Makale

Temel imani prensipler ve Kur'an

Dr. Yaşar Yiğit
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Temel imani
Prensipler
Ve Kur’an

"İman" ve "Kur’an", Müslümanın zihin ve gönül dünyasını tabii olarak meşgul eden en önemli iki kavramdır. Zira Kur’an ve iman her ikisi de bir müminin olmazsa olmazlarındandır. Gerek Kur’an gerekse onun ekseninde temellenen iman ve iman esasları, zihin ve gönül dünyamızın kodlarının, dolayısıyla hayatımızın ve ilişkilerimizin şekillenmesinde etkin rol oynamaktadır. İslam terminolojisi açısından bakıldığında Kur’an ve iman, din terimi ile bir varlık kazanmaktadır. O halde öncelikle dinin tanımının yapılması ve bu çerçevede Kur’an ve iman kavramlarının temellendirilmesi gerekmektedir.
Kur’an ve imanın anlam bulduğu eksen: Din
İslâmî literatürde genel olarak din "Akıl sahiplerini kendi hür iradeleriyle en iyiye, en doğruya ve en güzele sevk eden, onlara dünya ve ahiret saadeti sunan İlâhi bir kanundur." şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanımdan hareketle, din kaynağını aşkın/ilâhi olandan almakta ve onun yarattığı insanın mebde’ ve meada yönelik huzur ve saadeti hedeflemektedir. Başka bir ifadeyle din; insanın Allah, djğer insan ve varlıklarla ilişkilerini düzenleyen ve onun hayatına yön veren, onlarla ilgili davranışlarına esas teşkil eden kurallar bütününe verilen addır. Bu açıdan bakıldığında dinin, insanlığın tarihi ile yaşıt olduğu görülür. Şöyle ki ilk insanın aynı zamanda bir peygamber oluşu nitelendirilmesi din için geçen sürecin ne derece köklü olduğu konusunda bize yeterli fikir vermektedir. İnsanla beraber var olan, tarihin hemen bütün devirlerinde ve bütün top- lumlarında karşılaşılan din olgusu, çeşitli şekillerde ve ibadet motifleriyle kendini göstermektedir. Bu vakıa, aslında genelde din duygusunun özelde ise inanma duygu ve gereksiniminin, fıtrî olduğuna başka bir deyişle inancın, insanın yaratılış kodlarında mevcut olduğuna da işaret etmektedir.
Şüphesiz doğru eksene oturtulduğunda ve istismara dayanak yapılmadıkça din toplumu ayakta tutan temel etkenlerin başında gelmektedir. Öte yandan felsefe, hukuk, ahlâk gibi bir kısım ilimlerin kaynağının din olduğu kabul edilmektedir. Hatta Victor Cousin, "Her şey din etrafında, din için, dinle teşkil olundu" sözüyle bu hususa daha bir açılım kazandırmaktadır. (Tümer, Günay- Küçük, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ankara 1988, s. 13)
İlahi kaynaklı dinlerde bir peygamber ve o peygambere vahye- dilen mesajları içeren bir kitap söz konusudur. İslam dini açısından bakıldığında Kur’an-ı Kerim, dinin kitabı ve Hz. Muhammed (s.a.s.) de dinin peygamberi konumundadır. Aslında din bağlıları için peygamberi ve ona vahyedilen kitabı bütün içeriği ile kabullenmek ve onun doğruluğundan şüphe etmemek imanın ya da mümin oluşun gereğidir. Şu kadar var ki. bütün ayrıntıları içerecek hemen her dinde temel imani esaslar formüle edilmiştir. Örneğin islam dininde “iman esasları altıdır” gibi. Bu formulasyonun temelleri şüphesiz nasslara (ayet-hadis) ve nasslar- dan çıkarımlara dayanır. Kur’an-ı Kerim’de bu esaslara temel teşkil edecek oldukça fazla ayet (Örnek olarak bkz. Bakara, 62, 177, 228, 285; Nisa, 79) bulunmakla beraber Hz. Peygamberin hadislerinde de bu tasniflere dayanak teşkil edebilecek ifadeler mevcuttur. (Hadisler Buharî, İman, 37)
