ay (zilhicce) nasıl bir aydır?
— Mukaddes bir aydır, şeklinde cevaplandırmaları üzerine Peygamberimiz: “İşte kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da bu günümüzün, bu şehrimizin, bu ayımızın kudsiyyeti gibi mukaddestir, birbirinize haramdır”, buyurdular. Peygamberimiz (s.a.v.), bunu birkaç defa tekrarladıktan sonra başını kaldırarak şöyle buyurdu:
— Allah’ım tebliğ ettim mi, Allah’ım tebliğ ettim mi?(3)
Bu ve buna benzer nasslar, izni olmadan başkasının malına dokunmanın haram olduğu konusunda açık ve seçik delillerdir. Ancak fukahanın icma’ına göre bu nasslar mutlak değildir. Bazı durumlarda sahibinin rızası olmadan da karşılığı ödenmek suretiyle elinden malı alınabilir. Bu da, ya özel bir zararı gidermek maksatlıyladır. Şufa hakkı ve borçlunun borcunu kapatmak için malının satılması durumlarında olduğu gibi... Veyahut da umumî bir zararı gidermek gayesiyle olur. Yiyecek maddesi sıkıntısı olduğu zamanlarda gıda stok edenin elinden bu yiyecek maddesinin normal fiyatıyla zorla alınması; Cami ve yol gibi amme menfaatiyle ilgili yerlerin genişletilmesi için gerek duyulan bitişikteki akarın sahibinin bu akarını normal değeriyle satmaya zorlanması gibi. Bu sonuncusuna kamulaştırma (kamu yararına istimlâk) diyoruz. Bu yazımızda kamu yararına istimlâkin cevazına ve fiilen vaki olduğuna dair deliller zikredeceğiz.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in bir akarı satın alıp amme menfaatine sunduğu sahih hadisle sabittir. Hülefa-i Râşid’in de, Mescid’i-Haram’ı (Kâ’be’nin çevresini) ve Peygamberimiz (s.a.v.) in camisini genişletmek üzere bitişikteki evleri istimlâk etmişlerdir. Rızasıyla verene evinin karşılığını vermişler, vermek istemeyene de istediği zaman alması için evinin bedelini beytu’l-male bırakıp evini yıkmışlardır.
Sahih-i Buharî’de Peygamberimiz (s.a.v.)in Hicretiyle ilgili bölümde mescidinin inşası şöyle anlatılır: "... Sonra Resulullah devesine bindi, beraberindeki (Ensar ve Muhacirler’den meydana gelen) cemaatle birlikte Medine’ye vardıklarında deve Resulullah (s.a.v) in Medine’deki mescidinin yerinde çöktü. Burasını Müslümanlar o sırada namazgâh olarak kullanıyorlardı. Daha önce de Sa’d b. Zürâre’nin himayesinde bulunan Süheyl ve Sehl adındaki iki yetim çocuğa ait olup hurma kurutacak harman yeri idi. Resulullah’ın devesi bu arsaya çökünce şöyle buyurdular:
— İnşallah burası bizim menzilimiz olacak. Resulullah bilâhare bu iki genci çağırıp burasını mescit yapmak için satın almak istediğini söyleyince onlar; “Hayır ya Resulallah satmak olmaz, size bağışlarız” dediler. Fakat Resulullah (s.a.v.) bu çocuklardan hibe suretiyle almak istemedi. Nihayet muayyen bir bedelle satın aldı. Sonra orada mescidi bina etti. (4)
İbn-i Saad, “et-Tabakâtü’l Kübrâ” isimli eserinde olayı anlatırken şöyle der: "Peygamberimiz (s.a.v.) arsayı iki yetimden on dinara satın aldı ve Ebu Bekir’e (r.a.) bedelini ödemesini söyledi.” Peygamberimiz (s.a.v.) in mescidinin istimlâkten önceki durumunu şöyle anlatır: “Üstü açık duvar vardı. Kıble ciheti Kudüs’tü. Es’ad b. Zurâre inşa etmiş, Resulullah’ın hicretinden önce Müslümanlara Cuma ve diğer namazları orada kıldırıyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) Mescidini inşa ederken orada bulunan hurma ve diğer ağaçların kesilmesini emretti. Önceki duvarı yıktırdı. Cahiliyyet devrine ait kabirler vardı. Onları da başka yere naklettirdi. Arsada bulunan suyu da başka yere akıttıktan sonra oraya mescidi bina ettiler.
