Makale

FENER RUM ORTODOKS PATRİKHANESİ

FENER RUM ORTODOKS PATRİKHANESİ
Doç. Dr. M. Süreyya ŞAHİN *
Patrikhanenin gerçek durum ve çehresinin iyice anlaşılabilmesi için, onun, geçmişiyle birlikte ele alınmasında fayda, hattâ zarûret vardır. Aslında, bir “aysberk” mâhiyetinde olan bu müesseseyi bütün yönleriyle tam ola­rak incelemek, bir makalenin boyutlarını çok aşar. Ancak, bu yazıda.
konu, ana hatlarıyla ve özet halinde işlenecektir.
Hıristiyanlar, üç yüz seneyi aşkın bir süre, putperest Romalıların takip ve iş­kencelerine maruz kalmışlardır. Bu yüzden ibadetlerini gizli yapmış ve inançlarını da açıklayamamışlardı, İmparator Konstantin (306-337)’in siyasî maksatla da olsa Hıristiyanlığı kabul ederek 313’de Milan Fermânı ile din hürriyeti vermesi üzeri­ne zulümden kurtuldular.(l)
Hıristiyanlığın serbest bir din olmasından sonra, hıristiyanlar arasında bir ta­kım görüş ayrılıkları ortaya çıktı.(2) Neticede, (yeni yeni) mezhebler doğdu ki, bun­ların, başlıcaları "Katolik”, "Ortodoks” ve “Protestan” mezhepleridir. Bu mezheplerin (özellikle Protestanlığın) de, ayrıca kolları vardır. (3)
Bu bölünmeler ve anlaşmazlıklar üzerine, “konsil”ler kurma zarureti hâsıl ol­du. Konsiller, Hıristiyan Dîni’nin ana meseleleri üzerinde tartışmalar yorumlar ve açıklamalar yapmak, tâkip edilecek yolu tâyin etmek, anlaşmazlıkları gidermek gayesiyle yetkili rûhanilerden teşekkül eden özel dînî toplantılardır.(4)
Kilisenin iyi bir şekilde düzenlenmesi İçin “Yedi Konsil”, mahallî cemâatlerin “metropol” ve metropolitlerin de “Patriklik” şeklinde bir araya gelmesini kabul etmiştir. Hiyerarşiye göre bunlar “Roma, İstanbul, İskenderiye, Antakya ve Kudüs” kiliseleridir. Görüldüğü gibi, zirvede “Roma”, mensel bir imtiyaza sahiptir. Bu durum, Doğu’da son genel konsilde kabul edilmiştir. Buna göre Roma, bir hük­mü bozabilir ve yerine yeni mahallî bir hüküm koyabilir.
Muhtemelen İlk bin yılın sonunda başlayan, İstanbul’un Türkler tarafından fet­hiyle tamamlanan dönem, Özellikle “Bizans” olarak adlandırılmıştır, Kadıköy Konsili (M.451)’ne bağlı olmayanların ayrılmaları, eski Bizans olan İstanbul’u gitgide “Doğru Doktrin” ve “Doğru Tapınma” gibi çift anlamlı “Ortodoksluk” ile be­lirginleşen Hıristiyanlığın, tanınmış merkezi haline getirmiştir. Artık bundan böy­le “Genel Patrik” adını alan İstanbul Patriği, öncelik imtiyazlarını üstlenecektir. Artık “Yeni Roma”, yine Ortodoks imparatorluğunun başkentidir.(5)
XI. yy.’dan önce, yukarıda anılan ve diğerlerine üstün sayılan “Beş Kilise”den herbirine “papalık” dendiği halde, VII. Gregory devrinde, papalık, Roma’ya tah­sis edildi.’
Hıristiyan Kilisesi, genellikle “Şark-Doğu” ve “Garb-Batı” Kiliseleri diye iki­ye ayrılmıştır. Batı Kilisesi’ni, Akdeniz Lâtin kavimlerini, İrlanda ve Güney Al­manya’yı içine alan Katolik Kilisesi temsil eder. Doğu Kilisesi’ni de, İstanbul Or­todoks Kilisesi temsil eder ki, Rum, Bulgar ve Rus Kiliseleri İle diğer azınlık kilise­leri buna bağlıdırlar.(6)
Doğu Kilisesi’nin, Batı Kilisesi’nden Ayrılması
Papa, (Hz.) İsa’nın kendisine vekil olarak tayin ettiği, havarilerin başı Petrus (St. Pieerre)’un (M.63’de öldürülmesinden sonra) yerine geçmiş(7), onun halefi ol­ması sebebiyle Roma’nın, diğer kiliselerden üstün durumda bulunduğunu iddiâ et­miştir.
III. yy ’ın sonunda ise, durum öylesine gelişmiştir ki, Roma Piskoposu, “Papa” olarak, İsa’nın yeryüzündeki vekili (Vicarius Christ) sıfatıyla din esasları hakkın­da kendisinin karar verebileceğini iddiâ ediyordu; yani, bundan sonra inanç mese­lelerinde ve kilise idaresindeki en yüksek makam idi.
445 yılında Roma’da kurulan Vatikan Devleti’nin Konsili, 1870’de bu Devlet’in başkanı olan Papa’nın, Havari, Petrus ’un Vekili olarak “Lâ yuh ti” (hata işlemez) olduğu dogma’sını ilân etmiştir.(8) Yeryüzündeki bütün hıristiyanlar, Papa’nın her dediğine boyun eğmek zorundadırlar. Kendisi, her konuda söz sahibi olduğu gibi, İstediği şekilde tasarrufta bulunma hakkı vardır. Kral ve prensleri “aforoz” ede­bilir, söyledikleri İlme ve ahlâka aykırı olsa bile, doğru kabul edilirdi.
Ortodoks Mezhebi ’ne gelince, bu mezhebin doğmasını sağlayan, İznik (M. 325) ve 787’ye kadar onu takibeden altı, yani “yedi konsil”de görüşülen meselelerdir. Ordoks inancından yana olanlar, İznik Konsili’nde Arius ve Nestorius gibi din ulularının görüşlerine, karşı çıkmışlardır. Bu mezhebe göre önemli olan, “vahy” ile, kilisenin verdiği genel geçerlik tanıyan “kararlar” dır.
Bu mezhebin kurulmasından Gregorius, Kyrillos ve Athanasios gibi kilise bü­yüklerinin önemli çalışmaları olmuştur(10)
Ortodoks geleneğinin zeminini teşkil eden sebep ise, ikinci Roma olarak görü­len Bizans’ın doğu Hristiyanlarının kafasında Petrus ve Paulus’un Roma’sının yerine geçmiş olmasıdır.
Patrikliğe, “Rum Ortodoks Kilisesi’nde denilmektedir. Buna sebep ise, Roma İmparatorluğunun doğudaki Grekçe (eski Yunanca) konuşan bölümünde doğmuş olmasıdır.(11)
İstanbul Fener Patriğini, Doğu Kilisesinin en büyük patriği; Patrikhaneyi de, bütün yeryüzü Hristiyanlarının rûhânî merkezi olarak kabul ederler. Ve yine on­larca Patrik, bütün hıristivan Ortodoks dünyasının, özellikle Rusya, Yunanistan ve Sırbistan ile birçok Akdeniz adalarında yaşayan, Ortodoks Hristiyanların baş­kanıdır(12) Patrikhane, “Cihan Patrikliği” iddiasını, günümüzde de sürdürmek­tedir.
Başlangıçta bütün doğu Ortodoks kiliseleri, İstanbul Ortodoks Kilisesi (Fener Patrikliği)’nin idâresi altında iken, sonraları, devamlı ayrılmalar başladı. Süryânî Ortodoks, Ermeni Ortodoks ve Rus Ortodoks Kiliseleri bunlardandır.(13)
Doğu ve Batı Kiliselerinin ayrılmaları ve sebepleri ise, şöylece özetlenebilir: Baş­langıçta, hırist¡yanları tek inanç etrafında ve tek çatı altında toplamak gayesiyle kurulan kilise, sonraları görüş, düşünüş ve ayrılıkları yüzünden bölündü. Özellik­le Roma İmparatorluğunun “Doğu-Batı’ diye ikiye ayrılmasından sonra (M.395), kiliseler arasında sürtüşmeler başladı. Daha önce de belirtildiği üzere, Roma Kili­sesi’nin, Bizans Kilisesi’ne hristiyan idare yetkisini tanımaması, inisiyatifi “tekel” inde tutmak istemesi, ayrılmada atılan ilk adım olmuştur.(l4) Esasen kiliselerin ay­rılma temayülleri, mezhep ayrılıklarından sonra, ilk Konsil olan İznik Konsili’nde kendini göstermiştir. Sonraki konsiller de sonuç vermemiş, mezhebler arasındaki anlaşmazlıklar daha da büyümüştür.
Batı Roma İmparatorluğunun yıkılması, Bizans’ın, eski Roma rolünü oyna­masına yol açtı. Dolayısıyla Hıristiyan âlemi, o günkü siyaseti gereği, Roma’daki Papa’yı değil de, İstanbul’daki Patrik’i en büyük rûhânî, lider olarak tanımaya başladı.(16)
Hulâsa, VI. yy,’da başgösteren dinî, millî, siyasî ayrılık ve anlaşmazlıklar da­ha ileri boyutlara ulaşmış, İstanbul Patriği Fotius (Ö. 897), 867’de özellikle siyâsî sebepten ötürü- ilk defa Roma ile ilişkisini kesmiş,(17) sonra da (16 Temmuz 1054) Roma’nin, Ayasofya Kilisesi’nde takdim ettiği belge ile kesin ayrılık gerçekleşmiştir.(18)
Böylece Rum Ortodoks Kilisesi’nin, kuruluşundan, Bizans dönemindeki duru­mu ile ilgili özet bilgi verdikten sonra, şimdi de “fetih sonrası” dönemi gözden geçirelim:
Fetih’ten Sonraki Dönem
Sultan II. Mehmet, 29 Mayıs 1453’de İstanbul’u fethederek-ki "Fâtih” adı bu­radan gelmektedir- Bizans İmparatorluğunu sona erdirdi. Ayasofya’ya yaklaştığı zaman, Kiliseden, hazin duâ ve ayin sesleri geliyordu. Fatih’in geldiğini öğrenen rahip, kapılan ardına kadar açtırdı. Halk, dehşet içindeydi; çünkü onlar, yok edileceklerini sanıyorlardı.(19) Fâtih, tekrar “şükür secdesi” yapıp doğrulduktan sonra rahibe, “Kilisede bulunanların, evlerine dönmelerini; herkesin can, mal ve namusunun emniyet altına alındığını, iş ve san ’atlarına devam etmelerini” söylemesini emretti.(20) Hemen, şehri düzene koymaya başladı; korkudan şehri terkeden veya gizlenenlerin ya da Galata’ya sığınanların, yurtlarına dönerek, Türklerle beraber örf, âdet ve dinlerine göre yaşayabileceklerini ilân etti. Esirlerin bir kısmını, Fener semtindeki evlere yerleştirdi; evleri onarttı ve mahkemeler kurdurttu, düzeni sağ­ladı.(21)
Fatih’in, Patrik Seçtirmesi, Tanıdığı Haklar ve Yetkiler
Fâtih, Ortodoks Rumları yeniden teşkilâtlandırdı(22). 1 Haziranda ilk Cuma Namazını Ayasofya’da kıldıktan sonra(23) Patriklik makamıyla ilgilendi(24) Pat­riğin, saygı sunmaya gelmeyişine şaşıyordu,(25) II, Anastasios’un istifasından beri Patriktik makamının boş bulunduğu(26) kendisine bildirilince, Ortodoks Doğu’nun en yüksek rûhânî kurumunu terkedilmiş ve sahipsiz bırakmak veya Roma’dan bir kardinal getirterek ortodoksluğu sona erdirmek elinde olduğu halde, siyasetinin bir gereği olarak bunu yapmamış, galiplerle mağlupların bir arada yaşamalarını sağ­lamak gayesiyle bu kiliseyi, korumasına almıştır(27) Hemen, kendi adetleri Üzere (Bizans devrindeki gibi) bir patrik seçmelerini emretmesi üzerine toplanan kilise başkanlar), ruhban ve şehirde yeniden toplanan halk, lâik sınıfından Georgios (Kortesios) Skolarios’u “Gennadios” adıyla, ittifakla patrik seçmişlerdir. Böylece Gennadios, Türk hâkimiyeti altında ilk İstanbul Patriği olmuştur(28)
Fatih, seçimden sotıra Gennadios’u yemeğe dâvet etmiş, kendisine özel bir saygı ve hakkında resmî iltifat olmak üzere yaşlı vezirlerini karşılamaya göndermiş, ken­disi de bizzat yerinden kalkarak on adım ilerleyip patriğin elinden tutmuş ve yanı­na oturtmuştur.(29) Onunla uzun uzadıya konuşmalar yaparak(30) ona, rûhânî hü­kümet ve mezhep işlerinde haklar takdim etmiştir. Ayrıca, “Millet Başı” Unvanım vererek de, bütün dindaşlarının meseleleri üzerinde onu yetkili kılmıştır.(31) Hür­metkar bir şekilde sarayın kapısına kadar uğurlamış(32) beyaz bir ata bindirilen Patriği, Patrikhaneye kadar bir hükümdar gibi uğurlanmak üzere bütün erkân ve Devlet ümerâsına emir vermiştir. Bu tören, Bizans dönemindekinin tamamen aynı idi.(33)
Fâtih, ilk Patrikhane makamı olarak, “Havariyyün Kilisesi”ni (sonradan “Fâtih Camii”)(34) tahsis etmiştir. Daha sonra değişik yerlere taşınmak zorunda kalan Patrikhane, en son hükümetin İzniyle Fener semtindeki bugünkü yeri olan Aya Yorgi Manastırına taşındı.(35)
Fâtih, dinî ve insânî duygularla Hıristiyan tebaaya hoşgörülü davranmış, bir­takım haklar vermiş, dinî imtiyazlar tanımıştır. Fatih’i tâkip eden padişahlar za­manında da bazı yeni dînî imtiyazlar verilmekle beraber, genellikle eskileri teyit ve tasrih edilmiştir.
Devlet’in “Duraklama” ve “Gerileme” devirlerinde “Kapitülasyon” nimeti­ne malik olmuş bazı Yabancı devletler, hıristiyanlar üzerinde fiili bir himâye reji­mi kurmuş kapitülasyon ile din imtiyazları karıştırılmıştır. Sonuç olarak, baskı vb. yollarla yeni imtiyazlar alınmış ve bu konu Devlet’in İçişlerine karışma vasıtası ola­rak kullanılmıştır.(36)
Türk Devleti İdaresinde Görev Yapan Rum Ortodoks Patrikleri Bizans Kilisesi kurulduğundan beri, 321 patrik görev yapmıştır. Bunlardan 160’ı fetihten, 1901 yılına kadar görevde bulunmuşlardır. Başbakanlık Arşivinde, “1911 yılında Patrikhane kayıtlarından çıkarıldığı” kaydedilen Patriklerin adlarıyla, görev sürele­rini ihtiva eden bir belge vardır. Arşiv mührünü taşıyan bu belgenin başlığı, “Patrikhane-ı Millet-i Rum” şeklindedir.(37)
Patrikler zincirinin Son halkası, New York’tan gelen Athenagoros olmuştur. Onun ölümünden (Tem., 1972) sonra, Sinod Meclisince, İmroz-Bozcaada Metro­politi (Hayretben) I. Dimitrios Papadopulos seçilmiş ve Valiliğin onayıyla 322 nci patrik olarak göreve başlamıştır. (Bu iki patrikten, ilerde bahsedilecektir). I. Dimitriyos’un da ölümü (Ek. 1991) Üzerine yerine, Kadıköy Metropoliti Yuvakim Bartolomeos seçilmiştir.
Patrikhanenin Siyâsî Faaliyetleri
Patrikhanenin siyâsî faaliyetlerinin iyice açıklık kazanması için, bu faaliyetlere imkân veren sebeplerin, yani tanınan hakların ve verilen imtiyazların kısaca ha­tırlanmasında fayda vardır.
Fatih’in, patrik seçtirdiği, ona rûhânî idare ve mezhep işlerinde haklar verdiği; ayrıca onu “Millet Başı - Sivil Başkan” yaparak bütün dindaşlarının meseleleri üzerinde yetkili kıldığı; böylece onun Osmani yetkiye de sahip olduğu, daha önce belirtilmişti. Bu suretle bağımsız dîni bir varlık haline gelen Patriğin, kilisedeki yet­kileri, kilise dışına taşarak onu halkının tam başkan ve tam yetkili duruma getir­miştir. Osmanlı Vezir (bakan)leriyle aynı derecede sayılan Patrik, halkının dindışı hukûkî ve cezai işlerinde de tam yetkili olmuştur. Patriğin başkanlığı altında bir de “Millet Meclisi” vardı. Cemaatinin başkanı sıfatıyla Patrik, onun faydası için, Divân’da her zaman söz alma hakkına sahipti yani, halkının dinî ve millî hak­larını Hükümet nezdinde savunurdu.(39)
Diğer işlerde tanınan serbestlik gibi, Hükümet azınlıkların okullarına ve prog­ramlarına da asla karışmamıştır. Cemaatler, Devletin eğitim nizamlarınca “dere­celer üzere” okullar açabilirlerdi.(40) Kiliselerin yanına yapılan okullar da öğretim, Papazlar tarafından yapılırdı. Gayr-i Müslimlerin, kilisenin dışında ve dinî olma­yan hiçbir okulları yoktu.(4,) Daha önce verilen imtiyazlar, Devlet’in buhranlı dö­neminde, siyâsî sebepler ve dış baskılarla arttırılmıştır. Sonuçta Patrikhane ve cemaati bağımsız, âdetâ “hükümet içinde hükümet” durumuna gelmiştir. Bir başka ifadeyle Patrikhane (ile cemaati, sadece varlıklarını korumakla kalmamış, Binansın en kudretli devrinde olduğundan daha büyük bir nüfuz ve hâkimiyete kavuş­muş, Devlet içerisinde, eskisinden daha önemli bir rol oynamıştır ki bu, Batılarca da kabul edilmiştir (42)
Fakat, bütün bunlara rağmen Patrik, Devlet’e karşı sorumlu İdi. Seçilen Pat­rik, Sultan tarafından huzura kabul edilir, “Kendisine (Sultân’a) sâdık kalacağı­na, Devlet’in kanunlarına riâyet edeceğine” dâir yemin ettirilirdi.(43) Esasen Pat­riğin beş kişinin huzurunda okuyacağı, “Devlet’e karşı sadâkatten ayrılmayacağı­na, sorumluluklarını yerine getireceğine, din adamı ve diğerlerinden hıyânetini gör­düğü kişileri araştırıp hemen yazacağına...” dâir bir “Yemîn-nâme”, vardı(44) Ama Patrikhanenin, bu sorumluluk ve yeminini unutarak, dinî görevini de bir ya­na bırakıp siyasetle uğraştığı, dolayısıyla bağlı bulunduğu ve pek çok nimetlerine erdiği Devlet’ine ihanet ettiği görülmektedir. Patrikhane bu çalışmalarım, tam bir serbestiyet içinde yapmıştır; zira kendisinin ve idaresindekinin ve idaresindeki ibadethane (kilise, manastır....)lerin dokunulmazlıkları, fermanlarla tâyin edilmiş ve teminât altına alınmıştı. Devlet, bu ibâdet yerlerinin iç kuruluşuna hiç karışmazdı; yani bütün kiliseler, iç işlerinde bağımsız olup, idâre işleri tamamen kendilerine ait idi.(45)
Devletin, diğer hristiyan azınlıklara olduğu gibi, Rumlara da yumuşak ve hoş­görülü bir idâre sistemi uygulaması; folklerik an’anelerine dokunmaması, onların benliklerini bulmalarına gitgide “bağımsızlık” düşüncesine dalmalarına yol açmış, dolayısıyla onun zararına olmuştur.(46) Zamanla fikir ve gaye birliği kurmuşlar; bunda da şüphesiz kiliseler büyük rol oynamışlardır,(47) Yıllar geçtikçe Rum Kili­sesi (Patrikhane) metotlu bir şekilde Millî dinîn ve millî duyguların idarecisi; ge­niş, büyük bir hazırlığın İdâre merkezi olmuştur. (48)
Önceleri, yeniden ibadethane inşasına ve tamirin, eski yapısına uygun bir şe­kilde olmasına, ekleme yapılmamasına dikkat edilirdi; yeni kilise yapılması da, iz­ne bağlı idi.(49) Fakat ülkenin bazı bölgelerinde, her şeye rağmen, yeni kilise ve ma­nastır yapılmasına izin verildiği de olmuştur(50). Özellikle Köprülü F.M. Paşa za­manında verilen birçok hakların arasında, kilise olmayan yerlerde, kilise yapılma­sı hakkı da vardı; yani, hristiyan bulunan her yerde kilise yapılabilecekti. Eflâk Beyi Kantemir Dimitrie, “Osmanlı İmparatorluğu Tarihi” adlı eserinde, Rumla­rın atasözü haline getirdikleri, “Köprülü, Jüstinianus’dan daha çok kilise yaptırdı” sözünü kaydetmektedir.^*) Bu davranış, Devletin çok zararına olmuştur. Zira ki­liselerin çevresinde kümelenip kültürel vb. faaliyetlerle milli duygulan uyanmıştır. Kilise görevlilerince uyandırılan ve devletin parçalanmasında büyük çapta tesirli olan bu duygunun, bir adı, gayesi ve hedefleri vardı. Şimdi, bunların neler oldu­ğuna ana hatlarıyla bir göz atalım.”