Kendinde şüphe olmayan bir "Kitap"la temellendirilen iman
Kur’an, "Hz. Muhammed (s.a.s.)’e vahiy yoluyla gelen, tevatürle nakledilen ve tilavetiyle ibadet olunan, başkalarının benzerini getirmekten aciz kaldığı Arapça mûciz bir kelamdır" şeklinde tanımlanmaktadır. (Birışık, Abdülhamit, "Kur’an", TDV Islâm Ansiklopedisi, c. xxvı, s.383 vd.) Kur’an denildiğinde hemen her müminin zihin dünyasında lahûtî anlamlar deryası, gönlünde de Rahman ve Rahim olana teslimiyet, iştiyak ve hürmet terennümleri uyandıran bir kitap akla gelmektedir. Aslında Kur’an İlâhi olanla beşerin di- yaloğudur. Kur’an’ı okuyan mümin, anlasa da anlamasa da onun icaz ve cazibesiyle kalbinde saygı kaynaklı bir titreme hisseder. Bu titreme aslında imanın varlığının ve onun gönlün derinliklerinde kök salmasının dışa yansımasıdır. Kur’an, yolunu kaybedenlerin ya da insanca yaşam için buhranlarla mücadele edenlerin delilidir. "Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir." (Bakara, 2) ayeti bu hususu dile getirmektedir. İşte böylesi bir kitap ekseninde ve alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin öğretim ve gözetiminde şekillenen iman, kişiyi hakka, hakikate, yaratıcı ve insanlarla sağlıklı ilişkiler kurmaya sevk edecektir. Bu konumdaki bir müminin, hayat ve ölümü, varlık ve yokluğu, hayrı ve şerri, Kur’an perspektifinden okuması ve anlamlandırması bir ayrıcalık arzedecektir. Şüphe yok ki Kur’an’a yüzünü dönen İlâhi kudret ve rahmete yüzünü dönmüş ve dolayısıyla nûra bu kapsamda İnsanî erdemlere yüzünü dönmüş, bütün güzelliklere gönlünü açmış olacaktır.
İman ve gerekleri "İnandık" demekle başlar
"Bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylendiğini kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek, güvenlikte olmak, şüpheye yer vermeyecek biçimde içten ve yürekten inanmak" anlamlarına gelen iman, dinî bir terim olarak, Hz. Peygamberi Allah Teala’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir. (Sinanoğ- lu, Mustafa, "iman", TDV Arısiklopesi, c.XXM, s. 212 vd.) Buna göre imanın hakikati ve özü kalbin tasdikidir. Kalbin tasdiki imanın değişmeyen aslî unsurudur. İmanın bir kalp işi, kalbin tasdiki olduğunu gösteren ayet ve hadislerden bazıları şunlardır:
"Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları halde ağızlarıyla "inandık" diyenler (münafıklar) ile Yahu- dilerden, küfürde yarışanlar seni üzmesin..." (Maide, 4i), "Allah her kimi doğruya erdirmek isterse onun göğsünü Islâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir." (En’am, 125) Hemen her sözü anlam ve rahmet yüklü Sevgili Peygamberimiz de; "Allah cennetlikleri cennete, cehennemlikleri cehenneme koyacak, sonra da bakın kalbinde hardal tanesi kadar imanı olan birisini bulursanız onu cehennemden çıkarın diyecektir" (Buharî İman, 15; Müslim, İman, 82) buyurmak suretiyle insanın kalp ile ilgisine işaret etmiştir.
