Makale

Din Görevlisinin Misyon ve Vizyonu

Doç. Dr. İsmail Karagöz
Din İşeri Yüksek Kurulu Üyesi

Din Görevlisinin
Misyon ve Vizyonu

İnsanın bir kul olarak Allah’a karşı görevlerinin başında O’na iman ve itaat etmek, O’nun rızasını ve sevgisini kazanmak gelir. Bu itibarla son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’in tebliğ ettiği "dosdoğru yol" olan hak din İslam’ı seçen her insan, seçtiği ve kabul ettiği dinin görevlisidir. Dinin görevlisi olmaktan maksat; dini öğrenmek, öğrendiği ilkelere, emir ve yasaklara uymak, öğrendiklerini başkaları ile paylaşmak, özü, sözü, ahlakı ve davranışları ile örnek olmaktır. Ancak her Müslüman, İslam’ı derinlemesine öğrenemeyebilir. Bu sebeple toplumda bir kısım insanların din konusunda uzman olması gerekir. İşte yüce Allah bu gerçeğe Tevbe suresinin 122. ayetinde şöyle işaret etmektedir: "Müminlerin toptan savaşa çıkmaları doğru değildir. Her topluluktan bir grubun dini iyi öğrenmek ve kavimleri, (savaştan) döndüklerinde onları uyarmak için geri kalmaları gerekmez mi? Umulur ki onlar (haramlardan ve kötü davranışlardan) sakınırlar." Bu ayette yüce Allah, açıkça din konusunda uzman bir grubun bulunması; bu grubun diğer insanlara dini öğretmesi, onları haram ve kötülüklere karşı uyarması gerektiğini beyan etmektedir. Bu görev, Al-i Imran suresinin 104 ve 110. ayetlerinde şöyle ifade edilmektedir: "İçinizden (insanları) hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir grup bulunsun..."; "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz..." Ülkemizde bu grubu; Diyanet İşleri Başkanlığı ile bu kuruma eleman yetiştiren imam-hatip liseleri ve ilahiyat fakültelerindeki öğretim üyeleri, öğretmenler, müftüler, vaizler, Kur’an kursu öğreticileri, imam-hatipler ile diğer görevliler oluşturmaktadır.
Cumhuriyet öncesinde din görevlileri; "hayra hizmet verenler" ve "din hizmetlileri" anlamına gelen "hademe-i hayrat" ismi ile anılıyordu. Dolayısıyla "din görevlisi" tabiri; dindarlar içinde ayrıcalıklı bir grup değil, dini iyi öğrenmiş, anlatım tekniklerini kavramış, topluma örneklik eden, etmesi gereken, dine, dini kurumlara ve dindarlara hizmet veren kimseleri ifade eder. Dolayısıyla din görevlisinin temel görevini üç noktada toplamak mümkündür: Öğrenme, öğretme ve örneklik etme.