Bu, İslâm’da kamu yararına yapılan ilk kamulaştırmadır. İbn-i Kayyım el Cevzi’nin dediği gibi bu, aynı zamanda yetime ait olan akarın nafaka için satışına ihtiyacı yoksa bile Cami yapmak, sur yapmak gibi Müslümanların yararına olan bir şey için satılabileceğine delildir. Yine bundan anlıyoruz ki yetimin gayrimenkulü daha değerli bir şeye karşılık satılabilir.
Peygamberimiz (s.a.v.)in Medine ’deki ilk günlerinde Devlet hazinesi zayıftır. Bir camiyi genişletmek veya su temin etmek gibi Müslümanların umumi ihtiyaçları için bazı akarı istimlak etmek gerekiyordu. Bunun için Peygamberimiz (s.a.v.) malî gücü yerinde olanları hayır işlerine katılmaya ve bu hususta yarış etmeye teşvik ederdi. Mekke’den gelen muhacirler Medine’nin suyunu içemiyorlardı. İçebildikleri tek su Beni Gıfar kabilesinden birine ait olan Ruma pınarının suyuydu. O suyun sahibi de suyu Müslümanlara satıyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) ona şöyle dedi:
— Bana çeşmeni Cennetteki bir pınara karşılık verir misin? (Peygamberimiz (s.a.v.), sevap karşılığı Müslümanlara tahsis etmesini söylemiştir.) Adam “Ya Resulullah bunun dışında bir gelir kaynağım yoktur” deyince, Resulullah, sahabeyi böyle bir sevaba nail olmaya davet etti ve “Cennetle nail olacağı mükâfata karşılık Rume kuyusunu kim sahibinden satın alıp Müslümanların menfaatine sunmak ister.” dedi. Bunun üzerine Hz. Osman (r.a.) satın alıp Müslümanların istifadesine sundu.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in mescidi daha sonra dar gelmeye başlayınca, Resulullah ashabından malî gücü yerinde olanları Mescidi genişletmek için etrafındaki akarı satın almaya çağırdı ve yine Hz. Osman satın alıp camiye ilâve etti.
Tirmizî Sumame b. Hüzn’el Kuşeyrîn’in şöyle dediğini nakleder: "Evde bulunduğum bir sırada, Hz. Osman’ın; evini saran isyancılara yönelip:
— Sizi bana karşı kışkırtan o iki kişiyi getirin demesi üzerine, o iki kişi getirildi ve Hz. Osman tekrar onlara dönerek:
Allah ve İslâm aşkına doğru söyleyin. Resulullah Medine’ye geldiklerinde Rume kuyusu dışında tatlı su olmadığı için bu suyun satın alınıp Müslümanlara bağışlanmasını söylediği zaman ben satın almadım mı? İsyancılar:
- Evet, doğru söylüyorsun, sen satın almıştın, dediler.
Hz. Osman:
- Halbuki, siz bugün Rume kuyusundan içmeme engel oluyorsunuz ve ben acı su içiyorum.