Görüldüğü üzere imanın esası, inanılacak şeyleri kalbin tasdik etmesidir. Bir kimse diliyle inandığını söylese bile kalbiyle tasdik etmezse mümin olamaz. Buna karşılık kalbiyle tasdik edip inandığı halde, dilsizlik gibi özrü sebebiyle inancını diliyle açıklayamayan veya tehdit altında olduğu için kafir ve inançsız olduğunu söyleyen kimse de mümin sayılır.
Kur’an-ı Kerim’de iman kavramı 800’den fazla yerde geçer. İman etmeyi ve inananları nitelemek için "doğru söylemek" anlamındaki sıdk kökünün, ayrıca kalbin iman sayesinde huzura kavuşmasını ifade etmek için "şüpheden uzak olarak bilmek" manasında yakn (yakin) kökünün türevleri (Bakara, 260; Maide, 50) ve "huzur bulmak, güven duymak" anlamındaki "itmi’nân" kavramı kullanılır. (Sinanoğlu, "İman" madddesi)
Kur’an-ı Kerim’de Allah’a peygamberlerine ve ahiret gününe inananların, salih amel işleyenlerin kurtuluşa ereceği (Bakara, 2-5) ve insanların bu konularda irade hürriyetine sahip kılındıkları (Kehf, 29) dile getirilir. İman kalbe atfedilen bir eylem olmakla birlikte (Hucurat, 14) cennet ehlini iman ve salih amel sahiplerin teşkil edeceği belirtilerek (Bakara, 82) imanla İlâhi emirlere uymak arasında sıkı bir ilişki bulunduğuna dikkat çekilir. Yine Kur’an’da müminlerin Allah’tan başka ilaha tapmamak, O’nun haram kıldığı cana kıymamak ve zina etmemek gibi yasaklara uydukları (Furkan, 68), oruç tutmak, namaz kılmak, iyiliği emretmek ve kötülüğü engellemek gibi buyrukları yerine getirdikleri (Tevbe, 112) belirtilir; böylece iradeye dayalı imanın İlâhi rızaya uygun amellerle tamamlanmasının gerekliliğine işaret edilir. Gerçek müminler Allah anıldığında yürekleri titreyen, ayetleri okunduğunda imanları artan ve yalnız Rablerine güvenen, namazlarını kılan ve servetlerinden Allah yolunda harcayan kimseler olarak nitelendirilir. (Enfal, 2-4)
Kur’an eksenli iman, şüphesiz sevgi temellidir. Buna karşın yaratılış kodlarına aykırı olarak sudûr eden ve çevreye göre şekillenen inkar, nefret menşelidir, imandaki sevgi, ilâhi/aşkın olana gönül verme, onun sevgisini kalbin derinliklerinde hissetmekle başlar ve nihayet "yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi", "ne olursan ol yine gel" diyerek gönül sarayını herkese açabilmeyi sağlayan İlahî ve İnsanî güzelliklerle kemale erer. Aslında Yüce Yaratana ve evrene sevgi ile bakabilme hazzını veren iman, bir anlamda da insanın kendisini sevmesi, zatına hoş bakabilme hikmet ve felsefesini yakalaması ile de ilintilidir. Diğer bir açıdan İlâhi mesajlar zeminine dayalı olarak tekamül eden iman, kişinin Rabbini tanıması yanı sıra kendini de tanımasına hatta kim olduğunu hatırlamasına katkı sağlar. Sonuçta teolojik ve felsefî açıdan kim olduğunu hatırlayan da tabii olarak Yüce Kudreti hatırlayacaktır. Tasavvufi kültürde yer alan "Kendini bilen, Rabbini bilir." sözü de sanki bu husustaki söylemimize tercüman olmaktadır. Bu itibarla iman, varoluşsal emaneti hatırlamak, inkâr ise bu emaneti unutmaktır. İman bir bağlanış, inkârsa bir kopuştur.