Öğrenme
Her şeyden önce müftü, vaiz, imam-hatip ve benzeri hangi göreve gelecekse / getirilecekse o kişinin görevinin ehli olması, alanında iyi yetişmiş olması gerekir. "Şüphesiz Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Gerçekten Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir" anlamındaki Nisa suresinin 58. ayeti bu gerçeği ifade etmektedir. Kendisi bilmeyen kişi nasıl görev yapacak, dini insanlara nasıl anlatacak? Sözgelimi düzgün Kur’an okuyamayan bir imam-hatip nasıl mihraba geçip namaz kıldıracak? İslam’ı iyi öğrenip özümsememiş bir vaiz, insanlara dini nasıl anlatacak? Fıkhî meseleleri kavramamış bir müftü nasıl fetva verecek? Kim hangi görevi yapacaksa mutlaka alanında uzman olması, alanı ile ilgili konuları çok iyi öğrenmiş olması gerekir. Bu, din hizmeti verecek kimseler için daha da önemlidir. Görevin, ehli olmayanlara verilmesi veya kişinin ehli olmadığı bir görevi üstlenmesi büyük vebaldir. Bu, hem kurumlan hem kişileri sorumluluk altında bırakır. Peygamberimize bir mecliste konuşurken bir bedevî gelmiş ve kıyamet ne zaman kopacak diye sormuş, bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.), "Emanet zayi edildiği zaman kıyamet saatini bekleyin" buyurmuştur. "Emanet nasıl zayi edilir?" sorusuna ise "İşler ehli olmayanlara verildiği zaman kıyamet saatini bekleyin" cevabını vermiştir. (Buhari, İlim, 2)
Öğrenmek bir süreçtir, devamlılık arz eder, beşikten mezara kadar sürüp gider, ömür biter öğrenilecek şeyler bitmez. "Ben istediğim görevi aldım, bildiklerim bana yeter" düşüncesi sağlıklı bir düşünce değildir. Din görevlisi/hizmetlisi, sürekli kendini yenilemek, okumak, basın ve yayını takip etmek zorundadır. Hizmet verdiği kimselerin gerisinde kalamaz, kalmamalıdır, kalırsa hizmet sunamaz, dışlanır, itibar kaybeder.
Öğretme
Diyanet İşleri Başkanlığının temel görevi toplumu din konusunda aydınlatmaktır. Toplumu din konusunda aydınlatmak; insanlara dini anlatmak ve öğretmek, vaaz etmek ve öğüt vermektir. İnsanın vaaz ve nasihate, öğüt ve tavsiyeye ihtiyacı vardır. Çünkü genel olarak insan azgın, aceleci, hırslı, cimri, sabırşız, nankör, ümitsiz, şımarık, tartışmacı ve zalimdir. Nefsi ona daima kötülüğü emreder. Zayıf yaratılmıştır. (bk Alak, 7; Isra, 11; Mearic, 19-21; Hac, 66; Hud, 10; Kehf, 54; Ahzab, 72; Yusuf, 53; Nisa, 28) Zafiyeti; şehvetine düşkün, öfkesine mahkum, ibadetlerin meşakkatlerine dayanıksız, sebatsız, nefsinin arzularına ve dünya lezzetlerine karşı koymada aciz oluşudur. Şeytan düşmanıdır (Isra, 53), onu daima kötülüklere teşvik eder ve Allah (c.c.) ile irtibatını kesmeye çalışır. Helake sürükleyen şehevî arzularına ve kendisini sıkıntıya sokacak olan tembelliğe meyledebilir. Akıl ve irade sahibi; iyi ve kötü, hayır ve şer olanı birbirinden ayırt edebilecek yetenekte olmasına rağmen, bu zafiyetleri nedeniyle insan; nefsine, şehvetine ve şeytana uyup inkar, isyan, haram ve kötülüklere dalabilir, gaflete düşebilir. Bu itibarla onu şehvet, şeytan, inkar, isyan, zulüm ve gafletten uzaklaştırıp iman, ibadet, itaat, takva ve ihlasa yöneltecek rehbere, hak davetçisine, vaize, öğüt vericiye, nasihat ediciye ihtiyacı vardır. Allah’ın, insanlara peygamber ve kitap göndermesinin amacı da budur. Kur’an’da öğüdün müminlere fayda verdiğinin bildirilmesi de (Zariyat, 57) insanların vaaza ihtiyacının olduğuna delalet eder. Kur’an’da; öğüt vermek, doğru yolu göstermek, iyiliği emredip kötülüklerden men etmek, insanları Islâm’a, iyilik ve güzelliğe, iman, ibadet, ahlak, itaat ve salih amelleri yapmaya çağırmak; şirk, küfür, isyan, zulüm, günah, haram ve kötülükler den, kötü söz, eylem ve davranışlardan sakındırmak teşvik ve tavsiye edilmiş, insanlara öğüt verilmesi, yol gösterilmesi, iyi ve güzel olan şeylere yönlendirilmesi, kötü ve çirkin olan şeylerden sakındırılması istenmiştir. Bu, insanın vaaz ve irşada, öğüt ve nasihate ihtiyacı olduğuna delalet eder. "O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor" (Nahl, 90) "Allah size ne güzel öğütler veriyor" (Nisa, 58) ayetlerinde bildirildiği üzere Allah’ın bizzat kendisi öğüt verdiği gibi Kur’an’ı bütün alemler için bir öğüt, (Sad, 87) Hz. Muhammed (s.a.s.)’i de; insanlara öğüt verici (Ğaşi- ye, 21), uyarıcı, müjdeleyici ve hak davetçisi (Ahzab, 45-46) olarak göndermiş ve "Öğüt fayda versin (vermesin) sen öğüt ver (sana düşen görev sadece tebliğdir) buyurmuştur.