Yine Hz. Osman:
- Allah ve İslâm aşkına doğru söyleyin, Mescidü’n-nebî dar geldiği zaman Resulullah, “kim falanın arsasını Cennette nail olacağı ve ondan daha hayırlı mükâfata karşılık satın alıp mescide katar.” şeklinde buyurduğunda, benim orayı satın alıp camiye kattığımı bilmiyor musunuz?” (5)
Yukarda zikredilen hadis-i şerif ve hadiselerden, Resulullah’ın kamu yararına yaptığı istimlâklarda takip ettiği yolu öğrenmekteyiz. O şöyle yapmıştır: Amme menfaatine tahsis edilmesi gereken mülkün sahibini, mülkünü kamu yararına sunduğu takdirde kazanacağı sevapla teşvik ederdi. Eğer mal sahibi fakir birisiyse, durumu diğer Müslümanlara bildirir ve malî gücü yerinde olanları Cennette kendilerini bekleyen mükâfata karşılık orayı satın alarak Allah yoluna sarfetmeye (Müslümanların istifadesine sunmaya) çağırırdı. Nitekim Mescidinin yerini bağışlamak isteyen iki yetimden, hibe suretiyle almak istememiştir çünkü yetimin malında ancak yetime en faydalı olabilecek bir şekilde tasarrufta bulunulabilir. Cenab-ı Hak bu hususta şöyle buyurur: “Yetimin malına tam bir iyi niyet taşımadan yaklaşmayın.” (6) Kur’an ahlâkına sahip olan Peygamberimiz de arsayı yetimlerden karşılıksız almak istememiş ve Hz. Ebu Bekir’e onun bedeli olarak on dinar vermesini söylemiştir.
Kamu yararına tahsis edilmesi gereken arazi parçası bir şahsa ait olmayıp bölge sakinlerinin mezarlık veya buna benzer ihtiyaçları için müştereken kullandıkları bir yer ise, Peygamberimiz (s.a.v.) burayı onlardan zorla değil, rızalarıyla almaya çalışırdı. Çünkü Peygamberimiz (s.a,.v.) her hâlükârda ümmetine karşı gayet merhametli ve şefkatliydi.
Ibn-i Zübale, Abbas Ibn-i Sehl’in babasının şöyle dediğini rivâyet eder: "Peygamber (s.a.v) Beni Sâide Kabilesine gelip onlardan şöyle bir istekte bulundu: “Pazar yeri yapılmak üzere bana mezarlığınızı veriniz.(7)’’ buyurdular. Onların mezarlıkları Ibn-i Ebi Zi’b ile Zeyd b. Sâbitin evleri arasındaki sahaydı. Onlardan bir kısmı Resulullah’a vermek istedi. Bazısı da orası mezarlığımız ve hanımlarımızın çıktığı yerdir, diyerek vermek istemedi. Peygamberimiz (s.a.v.) ayrıldıktan sonra aralarında tartıştılar, birbirlerini suçladılar ve nihayet Peygamberimize vermeye karar verdiler. Sonra gidip yolda yetiştiler verdiklerini bildirdiler. Peygamberimiz de orayı pazar yeri yaptı.”
Bu dört hâdise: Peygamberimiz (s.a.v.)in izniyle bedeli verilmek suretiyle mülkün sahibinden alınıp amme menfaatine tahsis edildiğini göstermektedir.
Hülefa-i Râşidîn devrinde ihtiyaçlar çoğalmış, Mescid-i Haram’ı ve Peygamberimiz (s.a.v.)in Mescidini genişletmek gerekmişti. Hz. Ömer (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v)in zevcelerine ait olan odalar dışındaki mescidin etrafında bulunan evleri, sahibi istesin veya istemesin değerlendirip bedelini sahibine vermek suretiyle satın almış ve evleri yıkarak onlarla mescidi genişletmiştir. Hz. Abbas’ın evini istimlâkte tereddüt etmiştir. Çünkü o, Peygamberimizin yakını ve evi de Peygamberimiz (s.a.y.)in evinin parçasıydı. Bunun için Hz. Ömer (r.a.) ona karşı daha değişik bir tavır takındı. Evini uygun bir bedelle satmaya teşvik ederek bu hususta onu ikna etmeye çalışmıştı ve şöyle dedi: “Ey kerem sahibi; Mescid Müslümanlara dar gelmeye başladı. Mescidi genişletmek için Peygamberimizin zevcelerinin evi ve sizin eviniz hariç bitişikteki evleri satın aldım. Mü’minlerin annelerinin evlerine dokunmak mümkün değil, fakat sende evini beyt’tülmalden karşılığı verilmek üzere istediğin fiyata satmanı istiyorum. Hz. Abbas satmam deyince Hz. Ömer:
— Şu üç şeyden birini seç. Ya karşılığı beyt’ulmalden verilmek üzere istediğin fiyata sat, ya onun karşılığı olarak Medine’de istediğin yerde sana Müslümanların hazinesinden bir ev yaptırayım. Veyahut da evini Müslümanlara bağışlamak suretiyle Mescitlerini genişletmelerine katkıda bulun. Hz. Abbas üçüncü şıkkı tercih ederek evimi kazanacağım sevaba karşılık Müslümanlara bağışladım, cevabını verdi. Hz. Ömer (r.a.) de kabul ederek orasını da mescide kattı.