Megalo İdea, Gaye ve Hedefleri
Megalo İdea, “Büyük Fikir”, “Büyük Mefkûre-Ülkü” anlamına gelmektedir. Gayesi ise,. İstanbul merkez (başkent) olmak üzere, Bizans İmparatorluğunu en geniş sınırlarıyla dirilterek, Yakın Doğu’da büyük bir Yunanistan kurmak idi. (52) Halbuki Yunanlı (Rum) ların, bu diriltmek istedikleri, kendilerini vârisi saydıkları Bizans ile ne tarih, ne soy (ırk) ve ne de medeniyet bakımından hiçbir alâkaları bulunmamaktadır.(53)
Amaçlanan sınırları çizebilmek için seçilen hedefler ise şunlardı. Önce, Yuna­nistan’ı bağımsızlığına kavuşturmak; sonra da İyonyan Adaları (Yedi Ada) nı al­mak; Tesalya ve Epir’i ele geçirmek; Girit Adası, Oniki Adalar ve Kıbrıs Adası’nı; Anadolu’nun Sakarya’ya kadar olan kısmını (İstanbul dâhil) elde etmek ve niha­yet Karadeniz kıyılarını da zabtederek Pontus Rum Devleti’ni ihyâ etmek.(54)
İstanbul’un kurtuluş gecesi Patrik Vlll’nci Grigorius’un Yunanistan’a kaçma­sından sonra Patrikhâne’de yapılan aramada ele geçen “E Klisyasteki Altia”nın “Kara Kitap” ında ise, bütün Ege ve Türk Akdeniz; merkezi Trabzon olan eski Pontus: Arnavutluk kıyıları; Kıbrıs ve Oniki Ada, geleceğin büyük Yunan-Rum Devleti’nin sınırlan içinde gösterilmektedir. İstanbul, Doğu Roma İmparatorlu­ğu’nun merkezi idi.(55)
J. C. Voyatzidis ise, “Megalo İdea” yi, “Bizans-Yunan İmparatorluğu’nun di­riltilmesi Küçük Asya’nın Helenleştirilmesi; Balkanlar ve Anadolu’da Türk hâki­miyetine son verilmesi” şeklinde belirtmiştir.(56)
Daha sonra Venizelos’un ağzından, “Gençliğimden beri ben, Skiros Adası’nı (Ege Denizi’nin tam ortasındadır), Helenizm’in merkezi saymışımdır” şeklinde ifâde edilmiştir,(57)
Dimitri, Kitsikis: “Venizelos, başta İzmir olmak üzere, Marmara’ya kadar bü­tün Anadolu’yu; Kıbrıs ile birlikte, Ege adalarını; Trakya’nın tamamını ve İstan­bul’u istiyor” tarzındaki kaydı ile, onun emelinin boyutlarını belirlemişi ir.(58)
Atina Üniversitesi Öğretim Üyesi ve eski Eğitim Bakanı Prof. Dr. Luvaris de bir yazısında: “Bu fikir bir taraftan Yunanlı lığın coğrafi restorasyonu, Yunan kavminin bütün hâlinde yaşayabildiği ülkelerin tekrar kurulabilmesi... Eski Yunanis­tan (Bizans)’da, parçalanmış küçük devletleri, İlk defa birleştirme denemesi, bu fikirden doğmuştur” demektedir.(59)
Megalo İdea’nın Mâzisi
Megalo İdea’nın doğuşunun, İstanbul’un fethi ile bağlantılandığını hatta İs­kender’e kadar götürüldüğünü görüyoruz. Fâtih, İstanbul’u fethettikten sonra, bazı sebeplerle Patrikliği muhâfaza edince, hristiyan tebaa ve Kilise (Patrikhane) ya­vaş yavaş Türklere sezdirmeden eski Bizans’ın kurulması için çalışmaya başlamış­lardır. Nitekim Patriklik böylece Osmanlı Devleti’nin İçine yerleşince, Batı tarih­çileri: “Bizans’taki Osmanlı hâkimiyeti, Ayasofya’nın duvarlarına sürülmüş ba­
danaya benziyor. Altındaki mozaik putlar bozulmamıştır" demişlerdir.(60) Nite­kim, daha önce sözü geçen Luvaris: “F.S. Mehmed tarafından Bizans ülkesinin yıkılması, artık boyunduruk altına girmiş bu kavmin rûhundan bu zihniyeti sile­medi; bilâkis kuvvetlendirip derinleştirerek İslâm boyunduruğundan kurtulmak için sarsılmaz bir ümit uyandırdı” şeklindeki sözleriyle, öbürlerinin düşüncelerine ka­tılmaktadır(61)
Patrikhane ve Megalo İdea
Patriklik makamı, Bizans’ın dînî ve dünyevî olan iki yönlü iktidarının ayakta kalan tek taraflı devamı olmuş; yani Bizans, bu makamda yaşamaya devam etmiş­tir(62) Bu hususta da Luvaris: “Patrikhane, muayyen ölçüde, çöken ülkenin hak­larının mirasçısı haline yükseltildi. Patrik, hıristiyanlar için Bizans İmparatorlu­ğunun kıyafetini ve Bizans devlet alâmetlerini, bu arada iki başlı kartalı da aldı” diyerek Patrikhanenin pozisyonunu tâyin etmektedir.(63) Yavuz Selim’in, Suriye ile Mısır’ı fethettikten sonra İstanbul Patrikhanesine ökümenik (evrensel) ünvânını vererek Antakya ve İskenderiye Patriklikleri üzerinde nüfuz ve üstünlük sağla­ması, Papalık gibi göstermesinden sonra artık Megalo Idea’nın, hükümeti de var demekti (ve bugüne kadar da var olmuştur.)(64)
R. Janin Patrİkhânenin “Megalo İdea” ile olan İlgisini: “Yunanistan lehine eski Bizans’ı kurmak hayali peşinde koşan patrikhâne...” İfâdesiyle belirtiyor.(65) Gerçekten de Patrikhâne, Megalo Idea’nın bekçisi, Bizans dâvasının takipçisi, He­lenizm’in beslendiği, İhtimam gördüğü ve kışkırtıldığı, hattâ uzuvlaşmasına hiz­met edildiği yer olmuştur. Patrikhâne (ilerde kısaca belirtileceği gibi) din perdesi altında Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması, Anadolu topraklan üzerinde “Bü­yük Yunanistan’ın kurulması yolunda yoğun çalışmalar yapmış, hatta bu dâvada başarıya ulaşabilmek İçin bütün dünya Ortodokslarının, Türkiye’ye karşı birleş­melerini temin maksadıyla geniş propagandalara girişmiştir.
Bağımsız Yunanistan’ı Kurma Hareketi, Mora İsyanı ve Patrikhânenin Rolü
Patrİkhânenin faaliyetlerinin “abartıldığı” nın sanılmaması için, onun, Devlet’in içindeki pozisyonunun ve gücünün biraz daha açıklanması faydalı olacaktır: Fatih’in, Patrikhaneyi, sadece, İhyâ etmekle yetinmeyip, ona rûhânî ve cismânî imti­yazlar verdiği, hattâ onu “Millet Başı” yaptığı, daha önce kaydedilmiştir. Patrik’e “Millet Başı”, denmesi, Patrikhaneyi, bir çeşit “hükümet sarayı ”na çevirmeleri­ne yol açtı. Patrikte, âdetâ bir “hükümdar” oldu. Görevi sırf dinî olan “Sinod Meclisi’nden ayrı olarak bir de, “Müşavirler” adı altında en milliyetçi Rumlar dan oluşan “Osmani Meclis” kuruldu. Patrik dâimâ, hattâ Sultan’ın huzurunda bulunduğu zamanlarda bile göğsünde Bizans’ın sembolü olan ‘İki başlı kartal” resmi bulunan bir alâmet taşıyordu.
Patrik ayrıca, içeride de “mabeyinciler” bulunduruyordu: kendisiyle görüşmek, ancak bunların aracılığıyla, o da Özel izin alındıktan sonra mümkün olabiliyordu. Bu durum, Meletyos’un ayrılmasına kadar devam etmiştir.
Patrikhanenin, ancak hükümdâr saraylarına mahsus teşkilâttan olmak üzere bir de “matbah-ı âmire (saray mutfağı)”si vardı ki, bu da, son günlere kadar de­vam etmiştir.
Patrikhâne “kapı kâhyaları”, Hükümet nezdinde âdetâ birer “sefir-elçi” İdi­ler. Şu farkla ki, elçiler, Dışişleri Bakanına; onlar ise, Adalet Bakanı’na başvuru­yorlardı. O derece ki, meselâ, Rumlardan biri, herhangi bir sebeple zabıta tara­fından tutuklanırsa, kapı kâhyası Adalet Bakanlığına gider ve durumu âdetâ “protesto” ederdi.(66)
Vezir düzeyinde tutulan, Rum halkının çıkarlarını savunmak üzere Divan’a gi­rebilen Patriğin, böylece 1453’ten sonra kuvvet ve önemi artmıştı; “hiçbir Orto­doks hristiyan Fener (Patrikhâne)den geçmeden, Bâb-ı Hümayuna yaklaşamazdı ve Fener’de bu hukukî durumu Kilisenin gayelerine hizmet yolunda kullanıyor­du.(67)
Engelhardt, “Türkiye ve Tanzimat” adlı eserinde Patrikhanenin durumunu: “Rum Patrikhanesi, fetihten sonra nail olduğu haklar sayesinde hakikaten hükü­met içinde hükümet idi. Ve ilk kuruluşunun, garip bir şekilde tahrif edilmiş ve de­ğiştirilmiş olduğu inkâr edilemezdi. Doğu Ortodoks Mezhebindeki hıristiyanlar ın ırz ve namusu, servet ve samanı hiçbir kontrole tâbî olmadan- İstanbul Kilisesi, Reis’inin elinde idi. Patrikhâne, Ortodoksları sürgün ve hapis cezalarına mahkum ediyor ve vergi alıyordu. Piskoposları azlediyor, aforoz ve sansür gibi iki Önemli vasıtayı kötüye kullanıyor, elhâsıl birçok yönlerden medenî ve siyâsî hayatla ilgili görevlerin uygulanması sırasında hiçbir kayda tâbî bulunmuyordu. Fazla olarak hükümet Patrİkhânenin isteklerini uygulama mevkiine konmasını sağlamak için yar­dıma mecburdu”(68) diyerek belirtmektedir.
Görüldüğü gibi patrik, öteden beri kendisine tanınan imtiyazlar ve verilen hak­lar sâyesinde, halkı üzerinde büyük bir nüfuza sahip ol muştur ,(69) Ayrıca, Mora’- nın fethi ile Patrikhanenin dâiresi, daha da genişlik kazanmıştır.(70)Veri­len izinler sayesinde Patrik, piskopos ve papazlar, Ortodoks olan Bulgar, Sırp, Ar­navut ve Elenlerin, sadece ruhanî başkanları değil aynı zamanda siyâsî şefleri de olmuşlardı. Bu milletlerin, maddî olarak Türklerin, ruhanî olarak da Rumların hâ­kimiyetine tâbî oldukları, tamamen gerçektir. Böylece Rumlaştırılan Balkanların da, Rum kültür ve milliyetinin dayanağı, Patrikhâne olmuştur.(71) Bilinçli ve sis­temli bir şekilde millî duygular uyandırılmış, vâzlarla halkın kalbine hürriyet ar­zusu, milletin yeniden doğuşu fikri işlenmiştir. Patrİkhânenin, kilise ve okullarda eğitim-öğretim, dinî ayin perdesi altında Rumları teşkilatlandırması, İstanbul’un fethinden itibaren süregelmiştir. (72) Fetihten sonraki bu durumu Luvaris, “Hıris­tiyan halkın dinî ve ahlaki eğitiminin kiliseye bırakıldığını; dil ve din bakımından önceleri İlköğretim yapılırken, sonraları yüksek okulların da açıldığını” kaydet­tikten sonra, “böylece Osmanlı İmparatorluğunun birçok bölgelerinde Yunan fik­rinin önemli faaliyet merkezleri yaratıldı. Kilise, öğretim İçin tahsilli, yetişmiş pa­pazları kullandı veya kabiliyetli Rumları, Avrupa’da öğrenim yaptırıp, sonra bun­ları milletin Öğretmeni olarak mükafatlandırdı ve BDyük İdeal ‘in rahipleri haline getirdi. Bu fikir, mukaddes bir ‘kominion’ olarak, gizlice gençliğe aşılandı ve bu­nunla birlikte Hıristiyan Grek fikrinin kıymetleri de tanıtıldı(73) şeklinde ifade et­mektedir. Aynı yazar bu ifadesine, “okulların çoğaldığını; her tarafta hissedilme­ye başlanan öğretmen ve Öğrencilerin, nihayet Fransız İhtilâline götüren fikirleri beslediklerini” de eklemektedir.(74) Patrikhâne, bu eğitim kuruluşlarında Yunan dil, mefkûre (ülkü) ve geleneklerini öğretmekte;(75)özellikle Megalo İdea’nın ger­çekleşmesinin ön hazırlıklarından olmak üzere, Yunanca Öğretme faaliyetlerini yo­ğunlaştırmaktaydı.(76) Patrikhâne, Rum okullarında Türkçe okutulmasını da ya­saklamıştı.(77)
Fenerli Rum Beyler, Devletteki Görev ve İhanetleri
Fâtih, Rum zadegânına mensup gençleri saraya almış; bunlar, birer Osmanlı olarak önemli idâri mevkilere gelmişlerdir. Rum Mehmed ’den başka, Paleologos’ lardan Has Murat Paşa ve kardeşi Mesih Paşa, bunların en meşhurlarıdır. Bunlar­dan, önemli mâlî işleri Üzerlerine alanlar da olmuştur. Fatih’in Dîvan’ında, Batı’- ya gönderilen siyâsî yazılar ve antlaşmalar “Rumca” yazıldığı için,(78) yazmada, Rum kâtipler kullanılıyordu.(79)
Dini, Fener (Patrikhâne)’in çevresinde tanınmış Rum aileler vardı; bu semtin adıyla onlara “Fenerli Beyler” denmiştir.(80) Patrikhane, her türlü dil öğrenimi ya­pan bir okul açmıştı. Fenerliler de, çocuklarını burada okutarak birkaç dil öğren­melerini sağlıyorlardı.(81) Türkçe, Arapça ve Farsça ’yı mükemmel bir şekilde Öğ­rendikleri gibi, Fransızca ve İtalyanca’yı da öğrenirlerdi(82)
Patrikhanede birçok yan dini, yarı taik görevlerde bulunan, milletlerarası si­yasete vakıf; birkaç Batı dilini bilen kişilerden Bâb-ı Ali’ye, Avrupa ile ilişkileri sağlanan memurlar çıkıyordu(83) Patrikhane yarı dini görev alan Fenerliler,(84) Devletin iç, dış ve askeri işlerinin mercii, Padişahın mutlak vekili Sadrazam (Baş­bakan) ’m dışişlerinde yardımcısı Reîsü’I Küttab (Dışişleri Bakam) ile Divân-ı Hu- mâyun (Kabine)’da görev almışlardır. Sadrazamlardan bazıları okuma-yazma bil­mezlerdi. Dışişleri Bakanları okur-yazar olmakla beraber, birçokları Avrupa dev­letlerinin durum ve tarihlerinden habersizdiler. Bu sebeple iki makamın da yaban­cı devlet elçileriyle ilişkilerini, Kabine tercümanları idare ederlerdi. Bu durumda Fenerlilerin, Devlet’in kaderindeki oynayacakları rolün büyüklüğü, ihanetleri ha­linde ise, hayati bir tehlike yaratacakları aşikârdır(85) Ayrıca onlara, “Tersane Tercümanı” unvanıyla Adalar İdaresi verildi; Donanma tercümanlığı da onlara tevdi edildi.(86) Ve yine 1821 ’e kadar, Devlet’e bağlı Eflâk ve Buğdan’ı idareye başla­mışlardır.(87)Rumların yaşadığı bütün toprakların idaresinin, slavca “Hospodar; Prens, Bey” adıyla anılan bu kişilere verildiğini görüyoruz.(88)
Devlet, Rumlara duyduğu güven sebebiyle, onları öz evlâdından ayırt etme­miş, hattâ onları, daha hayati ve önemli görevlere getirmiş; yıllarca değil, yüzyıl­larca onlardan şüphelenmemiştir. Bunlardan, sadâkat gösteren, dürüstçe hizmet edenler olmakla beraber, güveni kötüye kullanarak ihanette bulunanlar çoğunluk­tadır. Bu ihanetlerin; Devlet’in 18.yy.daki buhranlı döneminde yoğunlaşıp, Yu­nan istilâsına kadar sürdüğü görülmektedir. (89) ihaneti tesbit edilenler cezalandı­rıldıkları halde, yine de faaliyetlerini durdurmamış, hattâ belgelerin tercümesin­de, verilen talimatta, raporlarda işlerine gelen değişikliği yaparlar; asıl gayeleri olan Devletin başına dertler açmak için sebepler bulurlardı.(90)
Voyvoda olarak görevlendirilen Rum Beyleri, Balkanlar’da Türklük aleyhine kışkırtmalarda bulunmuşlardır.(91)
Fenerliler, özellikle Dışişlerinde en önemli görev ve role sahip olduktan sonra, mâtıen bağlı bulundukları patrikhânenin telkinleriyle ustaca hazırlanmış olan ve tarihlerin “Fetret-i Rum” adım verdikleri kanlı, kirli... hareketin temel unsurları oluyorlardı.(92) Gösterdikleri büyük gayretlerin amacı Yunanistan’ın bağımsızlığını sağlamaktı(93) Bu konuda Patrikhâne ile tam bir İşbirliği içinde, hatta bu kuru­mun hizmetinde olduklarını, Patrikhâneye yapılan baskında ele geçirilen belgeler arasında, Fenerli Rum Beylereden alınan, Devletin gizli hazırlıklarını ihtivâ eden evrâkın bulunması ispat eder durumdadır.(94)
Fener Rumlarının çoğu -ilerde açıklanacak olan-, Yunanistan’ın bağımsızlığını sağlamak amacıyla kurulan Etniki Eterya Cemiyeti’n üyesi olmuş(95) ve yardımda bulundular(96)
1821. ’de Mora byânı’nın patlak vermesi üzerine, bu.isyânın hazırlanmasında büyük gayretleri olan, Fenerin bu tarihi âlimlerinin birçoğu memleketi terk ederek Yunanistan’a ve Avrupa’nın diğer ülkelerine gidip oralarda yerleştiler.(97)
Etniki Eterya Cemiyeti, Gaye ve Faaliyetleri
Etniki Eterya(98), “Megalo İdea” ya hizmet gayesiyle 1814’ de Odesa (Hocabey)’de kuruldu(99)Kurucu üyeler Rusya’ya gidip, oradaki tüccarları Üye yapmış, Çorum müşaviri olan Kapudistriya’nm aracılığıyla Çar ile de görüşüp, onun itti­fak ve yardımına mazhar olmuşlardır.(100) Kuruluşundan dört yıl sonra Cemiye­tin merkezi İstanbul’a nakledilmiştir.(101)
Patrikhâne ve Etniki Eterya
Patrik (Grigoryus) ile birçok metropolit ve din adamı, Eterya’ya Üye yapılmış­tır; zira Eterya’ nın asıl gayesi, Patriğin idaresinde olmak üzere, eski Bizans İmpa­ratorluğunu diriltmek idi(102) Patrik ve diğer din adamlarının, halkın üzerindeki tesir ve yetkilerinden, daha önce söz edilmişti. Hal böyle olunca, Patrikhânenin, bu dâvanın dışında kalması düşünülemez, hatta bu uğurda çalışması tabii idi. Ni­tekim öyle de olmuştur. Patrikhâne, kuruluşundan, 1919’a kadar bu cemiyetin mer­kezi hâlinde çalışmıştır(103) Eterya, dini imtiyaz ve nüfuzları sebebiyle metropolit hanelere el atmış, onlar da âdeta kucak açmışlar; buralarda teşkilat meydana getirilmiş ve sonra da bu kuruluşlar genişletilmişti(104) Böylece, sadece Patrikha­ne değil, kiliseler, hatta Rum okulları, Eterya ‘nın birer şubesi halinde çalışmışlar;(105) bundan da öte Patrik, Eterya işlerini terviç eden bir şahıs olmuştur(106) Burada, pek çok örnekten birkaçını vermek isteriz: Çar’ın siyasi müşaviri Jan Ka- pudistriya’nm, Patrik Grigoryus’a yazdığı mektuptaki, "Büyük zorluk yenildi. Şim­di mukaddes emelimiz, Çar Hazretlerinin yatak odasına kadar girdim.." şeklinde kullandığı ifade, Patriğin, bu dâvâ ile ne kadar çok yakından ilgilendiğini göster­meye yeter sanırız.(107)
Eterya’nın Gn. Bşk. A. İpsilanti’de Kişmev’e gelerek Patrik’le gizli haberleşme­de bulunmuş, kilise görevlileri vasıtasıyla faaliyet gösterilmesi kararlaştırılmış(­108) Grigoryus imzasıyla Manya Beyi’ne, Eterya ıstılâhâtı üzere başı örtülü bir tavsiye mektubu yazılmıştır. Şöyle ki: “Ulûm-ı Yunâniyyenin neşri İçin” diye, Patrik tarafından emrolunmuştur. Târih-i Fetret’de, “Ulûm-ı Yunâniyye”, Eterya’nın şifreli dilinde “İstiklal dâvâsı”; “Mekteb-i umdûmi” ise, “Rum Devleti” diye yazılıdır. (109)
Gn.Bşk. İpsilanti tarafından,” Rumeli ve Akdeniz (Ege) adalarında oturan Rum milletinin ruhâniyetli ve hürmetli metropolitleri” diye başlayan, isyâna teşvik ve tahrik edici ilân-nâmesini Ege ve kıyı adalarına yaymak Üzere Dimitri Temelli gö­revlendirilmişti. Temelli, görev yerine giderken İstanbul’a uğramış, o zaman do­nanma tercümanı olan N.Morozi’den ve bu ilânnâmenin mânâsını teyid etmek üzere Patrik Grigoryus’dan, rûhâni başkanlara hitaben bir tavsiye mektubu almıştır.
