Makale

KERAMET VE FİRÂSET BAĞLAMINDA MUVÂFAKÂT-I ÖMER (R.A.)

KERAMET VE FİRÂSET BAĞLAMINDA MUVÂFAKÂT-I ÖMER (R.A.)

Selim ARIK*

Özet:

Kerâmet ile firâset kavramları birbirlerine benzemekle birlikte ayrı ayrı ıstılahlardır. Buna rağmen bu terimler zaman zaman birbiriyle karıştırılmaktadır. Dolayısıyla bu makalede kerâmet ve firâset konuları kelâm, hadis ve tasavvuf ilmi açısından kısaca ele alınarak işlenmiş ve özellikle de Hz. Ömer’in bu konulardaki rüchaniyeti belirtilmiştir. Bununla birlikte, Hz. Ömer’in kendi içtihadı ile Kur’an hükümlerine önceden nasıl muvâfakat ve uyum sağladığı ise bazı örneklerle gösterilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Keramet, Firâset

Abstract:

Omar’s Consent in the Context of Marvel and Sagacity

In common, concepts of marvel and sagacity are the same but there is dissimilarity between them. These are confused with each other sometimes. This article will cover Marvel and sagacity issues in term of Islamic Theology,

Hadith and Islamic mysticism and especially discuss Omar’s opinions and interpretations that agree with Quran.

Key words: Marvel, Sagacity

Kerâmet ile firâset kavramları birbirlerine benzemekle birlikte ayrı ayrı ıstılahlardır. Buna rağmen bu terimler zaman zaman birbiriyle karıştırılmaktadır. Bu makalede kerâmet ve firâset konuları kelâm, hadis ve tasavvuf ilmi açısından kısaca ele alınarak özellikle Hz. Ömer’in bu iki sahadaki derecesine işaret edilerek henüz nazil olmayan Kur’an hükümlerine Hz. Ömer’in muvafık ve isabetli görüşleri örneklerle belirtilecektir.

Kerâmet

Kerâmet; Arapça كرم fiilinden masdardır. Sözlükte “iyi, ahlaklı ve cömert olmak” anlamına gelmektedir.1 Terim olarak “Allah’ın sâlih, takva sahibi, veli kullarından zuhur eden olağan üstü hal” manasında kullanılmaktadır.2 Kerâmet, tıpkı mûcize gibi tabiat kanunlarıyla açıklanamayan olağan üstü ve sıra dışı bir olay olup mahiyeti itibariyle mucizeden farklı değildir. Zira mûcize, peygamberlerden, keramet ise tam olarak ona bağlı velilerden zuhur eder. Ehl-i Sünnet alimleri kelâm ve akâid kitaplarında كارآمتلاولىياو حقّ velilerin kerâmeti haktır” demişler sonra velâyeti şöyle tanımlamışlardır: “Allah’ı tanımada ârif-i billah, ibadette devamlı, günahlardan kaçınma ve şehevi hislerden uzak durmaktır.”3 Keramete nail olan veli, bunun Allah’tan lutuf olduğunu bilir şükreder, daha çok bağlanır ve sorumluluğundan çekinir halini kimseye ifşa etmez. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın veli kullan için korku olmadığı ve bu mertebeye iman ve takva ile yükseldikleri belirtilir.4 Dolayısıyla Allah’ın veli kullan mü’min, muttaki kişilerdir. Onların kerâmeti de, şirk, bidat ve günahkarlığın değil, iman ve takvanın bir sonucudur.5 Bununla birlikte harikulade haller mü’min-kafir, dindar-günahkar herkeste görülebilir. Böyle haller kafir ve Günahkarlarda zuhur ederse buna istidrâc (küfrünün katmerlenmesi) denir. Bu halin, inançsız ve fasık kişilerde meydana gelmesi onların şımarmalarını ve azgınlıklarını arttırarak ahiretteki azabın şiddetlenmesine sebep olmaktadır. Bir de İhânet (hor, hakir ve zelil kılmak) vardır ki yalancıların isteklerinin tam zıddı olacak şekildeki meydana gelen hârikulade hadiselerdir. Meselâ yalancı peygamberlerden Müseylimetü’l-Kezzâb tek gözlü olan bir adama gözü iyi olsun diye dua etmiş, bunun üzerine adamın iki gözü de kör olmuştur. Fakat dinine bağlı, ahlâklı ve iyi hal sahibi mü’minlerde görülen harukulâde hallere keramet, sıradan mü’minlerde görülen bu tür hallere maûnet (ilahi yardım) denilmektedir. Peygamberde nübüvvetten önce görülen harikulâde hallere İrhâsât (Meselâ Peygamberimiz doğunca İran’daki mecusilerin bin yıldan beri yanan ateşin s3önmesi, Sava gölünün çekilmesi olayına) dendiği gibi, nübüvvetten sonra görülen harikulade hallere ise mucize denmektedir.6

Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan Zekeriyyâ (a.s)’ın Hz. Meryem’in yanına her gidişinde çeşit çeşit meyveler (kışın yaz ve yazın da kış meyveleri) görmesini (Al-i İmran, 3/37) ve Hızır kıssasını (Hz. Musa ile yolculuk esnasında Hızır önce gemiyi delmiş, sonra çocuğu öldürmüş en sonunda da kendilerini misafir etmeyen ahalinin yıkılacak duvarını düzeltmişti)(Kehf, 18/60,82) keramete delil gösterilirken, hadîslerde ise Benî İsrail’den Cüreyc adlı bir velinin işaretiyle beşikteki çocuğun konuşması,7 Hz. Ebû Bekir’in üç kişi için hazırladığı yemeğin bereketlenmesi ve artması olayı8 ile Hz. Ömer’in, Nihavend’de savaşan ve düşman tarafından kuşatılan Sâriye isimli kumandanına Medine’den seslenerek “Dağa çekil, dağa!”diye sesini duyurması da9 kerâmet olarak kabul edilmektedir. Yine Hz. Ömer’in Mısır fâtihi meşhur sahâbî Amr b. Âs’a (43/664) gönderdiği bir mektup üzerine Nil nehrinin taşması da ayrı bir keramet olarak zikredilir.10 Tâbiîn ve ondan sonraki dönemlerde de görülen kerametler tasavvufî eserlerde nakledilmektedir.11 İslâm’da kerâmet hak olarak kabul edilmiş, fakat önemi fazla abartılmamıştır. Çünkü esas olan istikamettir. Bu sebepten istikamet daima kerametten üstün tutulmuştur. Sehl b. Abdullah b. et- Tüsterî (283/896) “En büyük keramet, kötü bir huyu iyi bir huyla değiştirebilmektir” derken aynı zamanda kerameti ağlayan çocukları susturmak için verilen afyona (uyuşturucu ilaca) benzetmektedir. Aslında hak olan keramet, cahil halk tarafından gösterilen aşırı ilgi ve merak sonucu bir çok hurafe ve batıl inancı ortaya çıkarmıştır. Bu konuda mü’minler dikkatli olmalı Allah’ın velileri ile şeytanın dostlarını ayırdedecek sağlam bir bilgi ve kıstasa sahip bulunmalıdır.12

Kur’ân-ı Kerîm’deki وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları (çeşitli nakil vasıtalarıyla) karada ve denizde taşıdık. Kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları yarattıklarımızın bir çoğundan cidden üstün kıldık.” mealindeki, insanoğlunun mazhar olduğu maddî ve manevî lütuf ve ikramlara işarettir. İslam alimleri insanın, maddî, zahirî, kevnî, hissî ve sûrî kerâmetinden ziyâde, manevî, bâtınî, ruhî ve hakikî kerametine önem vermişlerdir. Zira onlara göre tayy-i mekan (bir anda muhtelif yerlerde görülebilme), kışın yaz meyvelerine kavuşma, ateşte yanmama gibi hârikulâde haller hissî ve kevnî olup fazla önemli değildir. Hatta bunlar bazan tehlikeli ve zararlı da olabilir. Dinin emir ve yasaklarına sıkı bir şekilde uymak, kötü huy ve alışkanlıkları terkedip iyi alışkanlıklar edinmek, istikamet üzere olmak, nefse hakimiyet, çalışıp çabalamak suretiyle ilim ve irfan sahibi olmaya çalışmak gerçek ve manevî keramettir demişlerdir.

Firâset

Halk arasında ferâset olarak telaffuz edilen firâset, Arapça da فراس kökünden türemiş bir isimdir. Sözlükte “keşfetme, sezme, ileri görüşlülük” manasındadır.14 Bundan dolayı görüşünde isabetli kişiye “fârisü’n-nazar” denir. Ferâset ise masdar olup “Ata binmede mahir” anlamında “mâhirlik, hâzıklık ve uzmanlık” manalarına gelmektedir. Istılahta ise firâset, insanların, diğer varlık ve olayların iç yüzünü keşfetme, gelecek hakkında doğru tahminlerde bulunabilme melekesi anlamında bir terimdir. Bir kimsenin dış görünüşüne bakarak onun ahlâk ve karekteri hakkında tahminde bulunmaya da firâset denmiştir. Dolayısıyla firâset, akıl ve duyu organlarıyla bilinemeyen, ancak sezgi gücüyle ulaşılan bilgilerdir. Firâset; hikemî, riyazî ve ilâhî olmak üzere üç türlü olabilir. Hikemî firâset anlayışı İslam dünyasına İslam öncesi kültürlerden geçmiştir. Aristo’ya nispet edilen Kitabü’s-Siyâsefi Tedribi’r-Riyâse adlı eserde rivayete göre Aristo öğrencisi İskender’e öğütler vermiş ona savaşta hangi tarafın galip geleceğini veya mağlup olacağını önceden tahmin etme yollarını ve savaş tekniğini öğretmiştir. Riyazi firâset ise; zeka ve üstün sezgi gücüne sahip kişilerin sıkı bir perhiz ve çile sonucu ruhî ve fikrî yönlerini güçlendirerek, herhangi bir kişi veya olay hakkında isabetli tahminler yapmasıdır. Bunlar müslüman olabileceği gibi gayri müslim t’e olabilir. İlâhî firâset de Allah’ın, mü’minin kalbine attığı bir nur ile kulun hakkı batıldan doğruyu yanlıştan, faydalıyı zararlıdan ayırması ve muhataplarının karekterlerini terşhis etmesidir. Filozof Kindî (252/866) Kitâbü’l-Firâse adıyla bir risâle kaleme almış, meşhur tabib ve feylesof Ebû Bekr er-Râzî (323/934)de bu konuda bir makale yazmıştır. Fahrettin er-Razi’nin (606/1209) Kitâbul-Firâse’sı de bu alanda yazılan eserdir. İmâm Şâfiî’nin de (204/819) firâset sahibi olduğu, hatta İslam dünyasında firasete dair ilk eseri onun yazdığı kaydedilirken, İbn Kayyım el-Cevziyye de (751/1350) hocası Takıyyüddîn İbn Teymiyye’nin (728/1328) firasetini gösteren bazı olaylardan bahsettiği belirtilir. 15 Endülüslü mâliki âlimlerinden Ebû Bekir İbnüVArabî (543/1148) firâset ile alakalı şöyle bir olay nakleder: Bir gün İmam eş-Şafiî (204/819) ile Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî (189/804) Ka’be’nin avlusunda otururken içeriye giren bir adam dikkatlerini çeker. Bunun üzerine İmâm Şâfiî, bu kişinin marangoz olabileceğini söyler. İmam Muhammed de bu kişinin demirci olabileceğini beyan eder. Herbiri kendi görüşünde ısrar edince, adamın yanına varırlar ve nereli olduğunu sorduktan sonra mesleğini sorarlar. Adam: “Daha önceleri marangoz idim, şu anda demirciyim” cevabını verir.