îbn-i Sa’d "et-Tabakat’ül Kübrâ” adlı eserinde; "Hz. Ömer (r.a.) masrafı hazineden karşılanmak suretiyle Hz. Abbas’ın (r.a.) bu günkü evini yaptırmıştır” diyor.
es-Semhûdî eserinin “Medine Tarihi” bölümünde Yahya b. Said’den naklen şöyle der:
“Hz. Ömer (r.a.) Mescid’ün-Nebi’yi genişletirken mescidin çevresinde bulunan evlerin sahiplerine:
— Şu öne süreceğim üç şeyden birini seçin, ya bedelini almak suretiyle satın, ya bağışlayın, size teşekkür edeyim veyahut da, Resulullah’ın Mescidine bağışlayın. Onlardan her biri, bu üç şeyden istediği birini tercih ettiler.”
Mescid’in-Nebî’de olduğu gibi Mescid’ul Haremi (Kâ’be çevresi)’da namaz kılan ve Ka’beyi tavaf edenleri alamaz olmuştu da genişletilmesi gerekmişti. Bunun üzerine Halife Ömer (r.a.) Mescid’ul Haram çevresindeki evlere değer biçip bedellerini sahiplerine vererek satın almış; satmak istemeyenlerin de evlerini değerlendirmiş kıymetlerini istediklerinde almaları için Ka’be fonuna bırakıp evleri tahliye ettirdikten sonra yıktırmıştı. Onlara da şöyle demişti: “Gerçek şu ki (çok kadim olan) Beytullah Sizin yerinize inşa edilmedi. Bilâkis siz gelip, Allah’ın evi sayılan Ka’be’nin avlusu olan yerde ev yapmışsınız!..”
Ebu’l Velid el Ezrakî “Mekke Tarihi” adındaki kitapta İbn-i Cüreyc’den naklederek şöyle der: “Daha önce Mescid’ül Haram’ın etrafında duvar yoktu. Her tarafı evlerle kuşatılmıştı. Ancak evlerin arasında Mescid’ul Haram’a her taraftan açılan kapılar vardı, insanlar bu kapılardan Mescid’ül Harama girerlerdi. Sonra Mescid’ül Haram dar gelmeye başlayınca Hz. Ömer (r.a.) Mescid’ul Haram’ın çevresinde ve Mescid’ül Haram’a yakın olan evleri satın alıp yıktırdı. Satmak istemediği için evin bedelini almak istemeyenlerin evlerinin bedellerini Ka’be fonuna bıraktı ve sahipleri daha sonra aldı, Hz. Ömer daha sonra Mescid’ül-Haram’ın etrafını yüksek olmayan bir duvarla çevirdi. Evlerini yıktırdığı kişilere şöyle dedi. “Siz evlerinizi Kâ’be’nin avlusuna yaptınız, gerekse Ka’be sizin evlerinize yaklaşmadı.”
Hz. Osman (r.a.) zamanında Müslümanların sayısı artmış ve Hz. Osman (r.a.) Mescid’ül Haramı tekrar genişletmişti. Bu iş için daha önce olduğu gibi etraftaki evleri satın almıştı. Bazı kişiler satmak istememiş ve evleri yıkınca da Hz. Osman’a bağırmışlardı. Hz. Osman onları çağırıp şöyle dedi: “Siz yumuşaklığımdan cesaret alarak bana baş kaldırıyorsunuz. Halbuki Hattaboğlu Ömer de aynı şeyi yapmıştı fakat karşı çıkan olmamıştı. Ben Ömer’in yaptığının aynısını yaptım. Bana karşı çıktınız.” Sonra Hz. Osman onların hapsedilmesini emretti; fakat Abdullah b. Hâlid’in affedilmelerini istemesi üzerine, ricasını kabul ederek onları hapsetmekten vazgeçti.