(A’la, 9) Peygamberimiz (s.a.s.) sağlığında Kur’an’ı insanlara tebliğ etmiş, açıklamışı öğüt vermiş (Ibn Mace, Fiten, 1) ve iyiliği emredip onları kötülüklerden men etmiştir. Peygamberimizin vefatından sonra bu görev, müminlere, özellikle din bilginlerine, din görevlilerine yüklenmiştir. Bu itibarla; müftü, müftü yardımcısı, vaiz, şube müdürü, eğitim ve din hizmeti uzmanı, Kur’an kursu öğreticisi ve imam-hatip başta olmak üzere her kademedeki Diyanet görevlisi, ilahiyat hocaları, imam-hatip lisesi meslek dersi öğretmenleri, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri dini topluma anlatmak, öğretmek ve insanlara güzel öğüt vermek durumundadırlar. Merkezi vaaz bir ihtiyaç ise de toplumu din konusunda aydınlatmada yüz yüze vaaz asildir. Teknoloji gelişmiş, insanın bilgiye ulaşması kolaylaşmış olsa da, dinleyici ile yüz yüze iletişim, mesajın aktarılmasında en etkili yöntemdir. Bu itibarla imam-hatiple- rimiz kendilerini iyi yetiştirip hazırlanarak bulundukları camilerde mutlaka vaaz etmelidirler. Mevzuat buna müsaittir, Abant’taki müftüler toplantısında da bu istikamette karar alınmıştır. Vaaz hizmetlerini verimli kılan tekniklerin en önemlisi, vaizle muhataplar arasında bir gönül bağının oluşturulmasıdır. Bu bağın gerçekleşmesi karşılıklı samimiyetin yaşanması ile mümkündür. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) dini, "Allah’a, O’nun Kitabına, peygamberine, müminlerin liderlerine ve bütün Müslümanlara karşı samimiyet" (Buhari, İman, 42) diye tanımlarken taraflar arasında gerçekleştirilmesi zorunlu olan bu bağa vurgu yapmıştır. Dinin aydınlatıcı, ferahlatıcı ve diriltici nefesine her zaman muhtaç olan topluma bu görevi en iyi sunabilecek olan görevli, günde en az beş vakit halk ile bir araya gelen ve onlarla sürekli iç içe olan imam hatiplerimizdir.
Örneklik etme
Yüce Allah, peygamberleri hem mesajlarını insanlara iletsinler hem de onlara örnek/model olsunlar diye göndermiştir (bk. Mümtehine, 6) Mesela son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) ile ilgili olarak Ahzab suresinin 21. ayetinde; "Andolsun Allah’ın elçisinde sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en güzel bir örnek vardır" denilmektedir. Bu ayette Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’in önce genel olarak bütün müminlere sonra özel olarak Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ile Allah’ı çok zikredenlere örnek olduğunun zikredilmesi, örnek alacakların niteliklerini bildirmeye yöneliktir. Peygamber; iman, ibadet, ahlak ve her türlü söz ve davranışlarında müminlere örnek olduğu gibi, müminlerin de aynı şekilde diğer insanlara güzel örnek olmaları gerekir. Güzel örnek olma; dini eskilerin deyimi ile "hâl" ile anlatım, yaşayarak duyurmadır. Müminlerin; iman, ibadet, güzel ahlak, adalet, doğruluk, ilim, irfan ve çalışmaları ile diğer insanlara güzel örnek olmaları gerektiğini; "Böylece sizler insanlara birer şahit / örnek olasınız ve peygamber de size bir şahit / örnek olsun diye sizi orta/adil bir ümmet yaptık" (Bakara, 143) ve "...Allah sizi hem daha önce hem de bu dinde Müslüman diye isimlendirdi ki Peygamber size şahit / örnek olsun siz de insanlara şahit / örnek olasınız..." (Hac, 78) anlamındaki ayetler ifade etmektedir.