“İlâhi merhamet nazarının nâili Grigoryus” şeklinde başlayıp, “Kardeşiniz ve duacınız İstanbul Patriği” şeklinde biten ve “fi 1 Kânûnu-evvel, sene 1820” tari­hini taşıyan mektup, Târih-i Cevdet’in 11. cildinin 250-1. sayfalarında 18, A. İpsilanti ‘nin ilân nâmesi ise, 248-50. sayfalarında 17 numara ile kayıtlıdır.
Mora İsyanı (12 Şubat 1821)
Eterya ajanları, Ortodoks kilisesi ile sıkı bir işbirliği halinde çalışmışlar ve Mo­ra isyanı, Patrikhanece tezgâhlanmış, yani bu ayaklanmanın asıl çıban ve fesat başı. Patrik Grigoryus olmuştur(110)
İsyanın bayraktan da, bir ruhanidir. Eterya’nın Mora şubesi başkam olan Patras Piskoposu Germanos, üstünde Meryem Ana’nın resmi bulunan bir bayrağı aça­rak, “Ey Yunan Milleti! Artık uyanın, Türkleri öldürün!” diyerek ilk hareketi baş­latmış ve isyan, hızla yayılmıştır.(111)İsyânın, din adamlarınca başlatıldığını Makarios, gazeteci N.Karagil’e:...Belki mâlumunuzdur, 1821’de Yunan ihtilâline de Kilise önderlik etmiş, ilk ihtilaf bayrağını papazlar açmış ve böylece Yunanistan elde edilmiştir. Hürriyet için çalışmak, Hıristiyanlığın baş idealidir” diyerek açık­lamıştır.(ll2) Gerçekten büyük rütbeli ruhaniler, isyânın idaresini ele almışlar(113)Paskalya gecesi, bir baskınla Türkleri yok edeceklerine dâir haberi köy ve kasaba­lara duyurmak üzere papazlar gönderilmiş, onlar da bu haberin, gününden önce kimseye duyurul maması için yemin ettirmişlerdir. Kıbrıs’ta da aynı hareketi tek­rarlamak istedikleri, bilinen bir gerçektir.
Eterya’nın merkezinin Patrikhane, şebekenin başının da Patrik Grigoryus ol­duğu hususunda şüpheleri olan Sultan II. Mahmud ile Sadrazam Benderli Ali Pa­şa, durumu açığa çıkarmak İçin didiniyorlardı. Mora isyanının alevlendiği günlerde, Rus İdaresine geçen Kırım’dan gelen Yunus Bey, B. Ali Paşa’ya Rusya’nın yap­tırdığı kiliselere, Patrikhanenin yetiştirdiği “güvenilir Papazlar” ın, tâyin edildiği­ni anlattı. Eterya’nın Rus Sarayı’nı elde ettiğini ve Megalo ¡dea Plânının, Patrik Grigoryus tarafından hazırlandığını ifade eden Yunus Bey, bunlarla ilgili belgeler­de getirmişti.” (ll4)
Patrikhânenin Aranması, Ele Geçen Belgeler ve Patriğin İdamı
Sadrâzam, Yunus Bey’in, büyük kısmı belgelerle isbatlanan açıklamalarını, Padişah’a arz etti. Padişah, ihaneti tahmin etmekle beraber, duydukları karşısında dehşete düştü. Eğer çabuk davranmaz ve tedbir almazlarsa, ülkenin varlığı, ciddî bir tehlikeyle karşı karşıya kalacaktı. Avrupa devletlerinin, Osmanlı Devletine yük­lenmek için bahane aradıklarını bilen Padişah kısa bir tereddüd geçirdiyse de, âni bir baskınla Patrikhânenin aranmasını kabul etti. Patriğin, Patrikhânenin çevresi­ni çevirttiği yüksek duvarların, civarında, gereken tedbirler alındı. Patrik, her ne kadar arama ihtimâlini hesaba katmışsa da, tedbirli ve dirayetli Ali Paşa’nın mü­kemmel (plânı sonucunda ihanet belgeleri ele geçmişti. Bunların içinde Morali M kaptanlara yazılan mektuplar, İstanbul’daki hazırlıklar için verilen bilgiler, Dışiş­leri Bakanlığında çalışan Fenerlilerden, Devlet’in gizli hazırlıklarıyla ilgili bilgiler; İngiliz ve Fransız elçiliklerinden alman malumat, özellikle Rusya’daki hamlık saf­haları; Odesa’daki Eterya’dan gönderilen silâhlar; dünya Ortodoksluk âlemine hitap eden yardım beyannameleri; yardımlara âit makbuzlar..., hepsi ele geçmiştir. Pat­rik, bunların hiçbirini inkâr etmemiş, suç ortaklarının tesbit edilmesine rağmen, bütün suçu üzerine almıştır(114). Patrik için bir “yafta” hazırlanmış; bütün mel’anet ve fesadcılıkları yazılmış, diğerlerine ibret olması için asıldığı beyân edilmiş­tir(115).
Patrikhâne ve Rumiar, en çok Ruslarla anlaşmakta ve onlarla çalışmaktaydı­lar. Türkiye’de bulunduğu sürece Türklük aleyhine büyük gayretler göstermiş olan meşhur Rus Elçisi Gnl. Ignadyef hâtırâtında, “Patrikhâneye gittiğinde, Patrik Yér­manos, sohbet esnâsında, patrikhanedeki İnşaat sırasında çıkan bir sandıkta bulu­nan, Grigoryus’un, Çar Aleksandr’a gönderdiği mektubun müsveddesini bana oku­du. Ölen Patriğin, Türkleri dünya siyâsî ve askerî hayatından korkulacak bir var­lık olmaktan çıkaracak, hattâ bağımsız bir millet olabilmekten mahrûm edecek çok dikkate değer tavsiyeler ihtiva ediyordu” diyor ve “maalesef iş işten geçtikten sonra anladığım bu tavsiyeler şunlardı” deyip sıralıyor.(116)
Âsîlerce Yunanistan’ın Bağımsızlığının İlânı ve Bağımsızlığının Tanınması
Din adamları ve yabancıların tahrik teşvik ettikleri, hattâ yardımda bulunduk­ları âsîler, hedeflerine ulaşmak için büyük bir azimle harekete geçmişlerdir. Plâna göre, “Paskalya gecesi bir baskınla Türkler yok edilecek, Osmanlı donanması ele geçirilecek veya yakılacak, Padişah II. Mahmud kaçırılacak” idi. Ancak bu plân, gerçekleşme ortamı bulamamıştır.
Epidavros’ta toplanan âsîler, Yunanistan’ın bağımsızlığım ilân ettiler (15,1.1822)-(117). Bir Millet Meclisi ile, Kabine kurdular, Hükümette, din adamla­rı da görev aldılar(118).
Rusya, İngiltere ve Fransa, âsîlere destek verdiler. (20 Ek. 1827) de, Medeniyet tarihi için bir yüz karası olan ve tarihe “Navarin Faciası” diye geçen olayı gerçek­leştirdiler. Yani, savaş bayrağı çekmeden, bir dost gibi limana girdiler ve birden bire ateş açarak Osmanlı donanmasını imha ettiler(119). Avrupalılar, bu kalleşçe hareketi büyük sevinçle karşıladılar. Bu olay, Mora’da üstün olan Türk kuvvetle­rini, yenik duruma düşürdü. Edirne Antlaşmasına göre (14 Ağ. 1829) Yunanistan bağımsız olmuş, sonra da tam bir bağımsızlığa kavuşturulmuş (9. Şub. 1830),(120) İstanbul Kongresi ile de bu bağımsızlık tanınmıştır (26.Ar.1832).(121) Böylece Me­galo ideanın ilk hedefine ulaşılmıştır(122).
Yunanistan’ın Genişleme Politikası ve Başarıları
Bağımsız Yunanistan’ın kurulması, Megalo Îdea’nın gerçekleşmesi konusunda beslenen ümitleri kuvvetlendirdi. Bu hususu Luvaris: “Kurtarılmış küçük bölge, mahrumiyete katlanmaya ve Helen idaresinin tahakkuku için çalışmaya devam et­ti. Yaratıcı tesir bakımından şimdi bu fikir, yeni bir safhaya gidiyordu. Henüz bü­yük kısmı boyunduruk altında bulunan milletin ümidi, artık bu bağımsız köşeye çevrilmiştir” şeklinde belirtmiştir(123).
Kolonel Lamuş ise, bu konuda: “Yunanistan, artık Türkiye’ye tamamen ya­bancı bir krallık haline gelmiş olmakla beraber, hür olan Rumlarla, Osmanlı Dev­leti sınırları içinde, bu cümleden olarak büyük Rum kütlelerinin bulunduğu İstan­bul ve İzmir’deki milyonlarca ırkdaşlarıyla aralarında gerçek bir menfaat birliği vardır. Onlar için, 1830’da kazanılan bağımsızlık, ’Büyük Yunanistan’ın, merkezi Konstantin’iyle olacak Rum (Yunan) İmparatorluğunun ihyasına bir başlangıçtan baş­ka birşey değildir”(124)demektedir.
Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi Tuvanel’in, Çok Anlamlı Mektubu
Fransa’nın, İstanbul Büyükelçisi M. J. Tuvanel’in; 9 Ey. 1859’da Fransa Dı­şişleri Bakanına, Atina’dan gönderdiği ve ölümünden sonra Dışişlerinin izniyle ya­yımlanan mektubunda, şu dikkate değer hususlar yer almaktadır:
“İstanbul’a giderken, Atina’ya uğrayarak Yunan Kralı’na, Türkiye ile yeni bir savaş vesilesi aramaması için, İmparatorluğun, uzun samimi tavsiyelerini iletme­mi emir buyurmuştunuz. Bu görevi yerine getirmeye çalıştım; fakat, maalesef mu­vaffak olamadım. Çünkü Yunanistan’da bakkalından çobanına kadar herkes, Türk­iye’nin zararına toprak kazanmayı düşünüyor. Bu arzunun, sınırı da yoktur. Öyle ki, ile gaye olarak Selânik’ten bahsedilirken, şimdi İzmir ve çevresini istiyorlar. Ruhaniler ise, İstanbul’a yeniden ‘Konstantinapol’ adının verilmesini sağlayacak olan, Ayasofya’nın ‘Sent-Sofi’ olarak söylenmesini temin edecek Yunan zaferinin hasret zedeleridirler. Her Yunanlıya bu fikir, beşikten mezara kadar, maharetle telkin ediliyor. Kırım savaşlarının cereyanı sırasında Yunanistan, Osmanlı ordularına sal­dırmaktan menedildiği için, kendisinin velinimeti olan İngiltere ve Fransa’ya bile tehevvür ve hiddet içindedir. Kraliçe Amelis, bana soğuk bir tavırla: Ali Paşa, bü­tün Avrupa siyasilerini arkasından sürükledi. Bir Türk’ün mahareti, bize olduğu kadar, sizlere de elem vermelidir’ dedi. Yunan Milletinde, Osmanlılara ve umumiyetle Türklüğe karşı olan bu derin kini, Moskova’da görev yaptığım zamanlar, Kuş­larda dahi müşahede etmedim. İnancım odur ki, Yunanlılar, Türklere karşı hiçbir zaman ve her türlü durum ve şartlar altında dostluk gösteremeyeceklerdir”(125)
Eterya hazırlıklarım sürdürürken, propagandanın önemini kavrayan Yunanis­tan, daha 1830’larda, çeşitli dillerde, Türklerin aleyhine kitaplar yayınlamış ve bu çalışmalarda Patrikhâne de önemli görev yapmıştır (126). Nitekim propagandalar meyvesini vermiş, yabancı devletler, Yunanistan’ın genişleme politikasına hizmet etmişlerdir. 1878 Türk-Rus savaşında Yunan orduları, Rusya’ya yardım görümünde Tesalya’ya girmişler, buna karşılık Rusya da, Tesalya sancağının onlara bırakıl­masını sağlamış, böylece Yunanistan, sınırlarını kuzeye doğru ilerletmiştir(127).
Balkan Savaşı ve Yunanistan’ın Kazandığı Topraklar
1909’da askeri darbe ile Başbakan olan Venizelos, hiç vakit kaybetmeden Me­galo Idea’nın gerçekleşmesi faaliyetlerini devam ettirmeye koyuldu. Bunun için­de, Balkan Ülkeleriyle birlik kurmak istedi. Balkanlarda gelişmekte olan siyâsî faaliyetlere, Patrikhâne yoluyla karışmayı tercih etti. Gerçi bu konuda Rusya da destek oluyordu; fakat, en iyi ortamı hazırlayan, Patrikhâne oldu. Patrikhânenin, birleş­melerini sağladığı üç devlet (Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan), bütün sınırlar­dan Osmanlı topraklarına saldırmışlar ve böylece Balkan Savaşı başlamış oldu (1912). Ve yine Patrikhâne Makedonya, Tesalya ve Epirdeki Rumları, kilise aracı­lığıyla harekete geçirerek Türk ordusunu arkadan vurmakla, büyük bir hüner gös­termiştir. Bu savaş sonunda, İstanbul hariç, Türklerin, Avrupa’daki varlığı sona ermiştir. Yunanistan, Berlin Antlaşmasıyla Selânik’i, topraklarına katmayı başardı. Yunan donanması da Ege adalarını işgal etti. Böylece savaştan çok geniş toprak kazanarak en kârlı çıkan, Yunanistan oldu. (Ağ. 1913) Bükreş, (Kas. 1913) Atina ve İstanbul Antlaşmalarıyla Selânik, Kavala ve Işkodra elden çıktı. Böylece Ma­kedonya, Epir ve Ege Adalarını alarak Yunanistan bir hayli büyüdü(128).
Balkanlı yazarların ortaya koydukları belgeler, Rumeli ve Balkanların, Türk- lerin elinden çıkmasında Patrİkhânenin büyük rolü olduğunu ispatlamaktadır.(129)
Girit Ayaklanması ve Adanın Yunanistan’a Katılması
Osmanlı Devleti’nin birçok yerinde olduğu gibi, Girit’te de, Eterya’nın bir şu­besi açılmıştı. Eterya’nın ayanları, Patrikhâne ile sıkı bir işbirliği hâlinde çalışma­ya başlamışlardır (130). Yunanlılar, gemilerle savaş malzemesi gönderiyor, silahlandırılmış eşkıya, Yunanistan ve papazlar tarafından kışkırtılıyordu(131). Atina ve Patrikhânenin aralıksız tahrikleri sonucu patlama, Hanya’da olmuştur. Bu hare­ketler, Rum papazların liderliğinde düzenlenmiş, başlamış ve tırmandırılmıştır. İh­tilâlin hazırlanmasında da büyük rolü olan Retimo Piskoposu Diyonitos (Malaka)ki bu zât, Heybeli ada Papaz okulunda yetişmiştir- Epitropi komitesinin baş­kanı idi ve isyânın idareciliğini de üzerine aldı,(132). Bu isyânın elebaşılarından biri de, papaz Sofyanos idi. Papazlar, din işlerini bırakmışlardı. Patrikhâne İle el ele veren Atina Metropoliti, durmadan kiliselere gönderdiği emirlerle halkın, İsyancı­lara katılmasını ve her türlü yardımda bulunmasını istemekteydi. Birçok papaz da silâhlanarak bu ayaklanmaya fiilen katılmış, İsyancılar İçin Yunanistan’dan bir hayli para ve silahta getirmişlerdir”(133). Patrikhâne ve Türkiye’deki Rumlar, âsîleri bü­yük ölçüde desteklemişlerdir. Bu destek maddî ve mânevi olmaktan da öte, fırsat buldukça gönüllü olarak harekâta katılmak suretiyle fiiliyata dökülmüştür(134). On­lara para ve silâh yardımı yetiştirmelerinin yanında, ayaklanmanın idaresi, Pat­rikhanece üstlenilmiştir(135). Gnl. Arıburnu’nun, “O tarihlerde yayınlanmış olan ve olayları inceleyip değerlendiren Türk ve yabancı eser (belge) lerden alınmıştır” de­diği pasajlar birisi de: "... Rumlar arasında ve bilhassa Rum Patriğinin sevk ve idâre ettiği kilise ve rahipler aracılığıyla çok mikyasta yardım ve her türlü silâh, teçhizat yardımı toplanmış ve Girit âsîleri nin icrayı vahşet ve habaset eylemede devamları sağlanmıştır”(136) şeklindedir.
Aslen Giritli olan Yunanlı yazar N. Kazancakis’in kaydettiğine göre kiliselerde papazlar, mihrapların altına gömülmüş silâhları topraktan çıkarmışlar; yani kili­seler, silâh deposu haline getirilmişlerdir”(137). İsyan sürüp giderken, yine yabancı devletler işe karıştılar; önce adalı müslüman ve hıristiyanlardan, karma bir “meclis” kuruldu. Bu, Ada’nın, bir nevî “bağımsızlığı” idi, Hattâ büyük devletlerin kabu­lü, Bâbıâli’ninde onayı ile Ada’ya bir de hıristiyan vâli tâyin edildi.(138).
6 Ek. 1908’de (Atina’nın kışkırtmasıyla), Girit Genel Meclisi, Ada’nın, Yuna­nistan’a katılmasına karar verdi.(139) 6 Ek. 1908’de (Atina’nın kışkırtmasıyla) Gi­rit Gene) Meclisi, Ada’nın, Yunanistan’a katılmasına karar verdi(140). 13 Ar. ak­şamı Şira’dan, Kaşot’a gelen râhip Fotyos’un, “enosis" haberi üzerine yerli Rumlar toplanarak, Türklere, ağızlarına geleni savurdular. Papazlarla, Mâhutsfakya Piskoposu, Türk Bayrağı’m yerlerde sürükleyerek dolaşmışlar, kiliselerde ayinler yapmışlar, paralar toplayıp Atina’ya göndermişlerdir(140).
Uzun süre devam eden Girit buhrânı, nihayet 29 Ey. 1913’de hukuken de Yu­nanistan’a teslim edilerek son bulmuş oldu(141). Özellikle Balkan Savaşı’na son ve­ren 30 May. 1913 Londra Antlaşması (7, Mar.)’ na göre Osmanlı Devleti, Ada Üzerindeki bütün haklarından vazgeçti(142).
Batı Trakya ve Oniki Adaların Yunanistan’a Geçmesi
Balkan Savaşında Selânİk ve Makedonya’nın bir kısmını alıp Karasu’ya daya­nan Yunanistan, bu defa gözünü B. Trakya’ya çevirmiştir. Megalo idea uğrunda asırlarca pusuda beklemesini bilen Rumlar, uygun zamanlarda harekete geçerek paylarına düşeni alıyor ve “büyük hedefe doğru adım adım yaklaşıyorlardı(143).
Nihayet, 27 Kas. 1919’da Paris yakınlarındaki Nevilly’de yapılan bir anlaşmayla B. Trakya, Yunanistan’a ikram edildi.