Sahabe-i Kiram ve Hülefâ-i Râşidîn bu kamulaştırma işinde ümmetin hayrını ve insanların faydasını gözetmişlerdir. Çünkü onlar toplumun yararını, ferdin yararından önde tutmuşlar ve aynı zamanda ferdi de zarara sokmamışlardır. Zira evi istimlâk edilen kişiye, ya evin bedelini vermişler veyahut da onun karşılığında başka bir ev vermişlerdi.
Bu davranış; “zarar-ı ammı def için, zarar-ı has ihtiyar olunur” şeklindeki meşhur kaideye uygun bir tatbikattır. Şâtabî bunu şöyle izah eder:
“Çünkü toplumun maslahatı özel menfaatten öncedir. Buna da şu delilleri gösterebiliriz: Peygamberimiz (s.a.v.) şehre satılmak üzere gelen malı şehir dışında karşılayıp satın almayı ve şehirde bulunan kişinin köylünün malını bekletip yüksek bir fiyatla yine onun hesabına satmayı nehyetmiştir. Yine selef, (toplumun menfaatini gözeterek) sanatkârın, yanında bulunan müşterinin malında meydana gelen zararı karşılaması gerektiği hususunda ittifak etmiştir. Halbuki aslolan sanatkârın yanında bulunan malın emanet olmasıdır. Peygamberimiz (s.a.v)’in Mescidini genişletmek için sahibinin rızası olsun veya olmasın, etraftaki evlerin yerlerini mescide katmışlardır. Selefin bu hareketi de bize gösteriyor ki; “ferde zarar vermemek kaydıyla umumun menfaati ferdin menfaatinden önde tutulur.”
Halifeler ve Müctehid imamlar bu hususta Resulullah’ın ashabının yolundan gitmişlerdir.
Abdullah b. Zübeyr (r.a.) Mekke Haremi’nin civarındaki evleri satın alıp yerlerini Harem-i Şerife eklemek suretiyle Harem-i Şerifi genişletmiştir. Aynı şekilde Emevî hükümdarlarından Abdülmelik oğlu Velid de Medine’deki Valisi Ömer b. Abdül Aziz’e Mescid’i-Nebevi’yi yeniden yaptırmasını emreder ve o da etrafındaki evleri satın alarak yerlerini mescide ekler.
Bunlardan sonra da Ebu Ca’fer el Mansur, —Ezrakî’nin de dediği gibi— Mescid’ül-Harama bitişik evleri sahiplerinden satın almış ve Mescid’ül-Haram’ın genişliğini bu günkü vaziyete getirmiştir.
Fukaha, Uhut şehitlerinin kabirlerinden nakledilmesi hadisesini de bu türden bir olay kabul etmişlerdir. Nitekim Hz. Muaviye, "Kezâme” adındaki pınarı akıtmak istediğinde Uhut’ta yakını şehit olanlar hazır bulunsunlar diye ilân etmişti. Ibn-i Arefe şöyle der: “Hz. Muaviye, bunu ammenin gerekli bir maslahatı için yapmıştı. Camiyi genişletmek için vakıf malını satmak gibi…”
Yukarda bahsi geçen tatbikatlarda namaz kılanları alamayan bir Cami’nin genişletilmesi veya buna benzer bir amme menfaati için evleri istimlâk edilen veya yakınlarının kabirleri taşman kişilerden hoşnutsuzluk gösteren olmuşsa da; bu istimlâk uygulamaları sahabe, tabiîn ve etba’ut-Tabî’nin bulunduğu zamanlarda yapıldığı halde onlardan muhalefet gösteren veya itiraz eden olmamıştır. es-Semhûdî, eserinin “Medine Tarihi” bahsinde şöyle der:
