Makale

İyiliklere Alışma ve Zor Şartlara Hazırlık Eğitimi: RAMAZAN

DİN VE HAYAT

İyiliklere Alışma ve Zor Şartlara Hazırlık Eğitimi: RAMAZAN

Mustafa AKPINAR
Etimesgut Vaizi

KUŞKUSUZ, ramazan-ı şerif ayını başta kulluk, sabır ve takva olmak üzere insana ruh ve beden sağlığı kazandırması; insanı her türlü şirk, nifak ve günahlardan arındırması gibi yönleriyle ele alıp değerlendirmek mümkündür. Ancak, genel manada ramazanın insan üzerindeki etkisine baktığımızda; insanı iyiliklerle donatma, geleceğe hazırlama ve zor şartlara alıştırma yönü ağır basmaktadır. Bu manada ramazan ayını; iyiliklere alışma ve zor şartlara hazırlık eğitimi olarak görmek kanaatimce en kapsamlı bir değerlendirme olacaktır. Burada zor şartlar ifadesinden kastettiğim; dinin bizatihi kendisinden kaynaklanan zorluklar değil, insanın yaratılışı ve hayatın gerçeklerinden kaynaklanan durumlardır. Zira İslam dini kolaylık dinidir. (Buhari, İman, 16.) Kaldı ki, Allah kulları için kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bakara, 2/185.)
Akla şöyle bir soru gelebilir: İnsan iyiliklere alışma ve zor şartlara hazırlık eğitiminden geçmeli midir? İnsanın fıtratı ve yaratılış özelliği ile hayatın gerçekleri göz önüne alındığında böyle bir eğitimin zorunluluk arz ettiği görülecektir. İnsan bir yönüyle eşref-i mahlukat, (İsra, 17/70.) diğer yönüyle de; cahil, nankör, aceleci ve zorluklara dayanamayan bir varlıktır. (Ahzab, 33/72; Mearic, 70/20; Nisa, 4/28; Adiyat, 100/6.) Buna rağmen ağır bir sorumluluk yüklenmiştir. Göklerin, yerin ve dağların kabul etmeye yanaşmadığı emaneti insan üstlenmiştir. (Ahzab, 33/72.) Bu büyük sorumluluğun her an farkında olması gereken insan, zayıf yönlerini güçlendirmeli ve terbiye etmelidir. Böylece, dinî emirlere karşı zorluk hissi uyandıran yegâne düşmanımız olan nefis ve şeytana karşı hazırlıklı olma imkânı elde etmiş olur. İnsanın bir başka önemli yönü de alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlı olmasıdır. O kadar ki, zamanla insanı alışkanlıkları yönetmeye başlar. Öyleyse, insanın güzel alışkanlıklar kazanması; bir başka ifadeyle iyiliklerle bezenmesi kaçınılmazdır. Ramazan-ı şerif ayı, iyilikleri kazanma ve iyiliklere alışma açısından büyük bir fırsattır.
İnsan hayatı ise her zaman güllük gülistanlık değildir. Sağlık olduğu gibi hastalık da vardır. Tokluk olduğu gibi açlık da vardır. Barış olduğu gibi savaş da vardır. Başarı olduğu gibi başarısızlık da vardır. Zenginken fakir düşmek, güçlüyken zayıf düşmek de vardır. Mutluyken hüzünlü olmak, genişken darda kalmak da vardır. (Bakara, 27155.) İşte ramazan-ı şerif ayı, hayatın akışı içerisinde başımıza gelebilecek bela, musibet ve felaketler karşısında bizi bütün bu zor şartlara hazırlayan bir eğitim dönemidir.
Bu eğitimi etkili, kapsamlı ve kalıcı bir şekilde alabileceğimiz en verimli zaman dilimi ramazan ayıdır. Yarattığı insanı en iyi bilen Yüce Allah, kullarına karşı şefkat ve merhametinin gereği, bizi her yıl bir ay boyunca zorunlu eğitime tabi tutmaktadır. On bir ay boyunca zayıflamış, örselenmiş, hastalanmış yönlerimizi diriltme, düzeltme ve tedavi etme imkânını sunmaktadır.