"Fiilen ve halen örnek alınan ve kendilerine uyulan kimselere dahi şahit denir." İşte Cenabı Allah müminleri insanlar arasında böyle hakşinas, adil, dürüst, güzel ahlak, ilim ve irfan sahibi, seçkin, örnek alınan ve uyulan bir toplum oluşturmak için Hz. Mu- hammed (s.a.s.)’e hidayet buyurmuştur" diyen Hamdi Yazır, aynı şekilde Müslümanların da diğer toplumlara örnek olmaları gerektiğini, bunun Allah’ın bir emri olduğunu ifade etmektedir. (Sadeleştirilerek ve özetle Yazır, 1, 524)
Bir hakkı, bir olayı ispatta bilgi ve görgüsüne müracaat edilen kişiye şahit denildiği gibi (Nisa, 135); inanç, söz, fiil ve davranışlarıyla insanlara güzel örnek olan Peygamber ve müminlere de şahit denilmiştir. (Ahzab, 145) Bu itibarla din hizmeti veren insanların diğer müminlerden daha çok "örneklik" görevi vardır. Din hizmeti sunanlar, sözleri, davranışları, aile hayatları, giyim-kuşamları, sosyal ilişkileri, kısaca hayatın her alanında örnek olmak durumundadırlar. Aksi davranış hem kendilerine hem kuruma zarar verir, hizmeti olumsuz yönde etkiler ve zorlaştırır. Dolayısıyla din görevlisi; kendisine yasal olarak verilen namaz kıldırma, hutbe okuma, vaaz etme, dini soruları cevaplandırma ve çocuklara Kur’an öğretme görevlerinin yanında çevresine güzel örnek olma, yaşantı ve davranışlarıyla İslam’ı insanlara sevdirme ve ısındırma görevi de vardır. Bunun için din görevlisi; bulunduğu yerde psikolojik rehber, dini danışman ve bir adil yönetici gibi hareket etmek zorundadır. Din görevlisi, gençleri, cemaati ve dernek yöneticilerini yönlendirmesini bilmelidir. Cemaatle ilişkilerinde dengeyi iyi korumalı, kişiler ve gruplar arasında asla ayırım yapmamalı, ziyaret ve davetlerde eşit davranmalıdır. Kendisine verilen rutin görevleri yapıp evine çekilen, cemaatle ancak namazlarda buluşup görüşen kişi olmamalıdır. Cemaatin arasına katılmalı, onlarla sohbet etmeli, ama onlarla asla tartışmaya girmemelidir. Hastaları, hastaneleri, varsa hapishaneleri ziyaret etmeli, problemi olanlarla ilgilenmeli, dargınların barışmasına, ihtilaf ve kavgaların sona erdirilmesine yardımcı olmalıdır. Sosyal etkinliklere katılmalı, yardımlaşma kuruluşlarına destek vermelidir. Din görevlisi, basını, ülke ve dünya gündemini iyi takip etmelidir. Basit çıkarları öne çıkarıp kendisini yıpratmamalıdır. Sünnet ve düğün merasimlerine katılmalı, bu ve benzeri merasimleri dini hizmeti için birer fırsat bilmelidir. Görevli; konuşması, davranışı, sabrı, hoşgörüsü, samimiyeti, tevazuu, güler yüzlülüğü, sevgi ve saygısı, sorumluluk bilinci, giyim-kuşamı ve ahlakı ile örnek insan olmalı, asla büyüklenen, cemaati küçümseyen, onlarla sohbet etmeye