İman esaslarının temellendirilmesi noktasında Kur’an-ı Kerim’de şüphesiz birçok ayet vardır. Nitekim temel imanî esasları içerdiğine inandığımız bu ayetlerden birisi şöyledir: "Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: "Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz." Şöyle de dediler: "işittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır." (Bakara, 285) Bu ayet aslında bir taraftan temel iman esaslarına dikkat çekerken diğer taraftan da bir müminin İlâhi hükümler karşısında takınacağı tavra işaret etmektedir. Şöyle ki, mümin öncelikle Allah’a, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman eder ve bu çerçevede İlâhi vahyin aktarıcısı olan peygamberlerden duyduklarına gönülden teslim olur. Verilen bu teslimiyet sözü, amel/eylem/davranış bazında süreç içinde bazen bilerek ya da bilmeyerek inkı- taya veya ihmale uğrayabilir. Ama içselleştirilen iman meşalesinin ateşi asla sönmez ve onun gereği dilenen özür/tövbe/pişmanlık/itiraf yine aşkın olana yani Allah’adır. Bütün bunların sonucunda dönüşün Allah’a oluşunu kabul, ahirete olan imandır. Ahirete iman, adalet ve sorumluluk bilincinin gelişmesinde adeta iksirdir.
Bu esaslar çerçevesinde şekillenen imanın insan davranışlarına sağlayacağı olumlu katkı asla inkar edilemez. Çünkü yakın ve uzak vadede her eylemin hesabının sorulacağı, bütün davranışların hiçbir şeyin gizli kalmayacağı Allah tarafından görüleceği ve bilineceğine iman ve bu bağlamda bütün eylemlerin melekler tarafından kaydedildiği bilinci, insanın ister istemez davranışlarına kutsal kitabın içerdiği mesajlar çerçevesinde yön vermesi gereğini doğurur. Allah’ın bilgisinin her şeyi kuşatıcı oluşu, (Nisa, 126; Enfal, 47) kalplerin açığa vurduğu ve gizlediğini bilmesi (Maide, 99; İbrahim, 38; Nahl, 19; Enbiya, no) ve bunun melekler vasıtasıyla kaydedilmesine olan iman, sorumluluk bilinci gereği müminin oto kontrolde bulunmasını sağlar. Bu itibarla mümin, hesabını veremeyeceği hiçbir eylem ve davranışa yeltenmez. Böyle bir meyilde imanının dinamikleri hemen devreye girerek onun olumsuzluk içinde yer almasına engel olur. Bütün bunlara ilaveten hayatı yaşanabilir kılan kaza ve kadere iman, takat ve tedbirin tükendiği noktada takdire teslimiyetin ifadesidir. Bazen insan takatini zorlayan açmazlarda, musibet ve felaketlerde, hayata tutunmanın yolu kader inancından geçmektedir. Bu inanç ve anlayış, aslında hayattan alınacak haz ve zevke ayrı bir lezzet katmaktadır.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse iman, bireyi "mebde ve mead" açısından böylece kuşatmakta, onun mebde ve mead ile ilgili amel/aksiyon planlarına bu eksende yön vermesine dayanak ve gerekçe teşkil etmektedir. Hele hele iman, İhsan bilinci ile bütünleştiğinde insan, "kemal" veya Kur’an’ın ifadesiyle "nefs-i mutmainne" (Fecr, 27) zirvesine ulaşmış olacaktır. Unutulmamalıdır ki, kalpte mevcut olan iman ışığının parlaması, giderek gücünü artırması salih amellerle mümkün olabilir. Ayrıca imanın olgunluğuna ermek imanı üstün bir dereceye getirmek ve böyle iman sahiplerine Allah’ın vaad ettiği sonsuz nimetlere kavuşmak için de amel gerekmektedir, insan sadece inanılması gerekli şeyleri tasdik eder ameli umursamayan bir tavır sergileyip yasakları çiğnerse, dine, Allah’a ve peygambere olan bağlılığı yavaş yavaş azalır, günün birinde kalbindeki iman ışığı sönüp gider. O halde iman, inandık demekle bitmez aksine başlar ve devam ettirmek özveri ister, sabır ister.