İlk bakışta görev ve sorumluluklarının büyüdüğü, yüklerinin arttığı hissiyle, nefsi karşısında zayıf düşen insanın imdadına Rabbimizin lütfu, merhameti ve mağfireti yetişir. Bu zorluklara ibadet şuuru ile rıza-yı Bari için katlanır insan. Ayette de bildirildiği üzere, oruçla takvaya ulaşan insan (Bakara, 2/183.) güç de olsa, ibadet şuuruyla engelleri aşmasını, zorluklara katlanmasını öğrenir. Çünkü kul olabilmenin sırrına ancak bu sorumlulukları yerine getirmekle ulaşılabilir. İbadet şuuruyla verilen bu eğitim insanda karaktere dönüşür ve bütün ömrünü kuşatır.
Şimdi, ramazanın bizi iyiliklere nasıl alıştırdığına ve zor şartlara nasıl hazırladığına bakalım:
Açlık ve oruç
Haddizatında aç kalmak oruç tutmak değildir. (Buhari, Savm, 8.) Açlık ibadet niyetiyle yapıldığında oruca dönüşür. Tek başına açlık bir eğitim aracı olarak da kullanılamaz. Sanıldığının aksine açlık insanı terbiye etmez, uslandırmaz, sakinleştirmez. Hatta açlık sabırsızlık verir, öfkeyi arttırır, insanın keyfini kaçırır. Günün belli bir bölümünde aç kalan insana âdeta sabırsızlık, öfke, bitkinlik ve zorlanma hissi zerk edilir. İşte tam bu noktada orucun eğitim süreci başlar. Oruç, evvela açlığı ibadete dönüştürür ve zehre karşı panzehir gibi olur. Sonra öfkeye, sabırsızlığa, takatsizliğe ve huzursuzluğa karşı bir tahammül eğitimi verir. Oruç tutan kimse, sair zamanlarda kolay kolay engel olamadığı öfkesine, hırslarına orucun verdiği dayanma gücüyle kolaylıkla hâkim olur. İnsan oruç sayesinde bu başarıyı bir ay boyunca tekrar eder. Böylece tahammülsüzlüğün yerini sabır, öfkenin yerini tebessüm, düşmanlığın yerini kardeşlik, kalp kırmanın yerini gönül alma alır. Böyle bir eğitim sürecine dâhil olanla olmayanın bir olmayacağı açıktır. Hiç arzulamasak da savaşlar ve kıtlık sebebiyle toplumlar büyük bir imtihanla karşı karşıya kalabilir. En zor şartlarda bile iyi kalabilme eğitimini ancak oruç ibadetiyle alabiliriz. Kur’an’ın ismini bizzat zikrederek şereflendirdiği mübarek ramazan-ı şerif ayında (Bakara, 2/185.) oruca niyetlenen kişi iyiliğe ve iyi kalmaya niyet etmiş olur. Çevresindeki her türlü çirkinlik ve olumsuzluklara rağmen, diken tarlasında yetişen gül gibi, iyi kalabilmeye azmetmiş olur. Bununla birlikte oruçluyken de öfkesine hâkim olamayıp sonrasında yüzünün kızaracağı fiiller işleyen kişi, aslında açlığı oruca dönüştürememiş kimsedir.
Zaman ve oruç
Modern dünyanın en büyük problemlerinden biri zaman israfıdır. Zaman darlığından şikâyet etmeyenimiz yoktur. Ziyaretleşmeye, kitap okumaya, bir kardeşimizin derdini dinlemeye çok kere zaman bulamayız. Oruç ibadeti bize zamanımızın ne kadar da bol olduğunu gösterir. Açlıkla birlikte âna odaklanan insan zamanı anbean yaşar. Sabah ile öğle arası, öğle ile ikindi arası, ikindi ile akşam arasının aslında ne kadar da uzun olduğunu öğrenir. Kısa olduğunu sandığımız bir günün aslında kısa olmadığını anlar. Böylece, zaman bilinci eğitimini de sunan oruç ibadeti, bize zamanı değerli kılmayı öğretir. Artık iyilik yapmak için vaktimizin yeterli olduğunu öğreniriz. Akrabalarımız, komşularımız, dostlarımız için ayırabilecek bol bol vaktimizin olduğunu anlarız. İmdat dileyenin imdadına koşmaya, bir yetimin başını okşamaya, başkalarının derdiyle hemhal olmaya ayıracak zamanımızın olduğunu anlarız. Nice insan boş vaktini heba eder, değerli vaktini değersizleştirir. Nice insan da ramazan-ı şerif sayesinde zamana anlam katar, anını bir ömre dönüştürür. Zaman, onun için iyi kalabilmenin ve iyilik yapmanın adı olur. Artık zaman zevküsefadan arındırılmış, iyilik cihetine çevrilmiş olur.