İbnü’l-‘Arabî, bu olay mü’minin, alametlerden istidlâl ederek hüküm çıkarması olan firasettir, yoksa bazı sûfilerin dediği gibi keramet değildir demektedir.16 Bazı müfessirler, Kur’ân-ı Kerîm’deki اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ “Elbette bunda işaretten anlayanlar için alınacak nice ibretler vardır’’(el-Hicr, 15/75) ayetindeki “mütevessimîn” kelimesi ile17 تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ Sen onları simalarından tanırsın (Bakara, 2/273) ayetini “firâset sahipleri” anlamında firasete delil olarak anlamışlardır.18 Dolayısıyla “ilmü’l-kiyâfe”de insanın dış görünüşündeki bazı vasıflarına bakarak iç dünyasını anlama bilimi olarak kabul edilmektedir. Cenab-ı Allah’ın insana şereflendirme manasında ifade ettiği فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي “ve ona ruhumdan üflediğim zaman”(el-Hıcr, 15/29) ayetini firasetin kaynağı olduğuna işaret eden sûfiler, aynı zamanda Hz. Ömer’in bazı ayetlerin getirdiği hükümleri (muvafakat-ı Ömer olarak) daha bu ayetler inmeden evvel temenni etmesini, Hz. Osman’ın yanına gelen bir kişinin gelmeden önce mahreme baktığını anlaması üzerine o şahsın, “Hz. Peygamber vefat ettikten sonra vahiy ile mi karşılaşıyorum! diye hayret etmesini ve Hz. Osman’ın “Bu vahiy değil firasettir” demesini firasetin mümkün ve meşru olduğuna delil saymışlardır.19

Firâset konusunda Hz. Peygamber اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ فَإِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللّٰهِ. “Mü’minin fırâsetinden korkun ve sakının! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar. buyurarak, bir noktada “kamil mü’minin” Allah katındaki değerini ve insanlar arasındaki hürmetini veciz bir surette anlatmış, olgun bir mü’minin de firasetli olması gerektiğine işaret etmiştir. Böyle olunca sıradan bir mü’min değil, olgun olan bir mü’minde lütf-i ilâhî ile inkişaf edecek bazı duygu ve sezgiler, muhatabından zuhur eden söz ve filleri daha isabetle değerlendirme imkanı sağlayacak ve onun aldanmasını önleyebilecektir. Yine Hz. Peygamber’in yeryüzünde Allah’ın öyle kulları vardır ki insanları firasetiyle tanırlar”21 hadisi ile “Müslümanın bedduasından ve firasetinden sakınınız”22 hadisi fırasetli insanların devamlı bulunacaklarına işaret etmektedir. Zira “(fırasetli) mümin bir yılan deliğinden iki defa sokulmaz”23 hadisi de, âkil, râşid, kâmil mü’minin dikkatli ve uyanık olması gerektiğini göstermektedir.