1944 Ekiminde Almanlar geri çekilirken Adaları, eski sahibi olan Türkiye’ye teklif etmişlerse de, teklif zamanın hükümetince kabule şayan görülmeyip reddedilmiştir(144).
Savaş sonrası Adaları, bir süre müttefik askerlerinin elinde kaldı. Türkiye’nin gaflet sonucu reddettiği adalar, İtalyanların da geri çekilmesi üzerine Yunanistan hemen sahiplendi. Müttefikler, 1947’de Paris’le yapılan bir antlaşmada Adaları, Yunanistan’a verdiler(145).
Fener Patrikhânesi ve Yunanistan
Rum Ortodoks Kilisesi, Yunan tarihinde önemli bir fonksiyona sahipti. Bağım­sızlaştıktan sonra bir hayli genişleyen Yunanistan, hedefine ulaşabilmek ve Türki­ye’de başarılı olabilmek için, daha önce çok faydalandığı, Türk topraklarındaki kiliseleri, Türklere karşı tahrik ve baltalama vasıtası olarak kullanma kararı aldı(l46). Bu karar gereği, esasen 1908 inkılabı üzerine faaliyetlerini arttıran Patrikhaneyi, 1910’da başbakanlığını mutlak olarak gören Venizelos, yarı resmi de olsa, Yunanistan’la birleştirmeyi, siyâsî programının ilk maddesi olarak kabul etmişti. Çünkü Bizans’ı ihya etmek, bu hülyanın millî bir siyaset haline gelmesi için mutla­ka Patrikhânenin faaliyetleri ve tahriklerine ihtiyaç vardı. Zira Patrikhânenin, daha önceki büyük hizmetleri bilinmekteydi. Venizelos bu husustaki düşüncelerini: “Patrikhâne, Yunanistan’ın emrine girmelidir, bu suretle, birleşmiş bir patrikhâ­nenin, ilerideki millî davalarda rolü pek büyük olacaktır” şeklinde ifâde etmiş­tir(147).
Girit’ten, başbakanlık görevini almak üzere ayrıldığında, papaz kıyafetiyle gizlice İstanbul’a gelerek bir Rum’un evinde bir hafta kalmış ve Patrikhâneye, esas prog­ramı dâhilinde yeni bazı tâlimâtlar vermiştir. Bundan sonra artık Patrikhâne, Yu­nanistan’ın, Türkiye’deki icra vasıtası hâlinde gelmiştir(148).
Tarih boyunca toprak isteklerini destekleme konusunda dini, siyâsî bir silâh olarak kullanmış ve ondan, büyük ölçüde faydalanmış olan Yunanistan(149), böy­lece dışarda, Patrikhâne gibi önemli bir dinî kuruluşun tekrar desteğine kavuşmuş­tur(150). Nitekim Patrikhâne, Yunan Hükümetinin emrine girmekle, Türkiye’de en kudretli bir tahrik şebekesi ve merkezi olmakta kusûr etmemiştir. Hattâ daha o sıralarda Patrikhane’nin, Venizelos’la uzlaştığını öğrenen Patrikhâne mensubu bazı fesatçılar, İstanbul’da, İlk isyan ve İhtilâl tohumunu ekmeye, taşkın hareketlerde bulunmaya çalışmışlar, bunun üzerine 1910 Eylül’ünde Hükümet, Patrikhaneyi as­kerî kordon altına almak zorunda kalmıştır(151).
Venizelos, bundan sonra İstanbul merkezini tamamıyla düzenleme ve onu ta­mamlamayla siyâsî ve fesad ocağı haline getirme zamanının geldiğine inanarak, başta patrikhâne olmak Üzere kiliseleri, bütün Rum okul ve kuruluşlarını teşkilatlandırmıştır. İstanbul’daki vâsıtalar şunlardı; Patrikhâne teşkilatı, Zagrofyan ve Zapyan liseleri, Beyoğlu’ndaki Edebi Silagoz (Kulüp); İstanbul’un çeşitli semtle­rindeki Rum kulüpleri, Anadolu’daki okullar, yetimhane ve hastaneler; Rumca gazeteler(152).
Patrikhânenin düzenlenmesi ve tamamlanması zaruri görüldü. Bu maksatla ilk iş olarak Karaman asıllı Patrik uzaklaştırılarak, 1919 Kasımında yerine, Yunanis­tan’ın direktiflerine harfiyen uyacağına inanılan Deroteos getirilmiştir. Böylece Patrikhâne yavaş yavaş Osmanlı Hükümetinden bağlantısını kesmeye başlayarak, “Doğu Büyük Kilise Merkezi” sıfatıyla kendine has bir “bağımsızlık süsü vererek ahdî ve İdâri hukuka aykırı bir tarzda dışarıdaki birçok siyâsî kurumlarla ve Batı Kilisesi İle ilişkilere girmiştir. İçeride de tam anlamıyla bir İhtilâl idareciliği faali­yeti gösterme sebepleri ve zemini hazırlandı(153).
Venizelos, mevcut teşkilâtı yeterli görmüyor, kısır buluyordu. İstanbul Rum­luğunu bu türlü propagandaya ve teşkilâta müsâit bir kitle hâlinde görmek istiyor­du. Bu sebeple Patrikhâne nezdinde, siyâsî temsilci olarak Kanelopulus’u, askeri temsilcilik için Girit sergerdeliğinden yetişmiş olan Albay Kanamakis’i görevlen­dirmiş; Yunan Konsolosu olarak da Kemaris’i, İstanbul’a yollamıştır.
Ancak, Patrikhânenin cismâni ve rûhânî kadrosunda takviyesi gerekliydi. Bu maksatla Drama, Amasya, Ankara, Inoz, Vize, Çanakkale, Trabzon ve Kayseri Metropolitleri İstanbul’a getirtilerek Rûhânî Meclis’e, geçici üye sıfatıyla iştirak ettirildiler. Patrikhâne bu uygulamasında, Hükümete karşı hiçbir bağlılık kaydı göstermeyerek bağımsız hareket ediyor ve bazı konularda bilhassa Venizelos’un fikir ve talimatım almakla yetiniyordu. Böylece dîni kisvesinden sıyrılan Patrik­hâne, Yunanistan’ın, Türkiye’deki bir otoritesi haline gelmiş oluyordu. Patrikhâne, çalıştırdığı binleri aşkın merkez Üyeleri, doktorlar, öğretmenler, eczacılar, mü­fettişler, yazarlar, tercümanlar, mühendisler ... gibi münevverlerden teşekkül eden büyük bir teşkilâtla faaliyet gösteriyordu(154).
Patrikhâne, (Tem. 1919) kapısı üzerine çifte kartallı “Bizans Bayrağı” nı asa­rak adeta bağımsızlığını ilan etti. Bütün işlerini ise, birinci derecede, İstanbul Yu­nan Siyâsî Temsilciliği; ikinci derecede ise; müttefik temsilcileriyle görmeye başladı(155).
Daha önce belirtilen “temsilcilik ve eski unsurlardan ayn olarak Aralık 1912’den itibaren yeniden düzenleme, tamamlama ve kısıtlama suretiyle dokuz cemiyeti or­taya çıkmıştır(156).
Bu cemiyetler, aslında Patrikhâneye bağlı olmakla beraber, idareten askerî ve siyâsî Temsilciliklere bağlı gösterildiler. Takviye için mâli yardım da Yunan Kızıl­haç’ı, Atina ve Selânik bankalarından geliyordu. Bunlara, Patrikhânenin, Hıristi­yan âlemini galeyana getirecek, birleşmeye sevk edecek olan Matbûât Cemiyeti’ne ayrı bir önem verdiği düşünülürse, Patrikhânenin, Yunanistan’la birlikte Türkiye için hazırladığı sûikastlerin önemi hakkında az-çok, bir fikir edinmiş oluruz. Ger­çekten de Patrikhâne, bir yandan İstanbul’da var gücüyle Rumca ve Ermenice ga­zetelerde Türk’ün aleyhinde yalan-yanlış haberler yayınlar; müttefiklerin nezdin­de görevlendirdiği tercümanlar vasıtasıyla türlü türlü, zihinleri yanıltıcı, bozucu faaliyetler gösterir; Rum, Ermeni tehcir (mecburi göç) leri vs. etrafında bitmez tükenmez yayınlarda bulunurken, öte yandan, Batı âlemine nüfuz etmeyi de unut­madı. Bu cümleden olarak Londra’da, Anglikan Kilisesi’nin izniyle Umûmî Hıris­tiyan Gençleri Derneği’ni kurdu (Ey. 1920). Ayrıca İstanbul’a gelen gazete muha­birlerini elde ederek, onlar vasıtasıyla Avrupa basınında makaleler yazdırarak Hı­ristiyan âleminin merhamet nazarını çekti(157)
Papa Efrim, yayınladığı bültende: “I. Dünya Savaş’ında Türkiye, müttefikleri gibi mağlûb olunca, Türkiye’nin o acı ve zayıf günlerinde Patrikhâne papazları fırsatı ganimet sayarak, Türk Hükümeti ile resmi alâkayı kesmiş... ve Türkler aley­hine açıktan açığa çalışmaya koyulmuşlardır” diyor(158).
Mondros Mütarekesiyle (Ek. 1918) Devlet’in katlanacağı ağır yükler ve içine düştüğü pek korkunç durumdan, en önce patrikhâne faydalanmaya kalkışmış­tır(159) Mütarekeden sonra İtilâf Devletleri’ne hitaben bir beyanname neşrederek bütün Türkiye’nin işgal edilmesini istemiştir(160). Patrikhâne, müttefik filoların ge­lişini kutlamak için, Rum okulları müdürlerine, okullarının üç gün tatil etmelerini emretmiştir. Mütâreke’den üç ay kadar sonra Patrik, Rûhânî ve Cismânî Meclis­lerini toplayarak, Rum okullarında Türkçe öğretiminin kaldırılması kararını aldırmıştır(161).
Buraya kadar bazıları belirtilen faaliyetlerin yanında, gayeye ulaşmak için, sa­vaşmaya da kararlı olduklarından, Devletçe ibadethane, okul vb; kurumlarına ta­nınan tam serbestiyet ve duyulan saygıdan faydalanarak, bu yerleri birer silâh de­posu hâline getirerek bu sahada da hazırlıklarını tamamlamışlardır. Nitekim Venizelos hatıratında^ bu konuya dâir şöyle der: "Bana verilen ve daha sonra bazı tecelliyâtı ile de gerçeğe uyduğu tesbit edilmiş olan teminata göre, bilcümle küçük- büyük şehirler ve kasabalardaki kiliseler, Rum okullara tamamen birer silâh de­posu hâline ifrağ edilmişlerdi. Bu netice için, o yerde yaşayan Rumlar, büyük bir basiret ve cesaret göstermişler, Türklerin, mabetlere olan hürmet ve mahallî okul­lara bahşettikleri haklardan faydalanmışlardır’
Bir yandan Ege kıyılarındaki yerli Rumlar, adalarda, Yunan subayları tarafın­dan eğitilerek geri dönüyorlar, böylece Yunanistan’ın İzmir’i İlhak plânında iç ayak­lanmanın hazır kadroları haline getiriliyorlar; Öte yandan patrikhânenin din gö­revlileri, Hükümetin buna karşı almak İstediği tedbirleri tesbit edip Ege kıyıların­da dolaşıyor, sezinlediklerine karşı dünyayı tahrike çalışıyorlardı(163).
Ayrıca güya sefalete düşmüş, yiyecek ve giyecek sıkıntısı çeken bu halka yar­dım iddiasıyla sandıkları içinde eşya getirip, kiliselerde dağıtmaktaydılar. Hükü­metin gizli kuruluşu, bu eşyanın aslında askeri elbiseler, her çeşit silah ve bol mik­tarda cephane olduğunu tesbit etmiştir(164).
Din adamları ve öğretmenler vasıtasıyla yerli Rumlara, "... Günün birinde ken­dilerini kurtaracak Yunan gemilerinin İzmir Körfezi ufuklarında mutlaka görüne­ceği...” şeklînde devamlı telkinlerde bulunulmuştu. Bu günlerin çok yakın oldu­ğunu sezinleyen İzmir Metropoliti Hırisostomos, 14 May. 1919’da ihtifâlkâr bir hitapta bulunmuş; yerli rumlar ellerinde silâhlar, Önlerinde papazları olduğu hal­de meydanlarda toplanmışlar. Yunan askerlerinin gelişini bekliyorlardı. Nitekim 15 Mayısta Yunan askerlerini taşıyan gemiler körfezde görününce, telkinlerin doğru olduğu ve hayallerinin gerçekleştiği vehmine kapıldılar" (165).
Patrikhanede plânlanan ihtilâl ve katliam programının, Ege bölgesinin uygu­layıcı bir elemanı olan Hırisostomos, Yunan askerlerini Kordonboyu’nda dualar­la karşılamış, gösterişli bir şekilde hazırlanan dinî bir törenle, silâhlarını bir araya toplayıp sevinç dansları yapan birlikleri takdis etmiştir"(166). Bu husus, Milletlera­rası Tahkik Komisyonunun raporunda (Md. 9): “Yunan askerî, siyâsî ve dinî başkanları, halkı yatıştırmak için hiç birşey yapmamışlardır. Çıkartılan kuvvetleri takdis için Metropolitin yaptırdığı takdis âylnî, çok müessif bir tesir yapmıştır” şeklinde kaydedilmiştir(167).
Hırisostomos, takdisten ayrı olarak, “Ne kadar çok Türk kam içerseniz, cen­net size o kadar yakın olur. Türk’ün kanım içmek sevaptır” şeklindeki hitabıyla Vunan askerlerini ve yerli Rumları, Türkleri toptan katletmeye tevşik etmiştir. Hırisostomos ’un tahrikten de öte, işgalde yapılan toplu öldürmeyi bizzat İdâre ettiği­ni ve sağa sola koşarak, “Feslileri öldürün!” diye bağırdığım, T.B.M. Meclisi’nin 15 Mayıs 1920 tarihli toplantısında, olaya şâhit olan Milletvekilleri ifade etmişler- dir(l68).
Hırisostomos ‘un devam eden tahrikleri sonucu yerli Rumlar, Hükümet aley­hinde tezahüratta bulunmuş, Türk Bayraklarını yırtınışlardır. Üstelik kendilerinin zulme uğradıklarına dâir lâyihalar hazırlayıp İngiliz Temsilcisine vermişlerdir(169).
Yunan temsilcisi Mavriddis’e, Metropolithâneyi karargâh olarak tahsis eden, bir İngiliz savaş gemisinin İzmir’e gelmesi üzerine kiliseye Yunan bayrağı çeken Hırisotomos İzmir’e gelen Yunan Kralına, Ankara Kalesine dikilmek üzere Efes’te yapılan şatafatlı bir törenle “Bizans Bayrağı”nı teslim etmişti(170). Patrik ise, İz­mir’in işgalinden altı gün önce, “Osmanlı Rumlarının, her türlü tebaalık sorumlu­luklarından muaf olduklarını" ilan ederek(171) maskesini tamamen çıkarmış; işgâl üzerine de, “Yunan ordularının, Hıristiyanlık adına mukaddes cihat yaptıkları ve Türkiye’deki Rumların Yunan ordusuna katılmaları için” resmen beyanname neşretmiştir.(172) 1 Eylül 1919 da yayınladığı bir başka beyanname ile de, Yunan or­dusunun, Türklere karşı muzafferi yet ini överek, yerli Rumların, Yunan ordusuna katılmaları emrini tekrarlamıştır.(173) Bu emre göre Yunan ordusuna katılan, İz­mir ve bölgesi Rumlarından birçoğu İzmir’e giderek, gönüllü sıfatıyla orduya ya­zılmışlardır(174). Böylece Patrikhane, diğer din adamları ve yerli Rumlar, Türklerin en kara günlerinde, onun can düşmanıyla elbirliği etmişler(175) böylece kendi vatanlarına karşı ihanet etmekten çekinmemişlerdir(176).
Patrikhanece, Türkler aleyhinde broşürlerde yayınlanıyordu. Bunlar ekseriya: ‘‘Hunhar, canavar suratlı, zalim Kemalistlerin zulümlerinden biz hıristiyanları kur­tarmaya gelin, yüzbinlerce hıristiyanın hayatını kurtarın...”(177) şeklinde ifadeler ihtivâ ediyorlardı. Patrikhane, Yunanistan’a hizmet gayesiyle Patrikhâne bünye­sinde “Mavri Mira Cemiyeti” ni kurmuş, en buhranlı zamanlarda, bütün illerde çeteler kurmak ve idâre etmek, mitingler ve propagandalar yaptırmakla meşgul olmuştur(l78).
Ayrıca Yunanistan ve Patrikhânenin ortak çalışmalarının mahsulü olarak 1919’da İstanbul’da “Kordus Cemiyeti” kurulmuştur. Cemiyetin asıl ünitesi, “Pat­rikhâne Merkez Ünitesi” olup, Etniki Eterya’nın bir kolu olarak çalışmalara baş­ladı. Yunanistan’ın maddî ve mânevî desteğine sahip olan bu Cemiyet Patrikhâne tarafından idâre ediliyor ve emirler, Patrikhâne vasıtasıyla veriliyordu(179). Pat­rik Melotyos, İngiliz kralına Patrikhânenin arması bulunan bir diploma vererek, kendisinden (Türkiye için ölüm demek olan) Sevr Antlaşması’nın değiştirilmesi için çalışmasını rica etmiştir(180).
Pek çoğundan verilen bu birkaç örnekten Patrikhânenin, bir taraftan propa­gandaya ne derece önem verdiğini, diğer yandan Yunanistanla olan ilişkilerini na­sıl arttırdığını, bir başka ifadeyle tepeden tırnağa kadar nasıl “Yunanlaştığı” nı an­lamak zor değildir. Patrikhânenin, dünya kamuoyunu Yunanlılığa ne şekilde ka­zandığı ve Türklüğün aleyhine nasıl çevirdiği de böylece anlaşılmaktadır.
Yunan Dışişleri Bakanının, Mecliste, Patrikhâneye Teşekkürü
Yunan Millet Meclisi’nin 5 Mart 1921 tarihli toplantısında Patrikhâne mesele­si söz konusu edilmiş ve meb’uslardan Kampanis, Patrikhâneye hücumlarda bu­lunmuştu. Buna karşılık olarak Dışişleri Bakanı Baltacis “Yunan Milleti bugün F. Patrikhanesine şükran borçludur. Onun geçmişteki mücâdeleleri, Yunan mille­tini bu fütûhâta nâil ettirdi, sözlerinizi geri alınız!” demiştir(181)
Yunanistan’ın İstanbul Üzerindeki İştahı
Yunanlılar, Bizans’ın başkenti olan İstanbul üzerinde ateşli bir isteğe sahiptir­ler, Venizelos, Kral Aleksandr’a 25 Ey. 1918’de yazdığı bir mektubunda aynen şöyle diyordu: “İstanbul’u almak husûsundaki vâdimi unutmadım Majeste... İstanbul, bizim olacak tır Patrik, müttefiklerden, İstanbul’un işgâlini istemiş; işgâl ger­çekleşince de, Patrikhânenin kapısına Bizans bayrağını çekmiştir(183).
Yunan ordusunun Edirne’yi alıp Çatalca’ya doğru ilerlemesi üzerine Patrik, o bölgedeki Rum metropolit ve papazlarına, Yunan askerlerini takdis etmelerini emretmiştir. Edirne Metropoliti Polikaryos, Trakya’daki papazları da alarak Ati­na’ya gitmiş ve orada, Edirne’yi kurtardığı için Venizelos’a teşekkür edip, uzun ömür dilemiştir.(184).
Yunanlıların ve Patrikhânenin, Ayasofya’yı Kilise Yapma Gayretleri
Yunanistan, Ayasofya’yı dinî ve politik bir faktör olarak kullanmıştır. Luvaris bu konuda: “... Şimdi Konstantinapol ve bilhassa yeniden canlanan Logos’un mâbeti Ayasofya kilisesi, bu ümidlerin müşahhas bir sembolü haline gelmiştir... Ayasofya’da, düşmanın gelmesiyle yarım kalan kutsal ayin, büyük kilise duvarları arasında kaybolan patriğin, bütün ihtişamıyla tekrar ortaya çıkmasıyla devam edecek..” demektedir(185).