tenezzül etmeyen, emreden, hükmeden, yargılayan, suçlayan, kıran ve karalayan olmamalıdır. Görevlinin, cemaat, gençler ve çocuklarla yeterince ilgilenmemesi, görevini baştan savma yapması, rutin görevlerle yetinmesi, cemaate kaba ve kırıcı davranması, cemaat arasında ayırım yapması, söz ve davranışlarıyla İslam ahlakına ters düşmesi hizmeti olumsuz yönde etkileyecektir. Sonuç olarak; din görevlisi; dini iyi bilen, dini halka en güzel biçimde anlatan, hayırlı hizmetlerde topluma öncülük eden, özü, sözü, davranışları ve kılık-kıyafeti ile örnek olan, olması gereken insandır. En başta gelen görevi toplumu din konusunda aydınlatmaktır. Bu görevini şu ilkelere uyarak yapabilirse başarıya mutlaka ulaşır, Allah’ın rızasını kazanır: Anlatacağı konuya çok iyi hazırlanmalıdır. İyice öğrenmediği ve bilmediği konularda konuşmamalıdır.
Anlatımda Kur’an metodunu kullanmalı, inzarve müjdelemeyi va’d ve va’ıdi, sevap ve ikabı daima dengede tutmalı, ancak müjdeleme, kolaylaştırma, sevdirme ve sevap olduğunu bildirmeyi öncelemelidir. Cemaatin psikolojik, sosyolojik, ekonomik, ideolojik, kültürel, siyasal, inanç, eylem ve davranış biçimini iyi tanımalı, vaazlarında bunu göz önünde bulundurmalıdır. Sade ve anlaşılır bir dil ve yumuşak bir üslup kullanmalı, asla bağırıp çağırmamalıdır. Anlattıklarına ve İslam’a, söz, eylem ve davranışları ile ters düşmemelidir. Vaaz ve irşatta, hakkı tavsiye ve İslam’ı tebliğde azim, sabır ve sebat göstermeli; tepkilere karşı tahammüllü olmalıdır. Fitne ve fesada sebebiyet vermemelidir. Konu seçiminde zaman, mekan ve muhatapların durumunu dikkate almalıdır. Vaazlarında inandırıcı, yönlendirici, duygulandırıcı, düşündürücü ve bilgilendirici bir yöntem kullanmalıdır. Söz söyleme sanatını, konuşma ve anlatma tekniklerini iyi öğrenmelidir. Bu cümleden olmak üzere; sözcükleri doğru söylemeli, cümleleri kısa ve düzgün kurmalı, güven verici ve nazik olmalı, bazen akla ve mantığa bazen duygu ve düşünceye hitap etmeli, jest ve mimiklere, el-kol hareketlerine dikkat etmeli, cemaati gözü ile takip etmeli, ses tonunu ve ses cihazını iyi ayarlamalı, konuyu planlı bir şekilde işlemelidir. Cemaatin ihtiyaç duyduğu konulara ağırlık ve öncelik vermelidir. Aktüaliteyi takip etmeli, kitap, dergi ve gazete okumalı, yeni fikir ve gelişmeleri izlemelidir. Vakur, ciddi, güler yüzlü ve saygılı olmalıdır. Sosyal ilişkilere ve ziyaretlere önem vermelidir. Dini sorulara Kur’an ve sünnete, akıl ve mantığa uygun cevap vermelidir. Vaazı mutlaka ezan öncesinde bitirmeli, cemaatin ezanı dinlemesine fırsat vermelidir. Yazımızın başlığında misyon ve vizyon dediğimiz şeyle bunları kastediyoruz.