Bir de feyiz yoluyla insanın kalbine ulaşan bilgiler vardır ki bu da ilhamdır. İlham, sözlükte “içmek, birden yutmak” anlamında “lehem” kökünden türemiştir. Istılahta “Allah’ın doğrudan veya melek vasıtasıyla iyilik telkin eden bilgileri insanın kalbine ulaştırmasıdır.”24 Bu yönüyle Hz. Ömer ilhama mazhar olan kişilerden sayılmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber onun bu vasfını açık olarak beyan etmiş ve : ………………..“Sizden önceki ümmetler içinde mukaddes-ilham verilen kimseler vardı. Eğer ümmetimin arasında böylesi bulunuyorsa (ki şüphesiz bulunacaktır) o da Ömer b. el-Hattab’dır.”25 buyurmuşlardır. Hz. Peygamber İslam’ın ilk yıllarında …………………. “Ey Allah’ım! İslam’ı şu iki şahıstan sana en sevimli olanı ile aziz eyle”26 diye dua yaparken bunlardan biri Arapların eşrafından Ömer b. Hattab, diğeri de Amr b. Hişam olan Ebu Cehil’di. Kur’an karşısında kalbi yumşayan ve birden düşmanlık hislerini atarak bi’setin VI. Yılında 33 yaşında müslüman olan Ömer, daha o zamanlar basiretini göstermiş ve ileride firasetli mü’min olacağının işaretini vermişti. Çünkü Peygamberin duasına mazhar olmuştu. Abdullah b. Seleme (r.a) anlatır: Bir gün Mezhic kabilesi mensuplarıyla Ömer b. el-Hattab’ın yanma girdik. Yanımızda Eşter (37/657) de vardı. Ona sert bakıştan sonra bu sizden mi? dedi ben de “evet” dedim bunun üzerine Hz. Omer: “Allah ümmeti Muhammedi onun şerrinden korusun” buyurdular.28 Abdullah b. Ömer (r.a) babasının faziletini anlatırken…………….. “Babam Ömer b. el-Hattab, bir konuda “Ben onu şöyle zannediyorum” desin de, aynen çıkmadığı vaki olmasın, mutlaka çıkar” şeklinde firasetıne işaret etmektedir. Bu açıdan ilham ile firâset muttaki mü’minin vasıflarındandır.

Muvafakât-ı Ömer İslam Tarihinde “Muvafakât-ı Ömer” olarak isimlendirilen Hz. Ömer’in isabetli görüş ve teklifleri daha ziyade firâset örneğini teşkil eder. Nitekim Hz. Ömer’in ………. “Üç şey hakkındaki dileğim Allah’ın vahyine uygun geldi (ben Rabbime muvafakât ettim)”30 sözü bunu desteklemektedir. Bu rivayette Hz. Ömer şu üç hususu anlatmaktadır:

1. Ya Resûlallah! Ka’bede’ki “makam-i İbrahim”i namazgah (tavaftan sonra iki rekat namazın burada kılınmasını veya dua edilmesini) kabul etseniz, dedim. Bunun üzerine Bakara suresinin 125. ayetiوَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّىۜ “Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin, orada namaz kılın” şeklinde âyet nazil oldu.

2. Ya Resûlallah! Huzurunuza iyi niyetli veya fasık kişler gelip sizlerle (veya hanımlarınızla) görüşebiliyorlar. Hanımlarınıza söyleseniz de (ihtiyaten) örtünseler dedim. Bunun üzerine Ahzâb suresinin 59. ayetiالْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜيَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle örtülerini üzerlerine alsınlar” şeklinde hicab ayeti nazil oldu.

3. Hz. Peygamberin hanımları bir defasında kendisine kıskançlık göstermede (Aişe, Hafsa, Ümmü Seleme ve Şevde) ittifak etmişler ve megafir koktuğunu belirterek nereden geldiğini sormuşlardı. Hz. Peygamber, Zeyneb b. Cahş’ın yanında bal yediğini belirtmişti. Hz. Ömer ben bu hadiseyi duyunca kadınların yanına giderek: “Ey kadınlar! Ya bu hırçınlığınızdan vazgeçin yâhud Allah, sizin yerinize daha hayırlı hanımlar verir” demiş ve Tahrim suresinin 5. ayeti olanعَسٰى رَبُّهُٓ اِنْ طَلَّقَكُنَّ اَنْ يُبْدِلَهُٓ اَزْوَاجاً خَيْراً مِنْكُنَّEğer o sizi boşayacak olursa belki de Rabbi ona sizden daha hayırlısını verir” hükmü nazil oldu. Öte yandan İbn Hacer’in (852/1448) on beş, Suyûti’nin (911/1505) yirmi civarında belirttiği diğer muvafakatlann bazılarını ilave olarak şu şekilde sayabiliriz:

4. Bedir’de alınan 70 esirin çoğunluk tarafından fidye karşılığı serbest bırakılması istenmişti. Hz. Ömer ise bunların öldürülmesi gerektiğini söylemişti. Bilahere Enfal suresinin 68. ayeti ... لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَخَذْتُمْ “Allah’tan bir yazı geçmemiş olsaydı aldığınız fidyeden dolayı azap dokunurdu...” şeklinde Hz. Ömer’i destekler mahiyette nazil olmuştur.

5. Münafıklardan Abdullah b. Übey öldüğünde, onun müslüman oğlu Abdullah Hz. Peygamber’i cenaze namazına çağırmış, Hz. Ömer ise karşı çıkmıştı. Bunun üzerine Tevbe suresinin 84. Ayeti وَلَا تُصَلِّ عَلٰٓى اَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ اَبَداً وَلَا تَقُمْ عَلٰى قَبْرِه۪ۜ “Onlardan (Münafıklardan) ölen hiçbirine asla namaz kılma, kabri başında da durma” hükmü nazil oldu.