Patrikhâne ve Rumlar, ânı bir gece baskınıyla Ayasofya’yı ele geçirme kara- nndaydılar. Bu düşünceyle büyük bir “Yunan Bayrağı” ve işgâl kuvvetlerinin de yardımıyla muhteşem bir “çan” hazırlamışlardı. Bu Haber Rumları coştururken, Patrikhâne de, orada âyîn yapmaya hazırlanıyordu. Fakat hükümet bu tasavvuru öğrenmiş ve Fâtih’in emanetini koruma görevi, Hücum Taburu Komutanı Bnb. Şükrü Oğuz Bey’e verilmiştir. Verilen karar şu idi: “Câmiye bir tecâvüz halinde, silâhla karşı konacaktır. Şayet mukâvemel kırılacak olursa minârelerine çan ve kub­besine haç takmalarına fırsat vermeden Câmi dinamitle havaya uçurulacaktır” (186). Nitekim Câmii teslim almaya gelen Fransız Tabur Komutanına bu karar bildiril­miş, sonuç alamayacaklarını anlayınca çekilmişlerdir.(187)
Atina Metropoliti iken patrik seçilen, (Haz. 1921) Meletyos, metbû Milletine karşı işlediği cinayetlerin, Millî Hükümet aleyhine gösterdiği siyâsî faâliyetlerin (Bü­yük zaferden sonra) hesabını Ödemekten korkarak gûyâ izinle Yunanistan’a ka­çarak (10 Tem. 1923) Aynaroz’a yerleşmiş ve Selânik’te Propagandalarını sürdürmüştür(188).
Lozan Barış Konferansı ve Rum Ortodoks Patrikhânesi
İstiklâl Harbinden sonra Lozan’da başlayan barı; görüşmelerinde Patrikhâne- nin durumu da ele alındı. Türk delegasyonu, Patrikhanenin katıldığı bazı olayları aktarmış ve zararlı faâliyetlerini belirtmiştir. Patrikhanenin dünya işlerine el at­ması, siyâsî islerle uğraşması, nihayet “devlet içinde devlet” kimliğine bürünmek istemesi ve bu yönde bir çalışma göstermesi sebebiyle yeni Türkiye’nin kuruluşun­da, kangren haline gelmiş, beş asırdan beri kökleşen bu fesad ocağını sınırdışı et­mek, Türk Milletinin sinesinden söküp atmak azim ve kararında idiler. Bu sebeple Patrikhânenin kaldırılması veya yurtdışına çıkarılması hususunda çok ısrâr etti.(189).
Delegasyondan Dr. Rıza Nur, Talî Komisyon’da “Patrikhânenin dâimâ siyâsî bir tesir icrâ edeceği keyfiyetinde ısrâr ve son savaş esnasında Osmanlı Devletinin düşmanlarıyla işbirliği yaptığını” ifade etmiştir*190).
Atatürk de, 20 Oc. 1923 ’de Hâkimiyet-i Milliye Gazetesine, Patrikhâne konu­sunda şu beyanatı vermiştir: “Bir fesad ve hıyanet ocağı olan ve memleketimize nifak tohumlan eken, uyuşmazlıklar yaratan, hıristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa ve felâkete sebep olan Rum patrikhanesini artık top­raklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilâtı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir? “Türkiye’nin, Rum Patrikhânesi için, arazisi üzerinde bir sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesad ocağının hakîkî yeri, Yunanistan değil midir? B. M. Meclisi tarafından idâre edilmekte olan yeni Türkiye, Babıali’nin idâresi altındaki eski Os­manlı imparatorluğu değildir. Yeni Türkiye şeref ve haysiyet, kudret ve kuvveti­ni müdrik ve hukukunu muhâfaza için mevcudiyetini tehlikeye atmaya hazır ve âmâdedir”(191).
Türk Delegasyonu Başkanı, Patrikhâne ile ilgili olarak beyânâtında: Pat­rikhâne müessese-i hâzırasının ibkâsına, kat’iyyen muvâfakat edemeyiz... Patrik Efendinin, artık İstanbul’da işi yoktur...” demiştir(192).
B. M. Meclisinde ise, Lozan görüşmeleriyle ilgili tenkitlerin, her oturumda do­zu artıyordu. Meclis Başkanı (H. Rauf Orbay), Başbakan, Hükümet üyeleri ve me­buslar, Türk basını ve Türk Milleti ya kaldırılması ya da sınırdışı edilmesini isti­yordu. Türk Delegasyonunun da bu yönde direnmesi karşısında, başta İngiliz ve Yunan heyetleri olmak üzere, diğer heyetlerin çoğunluğu patrikhânenin mânevî var­lığının önemi üzerinde durmuş ve Patriğin İstanbul’u terk etmesi halinde, cemaatinin, dinî başkanlarını kaybedeceğini öne sürmüşlerdir. Onlarca Kilise Hukuku, Pat­riğin görevlerini, yalnız dinî konularda sınırlamaya uygundu ve sadece evlenme, boşanmalar, Kilise makamına bırakılmalıydı(193).
Bu tartışmalar yüzünden müzâkerelerin kesilmesi tehlikesi baş göstermiş; Lord Gürzon da, Patrikhânenin siyâsî imtiyazlarının kaldırılabileceği, ama dînî imtiyaz­larının kalması gerektiğini ifadeyle, dinî bir müessese olarak İstanbul’da kalması­nı istemiştir(194).
Yunanistan, Patrikhânenin “posa” halinde bile olsa, İstanbul’da bulunması­nı, Rumlara kuvvetli bir teselli olması bakımından arzûlamaktaydı. Bu yüzden Venizelos da, “din adamlarının sırf din işlerine bakmalarının daha iyi olacağını be­yân etti. Böylece Patrikhânenin, önceleri verilen bütün imtiyazın kaldırılarak, si­yâsî ve idâri işlerle uğraşmayıp, sadece dinî ibadetlere ait hizmetleri yerine getir­mek şartıyla -yalnız dini konular çerçevesinde kalacağı yolundaki sözler senet ka­bul edilerek- bir lütuf eseri olmak üzere, kalması kabul edildi(195).
Cumhuriyet Döneminde Patrikhâne ve Rum Ortodokslar
Lozan Antlaşmasında (Patrikhâne sözü geçmemekle beraber), Delegasyonu- muzca, sadece dinî görevini yürütmek şartıyla kabul edildikten sonra Patrikhâne, Cumhuriyetle beraber, lâik bir devlet içinde bağımsız bir Kilise olarak varlığını ko­rumuştur(196).
Patrik seçimleri, yine serbestçe yapılmakta, ancak gene Hükümet, bazı şartlar aramaktaydı. Meselâ, IV. Meletyos’un istifasıyla patriklik makamı boş kalınca Sinod Meclisi, Valiliğe başvurarak yeni patrik seçimi için izin istemiş, Valilik de bir tezkereyle, seçimin nasıl yapılacağını bildirmiştir. Tezkereye göre patrik, Türki­ye’de ve Türk uyruğunda olan; rûhânî daireleri Türkiye’de bulunan metropolitler arasında, yine onlarca seçilecektir. Görüldüğü gibi, aranan “üç özelliğe*’ hem se­çilecek, hem de seçecek olanların sâhip bulunmaları gerekmektedir. Hükümet, lâ­iklerini (ruhban sınıfında olmayanların), her ne şekilde olursa olsun, Patrikhâne- ye katılmalarını reddetmişti. Çünkü Patrik, sadece azınlığın rûhânî başkanıdır ve görevi de, yalnızca dinî işlere inhisar etmektedir. Din ile siyasetin ayrılması prensi­bine göre hareket eden Hükümet, lâik bir hükümet sıfatıyla patrik seçiminin bun­dan başka resmî bir müdahalede bulunmadı. Gösterilen adaylardan tercih ettiği kişiyi, ve istemediklerini, resmî olmayarak bildirmişti. Fakat Türk uyruğunda ol­mayan ve rûhânî dâiresi Türkiye’de bulunmayan Athenagoras’ın seçilmesine, mevzuata rağmen, olumlu cevap vermiş ve onu tercih etmiştir. Çünkü onun şahsiye­tinde, Türkiye için güven verici bir garanti görmüştür. (Athenagoras’ın, duyulan güvene aykırı olarak, aleyhte faaliyetler gösterdiği konusunda, ilerde temas edile­cektir.)
Hükümetin, aday tercihi yapması ve güven duymadıklarını reddetmesi, patrik seçimine aykırı olmadığı gibi, lâiklik prensibine de ters değildi. Çünkü patriğin, sadece Ortodokslara değil, diğer hıristiyan âlemine karşı da güvene lâyık bir şahsi­yet olması gerekmektedir(197).
Sinod Meclisi de, Patrik seçimi ile İlgili olarak sön duruma uygun bir karar almış ve tâmîm etmiştir(198) (4 Ek. 1923, No: 4810). Burada, Ek. 1991’de ölen Pat­riğin seçimini, seçim sonrası yapılan tören ve konuşmaları vermenin faydalı olaca­ğı kanâatindeyiz:
Athenagoras’ın Ölümünden sonra (Tem. 1972) boşalan patriklik makamına, İmroz-Bozcaada Metropoliti (Hayrettin) Dimitrips Papadopulas, Sinod Meclisin­ce Patrikliğe seçilmiştir. Toplantı sırasında Yunan Başkonsolosu Nikolos, Patrikhâneye gelerek ilgililerle bir süre görüşmüştür, Patrikhanece, yeni patriğin biyog­rafisi hakkında bir açıklama yapılmıştır.(199)
I. Dimitrios, İstanbul Valisi tarafından Patrikliğinin onaylanması üzerine gö­reve başlamıştır. Yemin töreninden sonra Kurtuluş Despot’u, Patrik ve Rum hal­ka yaptığı konuşmada, Yeni Patrikten, Hükümetin emirlerini yerine getirmesini ve iyi niyetle görevde bulunmasını istemiştir.
Patrik de cevabi konuşmasında şunları söylemiştir:
“T. C. Kanunlarının himâyesi altında ve dinimizin örf ve âdetlerine uygun olarak İstanbul Rum Patrikliğini ve bütün dünya Ortodoks kilisesinin dini liderliğini de­ruhte etmiş bulunuyorum. Şu anda münhasıran dinî bir lider mevkiindeyim. Patrikhâne, dini ve rûhânî bir müessesedir. Hiçbir zaman Patrikhaneye siyaseti sok­mayacağım, Memleketimin problemlerine ve vatanıma karşı olan mesuliyetlerimi müdrik bulunarak vazifelerimi böyle yürüteceğim. Selefin merhum Patrik Athe- nagoras’ın, Türkiye’ye olan dostluğunu aynen yürüteceğim; bundan, kimsenin şüp­hesi olmasın, içte ve dışta daima milletimin hayrı için çalışacağım. Ayrıca Türk- Yunan ilişkilerinin takviyesini arzuladığımı da belirtmek isterim. Patrikliğim sü­resince gerek ben, gerekse sayın mesai arkadaşlarım birer Türk vatandaşı olarak vazifemizi yerine getireceğiz. Yolumuz Atatürk’ün yoludur”(200).
Patrikhânenin Lozan’dan Sonraki Hareketleri
Patrikhâne, Lozan’dan sonra da, faâliyetlerini fütursuzca sürdürmüştür. Hü­kümet, zararlı faaliyetleri sebebiyle 1925’de Patrik Konstantinos Arabacıoğlu’nu, mübadele yoluyla Yunanistan’a göndermiştir. Athenagoras ise, Amerika vatan­daşı olduğu halde, Başkan Turuman’ın özel uçağı İle Türkiye’ye gelmiştir. Mevzuata göre Patrik seçilecek kimsenin T.C. vatandaşı olması ve rûhânî merkezinin de Türkiye’de bulunması gerektiği halde, onun kişiliğinde güven verici bir garanti gö­rüldüğünden, seçimine izin verilmiştir. Daha sonra Türk vatandaşlığına kabul edi­len Athenagoras’ın, umulanın aksine, aleyhte faaliyetler çok dikkat çekicidir. O, daha gelir gelmez, sanki bir büyükelçinin güven mektubu imişçesine, Turuman’ın mesajını, Cumhurbaşkanına iletmek gibi garip bir davranışta bulunmuştur. Esa­sen, geliş biçimi, siyâsî bir mahiyet arz etmektedir*201*.
Athenagoras, nüfuz alanım genişletmiş, bu maksatla metropolitliklerin sayısı­nı arttırmıştır. O zamanın Başbakanı (S.H. Ürgüplü): “... Atatürk, Patrikhâneye bağlı yedi metropolittik bırakmıştı. Bunlar, bizim Türklüğümüze has hoşgörüden faydalanarak, bu yedi metropolitliği, yirmiye çıkarmış; Atatürk, bir zamanlar kırk tane olan metropolitliği çok görüp, derhal sayısını düşürmüştü. Metropolittik sa­yısını kendiliklerinden yükseltemezler. Bu metropolitlikler, dünyanın her yerinde aleyhimizde propaganda yapıyorlar. Hattâ büyük gazetelerde, aleyhimize yazı ya­zanlar bile var" demiştir,(202).
Athenagoras, önce, Atina’nın yardımı ve Atina Kilisesinin İzniyle Girit Adası­nı mânevi, nüfûzu altına almış, bunun için Hükümetten İzin talebinde bulunma ihtiyacını bile duymamıştır. Halen Türkiye’de bulunan on sekiz metropolitliğin bir kısmı, sembolik olarak korunmaktadır. Hâlâ, “Derkos, İlyapolis, Prikonisa...” gibi adları metropolitlikler için kullanılması, Bizans Kilise teşkilâtının, Patrikha­nede muhâfaza edildiğini göstermektedir. Rum bulunmayan bölgelerde metropolitliklerin varlığı ise, bir zamanlar buralarda Rumların yaşadığım, gelecek nesille­re duyurmak gayesine yöneliktir*203*.
Ayrıca Patriğin, Lozan’a rağmen, tamamen siyâsî bir mahiyet arz eden Doğu ve Batı Kiliselerinin birleşmeleriyle ilgili meselelere eğilmesi de, üzerinde durulma­ya değer niteliktedir. (Böylece Patrik, kendi lehlerine ve Türkiye aleyhine stratejik ve taktik bir cephe kurma amacını gütmüştür)*204*. Athenagoras, yine aynı amaç­la, yakın danışmanları Metropolit Meliten ile papaz Gorgiyos Tsetis’i Sofya’ya gön­dermiş ve Patrik Kiril tarafından büyük bir törenle karşılanmışlardır. Görüşmele­re, Yunan elçisi Kavalieratos da katılmıştır. Böylece Patrikhâne, Komünist Bulga­ristan’ın Kilisesi ile de dostluk kurmuştur*205*.
Athenagoras, bu vb. faaliyetlerinin yanında, Türkiye’deki çeşitli kuruluşlara el atmış ve halkına, bazı telkinlerde bulunmuştur. Meselâ, Rumların okullarına, diğer kuruluşlarına, hattâ mütevelli heyetlerinin işlerine müdahale etmiş; seçim­lerde, köşe başlarını, kendi adamlarının tutmasını sağlamıştır. Rumlara her fırsat­ta, “Rumluğunuzu koruyun; dininize, dilinize bağlı kalın” gibi sözlerle onlan, Türk- lerden âdetâ tecrit etmeye çalışmıştır. Bu tutumunu beğenmeyen ve nankörlüğü sevmeyen bazı Rumlar bile Athenagoras’ın, “geldiğinden beri huzurlarını kaçırdığını” ifadeyle, “gitmesini bildirerek” tepki göstermişlerdir (11.5. 1958)*206*.
İstanbul’da bütün Rum okulları, istisnasız, Athenagoras’ın denetimi altında gizli ve sinsi bir program tâkip etmişlerdir. Bu program gereği her öğrenciye, daha küçük yaslarında, “İstanbul’un bir gün kendilerinin olacağım, Türklerden nefret etmeleri gerektiğini” birinci plânda öğretmekteydiler. Bu propaganda tesirini gös­termiş olmalı ki, bir Rum kız öğrenci, bir Türk öğrenciye, “1958 de İstanbul, Konstantinopolis olacak” demiş, hattâ birkaç arkadaşıyla Türk öğrenciyi dövmüşler­dir. Bir çocuk kavgası görünümünde olan bu olay, aslında, “yeraltı teşkilatı rûhu- nun bir yansımasıdır. Ve yine bir Rum kızının, “Kıbrıs’tan sonra, İstanbul için çalışacağız...” şeklindeki sözlerden sonra Patrikhâneye sığınması da, durumu açıkça ortaya koymaktadır*207*. Zografyon Rum Lisesinde ele geçirilen Rumca basılmış beyanname, duruma daha da açıklık kazandırmaktadır:
"Bulunduğumuz şartlar sizi birçok müşküllerle karşılaştırabilir; fakat ecdadımızın bize vermiş olduğu terbiye ve fikir, ruhlarımızda daima yaşamaktadır. Elen Milleti’nin kanında bu fikir, daimi olarak cereyan etmektedir. Zorlukları yenecek, hedeflerinize ulaşacaksınız. Size bu sahada muvaffakiyetler temenni ederim. Belki bir takım haksızlıklara uğrayacaksınız. Fakat, ceddinizin size vasiyetlerini unut­mayınız...” “Cetlerinin vasiyetlerinden, “Bizans’ı ihyâ etmek istediklerini” an­lamak zor olmasa gerek*208*.
Athenagoras, Patrikhânenin idaresindeki Heybeliada Ruhban Okulunda da bir siyâsî konuşma yapmıştır. Buna sebep, Patrik Meletyos’un, yazları bu okulda kal­ma isteğinin M. E. Müdürlüğü ve Valilikçe reddedilmesidir (1950). Athenagoras konuşmasında bunu kastederek: “Şimdiye kadar bize mâni olunmuş, ama şimdi biz, bütün Akdeniz (Ege) Adalarına göndereceğimiz elemanları, bu kurumu “fakülte’ haline getirerek hazırlayacağız” demiş, böylece okul işlerine de karış- mıştır<209). Gerçekten de, 1951’den sonra, dört yıllık “yüksek kısmı” açılmıştır.
Patrikhâne ve Kıbrıs Meselesi
Kıbrıs da, Megalo idea ’nın çizdiği alana dahil olduğu için, orada da Eterya’nın bir şubesi kurulmuştur. Oysa ki, Kıbrıs’ın, hiçbir yönden Yunanistan’la ilgisi yoktur. Yunanistan, adalar zinciri ’nin son halkasını da ele geçirerek Batı Anado­lu’yu çember İçine alma gayesini gütmekteydi(210).
Eterya’nın Kıbrıs şubesi, Ortodoks Kilisesiyle sıkı bir işbirliği içinde çalışmaya başlamış Ada Rumlarını, Osmanlı İdâresi aleyhinde kışkırtmaya koyulmuştur. Kilise ’de, Adayı, Yunanistan’a ilhak için değişik tarihlerde birçok isyanlar düzenlemiştir(211).
Megalo İdea ’yı hazmetmiş olan Meletyos’un patrik seçilmesi, Kıbrıs kilise çev­releri, özellikle Eteryacılar arasında büyük sevinç uyandırmıştır. Nitekim Meletyos, Kıbrıs Kilisesi Rûhânî Meclisine çektiği telgrafta, “Bütün Kıbrıs emin olsun ki, ben, Ada’nın Yunanistan’la birleşme arzûsunda olduğunu her zaman haykıracağım” demiş ve onun “Enosis”e bağlılığını bu şekilde göstermesi, teza­hürata yolaçmış, Rum gazeteleri de haberi, büyük manşetlerle vermişlerdir (212).
Patrik Athenagoras’ın ise, ondan da İleri gittiğini, Kıbrıs işinde “baş tahrikçi” nin o olduğunu Time ve Fortune Dergileri ilân etmiştir. Yazar Rota Winterrol, şöyle yazmıştır:
“Böyle siyâsî bir İşin, bir din adamının siyâsî cübbesi altında idâre edildiği ne­reden bilinsin, önce Kıbrıs Rumlarını, sonra Yunan halkını Türkiye ve İngiltere aleyhine tahrik eden, aslında ruhanî bir vazife ile mükellef olan Athenagoras’dır. Onu yakından tanıyanlar bilirler ki, o, din adamından çok, siyaset adamıdır. Kili­seyi, rûhânî görevini düşünmez, siyasetle uğraşır. O, Amerika’da bulunduğu za­manlarda da öyle idi. Gerek Makarios, gerek Kıbrıs’ta onunla birlikte çalışan din adamları, Ortodoks kilisesine bağlı olduklarından, Patrik Athenagoras’dan emir alırlar. Kamuoyu şunu İyice bilmelidir ki, onların bütün yaptıktan, Athenagoras’ un şahsi arzularıdır. Din ile siyaset başka başka şeylerdir, öyle olduğu halde, on­ların Kıbrıs’taki faâliyetlerini, dinî görevlerini bırakıp siyasetle meşgul olmalarını Athenagoras’un hoş görmesi ve engel olmaması, benim bu sözlerimi ispata kâfidir (213).