"Yakya b. Said, Muttalib, b. Abdullah b. Hanteb’den naklederek der ki; Hz. Osman (r.a.) Hicrî 24 yılında halife olunca Müslümanlar kendisine başvurarak Cami’nin cuma günleri kendilerine dar geldiğini hatta Cami’nin dışında namaz kılmak zorunda kaldıklarını bildirdiler. Hz. Osman (r.a.) Resulullah’ın ashabından ileri gelenlerle (Ehl’ir-Re’y) bu durumu görüştü ve bu istişare neticesinde Cami’yi yıkıp yeniden daha büyük bir şekilde yapmak görüşünde birleştiler. Bunun üzerine Hz. Osman öğle namazım kıldırdıktan sonra minbere çıktı, Allah’a hamd ü sena ettikten sonra şöyle dedi. Ey insanlar! Ben Resulullah’ın mescidini yıkıp büyütmek istiyorum. Zira Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duydum; "Kim Allah rızası için bir cami yaparsa Allah da ona Cennette bir ev yapar.”(8) Bu işi ilk yapan ben değilim. Selefim de aynı şeyi yapmıştır. Benden önce Ömer b. Hattab mescidi yeniden daha büyük bir şekilde yapmıştı. Bende Resulullah (s.a.v.)’ın ileri gelen ashabıyla istişare ettim ve mescidin yıkılıp yeniden daha büyük bir şekilde yapılması fikrinde ittifak ettiler. Halk, Hz. Osman’ın haklı olduğunu o gün anladı ve ona dua etti. Ertesi gün işçileri çağırdı ve bizzat kendisi işe başladı.”
Bu makale hazırlanırken müracaat edilen kaynak eserleri:
1 — El-Ezrakî, Ahbar-ı Mekke: Clt: 2
2 — İbn-i Nüceym el-Hanefî el-Eşbah Ven’nezâir S: 87
3 İbn’ül Kayyim Bedâlu’l-Fevâid C: 3
4 — et-Tac Ve’I iklil el-Mevak C: 2
5 — Câmiu’t-Tirmizî ve Şerbi Tuhfetûl Ahvezî c: 10
6 — el Beyhakî es Sünen’ul Kübrâ C: 6
7 — Sahih-i Buharî C: 4
8 — İbn-i Sa’d et-Tabakât-ül Kübrâ C: 4
9 — İbn-i Hacer el Askalanî Feth’ul Bari C: 5
10 — eş-Şâtibî el-Muvafakat C: 2
11 — es-Semhûdî Vefa’ul Vefa bî Ahbar-ı Dar’ıl Mustafa C: 2
(*) Bu yazı, Suudi Arabistan’da yayınlanmakta olan ‘‘Mecelletü’l-Buhûsü’l-İslâmiyye” dergisinin hicrî 1403 tarihli 7’nci sayısından alınmıştır.
(1) Dr. Abdül-Aziz 1352 H., 1933 M. tarihinde Zülfa’da doğdu. Riyad’daki imam Muh. İslâm Üniversitesi İslâm Hukuku Fakültesinden 1376 h. 1956 M. yılında mezun oldu. Bir süre ilimler Enstitüsünde hocalık yaptı. Sonra Matematik Enstitüsünde, daha sonra da ilimler Enstitüsünde müdürlük yaptı. 1393 h. 1973 m. tarihinde Ezher Üniversitesi İslâm Hukuku ve Kanun Fakültesinde mastır yaptı.
1397 h. 1976 m. yılında aynı fakültede Mukayeseli İslâm Hukuku konusunda doktora yaptı. 1398 h 1977 m. yılında Suudi Arabistan’daki “’Emr-i bil ma’ruf Nehy-i an’il münker Teşkilatı” Genel Başkanlığı müsteşarlığına atandı. Halen aynı görevi yürütmektedir.
(2) en-Nisâ: 29
(3) Buharî, es-Sahih, n, s. 19 (i) Buharî, IV, s. 258.
(4) Buhari, IV, s.258
(5) İbn Hacer, Fethu’l-Barî, V. s. 314, Mısır 1248
(6) el-îsra, 34.
(7) Söz konusu mezarlık cahiliyye devrine ait mezarlıktı. (mütercim)
(8) Suyutî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, s. 168, Kahire 1954.