6. İslamın ilk dönemlerinde içki haram değildi. Birden yasaklama da gelmedi. Hz. Ömer ise içkinin yasaklanmasını istiyordu. Hicretin 4. yılında Maide suresi 90 ve 91. ayetleri ile…..يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ “Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir...” hükmü bunların haramlığını kesin olarak bildirdi.

7. Hz. Aişe’ye atılan iftiradaki “ifk olayında” Hz. Ömer, Peygamberimize “Allah’ın işaretiyle (rızasıyla) evlendiğin bir kadın hakkında seni aldatması mümkün değildir,(….) Haşa! Bu büyük bir iftiradır!” dedikten sonra Nur suresi 16. ayeti وَلَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَنَٓا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهٰذَاۗ سُبْحَانَكَ هٰذَا بُهْتَانٌ عَظ۪يمٌ Onu duyduğunuzda “bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz Haşa bu çok büyük bir iftiradır” demeli değil miydiniz!” şeklinde ikaz olarak aynı manada âyet nazil oldu.

8. Yahudinin biri Hz.Ömer’e gelip size vahiy getiren Cebrail bizim düşmammizdır dediler. Hz. Ömer’de onlara karşı مَنْ كَانَ عَدُواًّ لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ “Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine Cebrail ile Mikail’e düşmansa Allah’da o kafirlere düşmandır” şeklinde mukabelede bulundu. Bunun üzerine aynı lafızlarla Bakara suresinin 98. ayeti nazil olmuştur

9. Hz. Peygamber’în huzurunda davalaşan iki kimseden (Yahudi ve münafık) davayı kaybeden (münafık) hükme razı olmayınca, Hz. Ömer’e gitmek ister. Hz. Ömer bunu öğrenince Peygamberin hükmüne razı olmayanın cezası kılıçtır diyerek adamı öldürür. Bunun üzerine Nisa suresi 65. ayet olan فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ “Hayır, öyle değil. Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükmü kabullenmeyenler (hükme razı olmayanlar) iman etmiş olmazlar” beyanı nazil olmuştur.31

10. Hz. Ömer Mü’minûn suresinin 12. ayetinden itibaren وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ ط۪ينٍۚ “Andolsun biz insanı, çamurdan bir özden yarattık. Sonra onu emin ve sağlam bir yerde (rahimde) nutfe haline getirdik...” ayetindeki insanın yaratılışıyla alakalı devreleri beliğ bir surette işitince, daha ayet bitmeden hayretinden فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِق۪ينَۜ “Suret yapanların en güzeli olan Allah’ın şanı bak ne yücedir!” demiş, ayetin sonu da (14. ayet) bu şekilde bitmiştir.32

Hz. Ömer’in yukarıdaki sayılan muvafakatlardan başka halifeliği döneminde çeşitli görüş ve uygulamaları olmuş, bunlar İslam aleminde genellikle kabul görmüştür. Mesela Ramazan ayında cemaatla kılınan 20 rekat teravih namazı33 onun içtihadı ile şekillenmiş ve sahabilerin ondyladığı güzel bir ibadettir.34 Kur’ân-ı Kerîm, ehl-i kitaptan (Yahudi ve Hıristiyan) olan iffetli kadınlarla evlenmeye ruhsat verirken”35 Hz. Ömer, وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّۜ “müşrik kadınlan iman etmedikçe nikahlamayın”36 ayetinden hareketle ehl-i kitab kadınlarla dahi evlenmeyi uygun görmemiştir. Hatta Hz. Huzeyfe (r.a)’ın Yahudi bir kadınla yapmış olduğu evliliğe razı olmadığını belirterek ona bu yol açıldığında Müslüman kadınlar ihmal edilebilir endişesini bildirerek boşamasını istemiştir.37 Günümüze kadar müslümanlar genellikle zaruret olmadıkça böyle evliliklere başvurmamışlardır. Hz. Ömer, mehir konusunda imkanı olanların adeta yarışa girdiklerini yoksulların ise sıkıntı çektiklerini görünce mehrin üst sınırını 400 dirhem (1280 gram) gümüş olarak belirlemek için hutbe irad etmişti. Bunu işiten Kureyşli bir kadın itiraz ederek Kur’ân-ı Kerîm’de Allah “...Onlardan (hanımlardan) birine yüklerle (çuvallarla altın) mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın”38 buyurmaktadır. Sen mihri nasıl tahdid edersin? demiş, Bunun üzerine Hz. Ömer tekrar: “Sizi, kadınlara mehir verme konusunda aşırı gitmekten menetmiştim. Artık herkes kendi malında dilediğini yapsın” diyerek bir başka firasetini göstermiştir.

Hz. Ömer’in firasetli ve basiretli uygulamalarından dolayı şeytanlar ona yanaşamamış ve semtine uğrayamamıştır. Bu durumunu da Peygamberimiz anlatırken: (….) “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki ey Ömer! Şeytan asla seninle karşılaşmaz. Sen bir yolda giderken o muhakkak senin yolundan başka bir yola yönelir.”40 buyurmuşlardır. Nitekim devrinde münafıklar ondan korkmuş onun zamanında fitne kapısı açılamamıştır. Hz. Ömer’in idarede gösterdiği siyaset ve firâset bilahere anlaşılmıştır. Mesela Muaviye, Amr b. As ve Muğire b. Şube gibi siyasi dahileri çok iyi idare etmişti. Oysa vefatından sonra Hz Osman ve Hz Ali devirlerinde bu zatlar idare edilemeyince bir noktada dahili mücadele ve savaşlara sebebiyet verilmiştir.