Türk Ortodoksların lideri Papa Efrim, TMT Federasyonunda gençlerle yaptığı sohbette “Patrik Athenagoras’ın ve etrafındaki papazların yurtdışına çıkarılma­ları gerektiğini zira bunların Kıbrıs meselesinde EOKA katilleriyle işbirliği yaptık­larını ve Yunan hükümetinin emriyle hareket ettiklerini” söylemiştir. Konuşma­sından bir gün sonra Papa Efrim, ölümle tehdit edilmiş, Patrikhaneden telefon ettiğini söylemekten çekinmeyen o meçhul şahıslar şunları söylemiştir: “Athenagoras’ın elinde milyonları aşan bir cemaat topluluğu ve binlerce kilise vardır! Ona dokunma!.. Nasıl olsa ölümüne az kaldı. Yanan mumu sönmek üzere!...”
Bu olaydan sonra gençlik görevini isabetle yerine getirebilmek için tecrübeli bü­yüklerine danışmak ve hasbihalde bulunmak yolunu seçmiş ve bu arada Patrik Athenagoras’ı da, bir Türk vatandaşı sıfatıyla dâvet etmişti. Fakat Athenagoras, bu nazik ve son derece saygılı davetlere katılmadığı gibi, nezaketen ne cevap verme ve ne de mazeret beyân etme tenezzülünde bulunmuştur.
Papa Efrim, ruhanilerin, siyasetle uğraşmalarını takbih etmiştir. Patriğin ise, ne aforoz ve ne de men etmemesi, bunları destekleyen siyâsî bir lider olduğunu itiraf anlamına gelir. Bütün bu ve önceki olaylar Time ve Fortune ’nin yazarının teşhisi gibi Patrikhânenin, Kıbrıs işinde elebaşı ve Makarios ’un hocası olduğunu göster- mektedir(214).
Papa Eftim’in, daha önce belirttiğimiz beyannamesinde şu görüşlerini okuyo­ruz: “Kıbrıs işini ihdas etmiş olan Makarios ‘un, Athenagoros tarafından destek­lendiğinden asla şüphe edilmemelidir. Nitekim, Kıbrıs’ta tedhiş hareketleri başla­madan önce Makarios ‘un İstanbul’a gelerek Athenagoras ’la konuşmuş olması, son derece dikkat çekicidir. “Makarios’un kilisesi müstakil dahi olsa, Ortodoks Kilise­sinin merkezi olan İstanbul Patrikhanesinden ve Patrikten izin alınmadan, öyle siyâsî mahiyet taşıyan bir işin başına geçmiş olmasına ihtimal verilemez”(215) Yerli Rumların, çeşitli kanallarla kaçırdıkları milyarları aşan dövizin Yunanistan’a ve Kıbrıs’taki EOKA’cılara akmasının yanında, bizzat Patrikhâne, Rumlardan topladığı paralan, Cirivas’ın çetelerine göndermiştir. Bu konuda çeşitli gazete ve dergilerde haberler çıkmış(216) ve hiçbiri yalanlanmamıştır.
27 May. 1960 İhtilâlinden sonra M. B. Komitesi, MEB Müfettişi, A. Rıza Baysal’ın başkanlığında üç kişilik bir komisyon kurdurarak Patrikhâne ve kiliselerin hesaplarını denetletmek istemişti. Kendisiyle görüştüğümüz, Komisyon Üyelerin­den Necdet Kirman Bey, bu konuda şunları söyledi: “Mahkemede yemin ettiğimiz için, denetimde edindiğimiz bilgi ve belgeleri size veremeyeceğim. Ancak, şunu açık­lık ve kesinlikle söyleyebilirim ki, Patrikhânenin geliri 10 Milyonu aşmış olduğu halde, harcama hususunda en ufak bir kayda rastlanmaktadır. Açtığımız Aya Pa­na Kilisesi’nin kasası para ile dolu olup, yüz liradan küçüğünü görmedik. Bu pa­raların Yunanistan’a, özellikle Kıbrıs’a gönderildiği hususunda bütün Komisyon Üyeleri hemfikiriz. ”
Kıbrıs konusunda elimizde pek çok bilgi ve belge bulunmasına rağmen, yazının istiabını aşacağından, burada vermemiz mümkün olmamaktadır.
Türk Parlamentosunun bir yetkilisi 1965 bütçe görüşmelerinde: “Türkiye’deki Rum Ortodoksların din adamları hakkındaki mevzuatımızda hiçbir hüküm yok­tur. Din adamları, serbestçe seçilirler. Patrikhâne, Yunanistan’dan elemanlar ge­tirir. Bunlara, Rum okul ve derneklerinde istedikleri gibi konferanslar verdirir” demiştir(217).
Yunanistan’dan din adamları da gelir, karşılıklı nutuklar atılır. Patrik Athe­nagoras, 1967’de Atina Başpiskoposu İeronimas’ın İstanbul’u ziyareti sırasında Patrikhanede verdiği yemekte bir konuşma yapmıştır. Onun, çekinmeden “kutsal görevi” ni açıklamasının en açık belgesi olan konuşması şöyledir:
“Konstantinopolis’te yaşayan bizler, görevimizi yapmaya; emaneti korumaya kararlıyız. Allah’ın yardımıyla dileğimiz gerçekleşeceğine inanıyoruz. Lütfen bu hususa, yüzyılların şehri olan bu şehirde görevimize devam edeceğimizi Yunanis­tan’a ulaştırınız!”
Başpiskopos İeronimas’ın da cevaben yaptığı konuşmada, Athenagoras’ın sözle­rine aynen katılıyor ve şunları ilâve ediyor: “Yunan Kilisesi’nin de, bu gayenin tahakkuku için çalıştığından emin olabilirsiniz”*218*.
Bu konuşmalarda açıkça göstermektedir ki, Patrikhanenin siyaset ve milliyet­çilik sahasındaki çalışmaları, bugün de tesirli bir şekilde devam etmektedir.
Patrikhanenin resmî arması, “çift başlı Bizans kartalındır. Hıristiyanlıkta böy­le bir armanın yeri olmadığına göre bu, “Bizans rûhu” nu sembollerde kilisede ya­şatmak için kullanılmaktadır(219). Yok olmuş bir imparatorluğun tamamen siyâsî nitelikli armasının, dinî bir merkez olan Patrikhanede hâlâ muhâfaza edilmesini, başka türlü anlamak ve yorumlamak mümkün değildir.
Papa Efrim de, bir basın toplantısı düzenleyerek, “Türkiye sınırlan içinde za­rarlı faaliyetlerde bulunan Patrikhânenin, Türkiye’den çıkarılmasını istediklerin” belirtmiş ve şunları söylemiştir: “F. Patrikhanesinin bir an önce Türkiye hudutla­rı dışına çıkarılmasını istiyoruz. Çünkü Türkiye’de, bir Türk (vatandaşı) Ortodoks topluluğu vardır. Rumların işi ne? Şayet Rumluğu bırakırlarsa, o vakit diyeceği­miz yok. Öte yandan, şu günlerde yapılmakta olan Patrik seçimlerini de tasvip etmiyoruz”(220).
Başbakan, Hükümet üyeleri, parlamenterler ve basının, Patrikhânenin siyâsî faaliyette bulunduğuna dair beyanları karşısında Patrikhâne, hep susmuştur. Prof. Armaoğlu, haklı olarak, “bu suskunluk, ister istemez, “sükût ikrardan gelir” meş­hur sözünü hatırlara getirmektedir” diyor(22l).
Ama aynı Patrikhâne, yeri geldiği, daha doğrusu işine gelmeyen bir durum ortaya çıktığı zaman, bu sessizliğini bırakıp, sesini, bütün dünyaya duyuracak kadar yükseltebilmiştir. Meselâ, İstanbul’un îman sırasında birçok tarihî yerler meyda­na çıkarken; açılan yollar için de, bazı tarihî değere sahip çeşme ve camilerde yıkı­lıyordu. Bütün bunlara, “yollar, meydanlar açılıyor” diye kimse ses çıkarmadı. Fakat, aynı gaye ile Tophane’deki Hristos Kilisesi’nin istimlâk edilmesi, Patrikhanede bomba tesiri yapmış, Patrik Athenagoras küplere binmiş, âvâz âvâz bağır­mıştır. Tarabya’daki terkedilmiş bir kilise için de Patrik köpürmüş, protestolar çek­miştir. Patriğin bu tavrı Yunanistan’da da yankı bulmuş, Elefteria Gazetesi bu ko­nuyu istismar ederek, “Türkleri barbar, mâbedlere saldırgan” olarak dünyaya yay­ma yolunu tutmuştur. Ayrıca Athenagaras (belki de Kıbrıs olayının sessiz protes­tosu gayesiyle), iki yıldır yaptırmadığı Paskalya Âyininin sadece bir kilisede, o da, istimlâk sahasına giren “Hristos Kilisesinde yapılmasını emretmiştir*222*.
Fener-Rus Ortodoks Patrikhanelerinin Mücadelesi ve Sebepleri
Rum Ortodoks Patrikhanesinin, önce Fetih, sonra da Lozan Antlaşmasıyla “ökümenik = genel” lik özelliğini yitirdiği, daha Önce belirtilmişti. Yetkileri sınırlandırılmış ve tesir sahası daraltılmış olan Patrikhâne, zamanı zaman Lozan’ı zorlayarak nüfuzunu arttırma girişiminde bulunmuştur. Moskova Patriği Pimen de, aynı gaye ile, Gürcü-Sovyet Cumhuriyeti Patriğini 9. sıradan 6. sıraya yükselt­miştir. Moskova -Ortodoks âleminde güç kazanmak için olmalı hristiyan oluşla­rının 100. yılını, hem de debdebeli bir şekilde kutlamaya hazırlandı. F. Patriği (Dimitrios), bu törene katılacağını Önceden bildirdiği halde, Moskova Patriğinin, az önce belirtilen hareketini, “Fener Patrikhanesinin otoritesine karşı çıkmak” ola­rak değerlendirip, katılmaktan vazgeçtiğini açıkladı.
Patrikhânenin izine basan Yunan Kilisesi de tepkisiz kalmamış, Kilise sözcüsü Yiannis Hadzifatis, “Ortodoks hiyerarşisine göre F. Patrikhânesinin tartışılamayacağını” belirterek, “Rusların bu tek taraflı kararlarının, Patriğin oto­ritesine ve liderliğine indirilen, Ortodokslararası birleşmeyi önleyen bir darbe” ola­rak gördüklerini açıklamıştır.
Patrik, 180, hatta 250 milyonluk bir Ortodoks -Hristiyan kitlenin lideri olma arzu ve iddiasındadır. O, bir soru üzerine, “Türkiye, Yunanistan, Amerika, B. Av­rupa ve Avustralya’da, Patrikhâneye doğrudan bağlı bulunan 4,5 milyondan faz­la Rum Ortodoks nüfûsun ’bulunduğunu; Türkiye’dekilerin 6.000 civarında olduğunu” ifâde etmiştir.
Yine, “Rum Ortodoks Kilisesinin hiyerarşisi ne şekildedir?” sorusunu da Pat­rik, “Dünyadaki Ortodoks Kiliselerinin hiyerarşi sırası şöyledir: 1 - İstanbul Pat­rikliği...” şeklinde cevaplandırmış, Moskova Patrikliğini 5. Yunan Kilisesini de 10. sırada saymıştır*223*.
Görüldüğü gibi Patrik, kendi Kilisesini, hiyerarşi sırasında 1. basamağına oturt­muştur. Dimitrios, Patrik seçildikten sonra yaptığı (daha önce verilen) konuşma­da, “bütün dünya Ortodoks Kilisesinin dinî liderliğini deruhte etmiş bulunuyorum” demiştir. Patrik, çeşitli vesilelerle bu “dünya liderliği” düşüncesini tekrarlamıştır. Buradan Patriğin, “Cihan Patriği” olma arzusunda bulunduğu açıkça anlaşılmak­tadır. Bundan maksadının da ne olduğu ortadadır. Böylesine büyük oynayan Pat­rik, şayet emeline ulaşırsa, onu artık kimsenin durduramayacağı şüphesizdir.
Patrik Dimitros’un Yunanistan’ı Ziyareti ve Düşündürdükleri
Patrik Dimitrios, 1987 Kasım’ının ortasına doğru Yunanistan’a gitmiş; bura­da bir rûhânî değil de, sanki bir devlet başkam gibi, Yunan Cumhurbaşkanı, bazı bakanlar ve parlâmenterler tarafından karşılanmıştır. Sokaklar, “Bizans Bayrakları” ile donatılmış karşılayanlar da ellerine aynı bayrağı almışlardır. Bu davranışın anlamı, yeteri kadar açık sanırız. Yunan basını da Dimitrios’u ve F. Patrikhanesini, “Helenizm’in mücahitleri ve kalesi” gibi göstermeye çalışan geniş yayınlar yapmıştır. Patrik, onuruna verilen bir yemekte yaptığı konuşmada, “biz Poli’de, mânevi Termopil’i müdafâa ediyoruz” demiştir. Patriğin “Poli”den kastettiği, İstanbul’un eski adı olan “Konstantinapol’ün kısaltılmışı veya eski adıdır. “Termopil”de, 300 eski Yunan askerinin zafer kazandığı “Atina-Lamia” arası­dır. Patrik her konuşmasında “İstanbul” yerine. Yunanlılar gibi “Poli” adını kul­lanmaya itina göstermiştir. Çok dikkate değer diğer bir husus da, Yunan sağcı muhalif basının, “Patriğin, seçildiğinden bu yana, önceki Patrik Athenagoras’ın yolunda ilerlediğini” belirtmesidir. (Athenagoras’ın zararlı faaliyetlerinden bazıları, daha Önce verilmiştir).
Patrikhânenin Onarılarak Yeniden Açılması
Patrikhâne ilk defa 1978 ve 1979 yıllarında onarım için ilgili makamlara baş­vurur. Gerekçe olarak da, Patrikhâne binasının 1941’ de çıkan yangında tama­men yanmış ahşap kısımlarıyla, kısmen zarar görmüş ve zamanında alelacele ona­rılmış bölümlerin, mîmârî açıdan bir bütünlük arzetmemesi gösterilir. O zamanki Hükümetlerce, çeşitli sebeplerin yanında, onarımın, Patrikhânenin aslî-tarihî ya­pısına uygun olmaması ve genişleme eğilimi göstermesi yüzünden bu İstek geri çev­rilmiştir.
Patrikhâne, şansım tekrar denemeye karar verir; 7.9,1985’de, ilk başta, sadece Patrikhânenin eski binalarının ihyâsına inhisâr ettirilecek şekilde izin istenir. Dı­şişleri Bakanlığı, “sadece, sözkonusu onarım ve restorasyonun imâr ve eski eser­ler mevzuâtına uygun olmak kaydıyla” prensipte kabul eder. Bunun üzerine Pat­rikhane 19.10.1986’da, aslına uygun inşaatı için hazırlanan projelerin onaylanma­sı için Fâtih Belediyesine başvurur, Belediye Tapu Kadostro Gnl. Md. ne, sunulan belgenin “Mâlik hâne”sinin boş olduğunu bildirerek açıklama ister. Cevâbı yazı­da bu durum onaylanıp, belge İâde edilir. Belediye de, 3914 sayılı Kânûn’un 22. Maddesine göre, bu durumda işlem yapılamayacağım bildirir.
Ayrıca Belediye, konu “azınlık kilisesi” ile ilgili olduğu için, "Vakıf, Nizamnamesi” gereğince durumun incelenmesi için Vakıflar Gnl. Md. ne yazar. Gn. Müdürlük de konuyu Nizâmnâmenin 48. Maddesine göre inceleyip İçişleri Dışiş­leri Bakanlıklarıyla MİT Müsteşarlığına, “inşaat ruhsatı için olumlu görü; veril­mesi mümkün değildir" şeklinde görüş belirtmiştir*224*. (Bu yazıların fotokopile­ri, dosyamızda dır).
Önlerine, beklemedikleri bir anda, adı geçen makamlar çıkınca telâşlanan İs­tanbul Ortodoksları, Yunanlı ve Amerikalı din adamlarından yardım istemişler­dir. Patrik, K. ve G. Amerika Rum Ortodokslarının rûhânî lideri olan Başpisko­pos Yakovas ile temas kurmuştur. Yakovas harekete geçmiş ve Hükümet, Ameri­ka’nın Yunanlı dostları tarafından sıkıştırılmaya başlanmıştır. Ayrıca, Amerika’­nın eski başkanlarından J. Cart er, Türk Hükümetini etkileyecek “lobi faaliyetlerine girişmiştir.
Yakovas, dinî durumu sebebiyle ABD’deki hıristiyan kuruluşlarla sıkı bağlar kurmuş ve onların yardımıyla da ABD idaresi, Senato-Temsilcileri Meclisinde kendi amacı doğrultusunda kullanabileceği tesirli dostlar edinmişti. Nitekim Yakovas, Milliyet Gazetesinin, kendisiyle yaptığı röportajda (10.6.1987) bu hususu teyit etmiş­tir. Carter’ın devreye girmesini de, o sağlamıştır*2251. Bu sırada Patrik Dimitrios ile Yakovas, ortak bir gezi düzenleyerek Ortodoks âlemini harekete geçirmişler­dir. Dünya çapındaki bu ziyaretlerde,(226) merkezi Cenevre’de olan Dünya Kilise­ler Konseyi de ziyâret edilmiştir.
Burada, Başpiskopos Yakovas’ın durumundan kısaca bahsetmek, yerinde ola­caktır. Yakovas azılı bir Türk düşmanıdır. Türkiye aleyhindeki faaliyetleri sebe­biyle 1958’de sınırdışı edilmiş ve T.C. vatandaşlığından çıkarılmıştır. Yakovas, Athenagoras’ın, ABD’ye uzanan bir kolu olarak orada da Türkiye aleyhindeki faali­yetlerini sürdürmüştür. ABD’deki Rumların oylarıyla seçilecek senatör vb. ni, Yu­nan davasına hizmet ettirmeye başarmıştır. Ayrıca Türkiye aleyhine beyanat ver­miş ve Mora isyanı yıldönümünü, bir kilisede kutlamıştır*227*. Ne acıdır ki, bu ki­şiye, Türk Hükümetince “özel izin” verilmiş ve o da Türkiye’ye defalarca gelmiş­tir. Daha önce de Türkiye’nin Başbakanı ile Yakovas, ABD’de baş başa görüşmüş, Patrikhâne işi konuşulmuş; ayrıca istek üzerine Yakovas, “Davos’a katkıda bu­lunmayı kabul etmiştir*228*.
Sözkonusu Başbakan, Cumhurbaşkanı olduktan sonra, ilkönce, din! şahsiyet olarak, Patrik Dimitrios’u kabul etmiş ve Patrik ona, “Patrikhânenin onanım için gösterdiği yardımdan dolayı” teşekkür etmiştir*229*. (Bundan, mevzuata aynen İzin sağladığını kimin sağladığı, açıkça anlaşılmaktadır.) Cumhurbaşkanı, Patrikhânenin açılış törenine, bir bakanın katılması için Hükümete talimat vermiştir.
Patrikhânenin, âdeta yeniden inşa edilen binası, 17 Aralık Pazar günü üç saat süren bir âyin-törenle açıldı. “Ortodoks âleminin buluşması” olarak kabul edilen bu törene Yunanistan’dan 20’nin üstünde otobüs ve 3 uçak dolusu eski başbakan eski-yeni milletvekilleri, bakanlar, sanatçılar, işadamları ve din adamları olmak üzere toplam 780 Yunanlı gelmiştir. Ayrıca Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisi ile İstanbul Başkonsolosu da katılmıştır*230*. Patrik, Cumhurbaşkanım da dâvet et­miş, fakat o, başka meşguliyeti sebebiyle katılamamıştır. (Verilen emir üzerine) Hükümeti temsilen Turizm Bakanı, aynca İstanbul Valisi ile Büyükşehir Bld. Bşk. iştirak etmiştir. Onarımı için gerekli para, Patriğin Atina ziyaretinde sağlanmıştır, 15 milyon dolara mâlolduğu bildirilen tâmirin tüm masraflarını karşılayan Yunanlı sanâyîci Dimitrios Angelopulos’a, Patrikhânece bir “şükran plâketi” verilmiştir.
Açılışa Tepkiler
Patrikhânenin onarımdan sonra tekrar açılışı, uzmanlar ve çeşitli yayın organ­larınca yorumlanmış, çeşitli çevrelerin tepkilerine yol açmıştır. Bunlardan bazıları­nı kaydediyoruz:
Türkiye Gazetesinin 18.12.1989 tarihli sayısında M. N. Özfatura’nın yazısının ilgili bazı pasajları şöyledir: “... Yunanistan’da 3771 Türk-İslâm eserinden 3471 i kasten imhâ edilmiş, geriye kalan 300 eserin ise, günleri sayılıdır. Tamiri, kesin olarak yasaktır. En son örneği, Tabakhane Câmii, içinde ibâdet edildiği ve sağlam olduğu halde yıkılmış, yerlebir edilmiştir”.