İbadetler ve oruç
Ramazan ayında dinî ve sosyal mükellefiyetlerin fazlalaştığı bir gerçektir. Sair zamana göre daha fazla oruç, daha fazla namaz, daha fazla infak, daha fazla sosyal ilişki vardır. İbadetlerin fazlalaştırılmasının hedefi ramazan sonrası için enerji depolamaktır. Daha fazla ibadetle ramazan ayında büyük bir enerji depolarız. Mukabeleler, nafileler, teravihler, fitre-zekât, hayır ve hasenat gibi ibadetlerimiz bizi âdeta kuşatır. Ramazan ayında yapılan bu ibadetler oruçla birlikte, tatlı bir heyecana, neşeli bir koşuşturmaya, doyumsuz bir lezzete dönüşür. Böylece iyiliğe alışmış oluruz. İyilik eyleme dönüşür ve artık ramazanla sınırlı kalmaz. Bir ay teravih namazı kılan kimseye, ramazandan sonra beş vakit namaz kılmak kolay gelir.
Zekât, fitre, sadaka ve fidye gibi ibadetler bizi vermeye ve iyiliğe alıştırır, cimrilikten kurtarır. Cimrilikten kurtulmak bizi sadece cömert kılmakla kalmaz, aynı zamanda başımıza bir felaket gelip bütün malımızı kaybettiğimizde bunu metanetle karşılamayı öğretir. Kendisine uzanan eli boş çevirmemeyi öğretir. Fakirleri, yetimleri, kimsesizleri doyurmayı öğretir. Allah’ın kendisine bahşettiği rızıktan Allah yolunda harcamaya alışmayan insan servetini kaybettiğinde tutunacak bir dal bulamaz.
Sosyalleşme ve oruç
İftarlarda, teravihte ve beş vakit namazda daha çok insanla bir araya gelerek sosyalleşme sağlanır. Ramazan ayı buluşmanın, kaynaşmanın, tanışmanın, bir araya gelmenin en yoğun yaşandığı aydır. İnsan, yalnız olmadığını anlar ramazan ayında. Çevresinde dostluk kuracak, dayanışma içinde olacak kimselerin de var olduğunu fark eder. Kimsesizlerin, hastaların, muhtaçların varlığından haberdar olur.
Görüldüğü gibi ramazan ve oruç kişiyi madden ve manen kuşatır. İyilikleri devam ettirebilecek güç kazandırır. Zira iyilik yapmak ve güçlüklere tahammül belli bir zaman dilimiyle sınırlandırılamaz. Ramazan ayı bize her yıl kendimizi yenileme, iyiliklerle bezenme, kötülüklerden arınma ve zor şartlara hazırlanma fırsatı verir. Şu hadis-i şerif konumuzu özetlemektedir: “Ramazan ayı geldiğinde cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır, şeytanın ayakları bağlanır.” (Buhari, Savm, 8-9.) Burada cennetin kapılarının açılması iyiliklerle bezenme, cehennemin kapılarının kapanması kötülüklerden arınma, şeytanın ayaklarının bağlanması ise zor şartlara tahammül şeklinde anlaşılabilir.
Sonuç olarak; ramazanı iyi değerlendiren, ramazandan sonra karşılaşabileceği her türlü zorluğa karşı dayanma gücü kazanır. Alıştığı iyilikleri ve güzellikleri devam ettirme imkânı elde eder. Bunu her yıl tekrar eden mümin, ömrünü ramazana dönüştürmüş olur. Ramazana dönüşen ömür ise iyiliğe adanmış bir ömür olur.