Sonuç

Hakiki kerâmet Allah’ın muttaki velî kullarından sâdır olan harikulade olaylar ve istikamet ise; ilahi firâset de, Allah’ın mü’min kullarına ilham ettiği sezgidir. İslam hukukunda ileri görüşlülük, sezgi gücü ve keşif kabiliyeti gibi anlamlar verilen firâset ise, hâkimin ip uçlarını, karine ve emareleri, delil ve maddi bulgulan, kişinin psilolojik durumlarım dikkatlice inceleyip olaylar arasında bağ kurması sonucunda gerçeği sezinlemesi şeklinde anlaşılmış ve Emevilerin Basra kadılarından olan İyas b. Muaviye’nin (122/740) açık delil olmayan bir çok davada firasetle hüküm verdiği bildirilmiştir. Bu anlamda mü’minin (olaylara) Allah’ın nuruyla bakması, Allah’ın meşietine, rızasına uygun olarak işleri yapması demektir. Zira bir hadiste belirtildiği gibi, Allah bir kulu sevdi mi meleklerine de sevdirir41 ve yeryüzünde o Allah’ın gözü ve eli olur42 yani her şeyi onun adına ve rızasına uygun olarak düşünür ve yapar. İşte Hz. Ömer firaseti ve basiretiyle buna nail olmuştur. Belki Hz. Ömer su-i kasde maruz kalacağını da sezmiş olabilir. Çünkü bir gün Ebu Lü’lü künyeli Feyruz adındaki gayri müslim bir köle Medine çarşısında Hz. Ömer’e müracaat ederek efendisinin (Muğire b. Şube’nin) kendisinden ağır yevmiye aldığını ve bunun azaltılmasını istemiş, o da yevmiyenin miktarını sorunca. Köle “iki dirhem” olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer sanatını sormuş o da “dülger, demirci ve nakkâş” olduğunu bildirince, bu defa Hz. Ömer ücretinin fazla olmadığını ve ayrıca kendisinden ücretle yel değirmeni yapmasını talep etmiştir. Köle Feyruz da “sana bir yel değirmeni yapayım ki doğuda ve batıda dillere destan olsun” deyip gittiği nakledilir. Hz. Ömer onun bu cevabı üzerine yanındakilere “köle beni tehdid etti” demiş belki de şehid olacağını hissetmiş ama kadere razı olmuştur. Nitekim ertesi gün sabah namazını kıldırmak için Hz. Ömer mihraba geçtiği vakit bu köle tarafından hançerlenerek 26 Zilhicce 23/644 yılında vefat etmiştir.43

Firâset sahibi mü’min olabilmede en büyük etken, nefsin süfli arzularına karşı koyabilen, haram ve şüpheli şeylerden kaçınan ve Hz. Peygamber’in sünnetini bir hayat tarzı olarak benimseyen karakter, irade ve ilim sahibi olmakdır. Dolayısıyla Hz. Ömer’in firâset ve keramet ehli olmasındaki en önemli âmil ilim ve takvadır. Zira Hz. Ömer, Peygamberimiz tarafından cennetle müjdelenmiş44 ve ilim ehli olduğu ayrıca haber verilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber’in rüyasında kendisine süt ikram edildiğinde kalanını Ömer b. Hattab’a vermesi olayını Hz. Peygamber “ilim” iie te’vil etmiştir.45 Yine Hz. Peygamber bir başka rüyasını anlatırken bazı gömlekli insanlar gördüğünü bu gömleklerin bazılarında göğsüne kadar bazılarında dizine kadar olduğunu fakat Ömer b. Hattab’ın gömleğinin ise yere kadar süründüğünü görmüştü. Bu rüyanın yorumunu Hz. Peygamber “din, (takva)” olduğunu belirtmiştir.46 Gözü ve gönlü açık firasetli kimseler, Kur’ân-ı Kerîm okurken, kainata bakarken, insanları süzerken her gözün göremediği ve her aklın idrak edemediği öyle şeyler hisseder ki çok insanlar bundan gafildirler. İşte ilmini diniyle (takvasıyla) birleştirip, aklını kalbi ile aydınlatan tefekkür insanı Hz. Ömer. Netice olarak Hz. Ömer gibi firâset ve keramet ehli olabilmenin en önemli şartı, Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in Sünnet’ini anlama, yorumlama ile adalet ve istikametten ayrılmamaktır.