“Fener Patrikhânesi, büyük oyun peşindedir. Varmak istediği hedef, nüfuz kazanmak. Vatikan gibi ayrı bir devlet... olmaktır. Bu hedeflere varıldığında, F. Patrikhanesini durdurmak, aslâ mümkün olmayacaktır. Patrikhânenin, kanunsuz olarak restorasyonu, bir tavizdir ve F. Patrikhanesinin hedefine ulaşmasında itici güç olmaya namzettir.”
Zaman Gazetesi de, 20.12.1989 tarihli sayısında, “Patrikhânenin yeni binasını açılışıyla bütün Yunanistan çalkalandı; Yunanlılar sevinçli, B. Trakya buruk “başlığı altında” İskeçe’den verdiği haberde şöyle yazıyor:
“Geçtiğimiz pazar günü ihtişamlı bir törenle açılışı yapılan F. Patrikhanesinin yeni binası, Yunanistan’da konuşulmaya devam ediliyor... Tören, Yunan Televiz­yonundan naklen verilmişti. Dünya Ortodoks liderlerinin bir araya toplanarak yap­tığı âyîn ve açılış töreninin naklen yayınlanmasının ardından Yunanistan’da halk, adeta bayram yapıyor.”
İskeçe Müftü Yrd. M. Emin Aga’dan aldığımız bilgiye göre, Patrikhânenin ye­niden açılması, Yunanlılar üzerinde büyük moral kaynağı oldu’. Aga bütün Yunan gazetelerinin, açılışa geniş yer ayırdıklarını belirterek, ‘Avriani Gazetesi’de, (Yeni Şahlanış) başlığı altında adeta yeni bir Megalo idea ruhunu hortlatmaya çalıştı’ dedi.”
“Aga, şöyle devam etti: "... Yunanlıların büyük sevincine sebep olan bu açı­lış, B. Trakya Türkerinde burukluk ve üzüntü yarattı. Çünkü bizim camilerimize bir çivi çakmak için bile izin vermiyorlar. İstanbul’da doğru dürüst Rum kalmadı­ğı halde büyük önem verdikleri Patrikhânenin hizmete girmesine karşılık yakın za­manda yıkılan İskeçe Tabakhane Câmiinin yerine Trakya Üniversitesinin siteleri inşa ediliyor; Pazar yeri Câmiinin durumu ortada... Tarihi Dimetoka Câmiinin kitabeleri söküldü... Biz tüm girişimlerimizi yaptık, ama isteklerimizi reddettiler. Şimdi, Patrikhânenin açılışını kutluyorlar, Halk arasında Ayasofya’nın, yeniden kilise olarak açılacağı da konuşuluyor. Biz bunu duyduktan sonra, üzüntümüz bir kat daha arttı.”
“Bu durumla ilgili geniş bilgi veren Aga, “Türkiye uyduğu halde, Yunanistan’­ın Lozan’ın (mütekâbiliyet) esasını hiçe saydığını; B. Trakya’daki birçok câmî ve vakıf binâsını harâbe hâlinde olduğunu’ söylemiş, Patrikhânenin yeniden inşâsı için gayret gösteren devlet adamlarımız, aynı titizliği ve isrân B. Trakya’daki müslümanlara ait ibâdethânelere de göstersinler” demiştir.
Yunan Heyetinin Ayasofya’yı Ziyareti ve Anlamı Patrikhânenin açılışı için dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen, çoğunluğunu eski­yeni parlamenterlerin teşkil ettiği heyet, papazlarıyla birlikte Ayasofya’yı ziyâret ederek duâ ve Hz. İsâ İkonunun önünde şükür secdesi etmişlerdir. Açılıştan Önce, heyette bulunan Atina Ün. Rektörü Statepulos, bir gazetecinin, “Neden önce, Ayasofya’yı ziyâret ettiniz?” sorusuna, “Bir Yunanlı için Ayasofya, Patrikhaneden çok daha Önemlidir” şeklinde cevap vermiştir. Statepulos, “Burası bir müzedir. Müslümanlar dahî burada ibâdet yapamıyorlar, yâni ibâdet etmek yasak, siz nasıl yapıyorsunuz?” sorusuna da, “Ayasofya sizin için müze olarak kullanılıyor, Ama bizim için ebediyyen kilisedir” cevabını vermiş; böylece Ayasofya’nın, Yunanlıla­rın “Kızıl Elma”sı olduğunu açıkça ifâde etmiştir. Ve yine, “... Ayasofya kilise­dir ve kilise olarak kalacaktır” diye eklemiştir.
Patrikhanedeki Orta Kapı Meselesi
Daha önce de belirtildiği gibi, baskın sonucu ele geçirilen belgeler ve kendisi­nin de İtirafıyla Patrik, yaftası boğazına takılarak Patrikhânenin orta kapısının önünde idâm edilmişti. Bu kapı, o zamandan itibaren kapatılmış, siyaha boyan­mış ve önü de, demir parmaklıkla çevrilmiştir. Bizzat gördüğüm bu kapı hakkın­da Öt eden beri çok şey yazılmıştır.
Anlatıldığına göre Patrik Grigoryus, asılmadan önce, “İstanbul geri alınıp, bu­rada bir Türk din veya devlet adamı asılmadan bu kapıyı açmamalarını” vasiyet etmiş; bir başka ifâdeye göre, böyle bir kararı, Patrikhane mensupları almışlar­dır. Bu kapı, her şeye rağmen 170 küsur seneden beri kapalı tutulmaktadır. Türk Devletinin azınlıklara olan hoşgörüsü karşısında bu cemaatin, içinde “gizli kinleri” yaşatması, bu kapıya “Kin Kapısı” adını verdinmiş ve tepki uyandırmıştır(231). Ba­sında ısrarla, bu söylenenlerle ilgili olarak bir açıklama İstenmesine rağmen pat­rikhane, bu kapıyı açmadığı gibi, sesi-sedası da çıkmamıştır. Bu tutum ise, haklı olarak, söylenenlerin doğru olduğu kanaatini uyandırmaktadır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, ne Yunanistan’ın “Türk düşmanlığı” bitmiş -Fransız Elçisinin yazdığı gibi, biteceğe de benzemiyor - ve ne de Patrikhane “ihanet” hu­yunu t er ket m iştir. Patrikhâne artık, Yunanistan’ın “bir üssü", bir “ileri karakolu” olma huyundan vazgeçmeli Ölen patriğe yaptığımız tavsiyeyi, yeni Patriğe de tek­rarlamak isteriz: Geçmişte işlenen hataları tekrarlamayın. Böyle yapmanız, hem sizin, hem de komşu İki ülkenin hayrına olacaktır.
“ Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, si­zi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyi­lik yapmanızı ve onlara karşı âdil davran­manızı yasak kılmaz; doğrusu Allah âdil olanları sever. Allah, ancak sizinle din uğ­runda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıka­ranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasak eder; kim onları dost edinirse, işte onlar zalimdir.”
(Mümtehine 60/8-9)
• M. Ü. İlahiyat Fakültesi öğretim Üyesi
1) Annemarie Schimmel (Prof. Dr.),Dinler Tarihine Giriş, s. 174. (İsimler Kısmı).
2) Büyük Dinler ve Mezhebler Ansiklopedisi, s. 218; Muhammed Ebû Zehre (Prof.), Hıristiyanlık Üzerine Konferanslar, (Ter. Akif Nuri), İst. 1978, s. 53.
3) Dinler Tarihi Ansiklopedisi, c. 2, s. 314; Büyük Dinler ve Mezhebler Ansiklopedisi, s. 219.
4) Konsillerin çeşitleri için bkz. Dinler Tarihi Ansiklopedisi, c. 2, s. 311-312; Zehre, age, s. 225 vd.
5) Schimmel, age, s. 133-134; A. Kahraman, Dinler Tarihi, s. 174.
6) Kahraman, age, s. 174.
7) P. L. lannitlo, Hıristiyan Dininin Esasları, İst. 1982, s. 131. Ayrıca bkz. Schimmel, age, s. 243, "Pa " md.
8) Ekrem Sarıkçıoğlu (Doç. Dr.), Başlangıçtan Günümüz Dinler Tarihi, İst. 1983, s. 237.
9) Ziya Kazıcı, Hıristiyanlık, İst. 1971, s. 107-108, 113. Ayrıca bkz. A. Ahad Dâvûd, İncil ve Salîb, İst. 191 (1329), s. 26. Papa’nın diğer yetki ve dokunulmazlıkları için bkz. Zehre, age, s. 253-254.
10) Dinler Tarihi Ansiklopedisi, c. 2, s. 316.
11) Joseph L. Hromadka, (Çev. G. Tumer), Doğu Ortodoksluğu, A.Ü. İlahiyat Fak. Der., XVII/240.
12) Bkz. Zehre, age, s. 274.
13) Dinler Tarihi Ansk c. 2, s. 316. Diğer ayrılmalarla ilgili olarak bkz. Dr. M. Süreyya Şahin, F. Patrikhânesi
ve Türkiye, İst. 1980, s. 23 vd.
14) Dinler Tarihi Ansk. c. 2, s. 312.
15) Schimmel, age, s. 134; Dinler Tarihi Ansk. c. 2, s. 312; Zehre, age, s 251; M. Aydın (Doç. Dr.) O. Cilâcı (Dr.) Dinler Tarihi, s. 77.
16) H. Yavuz Ercan, Fener ve Türk Ortodoks Patrikhânesi, A. U. DTCF, Tarih Araştırmaları Der., Ank. 1967, V/8-9 s. 411.
17) Ercan, agd, s. 411; Schimmel, age, s. 134.
18) Schimmel, age, s 134-135; Aydın-Cilâcı, age, s. 55.
19) Papa Efrim, "Türk Ortodoks Rûhânî Reisi Papa Efrim’in, Kıbrıs Hakkındaki Düşünceleri" adlı broşürdeki "Beyannamesi’nden, İst. 1958.
20) Bkz. N. Jorga, GOR = Geschichte des Osmanischen Reıches, Gotha 1913, c. 2, s. 32.
21) Bkz. Decei Aurel (Dr.) Fâtih ve İstanbul, c. 1, s. 99; E.B. Şapolyo, Osmanlı Sultanları Tarihi; İst. 1951, s. 113; Phrantzes, Chronicon, Bonn 1938, s. 304.
22) H. Y. Ercan, agd, s. 120, İslâm Ansiklopedisi, (M.E.B.), "Fenerliler" md., c.4, s. 547.
23) Şehâbeddin Tekindağ (Prof. Dr.), TUrk Kültürü Der., c. 5, s. 2194. Bkz. Âşık Paşazade, Tevârıh-i Âl-ı Osman, (Nşr. Dr. Giese), s. 132; Neşri, Cihannüma, (Nşr. Fr. Taeschner), s. 181; Derviş Şems, Târih-i Ayasofya, Ayasofya Ktp. 3025, s. 33.
24) Tekindağ, agd, c, 5. s. 2194; Aurel, age, s. 99-100.
25) Martinus Crusius, Turcegraeciae, Basilac 1578, s. 107; Aurel, age, s. 107.
26) Aurel, age, s. 100; Tekindağ agd, c. 5, s. 2194; Crusius, age, s. 107.
27) M. E. Elöve, A. Ü. Huk. Fak. Der., 1953, c. 10, sa, 1-4, 10, s. 343; 1. H. Uzunçarşılı (Ord. Prof.) Osmanlı Tarihi, Ank. 1945, TTK Yayınlarından, c. 2.
28) Bkz. M. Ali Ayni (Prof.), Milliyetçilik, İst. 1943, s. 293; Tekindağ, agd. c. 5, s. 2194; Aurel, age, s. 101; Ercan agd, s. 120.
29) Phrantzes, age, s. 350; Mithat Paşa, "Memâlik-i Orhaniye’nin Mazi, Hâl ve İstikbâli" yazısı. Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücâdeleleri Tarihi, c. 10, s. 5854-5.
30) Aurel, age, s. 102; M. Paşa; age, s. 5854-5; Başbakanlık Arşivi, Belge No: 36478-B. Verilen haklarla ilgili geniş bilgi için bkz. Halil İnalcık (Dr.), Aylık Ansiklopedi Şubat 1964, Nr. 22, s. 696, "Şark Ortodoks Kilisesi ve Bulgar Eksarhiyası" md.; Harry Luke, The old Turkey and The New, s. 16, 45, 90; Ayın Tarihi, Ekim 1923, s. 137.
31) Papa Efrim agb; Ayın Tarihi, Ekim 1923, s. 137: "Patrikhane, o zaman cismânî yetki aldı."
32) Phrantzes, age, s. 394; Aurel, age, s. 103.
33) Başbakanlık Arşivi, Belge No: 36478-B; Aynî, s. 293-294, Ayrıca bkz. Papa Efrim, agb; Aurel, age, s. 103; Osman Ergin, Türkiye’de Şehirciliğin Tarihi İnkişâfı, İst. 1936, s. 92.
34) Tekindağ, agd, c. 5, s. 2194; Dukas, Bizans Tarihi, (Çev. Vladimir Mirmiroğlu), İst. 1958. s. 15; Phrantzes, age, s. 304 - 306; Martinus Crusius, Turcugraeciae, Basilac 1578, s. 107-109.
35) Aurel, age, s. 103; Dukas, age, s. 15; Tekindağ, agd, c. 5, s. 2194 (6 nolu dipnotu); Crusius, age, s. 109.
36) Geniş bilgi için bkz. Şahin, age, s. 48 vd.
37) Bu belge, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi (Mart 1969, s. 18, s. 39,-44)"de yayınlanmıştır.
38) Bkz. Resmi Tarih, s. 28, Tekindağ, agd, s. 32, s. 511 M. Larausse, "Patrik" md., c. 9, s. 940.
39) S. R. İskit, Tarih Konuşuyor Der., c. 3, s. 16, s. 1331.
40) Osman Ergin, Türkiye Maârif Tarihi, İst. 1977, c. 2, s. 602; Ahmet Reşit. Ekatliyetlerin Himâyesi, İst. 1933, s. 30.
41) Osman Ergin, Türkiye’de Şehircilik, İst. 192? c. 1, s. 79.
42) H. İnalcık (Dr.) age, s. 696; Ayın Tarihi, Ek. 1923, s. 137. Ayrıca bkz. R. Janin, Les Eglises Orientalesetles Rites Orientaux, Paris 1926, s. 130; O. Ergin, Türkiye’de Şehirciliğin Tarihi İnkişafı, İst. 1936, s. 94.
43) C. Işıksal, Belgelerle Türk Tarihi Der., s. 18, s. 39.
44) Başbakanlık Arşivi, Belge No: 45950 - K, Tar. 1237 (1821) R.E.
45) M. E. Elöve, agd, s. 331; H.Y. Ercan, Osmanlı İmparatorluğunda Müslüman olmayan Halkın Hukukî ve içtimaî Durumu. (Doktora Teri, DTCF Kth; Kayıt No: 152).
46) S. R. İskit, agd, sa. 16, s. 1331
47) 1. Kıbrıslı oğlu, Patrikhane Köstebekleri, Megalo İdea, Türklüğün İmha Plânı ve Yerli Rumların Rolü, Ank. 1967, s. 12.
48) R. İskit, agd, sa. 16, s. 1331.
49) Ahmet Refik, İstanbul Hayatı, İst. 1935, s. 64, 66; Ö. L. Barkan, Kanunnameler, c. 1, s. 397; Başbakanlık
Arşivi, KPT (Kâmil Kepeci Tasnifi), Piskopos Mukâtaası 2540, s. 26.
50) M. W. Montgomery, JE, "Turkey" md.; Aurel, İslâm Ans., "Eflâk" md.
51) E. A. Murat, Millî Işık, May. 1967, s. 30.
52) Tarih Konuşuyor Der., c. 1, s. 71; B. R. Özoran, Bayrak Der., Tem. 1967, s. 13; N. Alpan, Kemalizm, Sa, 42, S. 2; K. Mısıroğlu, Yunan Mezâlimi, İst. 1972, s. 99; B.R. özoran, Türk Kadını Der., Sa, 22, s. 22; N. Tursan Silâhlı Kuvvetler Der., Sa 85, s. 66; A. Özguç, B. Trakya Türkleri, İst. 1974, s. 194, "Bu çifte Vision, ’Büyük’ veya "Helenik Fikir’ adını taşır." Bkz. Luvaris (Prof. Dr.), Üniversitas Dr., Mart 1957, Stuttgart (Türk, Türk Düşüncesi, c , 8-9, Sa, 15-16, s. 46-52).
53) M. Altay Köymen (Prof. Dr.), Tercüman, 16.8.1974; Tarih Konuşuyor Der., c. 1, s. 71; Mısıroğlu, age, s. 99.
54) Dimitri Kitsikis, Yunan Propagandası (Ter.), İst. 1962, s. 22; Özaran, Türk Kadını, Sa, 22, s. 22; K. Nomer, İslâm Mec, c. 8. s. 4, s. 124: "Projeler Osmanlı İmparatorluğunu parçalayıp, mirasına Yunanistan’ın kurulması; Kıbrıs dahil, ’Adalar Cumhuriyeti’ kurmayı amaçlar(T. Demiraylın, "Cont Projets de Partage de la Turquie"den naklen (1964) Meclis’deki konuşması).
55) Cemal Kutay, Tarih Konuşuyor Der., c. 2, Sa. 9, s. 677.
56) Bkz. ].C. Voyatzidis, La Grande İdea, L’Helk Conteroporain, series 2, c. 7, s. 279-297; A.B. Terek, Belgelerle Türk Tarihi Der., Sa, 29, s. 17.
57) D. Kitsikis, age, s. 22.
58) Kitsikis, a.g.e, (önsöz), s. 5-6.
59) Luvaris (Prof. Dr.), agd. s. 48.
60) N. Tursan, Silâhlı Kuvvetler Der., Sa, 85, s. 67.
61) Luvaris, agd, s. 47.
62) M. Toroslu (Dr.) Türk Düşüncesi, Sa. 40, s. 399.
63) Luvaris, agd, s. 47, M. Ali Aynî: "Fâtih, üstünlüğünün yenilenmesine, (verdiği) geniş imtiyaz ve yetkinin
alâmet ve sembolü olarak Patriğe, eskiden (İmparator) Vasilevis’in yaptığı gibi. Patriklik asası (Musa’nın
asâsı)nı verdi. Başına da, on iki havarinin resimleri ve elmaslardan yapılmış bir haç ile süslü, mineli bir tâc konmuştur. Bu tacın tepesinde, imparator Konstantin’in saltanat (hükümranlık) alâmeti olan ve pençesinde yerküreyi tutan, pırlantadan yapılmış kartalı bulunur" demektir. Bkz. age, s. 293-294. Bu açıklamadan, Luvaris’in, o sözleriyle neyi kastettiği net bir şekilde anlaşılmaktadır.
64) Tursan, agd, Sa, 85, s. 67-68.
65) Bkz. Janin age, s. 133; B. Berk, Türk Ruhu, Sa, 14, s. 5; M. Toroslu (Dr.), Türk Kültürü, Sa, 40, s. 399; N. Tursan, Silâhlı Kuv. Der., Sa. 85, s. 69.
66) Bkz. Ayın Tarihi, Ek. 1923, s. 138.
67) C.D. Cobhan, The Patriarchs of Constantinople, Cambridge 1911, s. 31; İslâm Ans., "Fenerliler" md., s. 548.
68) Bkz. O. Ergin, Türkiye’de Şehirciliğin Tarihi İnkişâfı, s. 94.
69) Mufassal Osmanlı Tarihi, c. 6, s. 3108; N. Tursan, Sil. Kuv. Der., s. 67-68.
70) Cevdet, Tarih, c. II, s. 63-64
71) Patrikhanenin, Balkan milletlerini Rumlaştırma ve nüfuzu altına almasıyla ilgili geniş bilgi için bkz. C. Kutay, Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücâdelesi Tarihi, c. 3, s. 2403. "Patriğin mürâcatı üzerine (1762) Bulgar ve Slav Patriklikleri lağvedilip, halkı, Rum Patrikhanesine bağlanmıştır." Cevdet, Tarih, c. 11, s. 64.
72) Cevdet Tarih, c, 11, s. 71; S. Salışık, Turk-Yunan İlişkileri Tarihi ve Etniki Eterya, İst, 1967, s. 22.
73) Luvaris, agd, s. 49. "Hükümet azınlık okul ve programlarına da asla karışmadı." O. Ergin, Türkiye Maârif Tarihi, c. 2, s. 602.
74) Luvaris, agd, s. 50.
75) M. E: Elöve, agd. s. 346; O. Ergin, age, s. 845.
76) N. Alpan, Kemalizm, Sa. 42, s. 2.
77) B. Berk, Patrikhane ve Kıbrıs, İst. 1962, s. 12.
78) H. İnalcık, tslâm Ans., "Mehmet II" Md.
79) Bunlardan bir kısmı için bkz. A. Bombacı, Nuavi fırmani greci di Mapmetto 11, Byzant, Zeitschr, XLVI1,1954.
80) Aurel, İslâm Ans., "Fenerliler" md., c. 5, s. 548; M. Larausse, "Fenerliler" md., c. 4, s. 588
81) C. Kutay, age, c. 4, s. 2414-5.
82) M. A. Aynî, age, s. 298.
83) Aurel, İslâm Ans., "Fenerliler" md, c. 5, s. 548-9.
84) M. Larausse, "Fenerliler" md., c. 4, s, 588.
85) C. Kutay, age, c. 4, s. 2414-5; M. A. Aynî, age, s. 289; Cevdet, Tarih c, 11, s. 63.
86) E. A. Murat, Milli Işık, Sa. 1, s. 31; Cevdet, Tarih, c 11, s. 63; Tar. Konuşuyor Der., c. 1, S. 66.
87) Geniş bilgi için bkz. M. A. Aynî, age, s. 298-300; Cevdet, Tarih, c. 11, s. 63.
88) Cevdet, Tarih, c. 11, s. 63.
89) C. Kutay, age, c. 5, S. V. (Sohbet bülteni)
90) C. Kutay, age, c. 4, s. 2414-5; Şânîzâde, Tarih, c. 2, s. 159.
91) A. Kabaklı, Mücâdele Der., Sa, 6, s. 844.
92) Tarih Konuşuyor Der., c. 1, s. 66-7.
93) S. Salışık, age, s. 286.
94) Tar. Konuşuyor Der., c. 1, s. 69.
95) E. Z. Karal, İslâm Ans., "Mahmud II. " Md.; Ş. Tekindağ, Belgelerle Türk Tar. Der., Sa., 1, s. 55.
96) İslam Ans. M. Larausse, "Fenerliler" md.
97) Yunanca: "Siyâsî Cemiyet, Gizli Cemiyet, Dostlar Birliği" "Siyâsî Dernek. Türklerden kurtulmak için (1814’de) kurulmuş ’Gizli Dostluk Cemiyeti" Düden Lexıkon, "Hetariö" md Band (c.) 2, s. 1000.
98) Cevdet, Tarih, c. 11, s. 76; Târih-i Fetret, s. 7-9; C. Kutay, age, c. 4, s. 2519-20.
99) Cevdet, Tarih, c. 11, s. 77.
100) Cevdet, Tarih, c. 11, s. 77.
101) Cevdet, Tarih, c. 11, s. 81; V. Burun, Türk Düşüncesi; s. 56; S. Salışık, age, s. 145.
102) S. Salışık, age, s. 286, "Eterya’nın çalışma plânını, önce Patrikhane hazırlamıştır." V. Burun Türk Düşüncesi, s. 53-4.
103) Pontus Meselesi, Matbûât-ı Mudiriyet-i Umûmiye, (Komisyon), Ank. 1337, s. 39.
104) S. Salışık, age, s. 287
105) Cevdet, Tarih, c. 11, s. 163.
106) C. Kutay, age, C. 8, s. 4365.
107) S. Salışık, age, s. 151.
108) Cevdet, Tarih, c, 11, S. 89.
109) Patrik Grigoryuslun mektubunun metni için bkz. M. Süreyya Şahin (Dr.), F. Patrikhânesi ve Türkiye, s. 142-3.
110) Bkz. B. R. Özoran, Türk Kadını, Sa. 22, s. 22; R. Kibaroğlu, Kemalizm, Sa: 6/68, s. 20; B. Berk, age, s. 25; N. P. Alpan, Kemalizm, Sa, 3, s. 18; A. Kabaklı, Mücadele Der., Sa, 6, s. 844; Tar. Konuşuyor Der., Sa. 9, s. 677, "Patrikhane, Yunanistan’ı bağımsızlığa kavuşturan isyanlarda en etkili rolü oynamıştır" Mısıroğlu, age, s. 264.
111) Mithat Sertoğlu, Belgelerle Türk Tarihi Der., Sa, 25, s. 47; B. R. Özoran, Türk Kadını, Sa. 22, s. 22; N. Tursan, Sil. Kuv. Der., Sa. 85, s. 224; Cevdet, Tarih, c. 11, s. 146-156.
112) Bkz. S. R. İskit, Tar. Konuşuyor Der., Sa, 16, s. 1332; C. Kutay, age, c. 4, s. 2523; Y. Öztuna, Türkiye Tarihi, İst. 1966; c. 12, s. 224; Cevdet, Tarih, c. 11, s. 146-156.
113) Tar. Konuşuyor Der., c. 1, s. 67-9; 1. Ilgar, Sil. Kuv. Der., Sa. 85, s. 96-7.
114) Tar. Konuşuyor Der., c. 1, s. 67-9.
115) Cevdet, Tarih, c. 11, s. 266-7; Şânî-Zâde, Tarih, c. 4, s. 30-2.
116) Tar. Konuşuyor Der., c. 1, s. 69-70. Hatıratın tam metni için bkz. M. S. Şahin, age, s. 153-4.
117) Başbakanlık Arşivi, Belge No: 47772-B; E.Z. Karal, İslam Ans., "Mahmut II. " md.; Mufassal Osmanlı
Tarihi, c. 5, s. 2883; Tar. Konuşuyor Der., Sa. 16, s. 1333.
118) Bkz. Başbakanlık Arşivi, Belge No.: 47772. Bu belgede beyannameler, imza (isim)ler ve hükümet üyelerinin adlarıyla görevleri, etraflıca belirtilmiştir.
119) D. Walder, (Ter.) Çanakkale Olayı, İst. 1970, s 18; Y. Öztuna, age, s. 226; Muf. Ans., "Mora" md.; E. B. Şapolyo, age, s. 380;...
120) E. Z. Karal, İslâm Ans., agm.; Muf. Os. Tar., c. 5, s. 2911; Tar. Konuşuyor Der., Sa. 16, s. 1333; Sertoğlu, Bel. Türk Tar. Der., Sa, 25, s. 47;... %
121) D. V. Valder, age, s. 18; Muf. Os. Tar., c. 5, s. 2919;...
122) Tar. Konuşuyor Der., c. 1, s. 71.
123) Luvaris, agd., s. 50, H. İnalcık, age, s. 697-8.
124) C. Kutay, age, c. 6, s. 3381.
125) C. Kutay, aynı yer.
126) S. Salışık, age, s. 304.
127) Y. Öztuna, age, s. 248; Pontus Meselesi, s. 29; N. Tursan, Sil. Kuv. Der., s. 65;...
128) Bkz. C. Işıksal, Belgelerle Türk Tar. Der. Sa. 18, s. 44; D. Walder, age, s. 30, C. Kutay, age, c. 17, s. 9994-5; Aynî, age, s. 317; Muf. Os. Tar. c. VI, s. 3465-6; Girebenali Bekir Bey, Garp Ordusunda Kuva-i Seyyare; Luvaris, agd, s. 51; Tursan, agd, Sa. 85, s. 68.
129) Geniş Bilgi için bkz. M. N. Deliorman, Tarih Konuşuyor Der., c 5, Sa. 27, s. 2195-6, T Işıksal, Belgelerle Türk Tar. Der., Sa. 43, s. 15.
130) A. Kabaklı, Mücâdele Der., Sa. 6, s. 844; B. R Özoran, Türk Kadını, Sa. 22, s. 22.
131) Bkz. Encyclopaedia Britanica, c. 6, s. 883; Muf. Os. Tar. c. 6, s. 3144; Ilgar Hayat Tar. Mecmuası, c. 1 Sa. 80; Gnl. T. Arıburun, Yol Der., 2 2 1966, S. 5. Ayrıca bkz. Tar. Kon. Der., c. 3, s. 1132, 1134, H. Cahit, Tanin, 29.7.1909.
132) 1. Kıbrıslı oğlu, age, s. 13; 1. Ilgar, Hayat Tar. Mec, c. 1, Sa. 5, s. 80.
133) Tar. Kon. Der., c. 1, s. 465.
134) t. Ilgar, Hayat Tar. Mec, c. 1, Sa. 5, s. 90. Yunan yardımları için bkz. C. Kutay, age, c. 6, s. 3663-4.
135) C. Kutay, age, c. 7., s. 3911.
136) Gnl. T. Arıburun, Yol Der , s. 5.
137) V. Burun, Türk Düşüncesi, s. 84-5.
138) S. R. İskit, Tar. Kon. Der., c. 3, s. 1134
139) Muf. Os. Tar. c. 6, s. 3421; O. N. Bozkurt, Türk Kültürü, Sa. 39, s. 215.
140) S. Borak, Hayat Tar. Mec, Sa. 9, s. 61.
141) Ş. Saraçoğlu, Milliyet, 17.5.1964.
142) Muf. Os. Tar., c. 6, s. 3507. Daha geniş bilgi için bkz. age, c. 6, s. 3144 vd.; Başbakanlık Arşivi, Girit Mesalihi, İrâde No: 279; S. R. İskit, Tar. Kon. Der., c. 3, s. 3663-5; S. Borak, Hayat Tar. Mec. c. 2, Sa. 9, s. 60-61; t. Ilgar, Hayat Tar. Mec, c. 1, Sa; 5, s. 79-84.
143) A. Özgüç, age, s. 20-22.
144) Y. Öztuna, age, c. 12, s. 235.
145) S. Salışık, age, s. 179-180; N. Tursan, agd, Sa, 85, s. 66; K. Nomer, İslâm Mec, c. 8, Sa. 6, s. 128; O. N. Bozkurt, Türk Kültürü, Sa., 39, s. 215; N. Alpan, Kemalizm, Sa. 42. s. 3; A. Özgüç, age, s. 202.
146) M. E. Aytekin, Türk Kültürü, Sa. 39, s. 222.
147) Pontus Meselesi, s. 30. 148) Ayn. esr., s. 30. 149) S. Salışık, age, s. 47, 316. 150) E. Ökte, Bel. Türk Tar. Der., Sa. 40, s. 21. 151) Pontus Meselesi, s. 31. 152) S. Salışık, age, s. 315-6; Pontus Meselesi, s. 30-31. 153) Pontus Meselesi, s. 31.
154) Ayn. Esr., s. 31.
155) K. Nomer, Tohum Der., Sa. 5, 57; Pontus Meselesi, s. 31-32.
156) Derneklerin adlan için bkz. Pontus Meselesi, s. 32.
157) Pontus Meselesi, s. 32.
158) Papa Efrim, agd.
159) Aynî, age, s. 313.
160) Bkz. C. Kutay, age, c. 19, s. 10684, 10768; K. Mısıroğlu, age, s. 363-4.
161) Aynî, age, s. 311; Sabah, 16 TS. 1918, Nr. 10416.
162) A. Özguç, age, s. 147; B. Berk, age, s. 12.
163) C. Kutay, age, c. 18, s. 10427.
164) S. N. Tansu, İki Devrin Perde Arkası, s. 310.
165) Türkiye İstiklâl Harbi, Gn. Kur. Harp Tarihi Dâiresi, c. 2, Kıs. 1, s. 13; C. Kutay, age, c. 19, s. 10672,10842.
166) Bkz. K. Mısıroğlu, age, s. 163; A. H. Yeşilyurt, Kemalizm, Sa, 42, s. 6; G. Jaeschke (Prof. Dr.) (Ter.) Bel. Türk Tar. Der. Sa. 32, s. 573; M. özgen, Tar. Kon. Der., Sa. 22, s. 1023; Duâlaer, age, s. 1.
167) C. Kutay, age, c. 19, S. 10810.
168) Türkiye İstiklâl Harbî, Gn. Kur. Harp Tar. Dâ. Bşk., c. 2, s. 55, Dipnotu: 2.
169) M. özgen, Tar. Kon. Der. Sa, 22, s. 2012.
170) M. özgen, a.g.d, Sa. 22, s. 1012.
171) Muf. Os. Tar., c. 6, s. 3584; t. H. Dânişmend, Osmanlı Tarihi Kronolojisi,. İst. 1972, c. 4, s. 459.
172) K. Nomer, Tohum Der. Sa. 5, s. 7.
173) K. Mısıroğlu, age, s. 363-4; B. Berk, age, s. 13.
174) Aynî, s. 317.
175) K. Mısıroğlu, age, s. 358.
176) Papa Efrim, agb.
177) Papa Efrim, agb; A. Karakurt, Patrikhanenin içyüzü, s. 31.
178) Bkz. M. K. Atatürk, Nutuk, Ank. 1927, c. 1, s. 2, Ayrıca bkz. Ş. Tekindağ, Bel. Türk. Tar. Der., Sa. 2, s. 51-52; E. S. Ökte, Bel. Türk Tar. Der., Sa. 40, s. 21; B. Berk, age, s. 11-12; A. Kibaroğlu, Kemalizm, Sa. 6, s. 20; S. Salışık, age, 24; Türkiye İstiklâl Habri, c. 2, Kıs. 2, s. 51.
179) Bkz. E. S. Okte, Bel. Türk Tar. Der. Sa. 40, s. 22.
180) Bkz. Pontus Meselesi, s. 33; A Karakurt, age, s. 16-17; K. Mısıroğlu, age, s. 363-4; B. Berk, age, s. 13.
181) Pontus Meselesi, 35; B. Berk, age, s. 22; K. Nomer, İslâm Mec, c. 8, Sa. 3, s. 88.
182) S. Salışık, age, s. 304
183) K. Mısıroğlu, Tohum Der., Sa. 50, s. 8; S. Salışık, age, s. 24, 220.
184) Aynî, age, s. 315; Akşam Gaz., 11.9.1920, No: 706.
185) Luvaris, agd, s. 47; B. Berk, age, s. 19; S. Salışık, age, s. 316.
186) Aynî, age, s. 313; B. Berk, age, s. 11; Tar. Kon. Der., c. 2, s. 569-71; C. Kutay, age, s. 19, s. 10691-3; 1. Akçay (Dr.), Ayasofya Camii, Ank, 1968, s. 63-68. Patrik Meletyos’un kaçışından sonra Patrikhâneyide ele geçirilen "Kara Kitab” ın içindekiler için bkz. Tar. Konuşuyor Der., c. 2, Sa. 9, s. 677-8.
187) Bkz. R. Janin, age, s. 135; Ş. Tekindağ, Bel. Türk Tar. Der., Sa. 2, s. 51-52; Ayın Tarihi: Ek. 1928, s. 138.
188) M. E. Elöve, Forum Der., Sa. 17, s. 11; Ayın Tarihi, Ek. 1923, s. 139.
189) Bu ve konuşmanın devamı için bkz. 10 Oc. 1923 tarihli "Mubâdele-i Ahâlî Talî Komisyonu"nun 20 nolu ahitnamesi. B. Berk, age, s. 9-10.
190) Atatürk, Fransa’nın "Le Journal" gazetesinin muhabiri Paul Herriot’a da aynı beyanatı vermiştir. Ayrıca bkz. M. Nalbantoğlu, Tercüman, 12.12.1965; C. Karadağoğlu, Kemalizm, Sa. 64, s. 5.
191) Metnin tamamı ve klişesi için bkz. Tar. konuşuyor Der., c. 5, s. IV-V; c. 1, s. 468.
192) Aynî, age, s. 320-1. Ayrıca bkz. Documents diplomatiqurs; Confrence de Lausanna, T. 1, p. 260.
193) M. C. Bilsen (Prof.) Lozan, İst. 1933, s. 206; B. Berk, age, s. 14-15.
194) Bilsel, age, s. 266; Ş. Tekindağ, Bel. Türk. Tar. Der., Sa. 2, s. 52. Bugün Patrikhanenin evlenme konusunda bile yetkisi, sadece dinî bakımdandır, hukukî işlemleri yapma yetkisi, T. Cumhuriyetine aittir. Aynî,
age, s. 320; Ayın Tarihi, Ek. 1923, s. 139.
195) Dışişleri Bakanlığında suretlerini gördüğümüz, Patrik seçimiyle ilgili esasları ihtiva eden yazılar, Akşam
Gazetesi’nin 13 Tem. 1972 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
196) Sen Sinod Meclisinin bu kararın metni için bkz. Ayın Tarihi, Ek. 1923, s. 141.
197) "Biyografi" için bkz. Akşam Gazetesi, 19.7.1972.
198) Akşam Gazetesi, 19,7.1972.
199) Buraya kadar bkz. K, Mısıroğlu, Tohum Der., Sa. 50, s, B; M. Larausse, "Patrikhâne” md,; B.
Berk, age. i. 16-17; M. N. Deliorman. Tar. Konuşuyor Der., Sa. I, s. 18.
200) Bkz. Hürriyet Gazetesi. 19.19.196J.
201) M. Toroslu (Dr.) Türk Kültürü, Sa. 40. s. 399. Metropolitlerin ad ve yerlerin bkz. A. Özgüç, age, s. 152-3.
202) Ş. Tekindaj, Bel. Türk Tar. Der., Sa. 2, s. 52; M. N. Deliorman, Tar. Konuşuyor Der., Sa. 1, s. 19.
203) Bkz. Deliorman, Tar. Kon. Der., Sa. 1. s. 20.
204) Bkz. C. Karadağoğlu, Kemalizm, Sa. 64, s. 5; A. H. Yeşilyurt. Kemalizm, Sa. 42, s, 6.
205) Türk Ruhu, (Haftanın Muhasebesi), Sa. 6, s. 8-9; B. Berk, age, $. 20.
206) B. Berk, age. s. 20.
207) H. R. Öymen, Türk Kültürü, Sa. 15, s. 18; M. Toroslu, Türk Kültürü, Sa. 40, i, 399; A, Özgüç, age, s. 112.208) Bkz. t. H. Danışmend. Turk Kültürü, c. 8-9, s. 19; B. R. Özoran, Türk Kadını, Sa, 22, s. 22, Aynca bkz. J. Ancd Peuples et. Nations des Balkans, Paris 1930, 158; N. Alpan, Kemalizm, Sa. 26, s. 6; A. Erzen (Prof. Dr.), Kemalizm, Sa. 56, s. 18.209) B. R. özoran, Türk Kadını. Sa. 22, s. 22; H. F. Alasya, Türk kültürü, Sa. 16, s. 6. Gece baskınla Türlerin yok edileceği vs. için bkz. Başbakanlık Arşivi, Nr: 37750, Tar: 36 (1820-21) Hatt-ı Hümâyûn.
210) George Hill, A History of Cyprus, London 1952. c, 4. s. 527-8.
211) Bkz. B. Berk, Türk Kadını, Sa. 10, s. 7.212) Bkz. Z. Sülek, Türk Ruhu, Sa. 12, s. 8; B. Berk, agd, Sa. 10, s. 7. Türkiye’deki Ermeni Patrikliği ile Musevi Hahambaşısı. Makarios en ağır şekilde lânetlenmekten çekinmemişlerdir. K. Nomer, Tohum Der., Sa. 14, s. 11.213) Papa Efrim, agb, Bu bültende P. Eftim’in, Makarios dünya kamuoyuna karsı telin beyannamesi vardır. Ayrıca bkz. K. Nomer, Tohum Der., Sa. 14, s. 11.
214) Bkz. C. Işıksal, Bel. Türk Tar. Der., Sa. 18, s. 47; Koçak un, Mücâdele Der., c. 3, Sa. 5, s. 82 vd.
215) M. Toroslu Bel. Türk Tar. Der., Sa. 18, s. 47; Koca kurt, Mücâdele Der., c, 3, Sa. i, s. 82 vd.
216) Konuşmaların tam metni için bkz. Epoyevmatini Gazetesi, 12.6.1967, İst.
217) A. Özgüç, age, s. 154.
218) Akşam Gazetesi, 15.7,1972.
219) Fahir Armaoğlu (Prof. Dr.), Kemalizm, Sa. 5 (53), s. 13.
220) Türk Ruhu, Sa. 9, s. 8-9, (Haftanın Muhasebesi),
221) Zaman Gazetesi, 20.12.1989.
222) Bu (gizli) yazılmaların fotokopileri, özel dosyamızdadır.
223) Yeni Düşünce, 22.12.1989.
224) Sorulması üzerine. Patriğin saydığı ziyâret yerleri için bkz. Zaman. 20.12.1989.
225) Bkz. Makedonska Tribuna Gazi (İndıyanapotis), 13.4.1967; M. N. Deliorman, Tar. Konuşuyor Der., Sa. I, s. 18.
226) Yeni Düşünce, 22.12,1989.
227) Zaman, 19.11.1989.
228) Zaman, 20.12.1989.
229) Anadolu Ajansı haberinde, “Patrikhânenin restorasyonunu, T. Özal’ın 9.4.1988’de verdiği izin üzerine başladığı" bildirilmiştir. Bkz. Hürriyet, 19.12.1989.
230) Törene Katılan ilginç Yunanlıların ad ve sıfatları için bkz. Bizim Ocak Der,, Oc. 1990, s. 13; Türkiye, 18.12.1939; Zaman, 18.12.1989.
231) Bkz C. Çilesiz, Zaman, 19 12.1989; B, Çelik. Bizim Ocak Der., Oc. 1990; Zaman, 19.12 1989, "Fetihten Bugüne Patrikhâne”; Türkiye, 18.12.1969