* Dr., Bursa Merkez Vaizi

1-İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, Beyrut, XII, 510.
2-Kuşeyrî, er-Rısaletii ’l-Kuşeyriyye, Beyrut, 1990. s. 353-364.
3-Sadettin Taftazanî, Şerhu’t-akâid, Salah Bilici yay. İst. trs. s. 66.
4-Bkz. Yunus, 10/62-63.
5-Ibn Teymiye, İbn Teymıye Külliyatı, (ter. Heyet). Tevhid yay. 1986 I, 252.
6 -Bkz. Uludağ, Süleyman, Kelam ilmi ve İslam Akaidi, Dergah yayınları, s. 317.
7- Buhârî ve Müslim’de bu hadise şöyle nakledilir: Beşikte (keramet olarak) yalnız üç çocuk konuşmuştur.ZÎ/râm/, Hz. İsa’dır. İsa (a.s) beşikte iken babasız doğduğunu yadırgayanlara “Ben, Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni Peygamber yaptı” (Meryem, 19/30) şeklinde konuşmuştu. İkincisi, emzikli bir kadının kucağındaki çocuk. Bu hadise de kadının haşmetli bir süvari görünce Allah’ım! Oğlumu bunun gibi heybetli kıl diye dua ettiğinde çocuk annesini emmeyi bırakarak Ya Rabbi! Beni bunun gibi (zalim) yapma demiş ve tekrar emmeye devam etmiştir. Üçiincûsii, Beni İsrail zamanında Cüreyc denilen ruhban bir kişi vardı. Bir defasında (Savmasında) namaz kılarken annesi gelmiş kendisini çağırmıştı. O da namazı bozup cevap venp vermemede tereddüt gösterince annesinin (Bu oğluma fahişe kadınların yüzlerini göstermedikçe canını alma!) bedduasına maruz kalmış ve beddua neticesinde kendisine zina iftirasında bulunulmuştu. Bunun üzerine Cüreyc kendisine isnad edilen çocuğu eline almış ve babasının kim olduğunu sormuştu. Bunun üzerine çocuk: Çoban! diye cevap vermiştir. Bkz. Buhârî, Enbiya. 48; Mıislım, Birr, 8.
8- Bu olay da şöyle olmuştun Hz. Ebû Bekir (r.a) hanımına üç kişilik yemek hazırlamasını isteyip Ashab-ı Suffe’den üç kişiyi akşam yemeğine davet etmişti. Eve gelince Hz. Peygaınber’in yanına gitmesi gerekti ve misafirleri oğlu Abdurrahınan’a bırakıp yemeği yemelerini söyledi. Geç saatlerde dönünce misafirlerin hâlâ yemek yemediklerini öğrenince oğluna çok kızmıştı. Oysa misafirler Ebu Bekir (r.a) gelmeden yemek yemiyeceklerini söylemişlerdi. Hz. Ebu Bekir misafirlerle beraber sofraya oturdu hepsinin karnı doydu yemekler henüz bitmemişti. Hatta Hz. Ebu Bekir’in hanımı Ünımü Rumman yemek üç kat daha fazla arttı demiştir. Kalan yemek ertesi sabah Hz. Peygaınber’e gönderildi bu yemekte onıki kişiye verildi ve onlar da bu yemekle doymuşlardır. Bkz.Buhârî, Edeb, 88; Müslim, Eşribe, 176.
9-Aclûnî, Keşfii’l-Hafa, Mısır, trs. II, 532.
10-Bu olayın sıhhati tartışılmakla beraber şöyle nakledilir: Kumandan Amr b. As Bizans ordusunu imha ederek 21/642 yılında İskenderiye’yi teslim alarak Mısır’a hakim olmuştu. Mısır’ın ileri gelenleri bereket noktasında Nil nehrinin coşup taşması için her yıl süslü elbiseler giydirilmiş bir genç kızı suya atıp ondan sonra nehrin coştuğunu söylerler ve bunun için de bu yıl aynı işi yapmak istediklerini belirtirler Kumandan Amr b. Âs ise İslam’ın böyle batıl ve saçma işlere izin vermeyeceğini söyledikten sonra buna rağmen meseleyi halifeye bildireceğini haber verir. Durum Hz. Ömer’e bildirilir. Çok geçmeden Hz. Ömer’den Nıl nehrine atılmak üzere genç kız yerine bir kağıt gelir. Kağıtta şunlar yazılıdır: “Mii’minlerin enuri ve Allah’ın kulu Hattab oğlu Ömer’den Mısır’ın Nil nehrine, Ey Nü! eğer sen kendi iradenle akıyorsan sana ihtiyacımız yok akına. Yok yıice Allah ’ın emir ve iradesiyle akıyorsan ben senin taşmam Vâhid ve Kalıhâr olan Allah’tan istiyorum!.” Bu yazılı kağıt suya atılır ve Nil nehri daha ilk gece dolup taşarak toprağı bereketlendirdiğine oradakiler hep beraber şahit olmuşlardır. Mesela bkz. M. Necatı Bıırsalı, Hz. Ömer, çile yay. 1983. s. 115.
11-Meselâ bunlardan sû fi Horasanlı İbrahim b. Edhem’in (161/778) bir kerameti şöyle nakledilir: İbrahim b. Edhem bir gün derviş cemaatıyla giderken önlerine çok miktarda odun yığılmış bir hisara varmışlar. Dervişler: “bu gece burada kalalım, odun çoktur, ateş yakarız” demişler Ateşi yakıp aydınlığında oturmuşlar. Herkes yiyeceğini hazırlarken İbrahim b. Edhem de namaz kılıyormuş. İçlerinden bin “keşke helalinden elimize bir et geçse de şu ateşte pişirsek” demiş. İbrahim selam vermiş ve “Allah bize helal et vermeye kadirdir” diyerek tekrar namaza durmuş. Derken bir aslanın uluması işitilmiş. Arslanın yaban bir eşeği önüne katıp kovalamakta olduğunu görmüşler. Yaban eşeğini yakalayıp boğazladıktan sonra kebab yapıp yemişler. Arslan ise orada durmuş ve onları seyrediyormuş. Bkz. Feridüddın Attar, Tezkirelü’l-Evlıya, s. 167. (Ter. Süleyman Uludağ, Bursa, 1984)
12-Bkz. Uludağ, Süleyman, “Keramet” DİA, XXV, 267
13-el-İsrâ, 17/70.
14 -İbn Manzur, Lisaniı ’l-Arab, VI, 159.
15- Kuşeyri, a g.e, s. 231-240
16-İbniıVArabî, Ahkâmü*l~Kur’an, Beyrut, trs. III, 1131
17 -İbn Kesir, Muhtasaru tefsiri ibn Kesîr, II, 316.
18 -Taşköprıizade, MevzuatıVİ-UICtm, Dersaadet, 1313 I, 358
19-Kuşeyrî, a g.e, s. 238
20 -Bkz Tirmizî, Tefsîrıf l-Kur’ân, 16
21 -Heysemî, Meamııı’z-Zevûıd, Beyrut, tr. X, 268.
22 -Ali el-Mutteki, Kenzü’l-Uııvml, XI, 88.
23 -Buhârî, “Edeb”, 83, Müslim, “Zühd”, 63.
24 -Yavuz, Şevki Yusuf, “ilham” DİA XXII, 98.
25 -Müslim, “Fezâilü’s-sahabe” 23; Tirmizî, “Menâkıb” 18.
26 -Tirmizî, Menakıb, 18.
27 -Eşter; Malik b. Haris el-Eşter. Yemen asıllı Mezhic kabilesine mensup bir cengaverdir. Bi’setten önce doğduğu halde Hz Peygamber’i görememiştir. Yernıuk Savaşında (15/636) bir gözünü kaybettiği için “Eşter” (göz kapaklan ters çevrilmiş) lakabını almıştır. Hz. Osman zamanında halkı halifeye karşı isyana teşvik etmiş, Hz Ali haife seçilince de ona biat etmiştir. Cemel ve Sıffın savaşlarına katılmış sonra Mısır valiliği yapmıştır. Görevi esnasında zehirlenerek 37/657 yılında öldürülmüştür. Bkz. Özaydın, Abdulkerim, DİA. "Eşter’’ XI. 486.
28- Hakim et-Tirmizî, Nevâdırıt’l-usûl, Beyrut, 1988. II, 223.
29- Şah Veliyyullah Dıhlevî, HiıccetuUâlu ’l-Bâliğa. Beyrut, trs. II, 95.
30- Buhârî, “Tefsir” 1/9.
31-Bazı tefsirler hadiseyi bu şekilde naklederken mesela bkz. Meanuatün ımne’t-tefâsir (Hâzin), II, 109. Hadis kitaplarında ise bu ayetin sebebi nüzulü şöyle geçmektedir: Zübeyr b. Avam ile Medineli bahçe komşusu arasında su yüzünden bir anlaşmazlık çıkmıştı. Hz. Peygamber’e başvurdular, O da Zübeyr bahçesini suladıktan sonra suyu komşusunun almasını söyler. Komşu bu hükümden razı olmayarak Zübeyr tarafının tutulduğunu ima eder. Hz. Peygamber de onun bu davranışından hoşnut olmaz. Bunun üzerine bu ayet nazil olmuştur. Bkz. Buhârî, “Tefsir”.4/12. Müslim, “Fezâil” 129.
32-Bkz.; el-Kurtubî, el-Cârni li Ahkami’l-Kur’an. Mısır, 1967, II, 112; Ahmed Naim, Tecridi Sarih Tercemesi, II, 349-353; Doğrul, Ömer Rıza, Asr-ı Saadet, Eser neş. 1978. V, 207.
33-Bkz. Muvatta, “Kitabü’s-salati fî Ramazan” 5.
34-Bkz. Buharî, “Salâtü’t-teravih” î.
35-Bkz. Maide, 5/5.
36-Bakara, 2/221.
37-Bkz. Muhtasaru tefsiri İbn Kesir, I, 194.
38 -En-Nisa, 4/20.
39-Şevkânı, Neylü’l-evtûr, Kahire, trs. VI, 191.
40- Müslim, “Fazâilü’s-Sahabe”, 22.
41 -Müslim, “Birr” 157
42 -Buhârî, “Rikâk” 38.
43 -Bkz. Buhârî, “Fezâilü’l-Ashâb” 8; Mevlana Şibli, (ter. Ömer Rıza Doğrul) Asr-ı Saadet, FV, 319; Hayati Ülkü, İslam Tarihi, Çile yay. 1979. s. 306.
44- Bkz. Tirmizî, “Menakıb” 26.
45 -Buhârî, “İlim” 23.
46 -Müslim, “Fazâilii VSahabe” 15.